Filiz BAHÇIVAN

Filiz BAHÇIVAN

21 Aralık 2024 Cumartesi

KAPANMAYAN YARA, MARAŞ KATLİAMI

KAPANMAYAN YARA, MARAŞ KATLİAMI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Maraş’tan bir haber geldi.
Dediler ki merik ölmüş.
Keşke merik ölmeseydi.
Kesileydi elim kolum.
Oy merik merik merik.
Ben kurbanım sana merik.
Ben hayranım sana merik oy oy oy.
İşte bu dizeler geçmişin izlerini taşıyor.
Maraş’ta yapılan katliamın izlerini!
Gelin Maraş’ta yaşanan olayları bütün acısıyla bir hatırlayalım, vicdanı olanlarda ellerini vicdanına bir koyuversin!

Gözlerin görmez olduğu, kulakların duymaz olduğu, vicdanların sızlamaz olduğu bir gün olmuştu 24 Aralık.
Ve 12 Eylül 1980 darbesinin, ilk kilometre taşının döşendiği gün olmuştu 24 Aralık.
Yaşanan ve belleklerden silinmeyen Maraş katliamı.
Ağır ağır sistemli bir şekilde gelen bir katliamdır Maraş Katliamı.
Olaylarda hani o filmlerde gördüğünüz, Kırk Haramiler masalında olduğu gibi, Alevi ailelerin yaşadığı evlerin kapıları bir bir boyanır. Söylediklerine göre nüfus sayımı yapılmaktadır.

Çiçek sineması’nda oynatılan Zeynel ile Veysel adlı aşk filmi, Ülkücü Gençlik Derneği tarafından değiştirilerek “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı film gösterime sokulur ve belediye anonslarıyla Kırım Türklerinin Sovyetler Birliği’ne karşı direnişini anlatan bu filmin gösterime girdiği duyurulur.
( O zamanlar da zaten sağcı-solcu ayrımının had safhada olduğu dönemler, zaten 2 yıl sonra da darbe oluyor.) Üç gün sonra (10 Aralık 1978) toplanan aşırı sağcı kesim sinemaya doluşuyor ve film saat 20,00’de izlenmeye başlıyor. Fakat filmin ortalarında (20.45) sinemada tahrip gücü düşük bir dinamit patlatılıyor ve-1’i ağır 7 kişi yaralanıyor.

Patlayıcıyı atan, Ökkeş Genger adında, kendini ülkücü olarak ifade eden genç bir insandır. Bu olaydan sonra bombalamayı solcuların yaptığı haberi bir anda yayılır. Çevre illerden getirilen insanlarla birlikte, halk galeyana gelir. CHP binasına, PTT bİnasına ve bir derneğe saldırırlar.
Ertesi gün Alevilerin uğradığı bir kırathane bombalanır. Olayın olduğu günün akşamı ise iki tane öğretmen evlerine giderken solcu oldukları gerekçesiyle öldürülür.
Daha sonraki gün öğretmenlerin cenazeleri kaldırılır. Beş bine yakın insan vardır cenazede. Fakat daha önceden toplanmış olan sağcı bir grup ellerindeki taşlarla, sopalarla ve kesici aletlerle cenaze namazının kılınmasını engellerler. Olaylarda çatışma çıkar. Güvenlik güçlerinin müdahale etmediği olaylarda, sağcı grup Alevilerin işyerlerine ve CHP’li insanların dükkanlarına da saldırırlar.
O gece sağcı gruplar Alevilerin saldıracağı safsatalarıyla halkı silahlandırırlar.
Ertesi gün karşılıklı çatışmalar başlar. Ve günlerce sürer.

Bir tanığın ifadeleri.
Evimize saldırmışlardı.
Kaçtık.
Mecburen Mahmut Kuşat’ın (Kürt Mahmut) evine sığındık. Kendisinden korkuyorduk.
Bize, “Biraz sonra geleceğim” diyerek dışarı çıktı.
O sırada telefonu çaldı, açtım.
Telefona çıkan şahıs, “Ben Ahmet Yıldız’ım dedi ve Mahmut’u sordu.
Kendisine “Evde olmadığını ve benim de akrabası olduğumu” söyledim.
Biz burada komünist Alevileri epeyce öldürdük dedi.
Elimize geçen komünist kurtulamıyor, doğruca fabrikaya atıyoruz.
Nusret (Nusret Kusat, Mahmut’un oğlu) İslahiye’den bir sandık silah getirdi.
Burada pek gözükmemesi için gönderdim.
Herhalde eve gelir.
Şu anda bizim Bekir ve Mehmet bir Alevi’yi çevirdiler.
Durum iyi.
Bizim gibi yaparlarsa, şehirde hic bir Alevi komünist sağ bırakmayacağız.
Sizin orada durum nasıl? dedi. İyi, iyi burası sakin, dedim ve korkudan kapattım.

Hemen Vilayeti aradım.
Çıkan komutana, 15 dakika içerisinde bizi kurtarmazsanız öldürecekler dedim.
Eğitim Enstitüsü’ne de telefon ettim.
Bizi kurtarmaları için yardım istedim.
15 dakika kadar sonra zil çaldı.
İçeri Mahmut Kuşat girdi.
Hemen telefona koştu. Telefonda Başhekim Çetin Diker’le görüştü.
Ağabey komünist Aleviler’in seni öldürdüğünü duyduk ve çok üzüldük, şükür sağsın dedi.
Evde bulunanlar titremeye başladık. Askeri arabalar o anda geldi. Kurtulduk.

Yapılan saldırılardan sonra acilen evlerde kadın ve çocukların kurşuna dizildiği, boğazlarının kesildiği, daha sonra ölülere gaz dökülerek evlerinin ateşe verildiği bildirilmiştir.
Maraş katliamının en büyük farkı nedir siye sorarsanız; ortada bir başkaldırı yok, bir olay yok, karşı karşıya gelmiş gruplar yok, evinde işinde başına geleceklerden habersiz Masum insanların kadın, çocuk, yaşlı, fakir, zengin köylü, memur denmeden en vahşi yöntemlerle katledilmesidir.
Yani daha bir gün önce komşusu ile yemek yiyen, çay içen, sohbet eden insanlar, yine o komşularına öldürtülmüşlerdir.

İşte böyle olmuştur, bu ülkede bu ülkenin halkına yaşatılan.
Saldırılar sonucunda resmi verilere göre 150 kişi öldüğü, 176 kişi yaralandığı, 200 ev’in yakıldığı, 70 işyerinin tahrip edildiği açıklanır.
İktidarda CHP vardı Başbakan Ecevittir. Olaylardan sonra İçişleri Bakanı yaptığı açıklamada olayların sorumlusunu sol örgütler olduğunu söyler. Ve partisinden çok büyük tepki alır. İstifa eder.
Alevilerin hemen hemen hepsi olaylardan sonra Maraş’ı terk eder.
Bu acılar o günün askeri mahkemesinde nasıl sonuçlanmış birde oraya göz atalım!

Davanın Sonucu ve Yargılanmalar.
Adana, Kahramanmaraş, Gaziantep, Adıyaman, Hatay İlleri Sıkıyönetim Askeri Komutanlığı 1. Nolu Askeri Mahkemesinin gerekçeli kararı şöyledir.
804 kişi hakkında dava açılır. Bu sanıklardan 29’u ölüm cezasına, 7’si müebbet hapse, 7’si 15-24 yıl arasında, 29’u 10-15 yıl, 259’u da 5-10 yıl arasında, 26’sı ise 1-5 yıl arasında hapis cezası almışlardır. 379 kişi davadan beraat ederken 68 kişi firarda olduğu, veya dava sırasında ölmüş olduğu için davadan düşerler. Öte yandan ölüm ve müebbet hapis cezaları dışındakilere 1/6 oranında cezai indirim uygulanmış ve cezaları azaltılmıştır.
Ardından mahkemenin kararı Yargıtayca bozulmuştur. Yeni yargılama sonucunda da idam cezaları uygulanmadı.

Kanlı Maraş dosyası sessizce kapatılmış oldu.
Acıların, acı çektiği, kurbanların o vahşet içindeki çığlıkları ile kapalı vicdanlara, yüreklere seslendiği ve adeta belleklerimizden silmek istediğimiz o gerçeklere artık sahip çıkarak, onların sahipsizliğine sahip, acılarına ağıt olmamızı bekliyorlar.
Maraş Katliamını unutmayalım, unutturmayalım.

Filiz Bahçıvan

Devamını Oku

İKİ KURUŞA BİR NEFESLİK HAVA

İKİ KURUŞA BİR NEFESLİK HAVA
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugün 3 Aralık Dünya Engelliler Günü.
O nedenle bugünkü yazımı “Engelli kardeşlerimize” ayırdım. Ancak sizlerden küçük bir ricam olacak. Hepinizin bu yazıma ortak olmanızı istiyorum. Yapmanız gereken tek şey, empati kurmak.

Boşaltın kafanızı. Sadece ve sadece konumuza odaklanın. Herhangi bir bedensel engele karşı ne kadar güçlüsünüz? Onu ne şekilde karşılar, ne şekilde mücadele edebilirsiniz? Beyninizde canlandırın. Kendinizi, annenizi, babanızı, eşinizi, evladınızı; kimi istiyorsanız ona göre empati kurun.

Şimdi izin verirseniz, tüm aklımla ve kalbimle engelli küçük bir çocuğumuzun dünyasına girerek ilk ben başlamak istiyorum.

Emre, doğuştan bedensel engelli olduğu için kısacık yaşamında sırtında ağır acı dolu küfesiyle yaşamaya çalışıyordu.
Küçücük bedeninin içinde, koca bir adamın bile taşıyamadığı güçlü bir yürek edinmişti kendine.
Yaşıtları gibi haşarı, yaramaz değil; aksine özel durumundan dolayı olgun bir havaya bürünmüştü.
Böylelikle bu haliyle güçlü görünecek, kimse ona acımayacaktı.

Her ne kadar büyük adam tavrı takınsa da o hâlâ bir çocuktu ve kendince, kendi kurduğu dünyasında oyunlar oynuyordu.
Tüm dünyası dört duvar, anne ve babasından ibaretti.
Bir de arada dışarıyı izlemesine yardımcı olan odasının penceresi.
Her zamanki gibi annesinin yardımıyla cam kenarına oturtulmuş, dışarıyı izliyordu.

Sokakta koşan, oynayan çocuklara dikti buğulu gözlerini ve uzun hayallere daldı…
O da aralarındaydı artık.
Bir kelebek kadar özgür ve mutluydu.
Oradan oraya koşuyor, odasında geçen kısacık ömrüne nispet yaparcasına gülümsüyordu.

Penceresinin köşesinde kurduğu hayal dünyasındaki büyü, birkaç çocuğun oyun esnasında çıkardıkları sesle bozuluvermişti.
Duvarları izledi bu defa da.
Ne yapmıştı, suçu neydi? Kendine ait bir dünya yaratmaktan başka? İçindeki çocuğu dışarı çıkartmak mıydı hatası?

Kendini suçladı; durmadan ve dakikalarca duvarlarla konuştu.
Öyle ya, tüm arkadaşı bu dört duvar değil miydi?
Onu tek anlayan, onunla dalga geçmeyen, hor görmeyen…
Ağlamak istemedi, güçlüydü, öyle görünmeliydi.
Annesi bu hâlini görüp üzülsün istemedi.

Fakat artık çok bunalmıştı, aylardır sokak yüzü görmemişti.
Ve içinde hapis olduğu dünyadan kaçmak istercesine bağırmaya başladı. Annesi telaşla Emre’nin odasına koştu.
“Neyin var yavrum?” dedi kadın.
Emre, “Anne, bizim hiç paramız yok mu?” dedi.

Annesi bu soruya anlam verememişti.
“Çok fazla paramız yok oğlum” demekle yetindi sadece.
Emre, “Peki anneciğim, hava çok mu pahalı?” dedi ve elindeki iki kuruşu annesine uzatarak, “Bu hava almamıza yeter mi?” diye sordu.

Kadın, Emre’nin aslında ne istediğini çok iyi anlamıştı.
Canından çok sevdiği oğlu, normal çocuklar gibi ne çikolata ne de şeker istiyordu.
Emre’nin günlerdir dışarıya hasret kaldığını, nefes almakta bile zorlandığı odasından çıkıp tertemiz bir havayı ciğerlerine doyasıya depolamak istediğini biliyordu.

Emre’nin kendisini suçladığı gibi, kadın da kendini suçlu hissetmiş ve vicdan azabıyla kahrolmuştu.
İlk defa parasız olmak, onun bu denli çaresiz hissetmesine neden olmuştu.
Yavrusunun avucundaki iki kuruşa baktı ve fakirliklerine hayıflandı. “Şayet paramız olsaydı, oğluma bir tekerlekli sandalye alabilir ve çok istediği havayı ona doyasıya teneffüs ettirebilirdim” diye geçirdi aklından. Oysa o da biliyordu ki bu hayalden başka bir şey değildi. Hiçbir zaman tekerlekli sandalye alacak kadar paraları olmayacaktı.

İnsana dair umudun solduğu bir yüzyılda yaşıyoruz.
Elbette önceki yüzyıllarda da insanların başka dertleri, başka açmazları, başka çığlıkları, başka (hatta dünya!) savaşları vardı.
Ama sorumlusu olduğumuz bu yüzyılda umut, günbegün soluyor gözümüzün önünde…
Duyarsızlık, yok sayış, ihmal, kasıt nedeniyle bizatihi toplumun cinayetidir bunlar.
Ebeveynleri engelli çocuklarını öldürdü. Üstüne de intihar etti.

Tüyleriniz ürperdi değil mi? Peki, bu olaylar neden medyada görünür olamadı, kamuoyunda tartışılamadı?
Arka arkaya ebeveynlerin engelli çocuklarını öldürüp, intihar etmeleri dikkat kesilmek gereken bir mesele değil miydi?

Toplumsal cinayet, toplumun cinayeti değil midir bu? Şüphesiz üzerine konuşulup, nedenleri analiz edilmeliydi.
Çünkü sistematik, yakıcı ve ivedilikle çözüm gerektiren bir sorun var.
O kadar ki aileler, “İnşallah çocuklarımız bizden önce ölür” diyorlar. Bu cümlenin kendisi dahi “Bir dakika” demeyi gerektirirdi.

Zira ülkemizde engelli çocuğu olan ailelerin öldükten sonra çocuklarına dair endişeleri var.
Ki bu konuda yerden göğe kadar haklılar. Ne yazık ki, arkada kalan engelli çocuklar ve gençler ya dilenci çetesinin eline düşüyor ya da “bakım merkezlerine” alınıyorlar.

Bu kurumların da durumları malum. Bu ülkedeki tüm bakım merkezleri kötüdür diyemeyiz. Ancak ne yazık ki, bazı kurumlarda engelli bireylere şiddet uygulanırken, çoğu zaman bu şiddet ölüme kadar uzanıyor. Eğer biraz araştırırsanız, durumun vahametini daha iyi anlayacaksınızdır.

Demem o ki, ülkemizde binlerce engelli kardeşimiz, çocuğumuz var. Onlar yılda bir defa değil, yılın her günü hatırlanmak istiyorlar. Onların, sözüm ona bugüne özel düzenlenen saçma sapan eğlence programlarına da ihtiyaçları yok. Acımadan, hor görmeden, göstereceğiniz küçük bir ilgi, sevgi, hatta bir gülümseme bile onları daha çok mutlu edecektir.

Tüm engelli kardeşlerimizin Engelliler Haftası’nı kutlarken, bu hatırlatmanın sadece bir hafta ile sınırlı kalmamasını, her an hatırlamamız gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Filiz Bahçıvan

Devamını Oku

BU DÜNYADAN BİR ATATÜRK GEÇTİ

BU DÜNYADAN BİR ATATÜRK GEÇTİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hayatını iyi ya da kötü bir biçimde yaşayan, zamanı dolunca da hiç var olmamışçasına yok olan organizmalarız biz.

Devletler de kursak, devletler de yıksak, tekerleği de icat etsek, sultan da olsak, düşkün de olsak, vaktimiz geldiğinde biz de öncekiler gibi doğumumuzla başlayan gerçeğimizi yaşayacağız.

Ne İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet, ne Osmanlı İmparatorluğunu kuran Osman Bey, ne de son padişah Vahdettin.

Hiçbirisi yok arık.

Albert Einstein: “Ben görevimi burada bitiriyorum.” diyerek gitmiştir bu dünyadan, Kanuni Sultan Süleyman: “Ben ölünce bir elimi tabutumuzun dışına atın. İnsanlar görsün ki padişah olan Kanuni bile bu dünyadan eli boş gitmiştir” diyerek.

Bu büyük insanlar, esas sonsuzluğa bu dünyada arkalarında bırakacakları eserlerle erişebileceklerini biliyorlardı.

Atatürk: “Benim naçiz bedenim elbet bir gün toprak olacaktır ancak Türkiye Cumhuriyeti İlelebet payidar kalacaktır” derken, kendi varlığının devletin varlığının önünde olmadığını ifade etmişti.

Bedenen yok oluşunun üzerinden 86 yıl geçti.

85 yılda geldiğimiz şu nokta şimdi bizi ne kadar memnun ediyor iyi bir düşünmek lazım.

Onun bize açtığı yolda, gösterdiği hedefe hiç durmadan yürüyerek ulaşabildik mi diye sorgulamak lazım.

Dünden bugüne onu “tabu” yapanlar da oldu bu ülkede, ona “deccal” diyenler de oldu. Aslında o olağanüstü askeri ve siyasi yetenekleri olan, bu ülkenin kurucusu olan liderdi. Ve o, 85 yıl önce yapabileceklerini yapmış, söyleyeceklerini de söylemişti.

O. “Yurtta Barış ve “Dünyada Barış” demişti.

Ama ne yurtta barış oldu ne dünyada barış. Ne farklılıkların birlikte yaşayabileceği toplumsal bir yapı inşa edildi, ne de komşularla bir barış köprüsü kuruldu bu ülkede.

Ve o, “tam bağımsızlık” demişti. Ve de “Tam bağımsızlık ve tam serbestliktir” diye tanımlamıştı.,

Ama onun ölümüyle emperyalizme boyun eğildi. Ülke toprakları Amerikan ve NATO üsleriyle dolduruldu: ordusu NATO’ya bağlı, siyaseti ABD’ye bağlı, ekonomisi İMF ve Dünya Bankası’na bağlı bir ülke olundu.

-O. “Düşünceler, zorla, şiddetle, topla ve tüfekle kesinlikle öldürülmez” demişti.

Ama cezaevleri, karakollar, mahkemeler bu ülkede toplumun terbiye edildiği mekanlar oldu.

Ve yazdıkları için Nazım’ın, Kemal Tahir’in, Necip Fazıl’ın Orhan Kemal’in ve daha nice yazar, çizer, şair ve düşünürlerin mekânı olmuştu cezaevleri.

-O. “Okuyan, yazan, soran, sorgulayan bir nesil” demişti. Ve de “Gerçeği konuşmaktan korkmayınız” demişti.

Demişti ama gerçeği söylemekten korkar olundu, gerçeği görmekten çekinir olundu. Soran, sorgulayan vatan haini gibi görüldü. Ve daha vahimi: siyaset kendi gerçeğine gözerini kapatır, kendi gerçeğinden korkar oldu bu ülkede.

-O. “Fikri hür, vicdanı hür nesiller” demişti. Biz fikri bağlı, vicdanı bağlı nesiller yetiştirdik.

-O. “Ben, manevi miras olarak hiçbir doğma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” demişti.

Biz onu tabulaştırarak bir sığınak yaptık, günümüze tercüman olan siyasal öngörüsünü okuyamaz olduk.

-O, “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir: benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir” demişti.

Biz heykeliyle, resmiyle ve rozetiyle yetindik.

O. “Türk, öğün, çalış, güven” demişti. Biz çalışmadan övündük.

Bugün Mustafa Kemal Atatürk’ün ölüm yıldönümü.

Elbette yine alışık törenler yapılacak! Yine övgüler dizilecek! Yine paylaşılmaz olacak bugün!

Yine büyük adamlar büyük sözler söyleyecek! Yine eksikliğini daha çok duyuyoruz Atam denilecek!

Ve de yine ağıtlar yakılacak!

Ve yarın yine unutulacak, dün gibi, önceki gün gibi.

Geriye heykelleri, resimleri, Atatürk köşeleri, rozetleri kalacak. Dahası, düşünceleri, fikirleri, söylemleri hatırlanmayacak.

“O” üzerine aldığı vazifesini layıkıyla yaparak ebediyete göç etti. Bundan sonra olacak hiçbir şeyden ne haberi olacak ne de etkilenecek. Bundan sonra yapacağımız her şeyin dönüşü iyi ya da kötü bizedir. Çocuklarımıza, torunlarımıza, geleceğimizedir.

O’na saldırmakla ve yıpratmaya çalışmakla kendi geleceğimizi yok etmekten öteye geçemeyiz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı, rahmet ve minnetle anıyorum.

Filiz Bahçıvan

Devamını Oku

FETHULLAH GÜLEN HRİSTİYANLIK ÜZERE GÖMÜLDÜ

FETHULLAH GÜLEN HRİSTİYANLIK ÜZERE GÖMÜLDÜ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yıllardır Türkiye’nin baş belası olan FETÖ terör örgütü lideri Fethullah Gülen’ öldü.
FETÖ terör örgütü lideri Fethullah Gülen’in öldüğü, FETÖ’ye yakın medya tarafından duyuruldu.
Fethullah’ın sitesi Herkül tarafından paylaşılan haberde Gülen’in 20 Ekim’de öldüğü kaydedildi.
Evet, ha öldü, ha ölecek derken Fetullah Gülen öldü. Hem de nerede? İlk çıktığı yıllarda ABD’yi hedef tahtasına oturtup bir süre lakırdı yaptığı yerde öldü.

Uzun yıllar, Hizmet hareketi olarak lanse ediliyordu. Sümüğünü akıta akıta göz yaşı dökerek verdiği vaazler tabanına bir mesajdı. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi birçok mürüdü Gülen’i göklere çıkarıyordu. Bir çok dershane ve okul açtı. Sadece Türkiye’de değil dünyanın bir çok ülkesinde de bu faaliyetlerine devam etti. Bu yoğurdun bolluğu nereden geliyordu. Tabii ki topladıkları kurban derileri ve aldıkları yüksek bağıştan geliyordu.

Türkiye’den kaçıp hizmetine girdiği, emperyalizmi n dünyadaki en büyük temsilcisi Amerika Birleşik Devletlerine sığınmasının üzerinden 25 yıl geçti. O sığınma aslında hiç de şaşırtıcı değildi. Giderek anlaşıldı ki, o sığınma;
-İkinci vatanına hicret gibi bir şeydi!..
Tam bir “ihanet belgesi” gibi bir şey!..
Feto adıyla anılmaya başlayan, içinde Türkiye Cumhuriyeti Devletini ele geçirme amaçlı ihanet örgütün Erzurumlu vaizin, orada Komünizmle Mücadele Derneği’nin (!) başına getirilmesiyle temeller atılmıştı.

Ve gelelim asıl konumuza.
Vatan haini Fetullah Gülen’in sağlığında saklamaya çalıştığı gerçek yüzü, cenazesinde ortaya çıktı. Vatan haininin cenazesi Hıristiyanlık üzere gömüldü.
Cenazesinde tekbir getirmek, Fatiha okumak ve Arapça dualar yasaklandı.
FETÖ elebaşı Fetullah Gülen için örgüt üyeleri, ABD’nin New Jersey eyaletindeki 5 bin 500 kişilik Skyland Baseball Stadyumu’nda cenaze töreni düzenledi. ABD’nin farklı eyaletlerinden ve dünyanın dört bir yanından FETÖ’cüler stadyuma geldi. ABD polisi bölgede geniş güvenlik önlemi aldı. Örgüt üyeleri stadyuma kendi isimlerine hazırlanan QR kodla giriş yaptı.

Tabutunun başına gelen ismi açıklanmayan bir Hıristiyan Kardinalı, incil’den bölümler okuyarak dua etti. O kardinal; Allahü teala’ya Hıristiyanların kullandığı ifade olan Lordumuz dedi.
Kardinal dua sırasında Fetullah Gülen’in gizli Hıristiyan olduğunu şu sözlerle açık etti: Kendisini bizim için feda etti.

Kardinalın duasını tamamlamasından sonra Fetullah Gülen’ıin Hıristiyanlar için yapılmış tabutu, Kardinallerin kullandığı cenaze arabasına konuldu.
Tabutu yanlarındaki kulplar tutularak cenaze arabasına yerleştirildi.
Gülen’in tabutunun üzerine konulan sözde ayetler olduğu söylenen örtüye dikkatli bakıldığında İsrail’in bayrağındaki yıldızların olduğu görüldü.

İşin ilginç yanı, Fetullah Gülen’in gözlerinin önünde Hıristiyanlık üzere gömülmesine tek bir FETÖ’cü karşı çıkmadı.

Filiz BAHÇIVAN

Devamını Oku

SİLAHIN ŞAKASI YOK (BİREYSEL SİLAHLANMAYA HAYIR) 

SİLAHIN ŞAKASI YOK (BİREYSEL SİLAHLANMAYA HAYIR) 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ülkemizde siviller silahlanıyor. Kimi ruhsatlı, kimi ruhsatsız tabanca, kimi av tüfeği, kimi pompalı tüfek.

Herkes silahlanma peşinde. 

Düğünlerde sağa sola silahla ateş eden mi ararsın? Trafikte yol vermedin diye silahını çeken mi ararsın? Sevgisine karşılık alamayıp öldürülen mi ararsın? Sudan sebeplere çıkan kavgalarda silahına davranan mı ararsın? Hepsi ve fazlası ülkemizde var. 

Beline silah takan kendini daha “erkek” sanıyor ve yaşadığı zamanın eski zaman olduğunu düşünerek kovboy edasıyla silahına davranıyor. 

Kin dolu yaşamak, nefretle tanışmak, şiddete başvurmak günlük yaşamımız gibi sanki. Toplum olarak pek bir sinirliyiz. Üstelik neşeli de olsak, sinirli de olsak silah sıkmak için hep bir bahanemiz var. 

Bir de şu namus konusu var ki uykuları kaçırtır. Dışarı çıktı diye kız kardeşine, karısına şiddet uygulayan, döven, öldüren namus kumkuması insanlarımız var bizim maalesef. 

Planlı plansız, mantık süzgecinden geçmeyen düşüncelerle basılan her tetik sadece öldürülenin değil geride kalanlarında fazlasıyla canını yakıyor.  

Bir hiç uğruna evladı öldürülen yüzlerce anne ve babanın ağıtları Arş-ı Ala ya yükseliyor.  

Ah ne büyük acı. 

2017 yılı ekim ayında İstanbul Pendik’te Lise öğrencisi 17 yaşında dünya güzeli bir kızımız, zorba biri tarafından okulunun önünde hunharca öldürüldü. Helin Palandökenden bahsediyorum. 

Bugünkü röportaj konuklarımdan bir tanesi Helin’in acılı babası Nihat Palandöken. 

Ne denir, nasıl denir bilmiyorum.  Başınız sağ olsun. Acınızı yürekten paylaşıyorum. Sizi tanıyabilir miyiz?

Teşekkür ederim. Ben Nihat Palandöken. Helin Palandöken’inin babasıyım.  Organize deri Sanayi bölgesinde bir fabrikada çalışıyorum. 

Helin’i kaybetmeden önce büyük bir kayıp daha yaşamışsınız. Eşinizi kaybetmişsiniz. Geriye siz ve iki kızınız bir başınıza kalmışsınız. Çocuk yaşta annesiz kalmak çak zordur. Çocuklarınız ve siz o zorlu dönemi nasıl atlattınız?

Evet maalesef eşimi 2013 yılında trafik kazasında kaybettim. Helin daha 13, diğer kızım da 7 yaşındaydı. Anneye en fazla ihtiyaç duydukları zamanlardı. Eşim vefat ettikten sonra .çocuklarıma hem anne hem de baba oldum. Çok şükür ki çocuklarım yaşlarından daha olgun ve çok akıllılardı. Ben onlara kol kanat gerdim onlarda beni hiç üzmediler ve her konuda destek oldular. 

Okurlarımıza  Hellni anlatır mısınız? Kimdi Helin?

Helin 17 yaşında Lise öğrencisiydi. Bilişim ve Teknoloji okuyordu. Aynı zamanda Tuzla Belediyesinde staj yapıyordu. Üniversite sınavlarına girerek, bölümüyle ilgili tasarım okumak istiyordu. 

Saygılı ve sevecen tavırlarıyla çevresi tarafından sevilen ve takdir edilen biriydi. 

Lise öğrencisi gencecik bir kız Helin Palandöken, arkadaş olmayı reddettiği Mustafa Yetgin tarafından okulunda pompalı tüfekle başından vurulup öldürüldü. Olayın ardından hepimiz yüreklerimizin yandığını söyledik. Üzüldük, ağladık, veryansın ettik. Eli kalem tutanlarımız kınama yazıları yazdı. İnsan yaşamı hepimiz için önemiydi. Ancak, her zaman ateş esas olduğu yeri yakar. 

Bir baba böylesine büyük bir acıyı yaşadığında ne hisseder?

Nasıl anlatayım ki? Evlat, canınızın bir parçası. Hayattaki her şeyiniz. Varınız, yoğunuz. Büyük umutlarla büyüttüğünüz. Üzerine titrediğiniz. Sizi yaşama bağlayan yegâne varlık.  Hayata onun gözleriyle bakarken cani ruhlu biri karşısına çıktı. Onu bizden ve bu hayattan koparttı! Bu acı nasıl anlatılır bilmiyorum. Hayatınız bir anda yok oluyor. Ölmüyorsunuz ama yaşamıyorsunuz da.  

Olay nasıl olmuş? Siz olayı nasıl öğrendiniz? 

Helin’in öldürüldüğü gün Adandaydım. Bir gün kalıp dönecektim. Acı haberi alır almaz İstanbul’a döndüm. Bana yaralı dediler ama ben cenazesi ile karşılaştım. 

Katil, Helin’e arkadaşlık teklif ediyor ama Helin her defasında reddediyor. Katil bunu takıntı haline getiriyor. Ve bir gün Helin okula giderken yolunu kesiyor. Helin’i ve yanında olan iki arkadaşını pompalı tüfekle vuruyor. Helin hayatını kaybederken, iki arkadaşı yaralanıyor. 

Katilin pompalı tüfeği internetten aldığı doğru mu? 

Evet. Katil M.Y, Pompalı tüfeği 9 taksitle internetten almış. Silah satan yeri denemek için kendim de aradım. “Bana bir silah lazım, nasıl alabilirim” dedim.  “Siz paranızı hazırlayın biz getiririz” dediler. Bir cezasının olup olmadığını sordum. “Yok” dediler. Evime teslim edebileceklerini söylediler. İşte silah almak bu kadar basit ve kolay. 

Acı olayın ardından bireysel silahlanmaya karşı imza kampanyası başlattınız.  Nedir bu imza kampanyası? 

“Allah’ın verdiği canı sadece Allah alsın istiyorum ben. Başka da bir şey istemiyorum. Benim canım yanıyor ama bu sadece benim meselem değil. Benim gibi canı yanmış yüzlerce hatta binlerce aile var. 

Biz şunu istedik, artık hiç kimsenin canı yanmasın, başka Helinler ölmesin. Analar babalar ağlamasın. 

Bireysel silahlanmaya hayır dedik. Meclise gittik dilekçemizi verdik. İnternette satılan silahların durdurulmasını istedik. 

Kadın cinayetlerinin durabilmesi için bireysel silahlanmaya karşı ve internetten alınan silahlara karşı imza kampanyası başlattık.

Bireysel silahlanmaya karşı olan sadece Nihat bey değil, ülke olarak çoğumuz karşıyız. 

Bu konu ile ilgili bildiğim sadece “Umut Vakfı” çalışmaları. Herhangi bir ideolojiye ait olmaksızın bireylerin ateşli silahlarla donanmasını bireysel silahlanma olarak tanıyorlar ve bu konu ile ilgili etkinlikler düzenliyorlar. 

Bizde bugünkü röportajımızda Umut Vakfı Başkanı Özben Önal’a bireysel silahlanma konusunu konuştuk ve merak ettiklerimizi sorduk. 


— Merhabalar. Sizi tanıyabilir miyiz?

Merhaba. Ben Umut Vakfı Başkanı Özben Önal. 

TED Ankara Koleji’den mezun olduktan sonra İsviçre Montreux -European University’de otelcilik eğitimi aldım, Lausanne’de de Business School sertifika programını tamamladım. 3DE3 Gayrimenkul Danışmanlığı Yönetim Kurulu üyeliğini, Özben&Penok Mücevherat Ortaklığı Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı ve 2014 yılından beri Tımarhane Tasarım Atölyesi kuruculuğunu sürdürmekteyim.

Kıymetli annem Nazire Dedeman adalete kavuşabilmek için büyük bir hukuk mücadelesi verdi. Ve 27 yıl önce bu vakfı kurdu; başka Umut’lar sönmesin, diye. Yılmadan, yorulmadan mücadelesini sürdürdü. Kurulduğu günden beri vakıf çalışmalarında aktif olarak rol alıyordum. Sevgili annemin 4 Şubat 2019 tarihinde aramızdan ayrılışından sonra annemin bugüne kadar taşıyıp getirdiği bayrağı bundan sonra ailemle birlikte ben taşımaya devam edeceğim.

–Umut Vakfı’nın kuruluşundan ve amaçlarından kısaca bahseder misiniz? 

Umut Vakfı, 1993 yılında, ‘Bireysel silahsızlanma’ temelinde kurulmuş toplumsal bir vakıf olup, Sivil toplum kuruluşudur. (STK) statüsünde etkinlik göstermektedir. Vakfın kuruluşuna neden olan olay, Dedeman oteller zinciri sahibi Dedeman ve Önal ailelerinden, Nazire Dedeman’ın oğlu, 17 yaşındaki Umut Önal’ın, 28 Eylül 1993 günü, arkadaşının silahından çıkan kurşunlarla hayatını kaybetmesidir.

YÜZDE 66 ARTTI

Umut Vakfı olarak; verilere ulaşmakta zorlandığımız için; 2014 yılından bu yana yerel ve ulusal medyayı günü gününe takip ederek medyaya yansıyan silahlı şiddet olaylarının istatistiğini tutuyoruz… Ve o yıldan bu yana her yeni yılın ilk ayında “SİLAHLI ŞİDDETİN HARİTASI”nı raporlaştırarak yayımlıyoruz… Ayrıca 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü’nde de, her yıl Eylül ayına kadar Türkiye’de yaşanan bireysel silahlı olayları rakamlarla kamuoyuyla paylaşıyoruz… Sizinle 2020 yılının 28 Eylül’ü öncesi 24 Eylül’e kadar basına yansıyan rakamları paylaşayım… Bu yıl; Ocak ayının başından bu yana yani 24 Eylül 2020 tarihine kadar Türkiye genelinde; 2 bin 61’i ateşli silahlarla olmak üzere toplam 2 bin 455 olay basına yansımış bulunuyor… Umut Vakfı’nin ilk istatistiksel çalışmayı yaptığı 2014 yılında ise 24 Eylül tarihine kadar yansıyan olayların sayısı toplam bin 481… Bireysel silahlarla meydana gelen şiddet olaylarında; geçen yılın aynı dönemine göre bu yıl yüzde 3 artış olduğu görülürken 2014 yılına göre; aradan geçen 6 yılda yüzde 66 bireysel silahlı şiddetin arttığı dikkat çekiyor… Üstelik de; bu yıl salgın hastalık süreci yaşanmasına ve aylarca insanların evlerde kapalı kalmasına rağmen… Evet… Her geçen yıl silahlanma ve silahlı şiddet artıyor… Maalesef bu yıl gördünüz salgına rağmen sokaklarda, eğlencelerde insanlar umursamazca yine silahları kullandı, kullanıyorlar… Ve biz Umut Vakfı olarak; hiç yılmadan uyardık, bir kez daha uyarıyoruz:“SİLAHIN ŞAKASI YOK…”

—Son yıllarda artan silahla yaralama, öldürme gibi şiddet olayları karşısında ne düşünüyorsunuz?

Elbette ki; çok üzücü…

Bireysel silahlanma, her an bir başka kişinin yaşam hakkını ortadan kaldırabilecek bir cinayet aracına sahip olmak, demektir. Bu önlenmelidir, ciddi yasal düzenlemeler yapılmalıdır…

Maalesef en büyük sorun silaha kolay ulaşım ve de cezasızlık… Evdeki, beldeki, arabadaki silah öldürür… Evdeki silahlara sahibi dışındakilerin de kolaylıkla ulaşabiliyor olması gibi durumlar da şiddete açık bir davetiyedir

Küçücük çocukların bile bu yüzden sık sık silahla oynarken en yakınlarını, arkadaşlarını, hatta kendilerini öldürdüklerine tanık oluyoruz…

Bireysel silahlanma hem kişilerin güvenliği için, hem de ülkemizin güvenliği, geleceği için tehlikeli boyuta gelmiş bulunuyor…

— Türkiye’de bireysel silahlanma oranı nedir? 

Türkiye’de yüzde 85’i ruhsatsız en az 25 milyon silah bulunuyor…

Maalesef ülkemizde bireysel silahlanma son yıllarda büyük tırmanışta… Çünkü silaha ulaşım çok kolay yani silah bir tık ötede… Her tür silahın internetten pervasızca reklamı yapılıyor ve kargoyla kapıya kadar teslimat sağlanıyor… Yine bir tıkla silaha ulaşanların sosyal medyada aldıkları silahlarla pervasızca poz verdiklerine tanık oluyoruz…

Siz gazeteciler de görüyorsunuz, tanık oluyorsunuz; pek çok olayda, kadın cinayetlerinde silahların internetten alındığına, suçlunun suçu işlemesinden önce o silahla sosyal medyada poz verip, yayınladığına…

Aslında bireysel silahlanma sadece ülkemizde değil tüm dünyada son yıllarda hızla yayılıyor.

— Bireysel silahlanmanın sebepleri sizce neler? 

Güvensizlik mi? Korunma isteği mi? Eğitimsizlik mi? Bu sorunun yanıtını yetkililer daha iyi biliyordur eminiz… Şunu söyleyebiliriz ki; Umut Vakfı tarafından yapılan bir araştırmaya göre, bu bireysel silahlar tamamen öldürme amacıyla ediniliyor.

— Özellikle internet ortamında ekmek peynir gibi silah satışı yapılıyor. Hatta Sosyal Medya hesaplarından biri olan fecebook üzerinden açılan grup sayfalarında ikinci el silah satışlarına bile rastlayabiliyoruz. Sizce de insanlar bu konuda fazla rahat değil mi? 

İnsanlar bir kitap ya da gazete alırken “ne kadar pahalı, alamıyoruz” diye yakınıyorlar, ama öte yandan internetten bir tıkla silaha ulaşabiliyorlar. Silahlanmanın; bir olay sonrası yakalanan şahıslara kesilen para cezasının dışında hiçbir caydırıcılığının olmadığına tanık oluyoruz maalesef.

Yani caydırıcı ciddi cezaların olmaması silahlanmayı artırıyor…

— Ülkemizde Ruhsatsız silah satmanın ve bulundurmanın cezası nedir?

Ruhsatsız Silah Bulundurma, Taşıma veya Satın Alma Suçunun Cezası 6136 Sayılı Kanun’da eğer bir adet ise 2 yıla kadar hapis, birden fazla ise 3 yıla kadar hapisi öngörüyor… Ama her gün kamuoyuna yansıyan cinayet haberlerinde yaralama olaylarında genellikle suçlunun salıverildiğini görüyoruz…

Yönetim Kurulu Üyemiz Psikiyatr Dr. Ayhan Akçan bu konuda, “ Bizim ülkemiz bu konuda gevşek uygulamanın olduğu ülkeler kategorisinde. Yani kayıt altına alayım problemi çözeyim mantığı var. Tabi kanun dışı silah aldığınız zamanda çok fazla cezai müeyyidesi de yok” yorumunu yapıyor.

— Bireysel silahlanmanın önüne geçilemediği takdirde Ülkemizi nasıl bir tablo beklemededir?

Bakın bugün insanların sokaklarda çatıştıklarına, en ufak tartışmada ya da alacak verecek tartışmasında evleri, işyerlerini kurşunladıklarına, miras, arazi anlaşmazlıkları da dahil acımasızca birbirlerini öldürdüklerine tanık oluyoruz, izliyoruz. Bu olaylar sürekli artıyor. Alacağını almak için, hakkını almak için mahkemeye, adli yollara başvurmuyor bir takım insanlar… Yetkililer silahlanmayı önlemenin yanısıra toplumda dalga dalga yayılan ve artan bu olayları da, neden, niçin oluyor, diye masaya yatırmalı…

Daha bir kaç gün önce Tekirdağ Çorlu’da yaşları 18’den küçük olanların da aralarında bulunduğu iki grubun sokakta çatıştıkları gazetelerde yer aldı. 16-17 yaşına ragmen pek çok suç kaydı bulunan, ellerinde silahlarla sokakta pervasızca çatışan bu insanlar neyin habercisi sizce? Bu olay sonrası 6’sı 18 yaşından küçük 9 kişi gözaltına alındı…

Bu gibi olaylara son zamanlarda sıklıkla rastlanıyor ve bireysel silahlanmanın önüne geçilmezse de daha da artacağı bir gerçek..

Adına serseri deyin, maganda kurşunu deyin ne derseniz deyin her yıl 100’lerce insan da “maganda” kurşunlarıyla ölüyor… Ve de bireysel silahlanmanın önüne geçilmediği, cezasızlık sürdüğü müddetçe de “maganda kurşunlarıyla ölümler” de artarak sürecek…

Burada Umut Vakfı’nın hep vurguladığı “uzlaşma kültürü”nün önemi ortaya çıkıyor… “Farklılık, barış ve uzlaşma” sac ayağı gibi… Evimizden okula, medyadan TBMM’ye her yerde, dinleme, dinlenildiğinin hissettirilmesi çok önemli, sorunların barışçıl yollarla, uzlaşmayla çözülmesi çok önemli…

Çözüm tepeden tırnağa uzlaşma kültürünün egemen olunmasıyla, silahsızlanmayı özendirici çalışmalarla ve silahlanmaya, yasadışı silah satışını önlemeye yönelik alınacak ciddi önlemlerle, caydırıcı cezai yaptırımlarla mümkün.

Yine Vakıf Yönetim Kurulu Üyesi hukukçu Prof. Dr. Timur Demirbaş’ın İzmir ve İstanbul’da yaptığı ‘adalete ne kadar güveniyoruz’ konulu anket çalışmasından bahsetmek isterim. Bu anket çalışmasının sonucu yüzde 38’ken, beş yıl sonra aynı çalışmanın tekrarında bu oran yüzde 32’lere düştü. Şu anda adalete güvenin daha da aşağıda olma ihtimali yüksek. Sizin otorite olarak adaletinize güvenilmez yani sizin adaleti sağlayamadığınız tartışılır ise yerine maalesef farklı adalet sistemleri arayışları başlıyor. Ve otoriteniz sarsılıyor. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile adalete güven en fazla yüzde 60’lardadır. Almanya, Fransa gibi. Adalete güven duygusu yine yüzde 30’larda olup, bize en yakın ülke; Rusya’dır.

Çatışmalar her zaman olur. Fakat çözülemez ise adalet, yargı devreye girmelidir. Ki adaletin güvenirliliği ve insanların adalete en kısa zamanda ulaşması, adaletin hakça olması önemlidir.

—Bireysel silahlanmanın önüne nasıl geçilir, çözüm önerileriniz nelerdir? 

Ülkemizde, evlerimizde acı olayların yaşanmaması için yapılması gereken de çok basit…Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilgili komisyonunda kadük hale getirilmiş olan “Silah Kanun Tasarısı” yeniden ele alınarak silahlanmayı zorlaştırıcı düzenlemeler, silah bulundurma ve taşıma ruhsatı olan kişilerin sağlık kontrolleri ve saklama kuralları denetimleri sık sık yapılmalıdır. Eğitim, öğretim kurumlarında öfke kontrolü bulunmayan ve şiddete eğilimli yetişkin ve çocuklara rehberlik danışmanlığı ve eğitimlere önem ve ağırlık verilmeli, yaygın olarak sürdürülmelidir. Bunun için ülkenin yöneticilerine ve tüm siyasi partilerin milletvekillerine duyarlı davranmaları çağrısında bulunuyoruz. Aksi halde silahlı şiddet sonucu ölen, yaralanan her insanın, canlının vebali onların boynunadır… Cezalar ağırlaştırılmalı, mahkemelerce ertelenmemeli, para cezasına çevrilmemelidir… Ve tüm kamuoyuna sesleniyoruz: Silah bir oyuncak değildir. Çocuklarımızı daha bebeklikten itibaren eğitelim, silahın bir oyun aracı olamayacağını anlatalım.

Devamını Oku