Filiz BAHÇIVAN

Filiz BAHÇIVAN

03 Eylül 2024 Salı

GEREKİRSE BABAYA BİLE GÜVENMEYECEKSİNİZ

GEREKİRSE BABAYA BİLE GÜVENMEYECEKSİNİZ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Üzgünüm ama, tam da bu devirdeyiz. Beyler, hiç kusura bakmayın, ya da bakın, inanın umurumda bile değil. Evladını gözünden sakınan babalar, ne demek istediğimi bildiği için zaten bana hak verecektir. Art niyetli olanlar da bir zahmet kusura baksın; tabii önce kendi kusurlarına baksın.

Son yıllarda aklımızla ve sabrımızla oyun oynarcasına gelişen gündemin en ağır yumrukları çarpıyor yüzümüze bir bir. Korkuyla ve dehşetle izliyorum olan biteni. Ülkede kayıp çocuk, öldürülen çocuk, tacize uğrayan çocuk olaylarının ardı arkası kesilmiyor. Günlerdir herkes kayıp Narin’den gelecek güzel haberler için dualar ediyor. Ancak, ne yazık ki her geçen gün tek bir ize bile rastlanılmaması, dahası aile bireylerinden birinin Narin’in kaybıyla ilgisi olduğu şüphesiyle tutuklanması tüm umutlarımızın tükenmesine neden oldu. Biz yine de tüm iyi niyetimizle son ana kadar umutla ve dualarla beklemeye devam edeceğiz.

Çocuk tacizi ve cinayetleri konusunda listeleri zorlayan, önde gelen bir millet haline geldik. Tüm iyi niyetleri bir araya toplayıp konduramıyorum yine de. “Yok canım, benim ülkemin insanları bu kadar sapkın olamaz. Kesin bir komplo teorisiyle karşı karşıyayız,” diyorum. Öyle en saf hâlimle. Neyse!

Burkuluyor insan böylesi zamanlarda değil mi? Daralıyor, ölümden beter gibi oluyor. Asıl beter olan, hiçbir şey yapamadan öylece izlemek. Tek bildiğimiz kamu spotu tadında klişe sözler. Bunca iğrençliğin içindeyken ve hatta bizzat bir parçasıyken, iki damla gözyaşı dökünce, iki satır “Lanet olsun sana”, “Allah kahretsin” sitemi edince, vicdanımızın rahatladığını, insanlık görevini yerine getirdiğimizi sanıyoruz. Herkes o kadar temiz, o kadar normal ki, bunca ruh hastası sapık nereden türüyor diye merak ediyor insan.

Oysa ki ülkede ruhu kirli öyle çok insan var ki. Öyle aç, öyle bir kör iştah. Duracağı, doyacağı yeri bilmiyor. Normal görünüp ama müsait her anında porno izleyenler. Karşılaştığı her kadının belden aşağısını hayal edenler. Normal ilişkilerden haz almayıp küçük çocuk fantezileriyle mutlu olanlar. Dahası, partner bulamayınca hayvanlara tecavüz edenimiz bile var. Tüm bu saydıklarım başka bir ülkede değil, dini, dili, örfü, âdeti aynı olan bizden birileri yapıyor. Uzaklarda aramasın gözleriniz. Komşumuz, iş arkadaşımız, “amca, dayı” diye seslendiklerimiz, çok acı ama “baba” dediğimiz kişiler. Ama illaki bizden, içimizden birileri. 4 yaşında Irmaklar, 18’inde Özgecanlar, 8 yaşında Eylüller hep bu sapkın ruhların kurbanı.

Her şey bunlarla sınırlı değil tabii. Yasak, günah, ayıp. Ne aileler bilir kızına-oğluna cinselliğin nasıl yaşanması gerektiğini anlatmayı ne de öğretmenler dillendirebilir hayatın bu gerçeğini. Cesaret edip sorana ahlaksız gözüyle bakılır. Henüz cinsiyeti belirgin hale gelmemiş küçük bir kız çocuğuna tecavüz edilmesi ve öldürülmesi, bu ülkenin kahrolası gerçeğindendir. Alınmaca, gücenmece yok! Herkes eğecek başını önüne. Kimse “Ahh” bile demeyecek.

Peki yok mu çocuklarımızı bu sapıkların iğrenç emellerinden kurtaracak çözümler? Var aslında. İzniniz olursa birkaç önerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. “Hadi bakalım, akıllı külot mu üretildi yoksa?” diye sevinmeyin, yok öyle bir şey, peşinen söyleyeyim! Gerçi bir ara çocuk tacizlerini önlemek amacıyla üretilmiş bir giysiden söz ediliyordu, kendini koruyamayan, derdini anlatamayanlar için düşünülmüş bir üretimdi; lakin ülkemizde ilgi gördü mü, satın alan oldu mu bilmiyorum.

Neyse! Gelelim önerilerime. Öncelikle annelerden başlayalım. Hiç lafı ağzımda eveleyip gevelemeyeceğim. Ben yeni nesil anneleri hiç beğenmiyorum. Net! Tabii istisnalar hariç. Bir kere ilgili bir anne olduklarını sanırlar ama değiller. Ellerinde birer cep telefonu, internet aracılığıyla çocuk yetiştirmeye çalışıyorlar. Evet, uzmanlardan bilgi almak önemli ama bu yetmez. Siz cep telefonlarından çocuğunuzun yetişmesinde yardımcı olacak bilgileri zihninize depolarken, çocuğunuzu yalnızlaştırıyorsunuz. O zaman da çocuk, ona her gülümseyenden sevgi ve ilgi bekliyor. Sonrası malum!

Çocuğunuzu gözünüzün önünden ayırmayın. Tek bir saniye bile kimseye emanet etmeyin. Birinci dereceden akrabanız dahi olsa, çocuğunuza dokunmasına, kucağına oturtmasına, öpmesine izin vermeyin. Hatta ve hatta gerekiyorsa ki, kadınlar aslında kocalarının karakterini çok iyi bilir; böylesi bir sapkınlığa meyilleri varsa babalarından bile uzak tutun.

Gelelim diğer önerilerime. Çocuk istismarına karşı el ele verelim. Yetmez. Toplumda bu tip hastalar, sapıklar varsa bunları tespit edelim ve yargı önüne çıkartalım. Mümkün olduğunca çocuklarımızı yabancılardan uzak tutalım. Çocuğa küçük yaştan itibaren tanımadığı kişilerle bir yere gitmemesi, onlardan gelecek yiyecek-içecekleri kabul etmemesi gerektiğini uygun dille anlatalım. Çocuğumuza “hayır” demeyi öğretelim. “Hayır” deme becerisi gelişmiş çocuk, istismarcısına da “hayır” diyebilir. Çocuğa bedeninin kendisine ait olduğunu, o istemediği sürece hiç kimsenin ona dokunamayacağını anlatın. Mahrem yerlerinin anne, baba ve doktordan başka kimsenin göremeyeceğini söyleyin. İş sadece bizim temkinlerimizle bitmiyor elbet. Bunca felakete, bunca iğrençliğe karşın devlet kurumları da artık gerekeni yapsın. Gönlümden geçen idam olmasa da, caydırıcı cezalar uygulayarak çocuk tacizlerini ortadan kaldırsın.

Filiz BAHÇIVAN

Devamını Oku

DEPREMDEN KORKUYORUZ AMA UMURSAMIYORUZ

DEPREMDEN KORKUYORUZ AMA UMURSAMIYORUZ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

17 Ağustos 1999 depremini sanki daha dün olmuş gibi hatırlıyorum. Gecenin karanlığında birdenbire başlayan bir sarsıntı, korkudan yerimden kıpırdayamıyorum bile, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi geliyordu o an. Ardından korkunç bir manzara: yıkılan binalar, on binlerce hayatını kaybeden insan, geride kalan yaşlı gözler ve endişeli bekleyişler.

Ne yazık ki ülkemizde inkâr edilemez bir deprem gerçeği kesinlikle var. Ülkemizin neredeyse tamamı deprem kuşağında bulunuyor. Ama en riskli bölge Doğu bölgemiz. Daha sonra da Marmara Bölgesi geliyor. Şöyle durup geçmişe baktığımızda 1939 Erzincan depremi, Varto depremi, Van depremi ve daha niceleri hep doğuda oldu. Tabii iç Anadolu’da da olmuş depremler var. Örneğin 1970 yılında Gediz depremi, daha sonra Afyon depremi. Ve tabii yakın zamanda yaşadığımız Hatay depremi, Marmara’daki Gölcük ve Yalova depremleri ülkemizin ne denli bir deprem tehdidi altında olduğunu göstermektedir.

Fay hatları üzerinde yaşarız, depremden müthiş derecede korkarız, ancak ne bir çare ararız ne de önlemimizi alırız! Biz sadece deprem sonrası ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Düdük, su şişesi, fener, radyo, bisküvi gibi enkaz altında kaldığımızda bize yararlı malzemeleri bir çantaya koyup yatmayı planlıyoruz. Ya da depremin bitmesini bekleyip merdivenlere doğru yönelmemeyi öğreniyoruz.

Peki ya öncesi? İşte orası çok vahim. Ev alırız, konu komşuya hava atarız. Bilmem kaç bin ödedik diye, sağlamlığını kontrol etmek yerine banyosunun renk ahengine, evi yapan müteahhitin sicilini araştırmak yerine mutfağının güzelliğine kanarız. Deprem uzmanlarını dinlemeyi yalnızca deprem sonrasında severiz, diğer zamanlarda içimizi karartır, zira! “Depremlere alışmalıyız” der. “Depremlerden ziyade binalar öldürür” der, duymak istemeyiz. Hani “Kocam beni aldatmaz!” diyen kadınlar gibi.

Oysa gerçekler vardır yaşamda; istediğin kadar kafanı kuma sok, ne fayda? En basit yöntemlerden biri eşyaları sabitlemek, hangimiz sabitledik? “Bana bir şey olmaz!” gibi, anlamsız bir özgüven. Tam olarak “özgüven” değilse de, tam anlamıyla bir boş vermişlik, bir kadercilik, bir türlü kurtulamadığımız sığ düşünce, işlemiş ciğerlerimize, hücrelerimize.

AIDS için “Bize bulaşmaz” diye önlem almayan erkeklerin, “Kocam beni aldatmaz asla” diyen kadınların pek bol olduğu ülkede deprem gerçeği ne kadar kabullenilebilir ki? Ancak, yüzleştiğimizde farkına vardığımız, bir süre korkudan ödümüzün patladığı ve sonrasında her şeyde olduğu gibi unutmayı tercih ettiğimiz bir gerçek. Gerçeklerle yüzleşmek yerine “Dokunulmaz” hissetmek istiyoruz kendimizi. Yıkılan binalar ile ayakta kalanların hesabını deprem anında akıl ediyoruz; farkına bile varmadan ne kadar kazanç sağladığımızı düşünemiyoruz.

Her defasında “Kader” deyip geçiyoruz. Kader diye bir gerçek de var elbet, mantık dahilindeki tüm önlemler alındıktan sonra tabii. Mesela, etrafımızda özellikle büyük şehirlerde binlerce rezidans tipi konutlar yapılıyor. Bunlara giden paralarla yüzbinlerce en fazla iki katlı ucuz konutlar yapılabilirdi. Bu binalara rezidanslardan daha fazla talep olurdu. Kaçak yapıların üzerinde daha ciddi bir çalışma yapılarak depreme uygun olup olmadığı denetlenmeli. Birçok çalışma yapılıyordur muhakkak. Ancak, taşlar tam olarak yerine oturmuş değil. Ve bugün bir deprem olsa ki olmaması için dua ediyoruz hepimiz, bu çalışmalar bize fayda sağlamayacaktır. Netice olarak, depremden çok korkuyor görünüyoruz ama umursamıyoruz.

Filiz BAHÇIVAN

Devamını Oku

DARÜLACEZE’DE YANKILANAN ŞİİRLER

DARÜLACEZE’DE YANKILANAN ŞİİRLER
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hiç dikkat ettiniz mi, bir sohbette “Acılar olgunlaştırır insanı” dediğinizde bazılarının yüzünde buruk tebessümler olur. Çünkü sol yan bir şekilde kırık, yorgun ya da eksiktir yaşanmış acılara dair. Ve gerçekten derin yaşanmışsa, sarsmışsa epeyce, mutlaka açık verir, saklayamaz kendini acının izleri. Sessizce gelir, oturur yüzüne. Buruk buruk gösterir kendini. Dudak kenarlarına yayılır hafifçe ve gözlerle bütünleşir; kah nemli, kah hüzünlü, “Ben buradayım” der. Mağrur da bir eda taşır aslında. Olgunlaştırmış ya, ondan herhalde. Haklıdır da kendince. O değil midir çektiği acıya rağmen dimdik ayakta duran? Her yaşanmış acıda yıkılsa dahi, tekrar tekrar toparlanarak ayağa kalkan. Doğru tahmin ettiniz.

Bu haftaki röportaj konuğum, acıların olgunlaştırdığı, yıkılmak yerine hayata meydan okumayı başarmış bir halk ozanı, bir şair: Ergün Yılmaz. Buyurun, röportajın devamını birlikte okuyalım.

–Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Ergün Yılmaz kimdir?

Ergün Yılmaz: 1970 yılında Erzurum’un Çat ilçesine bağlı Hölenk köyünde dünyaya geldim. 7-8 yaşlarına geldiğimde Erzurum’a veda ederek Manisa’nın Akhisar ilçesine yerleştik. Alem’in yoksul oluşu beni çocuk yaşta çalışmaya mecbur bıraktı.

Sabahları okula gidiyor, öğleden sonraları da ayakkabı boyacılığı yapıyordum.

Hayattaki en büyük derdin maddiyat olduğunu düşünürdüm o yıllarda. Ancak 1997 yılında yürüme zorluğuyla başlayan ve sonrasında tekerlekli sandalyeye mahkûm olmamla devam eden sorunlar, “Keşke tek derdim yoksulluk olsaydı” dedirtti.

–Hastalığınızın seyri hem üzücü hem de çok ilginç bir şekilde ilerlemiş. O uzun süreçte neler yaşadınız, ne oldu?

Hastalığımın başladığı ilk dönemlerde çalışmaya devam ediyordum. Çalıştığım iş yeri sahibinin hanımı tarafından Eskişehir Devlet Hastanesi’ne yatırıldım. Bir aylık tedavi sürecinden sonra tanı konulamadığı için Ankara’da bir hastaneye sevk edildim. Orada yapılan bir dizi araştırmadan hemen sonra ameliyata alındım.

Ancak ne yazık ki ameliyat başarısız olmuştu.

Medya aracılığıyla İstanbul’da tedavi olmam önerildi.

Ancak yalnız olduğum için yürümekte zorluk çekiyordum. Dolayısıyla tek başıma İstanbul’a gitmem imkânsızdı.

İl Sağlık Müdürlüğü’nün yardımıyla Bakırköy Devlet Hastanesi’ne yatırıldım. Yaklaşık üç ay hastanede yattım ve bu sürenin sonunda ameliyat olmam gerektiği, ancak ameliyatın çok riskli olduğu söylendi. O nedenle fizik tedavi uygulandı. Bu arada gidecek bir yerim ve kimsem olmadığı için, 7 ay kadar hastanede misafir edildim.

Yedinci ayın sonunda Şişli Etfal Hastanesi’ne sevkim yapıldı. Ve burada ameliyat oldum. Yapılan ameliyat sonrası boyundan aşağısı felç oldu. Yakın zamanda ölür düşüncesiyle Okmeydanı Darülaceze’ye yatırıldım. Yaklaşık yirmi yıldır buradayım.

–Çok şükür düşünüldüğü gibi ölmemişsiniz ve gayet iyi görünüyorsunuz. Bunun bir mucize olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet; kesinlikle bir mucizeydi yaşamam. Yüce Yaradan yaşamama izin vermişti; benim de buna karşılık toparlanmam ve güçlü olmam gerek diye düşündüm.

Ameliyatımdan üç ay sonra azmim ve çabalarımla kollarımı kullanmaya başladım. Bu, benim için büyük bir başarıydı. Bacaklarımı geri kazanamasam da, kollarımla birçok işimi görebiliyorum.

–Uzun bir süredir huzurevi sakinlerinden biri olduğunuzu söylediniz. Neler yapıyorsunuz orada? Bir gününüz nasıl geçiyor?

Burası benim yirmi yıllık evim. Burada sıkılma, daralma gibi bir lüksüm yok. Kocaman bir ailenin içindeyim. Dostluklar, arkadaşlıklar dışarıda olduğu gibi sıradan değil. Burada kimse kimseden üstün değil. Hepimiz aynı kaderi paylaşıyoruz. O nedenle sevgimiz de, saygımız da baki.

–Zaman zaman “keşke” dediğiniz olur mu? En büyük keşkeniz nedir?

Herkesin bir keşkesi vardır. Benim de var. Ama izin verirseniz, içimde saklı tutmak istiyorum sonsuza dek.

–Biraz da şiirlerinizden bahsedelim. Şiir yazma hikayenizi anlatır mısınız? İlk ne zaman şiir yazmaya başladınız?

Şiir yazmaya Bakırköy Devlet Hastanesi’nin uzun koridorlarında başladım. Önceleri yazıp yazıp atardım. Bir gün doktorlarımdan biri şiirlerimi atmamamı ve biriktirmem gerektiğini söyledi. Ben de şiirlerimi boş kâğıtlara değil, defterlere yazmaya başladım.

–Şiir yazarken nelerden besleniyorsunuz?

Zaman zaman siz de şiirler yazıyorsunuz. O nedenle siz de çok iyi bilirsiniz ki, şiir yazmak kolay iş değildir. Kafadan uydurulan birkaç cümle ile bitmiyor şiir. Yüreğini ortaya koyman gerekiyor.

Yüreğimden besleniyorum ben de. Acılarımdan besleniyorum. Ve tabii sevgiden.

–Binden fazla şiiriniz ve yayınlanmış 6 şiir kitabınız var. Bize bu kitaplardan bahseder misiniz?

Evet; yayınlanmış olan altı şiir kitabım var.

“Yolun İlk Yarısı,” “İçimdeki Ukdeler,” “Dermansıza Derman Olsun,” “Kalemin Gözyaşları,” “Duygulara Engel Yok” ve son olarak “Derman Sızım” isimli 6 şiir kitabım yayınlandı. Bunların yanı sıra, kendi bestelerimden oluşan bir de türkü albümüm var.

–Sizinle söyleşimizi gerçekleştirmeden evvel hakkınızda epey bir araştırma yaptım. Ayrıca birkaç dostunuzla da konuşma fırsatım oldu. İtiraf etmeliyim, yaşadığınız onca zorluğa rağmen etrafınıza yaydığınız pozitif enerjiye hayran kaldım. Peki bunu neye borçlusunuz?

Yaşadığım onca acıyı düşündükçe hayatın, yaşamanın değerini daha fazla anlıyorum. Acı çektikçe kabuğuma saklanmamın bana bir fayda sağlamayacağını çok iyi biliyorum. İnsanları seviyorum, hayatı seviyorum, dahası yaşamayı çok seviyorum.

–Son olarak size ve sizinle kader birliği yapmış olan tüm huzurevi sakinlerine sormak istiyorum. Bizlerden isteğiniz, bir arzunuz var mı?

İstek demeyelim de, bir ricada bulunalım.

Annelerinize, babalarınıza sahip çıkın. Sevin, sayın. Onların yeri huzurevleri olmasın; başınızın üzeri olsun.

Bizlere gelince, sadece özel günlerde, bayramlarda değil, biz her gün varız ve buradayız.

Filiz BAHÇIVAN

Devamını Oku

İŞYERİNDE PSİKOLOJİK TERÖR: “MOBBİNG” CAN ALMAYA DEVAM EDİYOR 

İŞYERİNDE PSİKOLOJİK TERÖR: “MOBBİNG” CAN ALMAYA DEVAM EDİYOR 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son on beş gün içinde gencecik iki kardeşimiz, çalıştıkları iş yerlerinde uğradıkları baskı ve mobbing nedeniyle yaşamlarına son verdiler.

İş yerinde psikolojik taciz. Yani Mobbing. Bu kavramı son yıllarda sıkça duymaya başladık.

Mobbing, yıldırma, ezme, küçük düşürme başta olmak üzere çalışanlar üzerinde büyük makamların küçük yöneticileri bu yolla sadist duygularını tatmin etmektedirler.

Mobbing hiç de öyle yabana atılacak türden bir psikolojik işkence değil. Ve neticesinde süreç majör depresyon gibi bir sonuçla atlatılmışsa kendinizi şanslı bile sayabilirsiniz.

Öyle ki aç kalmakla onurundan ve haysiyetinden taviz vermek arasında karar vermeye zorlananlar arasında intihar etmeyi yeğleyen birçok insan var.

Peki Türkiye’de çalışanların ne kadarı Mobbinge uğruyor? Mobbing nasıl ispatlanır, mobbinge karşı neler yapılmalı?

Mobbing hakkında merak edilen soruları Mobbing ile Mücadele Derneği Genel Başkanı İlhan İşman’a sorduk.

–Merhaba. Kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

Merhaba ben İlhan İşman Mobbing ile Mücadele Derneği Genel Başkanıyım. Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF İşletme bölümü mezunuyum. Sırasıyla TRT’de prodüktor, Ulaştırma Bakanlığı Özel Kalem Müdürü, DHMİ Genel Müdür Müşaviri, SGK da Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri, Kurumsal İletişim Daire Başkanı ve farklı 4 daire başkanlığı daha yaptım. Halen SGK’da Sosyal Güvenlik Uzmanı olarak görev yapıyorum. Derneğimizi 2010 yılında kurduk. Daha önce dernekte İletişim Genel Koordinatörlüğü yaptım. ALO 170’in kurucusuyum. Kurucu Genel Başkanımız Hüseyin Gün’ün vefatından sonra 2 dönemdir genel başkan olarak görev yapıyorum.

–Mobbing nedir? Açıklar mısınız?

İşyerlerinde bir veya birden fazla kişi tarafından, diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde tekrarlanan, yıldırma, karşısındakini pasifize etme, işten soğutma, iş yaptırmama veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar toplamıdır.

–Başlıca Mobbing davranışları nelerdir?

Çalışma alanıyla ilgili konularda amirine yaptığı tüm önerilerin reddedilmesi, yanıtsız bırakılması, hiç yapılmamış gibi davranılması,

Toplantılardan ve sosyal faaliyetlerden haberdar edilmemesi, dışlanması, dışarıda bırakılması, yok sayılması,

Ötekileştirilmesi,

Oturacağı oda, kullanacağı alet ve teçhizat, laboratuvar, atölye verilmemesi,

Yeteneklerinin altında işler verilerek küçümsenmesi,

Gerçekleştirilmesi imkânsız işleri yapması istenmesi,

Verilen görevlerin abartılı bir şekilde kontrol edilmesi,

Performansı etkileyecek bilgilerin saklanması,

Akademik ilerleme ve görevde yükseltilmesinin engellenmesi,

Cinsiyet ayrımı yapılması,

Siyasî ve dinî görüşü ile etnik kimliğinden dolayı psikolojik baskı yapılması,

Sürekli azarlanması, tehdit edilmesi

Hakaret ve alaylara maruz bırakılması,

Kişinin iş performansının haksız olarak yerilmesi,

İşten atılmayla tehdit edilmesi,

Hakkında dedikodu çıkarılması

Mağdur kişi hakkında olmamış bir olayın olmuş gibi gösterilerek Şaiya yayılması

Bilgisiz, beceriksiz, işe yaramaz, psikopat v.b. sıfatlarla damgalanması

Mesleği ile ilgili uygulama alanlarına alınmaması (örneğin atölye, laboratuvar, klinik ya da ameliyatlara alınmaması)

Meslektaşları ya da üçüncü kişilerle görüşmesinin engellenmesi ve benzeri davranışlar

Yıpratma amaçlı olarak mesnetsiz bir biçimde ilgili/ilgisiz makamlara şikâyet edilmesi

Hiyerarşik sistem içerisinde bir veya birkaç kişinin bir kişiyi dışlayarak sözlü veya fiziksel tacizde bulunmaları

Hiyerarşik sistem içerisinde alt görevde yer alan bir kişi veya grubun diğer çalışanlar üzerinde sözlü veya fiili baskı oluşturarak yöneticiye karşı çalışanları itaatsizliğe zorlamaları ve benzeri davranışları mobbing davranışları olarak sıralayabiliriz.

–Bir işletme ya da kurumda mobbing olup olmadığını genel olarak nasıl anlayabiliriz?

Genelde görev, yetki ve sorumlulukların açık olarak belirtilmediği, kurumsal bir kültürün oluşmadığı işyerlerinde, mobbingin yaygın olduğunu görüyoruz. Katı hiyerarşi, despot bir yönetim tarzı en çok karşılaşılan durumlar. Zor işler hep aynı kişiye mi veriliyor, işgücü devir hızı yüksek mi? Yapamadıklarınız her seferinde yaptıklarınızın önüne mi geçiyor? İnsan ilişkileri kural dışı bir rekabete mi dayanıyor? Dedikodu, şayia yaygın mı? Yöneticiler donanımlı mı? Yeterli bilgi, birikimi ve liyakate sahip mi? Çatışma yönetimi konusunda tecrübeleri var mı? Kriz yönetimi konusunda deneyimleri var mı? Empatik düşünmeye, sosyal zekaya sahipler mi? Onurlu çalışma hakkı gözetiliyor mu? Hak, hukuk, adalet ve hakkaniyetli davranılıyor mu? Ayrımcılık yapılıyor mu?Tüm bu sorular o işyerinde mobbing var mı? Yok mu yu ortaya çıkaran önemli göstergeler.

–Bir işletme ya da kurumda mobbing niçin yapılır? Gerekçeleri var mıdır?

En önemli nedeni özellikle özel sektörde, çalışanı yıldırarak kaçırtmak istifaya zorlamaktır. Ayrıca çalışanları baskı altında tutarak izin kullanmalarını zorlaştırmak, fazla mesai ödemesi yapmamak da mobbing uygulama nedenleri arasındadır. İşveren genelde bu davranışlarla çalışanı kendi rızası ile istifa etmeye zorlayarak, kıdem ve ihbar tazminatından kurtulmak istemektedir. Çalışanın başka bir çalışana mobbing uygulamasının arkasındaki neden de çoğu kez yöneticilere daha yakın olabilmek ve varsa performansa dayalı ödemelerden daha fazla pay alabilmektir.

— Mobbinge maruz kalanlar, haklarını nasıl savunmalıdır? Ne yapmaları gerekmektedir?

Sakinliğinizi koruyarak, temkinli ve ölçülü bir biçimde size mobbing yapan kişiyi uyarın. Mobbingin bir insan hakları ihlali olduğunu belirtin ve durdurulmasını talep edin. Olumlu cevap alamıyorsanız, silsile yoluyla yöneticilerinize başvurun. Öncelikle bir mobbing ajandası tutarak çatışma hangi konuda ne zaman başladı. Hangi tarihte kiminle başladı. Aşama aşama gün gün nasıl devam etti. Nasıl gelişti, bu olaylara kimler şahit oldu gün gün mobbing ajandası tutun. Bu olaylar kimlerin gözü önünde gerçekleşti, kimler duydu? Ne sıklıkla devam etti? Günlükte ayrıntılı olarak belirtin. Varsa yazışmalar, mesajlar, e-posta mesajlarını saklayın. ALO 170’i arayarak, işyerinde psikolojik taciz konusunda uzman psikologlardan destek alın. Şikâyetin resmi olarak kayda girmesini sağlayın. Mobbing sürecinde anti depresan ilaç kullanıyorsanız reçetelerini biriktirin. Bu süreçte nükseden psikosomatik hastalıklar nedeniyle mümkün ise hekim raporu alın. Mağdur iseniz varsa üyesi olduğunuz sendikadan destek alın. Mahkemeye gitmeden önce mevzuat çerçevesinde CİMER’e, Kamu Görevlileri Etik Kuruluna, Kamu Denetçiliği Kurumuna, tarafınıza dini, siyasi ya da mezhebiniz nedeniyle ayrımcılık yapılıyorsa Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumuna başvuruda bulunabilirsiniz. Her aşamada [www.mobbing.org.tr]www.mobbing.org.tr web adresimizden derneğimizden de destek alabilirsiniz.

Mobbing yapıldığını ispat için tanık beyanları, kamera kayıtları, ses kayıtları, e-mailler, doktor raporu, kullanılan ilaç faturaları, yapılan işlemlerle ilgili belgeleri delil olarak sunabilirsiniz. Yargıya intikal eden davalarda delil Mahkemede etkin bir yargılama ve kanaat oluşturmak için önemlidir. Her ne kadar ses ve görüntü kaydı delil olarak sayılmasa da mahkemede kanaat oluşmasına sebep olduğundan, başka şekilde ispatı mümkün olmayan durumlarda ve ani gelişen olaylarda önceden plan yapılmaksızın, sadece cep telefonu ile olay anında ses ve görüntü kaydı alabilirsiniz.

— Mağdurun en büyük kaygısı kendisine yapılan psikolojik tacizi nasıl ispatlarım endişesidir. Daha önce kazanılmış mobbing davalarından yola çıkarsak, mağdurun dava sürecinde karşılaşabileceği engeller nelerdir?

Mobbing davalarında ispat yükü mağdurda değil, mobbingi yapan kişidedir. Diğer bir deyişle zorba mobbing yapmadığını ispat etmek zorundadır. Burada özellikle yargıtayın verdiği karara dikkatinizi çekmek istiyorum. Yargıtay; Mobbingin varlığının kabulü için kişilik haklarının “ağır şekilde ihlali ”ne gerek olmadığı, kişilik haklarına yönelik haksızlığın yeterli olduğu, ayrıca mobbing iddialarında ‘’şüpheden uzak kesin deliller’’ aranmayacağını belirtmiştir. İşçinin kendisine mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguların ileri sürmesinin yeterli olduğu, mobbingin gerçekleşmediğini ispat yükünün işverene düştüğünü belirtmiştir. Önceki yıllarda Yargıtay mobbing için “kuvvetli emarelerin varlığını” ararken, bu kararı ile birlikte, mobbingin ispatı zor bir modern dönem çalışma hayatı olgusu olmasından hareketle, makul şüpheyi uyandıracak delillerin olmasını mobbingin varlığını ispat açısından yeterli saymıştır. Hâkim; yaşanan mobbing olayında karar verirken hayatın olağan akışı ve emare hukukundan yola çıkarak hüküm vermektedir.

— Özellikle son yıllarda, mobbing mağduru birçok insanın, bu nedenle hayatlarına son verdiğini biliyoruz. Tam da bu noktada sormak istiyorum. Mobbing sonuçları neler, nasıl zararlar veriyor?

Biz dernek olarak yaşanan intiharların objektif bir biçimde hiç kimseyi kollamadan ve kayırmadan, kök nedenlerine inilmesi ve aydınlatılması gerektiğini düşünüyoruz. Kanaatimiz odur ki bu araştırmalar hakkaniyetle yapıldığında %70’inin mobbing kaynaklı olduğu görülecektir. Mobbingin birey üzerinde olduğu kadar kurum üzerinde de tahrip edici sonuçları vardır. Bir işveren ya da yönetici, mobbingin işyerine vereceği zararların ne denli ağır olacağını bilmeli, bu süreçle mücadele etmek ve buna son vermek için süratle elinden geleni yapmalıdır. Bilerek ya da bilmeyerek yapılan psikolojik taciz davranışı, makro düzeyde ülkemizin beşeri ve sosyal sermayesini yok ederken; mikro düzeyde ise çalışanların itibarını ve onurunu zedelemektedir. Çalışma barışını engelliyor, verimliliği düşürüyor, deneyimli, birikimli kalifiye insan kaynağımızı tüketiyor. Çok ciddi ekonomik kayıplara neden oluyor. İnsanımızın sağlığını kaybetmesine neden olarak, çalışma hayatını olumsuz etkiliyor. Unutmayalım Mobbing bir insan hakları ihlalidir. Mobbingin sonu Allah korusun İntihar ya da cinayettir. Geçmişe doğru baktığımızda yaşanan birçok vakanın, işyeri cinayetleri ve intiharları olduğunu görüyoruz. Beşerî sermayemiz olan deneyimli birikimli insan kaynağımız yok olup gidiyor. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen kadim bir toplum, günden güne erimektedir.

–Dernek olarak mobbing mağdurlarına ne gibi yardımlarda bulunuyorsunuz?

Deneyimli birikimli insan kaynağımızla mağdurlara mentörlük yapıyor, eğitimler veriyor, hukuki ve psikolojik destek sağlıyoruz.

— Son olarak bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?

Ülkemizde Müstakil bir Mobbing ile mücadele kanununun olmaması, zorbaların yeterince bedel ödememesi zorbaların iştahını kabartmaktadır. Bu alanda ihtisas mahkemelerinin olmaması, davaların uzun sürmesi, haksız zenginleşme bahanesiyle mağdurların zararlarının yeterince karşılanmaması, ispatın zor olacağı konusundaki endişeler ülkemizde bu alanda yaşanan sorunlar olarak karşımıza çıkıyor. Ancak son dönemde Anayasa Mahkemesinin Mobbing konusunda aldığı kararlar bizleri cesaretlendiriyor. Örneğin bir kararda Anayasa Mahkemesi Kamusal makamların sorumluluklarını dile getirmiştir.

“KAMUSAL MAKAMLAR; psikolojik taciz oluşturan durumları tespitle yetinmemeli, bu tür davranışların oluşmaması ya da telafi edilmesi amacıyla etkili önlemleri hızla almalıdır. Kamusal makamların psikolojik taciz iddiaları karşısında hızlı davranarak gerçeği ortaya çıkarması, psikolojik tacizi ortadan kaldıracak, tekrarlanmasını önleyecek tedbirleri alması ve mağdurun zararının giderilmesini sağlamasının bir yandan kamusal hizmetin etkin bir şekilde yürümesine hizmet edeceği, diğer yandan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması, bağlamındaki pozitif yükümlülüğün gereği olduğu söylenebilir.” demektedir.

Her fırsatta söylediğimiz gibi ülkemizde acil olarak müstakil bir mobbing ile mücadele yasası çıkarılmalıdır. Uluslararası Çalışma Örgütü İLO 2019 yılında Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesini çıkarmış ülkelerin imzasına açmıştır. Bugüne kadar 20 ülkenin imzaladığı bu sözleşmeye Türkiye henüz imza atmamıştır. Biz dernek olarak ülkemizin de bu sözleşmeyi imzalaması için açık çağrımızı dile getiriyoruz. Her yıl şubat ayının ilk haftasını, Türkiye genelindeki 14 il temsilciliğimizle birlikte, çeşitli kurum, kuruluş, STK ve üniversitelerimizle iş birliği içerisinde Mobbing ile Mücadele Haftası olarak kutluyoruz. Amacımız toplumda mobbing farkındalığını artırmak, çalışma barışını sağlamak, onurlu çalışma hakkını korumak, insanların keyifle işyerine gideceği, birlikte çalışmaktan haz alacağı, pozitif işyerleri oluşturmaktır.

Bize bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyor; “Yalnız Değilsiniz” diyoruz.

İlhan İŞMAN

Mobbing ile Mücadele Derneği

Genel Başkanı

Devamını Oku

ALLAH MÜSTAHAKIMIZI VERSİN 

ALLAH MÜSTAHAKIMIZI VERSİN 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Üzerinize afiyet biraz üşütmüşüm. Aslına bakarsanız biraz değil, çok fazla üşütmüşüm. Temmuz sıcağında üşütmek ne demek? diye sormayın. İnanın ben de bilmiyorum.
Bildiğim tek şey normal bir durum olmadığı.
Bugün, hadi bilemedin yarına kadar geçer diye kendimi avuturken, iki gece önce 40 derece ateşle soluğu hastanede aldım.
İki kişilik bir odaya yatırıldım. Serum, iğne derken ateşim düşürüldü nihayet.

Yattığım odada benim dışımda 60 yaşlarında bir hanım daha vardı. Tam olarak nesi vardı bilmiyorum, ama hal ve hareketlerinden ciddi bir sorun yaşamadığını anlaya biliyordum.
Kadın yattığı yerden kızına telefonunu uzatarak birkaç fotoğrafını çekmesini istedi.
Kız şaşkın bir ifadeyle. Anne! Unuttun galiba. Hastanedeyiz, turistik gezide değil.
Biliyorum nerde olduğumuzu dedi kadın. Ve devam etti.
Bu fotoğrafları “fecebook” sayfamda paylaşacağım. Böylelikle işin ciddiyeti anlaşılacak.
Eş-dost takipçilerim üzgün olduğunu ifade edecek, ardı arkasına geçmiş olsun dileklerinde bulunacaklar.

Hey güzel Allah’ım, dedim içimden. Azıcık akıl fikir ver bize.
Ne çok abartıyoruz bazı şeyleri değil mi? Abartmak ruhumuzda var belki de.
Sosyal Medya’da Yapılan canlı yayınlar, Kola takılan serumla paylaşılan fotoğraflar vs.
İnanır mısınız? ölen bir adamın defin anını canlı yayında paylaşana bile rast geldim.
Tüm gariplikler sadece bunlarla sınırlı değil tabii. Daha neler neler.

Vakit buldukça “fecebook” sayfamda arkadaşlarımın neler paylaştığına bakarım.
Yalnız var ya, batmış bir iş yerinden çıkmış da, yarına dair hiçbir umudu kalmamış gibi ortalarda dolanan işçilerden farksız öyle çok arkadaşım var ki,

Mutlu olanları da var tabii. Ya da öyle görünmeye çalışarak dertlerini gizlemeye çalışıyorlar. Kim bilir!

Arkadaş bir kahve resmi eklemiş fincanda. Türk kahvesi, yanında da lokum. Hemen altında bir yorum. Canım çok iyi geldi. Ellerine sağlık İçti ya, rahatladı! Bedava, anında pişen ve içilen kahve.

Öteki kebap paylaşmış. Adana, beyti vs. Yanında şalgam, ayran, salatası. Oradan da bir yorum. AFİYET OLSUN. Paylaşımı ekleyen de anında cevap yazıyor. GEL CANIM BERABER OLSUN… Nerede? Düşler sokağındaki kebapçıda mı?

Sırf bu paylaşımlar yüzünden gecenin üçünde çiğ köfte, sabahın altısında poğaça aldırmış biri olarak bu tür paylaşımları şiddetle kınıyorum. Hadi beni es geçin. Peki ya bebek bekleyen Anne adaylarının göz hakkı ne olacak? İnce düşünmek gerek bazen. Sanal dahi olsa. Benden söylemesi. Neysee!

Çocuğunun her anını resimleyip, amcaları, teyzeleri bakın oğluşuma diyen Anneler grubuna hiç girmeyeceğim. Çünkü bunları düşününce bile, Anne olma isteğim bir anda buhar olup uçuyor. Hatta, bazen o çocukları bir köşeye sıkıştırıp ağlatana kadar çimdiklemek için yanıp tutuşuyorum.

Fecebook sayfamdaki gariplikler bunlarla sınırlı değil tabii!

Bir de şöyle terlik fırlatsam da isabet etse yeridir. Dediğim türden bir erkek grubu var ki. Düşman başına. Nasıl bir erkek öz güvenidir arkadaş anlamak mümkün değil. Erkek egemen toplumda, yaşadığımızdan olsa gerek erkekler kendilerini daha üstün hissediyorlar. Kadınlar, kızlar istemem derler ama isterler düşüncesi pek yaygın! O nedenle hiçbir erkek reddedildiğine inanmıyor! Naz yaptığını düşünür.

Bir de özgüveni tavan yapmış beyler var!

Havuz kenarında yarı çıplak bir halde, kim kimin baklavasını döver modunda çekilmiş fotoğraflarıyla gerine- gerine her önüne gelen kadına asılan gençler. Baklava yarıştıracak yaşı geçmiş ama erkeklik hormonlarının hali hazırda var olduğunu kanıtlamak istercesine tombul bir gövdeye geçirdiği beyaz atletiyle ahan da hanımlar bakın ben buradayım tarzında poz veren yurdum erkeği mi dersiniz. Saymakla bitmez bunlar.

Neredeyse 70 yaşında ki adam 50 yaşındayım demiş. Yerseniz! Amcam be kimi kandırıyorsun. Kendini mi beni mi? Doğruyu söylesen, birikimlerinden bahsetsen. Belki bende bundan faydalanırım. Ama yok senin niyetin belli. Es kaza evet dersem adam heyecandan ölecek. Hayır dersem kahrından. Yahu bu adam her hâlükârda ölecek. Ölmesi neyse de, benim tek derdim bir ömür vicdan yapmak zorunda kalacak oluşum.

Ne diyeyim Allah bizim müstahakımızı versin!

Neyse Unutmayalım!

Paylaşım siteleri hem iyi hem de kötü. Kullanmanıza bağlı. Güzellikleri paylaşma, eski dostları görme. Paylaşım gruplarını iyi oluşturursanız, arkadaşlarınızı iyi seçerseniz olumlu yönleri fazla olacağı tartışılmaz.

Filiz BAHÇIVAN

Devamını Oku