Güler ŞEN

Güler ŞEN

14 Kasım 2025 Cuma

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    HAVADA UÇUP GİDEN CANLAR

    HAVADA UÇUP GİDEN CANLAR
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bir sabah uyandık, ekranlara düşen bir haberle yüreğimiz sızladı:
    Bir uçak düştü…
    Ve 20 vatan evladımız, görev başında, bir daha geri dönememek üzere gökyüzüne uğurlandı.

    O an zaman durdu.
    Bir ülkede 20 canın aynı anda yitip gitmesi sadece bir rakam değildir. Her biri bir hayat, bir hikâye, bir umut demektir.
    O uçağın içinde bir baba vardı belki, küçük kızına oyuncak almak için söz veren…
    Bir diğeri, annesinin “Kendine dikkat et.” diye uğurladığı evlattı.
    Hepsi görev bilinciyle, “vatan” deyince akan suların durduğu bir inançla yaşamıştı.

    Bu ülke böyle evlatlar yetiştirdi.
    Bayrağına sevdalı, yurduna bağlı, görevini onur bilen gençlerdi onlar.
    Göklerde uçarken bile, akıllarında tek bir şey vardı: “Bu topraklara bir zarar gelmesin.”

    Ama bazen kader, en kahraman insanları bile sınar.
    Bir anda alevlere karışan gökyüzü, bir anda sönüp giden hayatlar… Ardında bir sessizlik kaldı.
    Havalimanında çınlayan sirenler, ardından yükselen dua sesleri; gözyaşlarına karışan bayraklar…
    Her biri tabutuna sarılı bir milletin evladıydı.

    Bugün sadece onları değil, temsil ettikleri değeri de anıyoruz.
    Onlar bu ülkenin onurudur. Görevleri bitmedi, sadece şekil değiştirdi.
    Artık onlar gökyüzünün nöbetçileridir.

    Ve biz, geride kalanlar…
    Onların aziz hatırasına sahip çıkmakla yükümlüyüz.
    Çünkü vatan, toprağıyla değil; uğruna can verenleriyle vatandır.

    Yirmi tabut, yirmi bayrak, yirmi sessiz kahraman…
    Hepsinin ardından söylenecek tek bir söz kalıyor:
    “Vatan size minnettar.”

    Ruhları şad, mekânları cennet olsun.
    Bir gün hepimiz aynı gökyüzü altında yeniden buluşacağız…

    Sevgiyle kalın.

    Devamını Oku

    SOĞUKTA SOKAKLARDA KALANLAR

    SOĞUKTA SOKAKLARDA KALANLAR
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bir Mont, Bir Kap Su ve Mama, Bir Kalp Sıcaklığı

    Kış kapıyı çaldı.
    Rüzgâr, evlerin camlarına vururken, biz sıcak battaniyelere sarılıp çayımızı yudumluyoruz. Ama aynı şehirde, aynı gökyüzünün altında birileri titriyor. Birileri, o rüzgârın önünden kaçacak bir duvar arıyor.

    Sokakta yaşayan insanlar…
    Bir köşede, kalınlığı çoktan yitmiş bir battaniye altında, hayatla mücadele ediyorlar. Kimisi bir zamanlar bizim gibi evinde oturuyordu, kimisi çocuk yaşta sokağa itildi. Kimi bir kader kurbanı, kimi sadece görünmez kılındı.
    Ama hepsinin ortak bir yanı var: soğuk, yalnızlık ve unutulmuşluk.

    Ve bir de hayvanlar…
    İnsanoğlunun en sadık dostları, sokakların sessiz kahramanları. Kış geldiğinde onların barınacak bir yerleri, sığınacak bir duvar aralığı bile yok çoğu zaman. Açlıkla, susuzlukla, soğukla savaşıyorlar.
    Oysa bir kap su, bir avuç mama, bir karton kutu…
    Onların dünyasında bir saray kadar değerli.

    Biz ne zaman bu kadar alıştık görmemeye?
    Bir kaldırım kenarında üşüyen birini görüp başımızı çevirmek, vicdanı susturmak ne kadar kolay oldu?
    Belki cebimizdeki kahve parasının yarısı, bir hayatı ısıtabilir.
    Belki evimizin önüne bırakacağımız bir kap su, bir canı yaşatabilir.

    Kış, yalnızca hava soğuduğu için değil; insan kalplerinin üşüdüğü zamanlarda da zor geçer.
    Gelip geçici bir mevsim değildir aslında; merhametin, vicdanın sınavıdır.

    Bu kış, sınavı geçelim.
    Bir mont verelim, bir kap su koyalım, bir selam verelim.
    Çünkü bazen bir insanı ya da bir hayvanı kurtarmak, koca bir dünyayı ısıtmaya yeter.

    Sonsuz sevgiler,

    Devamını Oku

    Cumhuriyet: Bir Ulusun Yeniden Doğuşu

    Cumhuriyet: Bir Ulusun Yeniden Doğuşu
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Takvim yaprakları 29 Ekim’i gösterdiğinde, yüreğimizde aynı kıvılcım yanar: Cumhuriyetimizin doğum günü. Bu tarih, sadece bir yönetim biçiminin değiştiği gün değildir; bir milletin küllerinden yeniden doğduğu, bağımsızlık ateşini sonsuza dek yakmaya söz verdiği gündür.

    Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, o yorgun, yıkılmış, umutsuz görünen topraklardan yepyeni bir ülke yarattılar. Bu mucize, süngüyle değil, akıl, inanç ve birlik ile kazanıldı. Cumhuriyet, bir milletin “Ben de varım!” diye haykırışıdır.

    Bugün, 29 Ekim’i kutlarken, sadece bir bayram yaşamıyoruz; aynı zamanda bir emanetin nöbetini tutuyoruz. Atatürk’ün “En büyük eserim” dediği Cumhuriyet, hepimizin omzunda bir sorumluluk olarak duruyor. Çünkü Cumhuriyet, sadece bir rejim değil; eşitliktir, özgürlüktür, fırsattır, kadın ve erkeğin yan yana durabilmesidir.

    Ne yazık ki, bazen bu büyük değerin kıymetini yeterince bilemiyoruz. Oysa Cumhuriyet, bizi karanlıktan aydınlığa çıkaran bir meşaledir. Onu korumak, sadece anmakla değil, yaşatmakla, her gün bir adım ileri taşımakla mümkündür.

    Bugün çocuklarımızın gözlerinde parlayan umut, gençlerin ellerinde yükselen bayrak, yaşlılarımızın yüzündeki gurur hep aynı hikâyeyi anlatır:
    “Biz bu Cumhuriyeti kolay kazanmadık.”

    29 Ekim, bir milletin iradesinin zaferidir.
    O yüzden bugün, coşkuyla, gururla, minnetle haykıralım:
    Yaşasın Cumhuriyet!
    Sevgiyle kalın,

    Devamını Oku

    SANATA VE SANATÇIYA ÖLMEDEN DEĞERİNİ BİLMEK GEREK

    SANATA VE SANATÇIYA ÖLMEDEN DEĞERİNİ BİLMEK GEREK
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Yaşarken Görmezden Gelinen Sanat, Ölünce Baş Tacı

    Her ölüm haberi, toplumun hafızasında ani bir sarsıntı yaratır. Hele bu kayıp bir sanatçıya aitse, ardından dökülen gözyaşları, söylenen sözler, yapılan paylaşımlar birdenbire çoğalır. Oysa sorulması gereken basit bir soru vardır: Bu insanlar yaşarken neredeydik?

    Sanatçılar; sesiyle, kalemiyle, fırçasıyla, notalarıyla bize eşlik ederler. Acımızda şarkı söyler, sevincimizde tempo tutar, yalnızlığımızda yanımızda otururlar. Ama çoğu zaman biz onları, gündelik hayatın gürültüsü arasında görmezden geliriz. Onlar ayakta kalmak için küçük sahnelere, kenar köşedeki sergilere, düşük bütçeli projelere razı olurlar. Alkışımızı, desteğimizi, sevgimizi esirgeriz.

    Ne zaman ki ölüm haberi gelir, işte o anda hatırlarız. Sosyal medyada sayfalarca övgü, gazetelerde manşetler, televizyonlarda uzun uzun belgeseller… Adeta topluca bir pişmanlık törenine dönüşür. Sanatçı artık duyamayacağı alkışlarla uğurlanır.

    Peki neden böyledir? Çünkü biz, sahip olduğumuz değerin kıymetini ancak kaybedince anlıyoruz. Oysa gerçek vefa, insan hayattayken gösterilen sevgidir. Bir sanatçıyı yaşarken izlemek, şarkısına eşlik etmek, sergisine gitmek, kitabını okumak, ona dokunmaktır. Onu kaybettikten sonra yaktığımız mumlar, söylenen büyük sözler, geride kalanların vicdanını rahatlatmaktan öteye gitmez.

    Sanat, yaşayan bir değer ister. Ve her sanatçı, bir gün sessizliğe karışmadan önce toplumunun desteğini, sevgisini hak eder. Belki de bundan sonra kendimize şu soruyu sormalıyız:
    “Ben sevdiklerimi, sanatçıları, değerlerini yaşarken alkışlıyor muyum, yoksa onların sessizliğini bekleyenlerden miyim?”

    Sevgili solist Güllü, nurlarda uyu.

    Sevgiyle kalın,

    Devamını Oku

    TÜRKİYE’NİN GENEL SORUNLARI

    TÜRKİYE’NİN GENEL SORUNLARI
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Artan Huzursuzluk, Yoksulluk ve Toplumsal Çaresizlik

    Günümüz dünyasında toplumsal sorunlar giderek daha görünür ve derinleşmiş bir hale gelmektedir. Huzursuzluk, yoksulluk, çaresizlik, adaletsizlik ve işsizlik yalnızca bireyleri değil, bütün bir toplumun huzurunu ve geleceğini tehdit eden önemli olgulardır.

    Huzursuzluğun Kaynağı

    Toplumda adaletin zayıflaması, ekonomik eşitsizliklerin büyümesi ve bireylerin temel ihtiyaçlarını karşılayamaması huzursuzluğu artırmaktadır. İnsanlar gelecekten emin olamadığında, yaşam standardı düştüğünde ve hak ettikleri değeri bulamadıklarında ruhsal bir sıkışmışlık yaşar. Bu da toplumsal barışı olumsuz etkiler.

    Yoksulluk ve Çaresizlik

    Ekonomik sorunların büyümesi, yoksulluğun yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Yoksulluk sadece maddi bir eksiklik değil, aynı zamanda eğitime, sağlığa, kültürel yaşama ve sosyal fırsatlara erişimin kısıtlanması demektir. Yoksulluk içinde yaşayan birey, çoğu zaman çaresizlikle yüz yüze kalır. Bu durum bireyin özgüvenini zedeler, toplumsal üretkenliği düşürür.

    Adaletsizlik

    Adaletin yara aldığı toplumlarda eşitsizlikler daha da derinleşir. Bir kesim haklarından kolayca faydalanırken diğer kesim haklarına ulaşamaz hale gelir. Bu adaletsizlik duygusu, toplumun dayanışma duygusunu zayıflatır ve bireyler arasındaki güveni ortadan kaldırır.

    İşsizliğin Etkileri

    İşsizlik, yalnızca ekonomik bir kayıp değil, aynı zamanda psikolojik bir yıkımdır. İşsiz kalan birey hem kendine hem de ailesine karşı yetersizlik duygusu yaşayabilir. Uzun vadede işsizlik, toplumsal huzursuzluğu artıran en büyük sebeplerden biri haline gelir.

    Çözüm Arayışları

    • Adaletin güçlendirilmesi: Her bireyin eşit haklara sahip olduğu bir hukuk düzeni inşa edilmeli.
    • Ekonomik politikaların gözden geçirilmesi: Üretim ve istihdam odaklı adımlar atılmalı.
    • Eğitim fırsatları: Gençler işsizlikten korunmak için çağın gerekliliklerine uygun eğitim almalı.
    • Sosyal dayanışma: Toplumun güçlü kesimleri, zayıf kesimleri destekleyerek sosyal bağları kuvvetlendirmeli.

    Sonuç

    Huzursuzluk, yoksulluk, çaresizlik, adaletsizlik ve işsizlik birbirini besleyen sorunlardır. Bu sorunlarla yüzleşmek yalnızca bireylerin değil, devletlerin ve toplumların ortak sorumluluğudur. Daha adil, eşitlikçi ve umut dolu bir gelecek, ancak toplumsal dayanışma ve ortak çabayla mümkün olacaktır.

    Sevgiyle kalın,

    Devamını Oku

    Bayrağın ve Dinin Arkasına Sığınmak

    Bayrağın ve Dinin Arkasına Sığınmak
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Tarih boyunca bazı bireyler ya da gruplar, kendi çıkarlarını korumak ve eleştirilerden kaçmak için yüksek değerleri kalkan gibi kullanmıştır. Bunların başında bayrak ve din gelir. Oysa bayrak da din de özünde toplumu birleştiren ve ortak değerleri temsil eden kutsal sembollerdir; onları şahsi menfaatler uğruna kullanmak, hem bu değerlere hem de topluma zarar verir.


    Bayrak: Birlik ve Bağımsızlığın Sembolü

    Bayrak, bir milletin bağımsızlığının, onurunun ve ortak tarihinin simgesidir. Ancak, “vatanseverlik” maskesi altında yapılan yanlışları gizlemek, bayrağın gerçek anlamını gölgeler. Gerçek vatansever, bayrağın temsil ettiği değerleri korur; adalet, eşitlik ve halkın refahı için çalışır.

    Bir kişinin ya da grubun, eleştirildiğinde “Bayrağa saldırıyorlar!” diyerek kendini aklamaya çalışması, vatan sevgisini değil, kendi çıkarını öne koyduğunu gösterir.


    Din: Maneviyat ve Ahlakın Yol Göstericisi

    Din, insanların manevi huzur bulduğu, ahlaki değerlerini şekillendirdiği bir inanç sistemidir. Ancak tarih boyunca din, kimi zaman güç elde etme veya otoriteyi koruma amacıyla da kullanılmıştır.

    Gerçek dindarlık, dinin öğretilerini günlük yaşamda dürüstçe yaşamakla olur; dini, kendi yanlışlarını örtmek için kullanmak ise hem inancı istismar etmek hem de toplumsal güveni zedelemektir.


    Topluma ve Değerlere Zarar

    Bayrağın ve dinin arkasına sığınmak, toplumda iki önemli zarara yol açar:

    1. Kutsal Değerlerin Yıpranması: İnsanlar, bu sembolleri samimiyetsizlikle ilişkilendirmeye başlar.
    2. Toplumsal Kutuplaşma: Eleştiriler, “değer düşmanlığı” olarak yaftalanır ve sağlıklı tartışma ortamı yok olur.

    Çözüm: Değerleri Gerçek Anlamıyla Yaşatmak

    Bayrak, millî birlik ve beraberliğin; din ise manevi bütünlüğün sembolüdür. Bunları kişisel hesaplar için araçsallaştırmak yerine, gerçek anlamıyla yaşatmak gerekir.

    Eleştiriden korkmak yerine, hataları kabul etmek ve düzeltmek, hem vatanseverliğin hem de dindarlığın bir gereğidir.


    Sonuç olarak, bayrak ve din, kişisel kalkan değil; toplumu birleştiren, adalet, dürüstlük ve kardeşlik gibi değerleri besleyen unsurlardır. Onları gerçekten yüceltmek, samimiyetle savunmak ve her koşulda hakkını vermek, hem milletin hem inancın onurunu korumanın tek yoludur.

    Sevgiyle kalın.

    Devamını Oku

    YERALTI MADENLERİMİZİN LÜTFEN DEĞERİNİ BİLELİM

    YERALTI MADENLERİMİZİN LÜTFEN DEĞERİNİ BİLELİM
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Türkiye, yer altı kaynakları bakımından oldukça zengin bir ülkedir. Farklı bölgelerinde çeşitli madenler bulunur ve bu madenler hem ülke ekonomisi hem de sanayi için büyük önem taşır.

    Ülkemizin en önemli madenlerinden biri bor’dur. Türkiye, dünya bor rezervlerinin büyük bir kısmına sahiptir. Bor madeni; cam, deterjan, gübre ve uzay sanayisinde kullanılır.

    Kömür, enerji üretiminde kullanılan bir başka önemli madendir. Taşkömürü özellikle Zonguldak’ta, linyit ise Afşin, Elbistan, Manisa ve Kütahya gibi bölgelerde çıkarılır.

    Altın, gümüş, bakır, krom, demir, kurşun ve çinko gibi madenler de Türkiye’nin farklı şehirlerinde yer altından çıkarılarak ekonomiye kazandırılır. Örneğin, bakır Artvin-Murgul’da, demir Sivas ve Malatya’da, krom ise Elazığ ve Muğla’da çıkarılır.

    Madenler, fabrikalarda işlenerek sanayide, inşaatta, teknolojide ve günlük hayatta kullanılır. Aynı zamanda madencilik sektörü, birçok kişiye iş imkânı sağlar ve bölgesel kalkınmayı destekler.

    Ancak madencilik yapılırken doğaya zarar verilmemeli, çevre koruma önlemleri mutlaka alınmalıdır. Bu sayede hem madenlerden faydalanabilir hem de doğamızı koruyabiliriz.

    Bu ülke hepimizin.
    Sevgiyle kalın.

    Devamını Oku

    TÜRKİYE YANIYOR, DOĞA YOK OLUYOR!

    TÜRKİYE YANIYOR, DOĞA YOK OLUYOR!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Yaz aylarıyla birlikte artan orman yangınları, sadece ağaçları değil; hayvanları, insanları ve geleceğimizi tehdit ediyor.

    Nedenleri:
    İklim krizi

    İhmal ve dikkatsizlik

    Kasıtlı çıkarılan yangınlar

    Yetersiz önlemler ve altyapı eksiklikleri

    Sonuçlar:
    Ekosistemler yok oluyor

    Hava kirleniyor

    Tarım ve turizm zarar görüyor

    İnsanlar evsiz kalıyor

    Ne Yapmalıyız?
    Ormanlara çöp atma

    Ateş yakma, izmarit atma

    Yetkililere şüpheli durumu bildir

    Doğayı koru, ses çıkar!

    Unutma: Orman yoksa, hayat da yok!

    Her yaz yüzlerce hektar ormanımız yok oluyor.

    Nedenleri:
    Aşırı sıcaklar ve kuraklık

    İnsan dikkatsizliği

    Kasıtlı çıkarılan yangınlar

    Müdahaledeki eksiklikler

    Etkileri:
    Hayvanlar ölüyor

    Hava kirleniyor

    Ekonomik zarar büyüyor

    İnsanlar evlerinden oluyor

    Çözüm:
    Erken ve etkili müdahale

    Doğa bilinci ve çevre eğitimi

    Cezai yaptırımların artırılması

    Hep birlikte, topyekûn mücadele

    Sessiz kalma! Ormanlar hepimizin nefesi.

    Türkiye’de Artan Orman Yangınları Neden Önemli?
    Çünkü doğa, canlılar ve geleceğimiz tehdit altında.

    Yangınların Başlıca Nedenleri:
    Küresel ısınma ve kuraklık

    İnsan hataları (sigara, mangal, anız yangını vb.)

    Kasıtlı yangın çıkarılması

    Yetersiz yangın söndürme altyapısı

    Sonuçlar:
    Canlı yaşamı yok oluyor

    Ormansızlaşma artıyor

    Hava ve çevre kirliliği yayılıyor

    Turizm ve ekonomi büyük zarar görüyor

    Ne Yapabiliriz?
    Farkındalık eğitimi yaygınlaştırılmalı

    İhbar sistemleri güçlendirilmeli

    Orman içi yapılaşma önlenmeli

    Erken müdahale ekipleri desteklenmeli

    Doğaya sahip çık, geleceğini koru.
    Bir kıvılcım, binlerce canı yakabilir.

    Sevgiyle kalın,

    Devamını Oku

    İNSANLARIN AGRESİF HALLERİ NE OLACAK?

    İNSANLARIN AGRESİF HALLERİ NE OLACAK?
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Modern Dünyada Öfkenin Yükselişi ve Toplumsal Etkileri

    Günümüz dünyasında insanlar giderek daha fazla agresifleşiyor. Kalabalık şehirler, ekonomik kaygılar, sosyal medyada yaşanan kutuplaşmalar ve bireysel yalnızlık, insanların duygusal dengesini zorluyor. Agresif davranışlar artık sadece bireysel patlamalarla sınırlı kalmıyor; toplumsal düzeyde bir huzursuzluk hâline dönüşüyor.


    Agresifliğin Temel Nedenleri

    İnsanların agresif davranışlarının arkasında çok sayıda psikolojik ve toplumsal sebep yer alır. Bunlardan bazıları şunlardır:

    • Stres ve Baskı: İş hayatındaki rekabet, geçim derdi ve sosyal ilişkilerde yaşanan sorunlar, kişiyi içten içe yıpratır. Bu da öfkeyi tetikler.
    • Dijital Tükenmişlik: Sosyal medya ortamında sürekli beğenilme arzusu, kıyaslamalar ve dijital zorbalık, bireyin ruh sağlığını olumsuz etkiler.
    • Empati Eksikliği: İnsanlar artık birbirini anlamaya değil, üstün çıkmaya çalışıyor. Empati azaldıkça sabır da tükeniyor.

    Agresyonun Toplumsal Sonuçları

    Agresif tavırlar bireysel bir sorun gibi görünse de aslında toplumu derinden etkiler. Aile içi şiddet, trafikte yaşanan kavgalar, okullarda artan zorbalık vakaları bu durumun açık örnekleridir. İnsanlar arasında güven duygusu zedelenmekte, toplumsal dayanışma yerini korkuya bırakmaktadır.


    Çözüm Ne Olabilir?

    • Ruhsal Sağlık Desteği: Psikolojik danışmanlık, terapi ve stresle başa çıkma yöntemleri toplumda yaygınlaştırılmalıdır.
    • Eğitim ve Farkındalık: İnsanlara öfke kontrolü, iletişim becerileri ve empati gibi konular küçük yaştan itibaren öğretilmelidir.
    • Medya Sorumluluğu: Televizyon, internet ve sosyal medya; kışkırtıcı değil, uzlaştırıcı içerikler üretmeye yönlendirilmelidir.

    Sonuç: Agresifliğin Yönü Bizim Elimizde

    İnsanlar değişebilir, toplumlar dönüşebilir. Agresyonun arttığı bir dünyada çözüm de yine insanda gizlidir. Anlayış, sabır ve dayanışma; karanlığı aydınlatacak en güçlü ışıklardır. Bu yüzden her birey, kendi öfkesinin farkına varmalı ve onu sağlıklı şekilde yönetmeyi öğrenmelidir. Çünkü daha sakin bir dünya, daha sakin bireylerle mümkündür.

    Sevgiyle kalın.

    Devamını Oku

    KAMERANIN GÜCÜ İNSANLARI NASIL DEĞİŞTİRİYOR? GÖRELİM

    KAMERANIN GÜCÜ İNSANLARI NASIL DEĞİŞTİRİYOR? GÖRELİM
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bazı ünlülerin kamera karşısında sevimli, sempatik, güler yüzlü oluşu ne yazık ki birçok izleyiciyle karşılaştıklarında pek de iç açıcı olmuyor.
    Kamera karşısında oyuncu, kamera arkasında ise kendisi olmak; ne yazık ki seyirciyi hayal kırıklığına uğratan, hoş olmayan davranışlarla karşılarında dumura uğratılmış koskoca bir hayal kırıklığına dönüşüyor.

    Günümüzde teknolojinin gelişimiyle birlikte hayatımızın her alanına nüfuz eden kameralar, sadece görüntü kaydetmekle kalmıyor; bireylerin davranışlarını, tutumlarını ve hatta kimliklerini değiştiren güçlü bir etken hâline geliyor. Kamera, artık sadece bir gözlem aracı değil; aynı zamanda toplumsal normların, kişisel algıların ve insan ilişkilerinin yeniden şekillendiği bir mecra.

    Görünür Olma Baskısı
    Kamera karşısında olmak, çoğu insan için artık günlük bir durum hâline geldi. Sosyal medya platformlarında yapılan paylaşımlar, canlı yayınlar ve sürekli izlenme hâli, bireylerde “görünür olma” baskısını artırıyor. Bu baskı, insanların daha dikkatli davranmasına, doğal kimliklerinden uzaklaşmasına ve kendilerini idealize ettikleri şekilde sunmalarına neden oluyor. Birçok kişi, gerçek hayattaki hâlinden farklı bir “kamera kişiliği” geliştiriyor.

    Kendini Sunma ve Algı Yönetimi
    İnsanlar, kameralar sayesinde kendi hayatlarının yönetmeni olma şansını buldu. Fakat bu durum, beraberinde ciddi bir “algı yönetimi” sürecini getiriyor. Kamera karşısında insanlar daha mutlu, daha başarılı, daha güzel görünmeye çalışıyor. Gerçek yaşamdaki sorunlar, mutsuzluklar ya da zorluklar çoğunlukla perde arkasında kalıyor. Böylece sahte bir mutluluk ve başarı algısı yaygınlaşıyor.

    Davranışların Değişimi ve Gözetim Psikolojisi
    Kameralar, bireylerin toplum içinde sergilediği davranışları da değiştiriyor. Güvenlik kameraları ya da cep telefonlarının her an kayıt alabilecek olması, kişilerin daha temkinli, daha kontrollü davranmasına neden oluyor. Birey, sürekli izlenme ihtimali altında kendi üzerinde denetim kurmaya başlıyor.

    Yüzeyselleşen İletişim ve İmaj Kültürü
    Kameranın gücü, iletişimi de derinden etkiliyor. Görüntünün, içeriğin önüne geçtiği bir çağda yaşıyoruz. Bir insanın söyledikleri kadar nasıl göründüğü de önemli hâle geldi. Bu da özellikle gençler arasında dış görünüşe verilen önemi artırıyor, özgüven problemlerine ve sosyal kaygılara neden olabiliyor.

    Mahremiyetin Kaybı
    Kamera aracılığıyla her an kayıt altına alınabilme ihtimali, bireylerin mahremiyet algısını da değiştiriyor. Özel alan ile kamusal alan arasındaki sınırlar giderek belirsizleşiyor. Her an izlenebilecek olmanın verdiği huzursuzluk, bazı insanlar için ciddi psikolojik baskılara neden olabiliyor.

    Sonuç olarak, kameranın gücü sadece teknolojik değil, sosyolojik ve psikolojik etkiler de yaratıyor. İnsanlar artık sadece başkaları tarafından değil, kendi kameralarıyla da sürekli gözleniyor ve değerlendiriliyor. Bu durum, bireyleri hem içsel bir dönüşüme sürüklüyor hem de toplumsal ilişkileri yeniden şekillendiriyor. Kamera, çağımızın aynası hâline gelirken, bizlere şu soruyu sorma sorumluluğunu da yüklüyor:
    “Gerçekten kendimiz miyiz, yoksa sadece kayda değer görünen hâlimiz mi?”

    Sevgiyle kalın.

    Devamını Oku

    YAŞAM MÜCADELESİ

    YAŞAM MÜCADELESİ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Hayat, çoğu zaman beklenmedik zorluklarla dolu bir yolculuktur. İnsan doğası gereği güçlü, dirençli ve mücadeleci bir varlıktır. Bu nedenle, karşılaştığı tüm zorluklara rağmen ayakta kalabilmek ve yaşamını sürdürebilmek için mücadele eder. Bu mücadele, sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal, zihinsel ve toplumsal boyutları olan derin bir süreçtir.

    Doğaya Karşı Mücadele
    İnsanın hayatta kalma mücadelesi, tarih boyunca en çok doğaya karşı olmuştur. Zorlu iklim koşulları, doğal afetler, yiyecek ve su bulma çabası gibi temel ihtiyaçlar, insanı sürekli çözüm üretmeye ve doğayla uyum içinde yaşamaya zorlamıştır. Bu çaba, tarımın, barınakların, ateşin ve teknolojinin gelişmesinde büyük rol oynamıştır.

    Savaşlar ve Göçler
    Tarih boyunca milyonlarca insan, savaşlar, işgaller, iç çatışmalar ve siyasi baskılar nedeniyle yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalmıştır. Bu insanlar, bilinmezliğe doğru yol alırken sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da büyük bir hayatta kalma mücadelesi vermiştir. Bugün bile savaş bölgelerinde ya da zor şartlar altındaki coğrafyalarda yaşayan insanlar için hayat, bir mücadeleden ibarettir.

    Yoksullukla Mücadele
    Birçok insan, günlük yaşamında temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiştir. Açlıkla, işsizlikle, barınma sorunuyla başa çıkmaya çalışan bireyler, hayatta kalmak için her gün yeniden savaş verir. Yoksulluk, sadece maddi değil, aynı zamanda ruhsal bir yıpranmadır. Bu şartlara rağmen umut etmek ve mücadeleye devam etmek, insanın ne kadar güçlü bir varlık olduğunu gösterir.

    Ruhsal ve Zihinsel Mücadele
    Hayatta kalmak sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik bir mücadeledir. Depresyon, kaygı, travmalar ve yalnızlık gibi duygusal zorluklar, insanların iç dünyasında büyük fırtınalar koparabilir. Ancak bu ruhsal yaraları iyileştirmek için gösterilen çaba da bir tür hayatta kalma mücadelesidir. İnsan, çoğu zaman görünmeyen savaşlar verir ve bu savaşların kazanılması da en az fiziksel zorluklar kadar önemlidir.

    Umudun Gücü
    Hayatta kalma mücadelesinin en önemli destekçisi umuttur. İnsan, ne kadar zor durumda olursa olsun, yarının daha iyi olacağına olan inançla yoluna devam eder. Umut, insanı ayakta tutan, dirençli kılan, karanlıkta bir ışık yakan en büyük güçlerden biridir. Mücadele etmenin anlamı da buradan gelir: Vazgeçmemek, yeniden denemek ve yeniden doğmak.

    Sonuç
    Hayatta kalmak, sadece nefes almak değil, zorluklara rağmen yaşamayı seçmek ve direnebilmektir. İnsanın doğasında var olan bu mücadele gücü, onu tarih boyunca ayakta tutmuş, medeniyetleri kurmuş ve bugünlere getirmiştir. Her bireyin hayatında farklı alanlarda verdiği bu mücadele, insan ruhunun ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha gösterir. Hayatta kalmak bir seçim değil, bir zorunluluktur; ama mücadele etmek, onurlu bir duruştur.

    Sevgiyle kalın.

    Devamını Oku

    KADIN CİNAYETLERİ SON OLSUN

    KADIN CİNAYETLERİ SON OLSUN
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kadın Cinayetlerine Son Olsun: Toplumsal Sessizliği Bozma Vakti

    Her gün, dünyanın dört bir yanında kadınlar sadece kadın oldukları için şiddete maruz kalıyor, hayatlarını kaybediyor. Türkiye’de de kadın cinayetleri, uzun süredir toplumsal bir yara haline gelmiş durumda. Bu cinayetler, yalnızca bireysel trajediler değil; aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin, sistemsel adaletsizliklerin ve toplumsal duyarsızlığın yıkıcı sonuçlarıdır. Artık bu sessizliğe bir son verilmelidir: Kadın cinayetlerine son olsun.

    Kadın Cinayetleri Nedir?

    Kadın cinayetleri, çoğunlukla kadının tanıdığı, birlikte yaşadığı ya da eski eşi/sevgilisi tarafından işlenen, cinsiyet temelli öldürmelerin genel adıdır. Bu cinayetlerin ardında çoğu zaman “namus”, “kıskançlık”, “reddedilme” gibi bahaneler yatmakta, kadınların yaşam hakları adeta pazarlık konusu yapılmaktadır.

    İstatistikler Ne Diyor?

    Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre her yıl yüzlerce kadın öldürülüyor. Bu cinayetlerin çoğunda kadınlar defalarca şikâyette bulunmuş, korunma talep etmiş ancak gerekli önlemler alınmamıştır. Bu durum, hukuki mekanizmaların yetersizliğini ve sistemin işlevsizliğini gözler önüne seriyor.

    Neden Bu Kadar Yaygın?

    Kadın cinayetlerinin bu kadar yaygın olmasının nedenleri çok boyutludur:

    Toplumsal cinsiyet rolleri: Kadınları edilgen, erkekleri ise egemen bir pozisyonda gören anlayış.

    Cezasızlık kültürü: Failin iyi hâl indirimi alması, toplumda benzer suçları teşvik edebiliyor.

    Yetersiz koruma mekanizmaları: Koruma kararlarının etkin uygulanmaması.

    Medya dili: “Kıskançlık krizi”, “aşk cinayeti” gibi ifadelerle suçun romantize edilmesi.

    Ne Yapılmalı?

    Kadın cinayetlerinin önlenmesi için atılması gereken adımlar nettir:

    Eğitim ve farkındalık: Cinsiyet eşitliği eğitimi okul öncesinden başlayarak sistemli biçimde verilmelidir.

    İstanbul Sözleşmesi gibi uluslararası metinlere bağlılık: Kadınları koruyan sözleşmeler uygulanmalı, geri çekilme kararları gözden geçirilmelidir.

    Hukuki reformlar: Caydırıcı cezalar uygulanmalı, kadınların şikâyet süreçleri kolaylaştırılmalıdır.

    Sivil toplumun güçlendirilmesi: Kadın hakları savunucuları desteklenmeli, kadın sığınma evlerinin sayısı artırılmalıdır.

    Medyanın sorumlu davranması: Cinayet haberleri duyarsızlaştırıcı değil, bilinçlendirici bir dil ile aktarılmalıdır.

    Sessiz Kalmak Suça Ortak Olmaktır

    Her kadın cinayeti, toplumun ihmaliyle de gerçekleşir. Komşunun duyduğu çığlığı görmezden gelmesi, yetkililerin şikâyetleri ciddiye almaması, medyanın olayı sansasyonel hâle getirmesi… Tüm bunlar, kadınları yalnızlaştırır. Oysa sessiz kalmak, suça ortak olmaktır.

    Sonuç

    Kadınların yaşam hakkı tartışmaya açık değildir. Bu toplumda herkesin özgür ve güvenli yaşama hakkı vardır. Kadın cinayetlerini durdurmak, yalnızca kadınların değil, hepimizin sorumluluğudur. Herkesin bir adım atması gereken bu süreçte, güçlü yasalar, kararlı politikalar ve değişen toplumsal bakış açılarıyla ancak çözüm mümkündür.

    Kadınlar yaşasın diye susma! Unutma: Bir kişi daha eksilmeye tahammülümüz yok.

    Sevgiyle kalın

    Devamını Oku

    TOPLUMSAL SORUNLARIMIZ

    TOPLUMSAL SORUNLARIMIZ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Elbette, toplumsal sorunlar bir toplumun düzenini, bireylerin yaşam kalitesini ve genel refahını etkileyen önemli meselelerdir. İşte günümüzde sıkça karşılaşılan bazı temel toplumsal sorunlar:

    1. Gelir Adaletsizliği

    Toplumda zengin ile yoksul arasındaki uçurum giderek büyüyor. Bu da sosyal dengesizliklere, fırsat eşitsizliklerine ve huzursuzluğa yol açıyor.

    Eğitimde Eşitsizlik İçler Acısı

    Her bireyin kaliteli eğitime erişimi olması gerekirken, sosyoekonomik farklar nedeniyle bazı bölgelerde eğitim imkânları sınırlı kalıyor. Bu durum, gelecekte işsizlik ve yoksulluğu besliyor.

    İşsizlik ve Geçim Sıkıntısı

    Özellikle gençler arasında işsizlik büyük bir sorun. İş bulamayan ya da geçinemeyen bireyler hem psikolojik hem ekonomik olarak zorlanıyor.

    Söylemekten dilimizde tüy bitiren…

    Kadına Yönelik Şiddet

    Kadınların fiziksel, psikolojik ya da ekonomik şiddete uğraması, toplumun en ciddi sorunlarından biridir. Bu durum yalnızca kadınları değil, tüm toplumu derinden etkiler.

    Ve Göç ve Mülteci Sorunları

    Savaşlar, ekonomik krizler veya siyasi baskılar nedeniyle başka ülkelere göç eden insanlar, barınma, eğitim, iş gibi alanlarda zorluklar yaşıyor ve bu durum sosyal gerilimleri artırabiliyor.

    En Önemlisi: Sağlık Hizmetlerine Erişim

    Her bireyin sağlık hizmetlerinden eşit şekilde faydalanması gerekirken, bazı kesimler bu hizmetlere ulaşmakta zorlanıyor.

    Mesela Çevre Kirliliği ve İklim Krizi

    Çevreye duyarsızlık, uzun vadede hem bireyleri hem de gezegenin geleceğini tehdit ediyor. Temiz suya erişim, hava kirliliği ve doğal kaynakların tükenmesi gibi konular artık acil çözüm bekliyor.

    Mesela Dijital Eşitsizlik

    Teknolojiye erişimi olmayan bireyler, bilgiye ulaşma ve fırsat eşitliğinden mahrum kalıyor. Bu da toplumsal eşitsizliği daha da derinleştiriyor.

    Toplumsal sorunlar bir günde çözülmez; ancak farkındalık, dayanışma ve bilinçli politikalarla zamanla aşılabilir.
    Sevgiyle kalın

    Devamını Oku

    OTELLERE TAVSİYEM

    OTELLERE TAVSİYEM
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Son zamanlarda kafama takılanlardan biri de otellerdeki yemek ziyanlıkları.

    Her gittiğim otelde, ne zaman yemeğe gitsem, bırakın tatil yapmayı kalbim acıyarak geri dönüyorum.

    İnsanlığın bu kadar açgözlü ve doyumsuz olduğunu o zaman daha da iyi anlayarak, ağzım bir karış açık hayretlere düşüyorum.

    Ekstra ücret ödemedikleri için, açık büfe rezerve ücretine dahil olduğundan dolayı her kahvaltıda, her yemekte o tabaklar tepeleme dolup dolup taşıyor. Yeseler de yemeseler de gözleri aç olduğundan dolayı her üründen alıp sonra da direkt çöpe atıyorlar ne yazık ki.

    Sevgili otel işletmecileri, yaptığınız otel ücret paketlerine sınırlı yemek paketi verin ki gerektiği kadar yemek alsınlar. Memlekette bu kadar aç insanımız varken, boşuna çöpe gitmesin.

    Gelelim şimdi asıl konuya… Bu insanların duyarsızlıklarına mı üzülmeliyiz yoksa onca aç susuz insanımız varken, bu yemeklerin gösteriş uğruna çöpe gidişine mi üzülmek gerek, bilemedim.

    Ben düşünüyorum da acaba evlerinde de böyle ziyanlar mı yapıyorlar?

    İsmini vermeden birkaç otelden gözlemlediklerimi sizinle paylaşmak istedim.
    Bu yiyeceklerin tamamı çöpe gidiyor.

    Kedi maması, köpek maması yapan firmalarla diyaloğa geçip neden bu atıkları değerlendirmiyorlar hiç anlamıyorum.
    İlla ki zarar edip öyle mi anımsayacaksınız?

    Bu yazıyı yazmamın sebebi ise: Lütfen otellerle mama fabrikaları birlikte çalışıp boşa giden atıkları mama yapın.
    En önemlisi de biraz daha ucuza gelen mamayı bizlere de ucuza mal etmiş olursanız, bizler de daha fazla sokak hayvanını doyurmuş oluruz.

    İllaki ünlü biri mi söylemeli bu fikirleri sizlere?
    Ya da TV kanallarında mı görünmeniz lazım güzel işler yapmanız için?

    Lütfen yapmayın bunu arkadaşlar!
    Çalışın, imkânlarınızı sonuna kadar zorlayın, faydalı işlerin ucundan tutun ve asla bırakmayın.

    Sizler kendinize güvenir, güzel işlere imza atarsanız bizler sizleri fazlasıyla korur, kollar ve destekleyip ayakta alkışlarız.

    Bu yazıyı okuyanların bazıları şöyle düşünebilir: “Bu kadar aç insan varken kedi köpek mi düşünelim?” diyecekler.
    Evet, onlar da can ve bu yiyecekler artık olduğu için insanlara verilmeyeceğine göre, hayvanlara çok güzel mama oluyor.

    Lütfen biraz daha duyarlı olalım!
    Zarar, ziyan, boşa harcama, kullanım; sadece aile, ev, ocak değil ülkeyi yıkar, batırır, unutmayın!

    Herhangi bir giyecek, yiyecek, araç gereç… Aklımıza ne geliyorsa, atmak, kırmak, dökmek marifet olmadığı gibi; üretmek, türetmek, azdan var edip çoğaltmak marifettir, unutmayın.

    Saygılarımla, sevgiyle kalın.

    Devamını Oku

    BEYLER LÜTFEN DİKKAT

    BEYLER LÜTFEN DİKKAT
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Beyler, evlenmek için bakire kızlar istiyorsunuz. İsterken de nedenini kendinize dahi ifade edemediğiniz bir sorun var ortada. Lakin bundan kendi haberiniz var mı acaba?

    Şöyle ki; etrafta bırakın bakire kız olmayı, kadın dahi bırakmadınız ki… Öldürmekten, kaldı ki bakire olsunlar!
    Bu da yetmiyormuş gibi tutturdunuz bir yol: “Sana güveniyorum fakat karşındakine güvenmiyorum.” sözüyle yıllarca kandırdınız kadınları.

    Karşındaki, güvenmediğin kişi de senin hemcinsin. Neden ona güvenmiyorsun? Çünkü ne kadar hain olduğunu en iyi sizler biliyorsunuz. Hem de uygulamalı tarafından, değil mi?

    Eski dönemlerde hayvanat bahçesine gidildiğinde, pikniğe veya ormana gidildiğinde de yabani hayvanlara dikkat ederdik. Hatta tabelalar vardı.
    Bu hayvanların kadınlara, çocuklara saldırmasından korkardık. Erkeksiz gidemezdik, değil mi?

    Ama o dönemlerde erkekler babaydı, kocaydı, abiydi, komşuydu.
    Ya şimdi?

    Öyle bir döneme geldik ki; yabani hayvanların insanlara zarar vermeyi bırakın, insanlardan korkup kaçar oldular.
    Eşe, dosta, komşuya veya toplum içine girerken neredeyse sorar hale geldik:
    “Gideceğimiz yerde yabani insan var mı?” diye…
    “Canımıza zarar gelir mi?” diye…
    “Öldürülür müyüz?” korkusu ile sorarız…

    Yaşamak, nefes almak gerçekten çok zor.
    Her gün onlarca kadın; eşleri tarafından, babaları tarafından, abileri tarafından, çevredeki sapıklar tarafından, sevdiklerinin gözü önünde, göz göre göre katlediliyor.
    Minicik bebekler, çocuklar ya darp edilip öldürülüyor ya da taciz, tecavüz edilerek öldürülüyor.
    Zaten ölmeselerdi de, bu acıyla o minicik bedenler, günahsız insanlar nasıl yaşarlardı?
    Nasıl taşırlardı ki?
    İnsan görünen vahşi ve saldırgan yaratıklarla aynı gökyüzünün altında nasıl nefes alırlardı ki?
    Alamıyorlar maalesef…
    Öyle ya da böyle nefes aldırmıyorlar cani sapıklar.

    Ne yapmalıyız peki?
    Var mıdır bunun çözümü?

    Bence var. Hem de çok güzel var!

    Bunlar hadım edilsin!
    Tek kelimeyle: hadım edilsin!
    Alnının çatına kocaman bir S harfi yapılsın dövme olarak. Ve ölene kadar orada kalsın!
    Anlamını herkes bilsin.
    Onun S-apık olduğunu…

    Ve devlet onu ölene kadar boğaz tokluğuna, en ağır işlerde çalıştırsın!
    Bakalım bu ceza karşısında yabaniler nasıl ehlileşerek kendilerini frenleyecekler, görün!

    Benden söylemesi.
    Sevgiyle kalın.

    Devamını Oku

    ANNELER GÜNÜ: SEVGİNİN VE FEDAKARLIĞIN GÜNÜ

    ANNELER GÜNÜ: SEVGİNİN VE FEDAKARLIĞIN GÜNÜ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü kutlanan Anneler Günü, sadece bir takvim günü değil; sevginin, şefkatin, fedakârlığın ve karşılıksız emeğin sembolü olan annelere duyulan saygının bir ifadesidir. Bu özel gün, dünyanın dört bir yanında çeşitli geleneklerle kutlansa da özü her yerde aynıdır: Annelerin değerini hatırlamak ve onlara olan sevgiyi göstermek.

    Anneler Günü’nün Tarihçesi

    Anneler Günü’nün modern anlamda kutlanması, 20. yüzyılın başlarına dayanır. Amerika Birleşik Devletleri’nde Anna Jarvis isimli bir kadının annesini anmak için başlattığı çaba, 1914 yılında resmiyet kazanarak Anneler Günü’nün ulusal bir gün olarak ilan edilmesine yol açmıştır. Türkiye’de ise bu özel gün, ilk kez 1955 yılında kutlanmaya başlamıştır.

    Annelerin Hayatımızdaki Yeri

    Anne, yalnızca bir çocuk dünyaya getiren kişi değil; bir hayat öğretmeni, bir rehber ve çoğu zaman bir kahramandır. Gecesini gündüzüne katarak evlatları için çalışan anneler, çoğu zaman kendi ihtiyaçlarını ikinci plana atarlar. Koşulsuz sevgileriyle büyüttükleri çocuklara hayat boyu yol gösterirler.

    Toplumların temeli olan aile yapısının merkezinde genellikle anneler yer alır. Çocukların karakter gelişimi, sevgiyi ve güveni öğrenmeleri büyük ölçüde annelerin ilgisine bağlıdır. Bu yüzden Anneler Günü, sadece bireysel bir kutlama değil, aynı zamanda toplum olarak annelere duyulan şükran duygusunun da yansımasıdır.

    Bu Özel Günü Nasıl Anlamlı Kılabiliriz?

    Anneler Günü’nde alınan hediyeler, çiçekler ya da yapılan sürprizler elbette anlamlıdır. Ancak en değerli armağan, zaman ayırmak ve sevgiyi içtenlikle göstermektir. Anneler, en çok hatırlanmak ve değer verildiğini hissetmek ister.

    Bu özel gün, aynı zamanda annesini kaybetmiş olanlar için de duygusal bir anlam taşır. Onları anmak, hatıralarına saygı göstermek ve dualarla yâd etmek, Anneler Günü’nü manevi açıdan daha da derinleştirir.

    Sonuç

    Anneler Günü, yılda bir gün kutlansa da, annelerin hakkı bir güne sığmayacak kadar büyüktür. Hayatımızdaki yerleri tartışılmaz olan annelerimize her gün sevgimizi göstermek, onları anlamaya çalışmak ve emeklerini takdir etmek en büyük sorumluluğumuzdur.

    Tüm annelerin Anneler Günü kutlu olsun.
    Sevgiyle kalın.

    Devamını Oku

    SIRRI SÜREYYA ÖNDER ANISINA

    SIRRI SÜREYYA ÖNDER ANISINA
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Direnişin, mizahın, barışın ve umudun ismi o.

    Sırrı Süreyya Önder, Türkiye siyasal tarihinde sadece bir milletvekili, bir sinemacı ya da bir fikir insanı olarak değil; aynı zamanda vicdanın, mizahın ve muhalefetin ete kemiğe bürünmüş hâli olarak yer bulur. 1962 yılında Adıyaman’da, siyasal bilinçle yoğrulmuş bir ailede dünyaya gelen Önder, henüz çocuk yaşlarda emek, eşitlik ve adalet kavramlarıyla tanıştı. Babası Türkiye İşçi Partisi’nin Adıyaman il başkanıydı ve bu durum, onun hayat yolculuğunda derin bir iz bıraktı.

    Sanatla Direniş Arasında Bir Yolculuk

    Ankara Üniversitesi DTCF Sinema-TV Bölümünde eğitim görmesi, onun hayata bakışını daha da derinleştirdi. Sinemayı bir eğlence aracı olarak değil, halkın sesi olabilecek güçlü bir anlatım dili olarak benimsedi. 2006 yapımı Beynelmilel filmi, 1980 darbesinin acı izlerini taşırken; güldürerek düşündüren, düşündürürken yaraları hatırlatan güçlü bir yapıt olarak hafızalara kazındı. Sanatı, sistemle hesaplaşmanın bir yolu olarak gören Önder, her karede bir direnişi anlattı.

    Meclis’te Mizahın ve Vicdanın Temsili

    2011 yılında bağımsız milletvekili olarak TBMM’ye adım atan Sırrı Süreyya Önder, sıradan bir siyasetçi değil, adeta halkın sokağından Meclis kürsüsüne uzanan bir halk ozanı gibiydi. Sert politik tartışmaların arasında sivri zekâsı, hicvi ve mizahı ile dikkat çekti. Ancak onun asıl gücü, Türkiye’nin en zorlu süreçlerinden biri olan çözüm sürecinde, diyalogdan yana tutumuyla öne çıkmasıydı. İmralı görüşmelerine katılan heyette yer alarak, barış için büyük riskler aldı. O, barış talebini “yumuşak bir şiir” gibi dillendirdiği hâlde, çoğu zaman demir duvarlara çarptı.

    Bir Aykırının Sessiz Bağırışı

    Önder, politik arenada alışılmış kalıpları reddeden bir figürdür. Ne tamamen akademik, ne tamamen halkçı, ne yalnızca sanatçı… O, tüm bu kimliklerin iç içe geçtiği; Türkiye’nin çok sesli, çok kimlikli, çok yaralı coğrafyasının bir temsili gibidir. Zaman zaman kendi partisinden de eleştiri almış, ama hiçbir zaman popülist dalgalara kapılmamıştır. Onun için önemli olan, doğruyu en zor anda bile söyleyebilmekti.

    Sonuç Yerine: Kalpten Kalbe Bir Siyaset

    Sırrı Süreyya Önder’i anlatmak, aslında Türkiye’nin yakın tarihine dürüstçe bakmak demektir. Onun hikâyesi, bireysel bir biyografi olmaktan çok, bu topraklarda vicdanın ve mizahın ayakta kalma mücadelesidir. Belki hiçbir zaman çoğunluğun adamı olmadı ama her zaman sessizlerin sesi olmayı seçti. Sözleriyle güldürdü, ama gülüşlerin arkasında derin bir hüzün bıraktı.

    Mekânın cennet olsun,
    Yattığın yer nurlarla dolsun güzel insan.

    Sevgiyle kalın

    Devamını Oku

    HER GEÇEN GÜN YOBAZLAŞIYOR MUYUZ?

    HER GEÇEN GÜN YOBAZLAŞIYOR MUYUZ?
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Zaman ilerledikçe toplumların gelişmesi, bireylerin daha özgür, daha sorgulayıcı ve daha bilinçli hale gelmesi beklenir. Ancak son yıllarda tam tersi bir eğilimin yükseldiğine tanık oluyoruz. Sorgulamanın yerini körü körüne kabulleniş, özgür düşüncenin yerini dogmatik kalıplar, çeşitliliğin yerini tek tipleşme alıyor. Bu da ister istemez şu soruyu sorduruyor: Her geçen gün yobazlaşıyor muyuz?

    Yobazlık yalnızca dini alanda değil; siyasetten sanata, eğitimden gündelik yaşama kadar birçok alanda kendini gösteriyor. Eleştiriye kapalı, farklı fikirlere düşman bir tavır; modern dünyanın dinamizmine ayak uydurmak yerine, geçmişin katı ve çoğu zaman sorgulanmamış kurallarına sıkı sıkıya sarılmak gibi eğilimlerle karşımıza çıkıyor. Eğitim sisteminden medyaya, sosyal hayattan bireysel ilişkilere kadar birçok yerde bu tutuculuğun izlerini görmek mümkün.

    Peki neden? Belki de belirsizliklerle dolu bir çağda yaşamanın getirdiği kaygılar, insanları kesin cevaplar vaat eden dogmalara daha çok itiyor. Belki de bireysel özgürlüklerin getirdiği sorumluluk yükü, bazılarına ağır geliyor ve güvenli bir “doğru”ya sığınma arzusu doğuruyor.

    Ancak şunu unutmamak gerekir: Gelişim, ancak sorgulayan, düşünen ve farklılıklara saygı duyan bir toplumla mümkündür. Yobazlaşmak; yalnızca bireyleri değil, tüm bir toplumu köreltir, durağanlaştırır ve geriye götürür. İlerlemek istiyorsak, korkularımıza yenik düşmeden açık fikirli olmayı, öğrenmeyi ve anlamayı seçmeliyiz.

    Belki de asıl sormamız gereken soru şudur: Yobazlaşmaya seyirci mi kalacağız, yoksa eleştirel aklın ışığında kendimize yeni bir yol mu çizeceğiz?

    Sevgiyle kalın

    Devamını Oku

    ESTETİK SADECE TERCİH

    ESTETİK SADECE TERCİH
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Günümüzde güzellik algısı, sosyal medya, moda endüstrisi ve toplumun dayattığı normlarla şekilleniyor. Özellikle genç kızlar, bu baskılar karşısında estetik müdahalelere yönelme konusunda daha açık hale geliyor. Burada asıl mesele, estetik yaptırmanın “doğru” ya da “yanlış” olması değil; bu kararın arkasındaki motivasyonun ne olduğudur.

    Estetik müdahaleler, bireyin kendini daha iyi hissetmesi, özgüven kazanması veya uzun zamandır rahatsızlık duyduğu bir özelliğini değiştirmesi amacıyla yapılabilir. Bu durumda, kişi kendi isteğiyle, bilinçli ve sağlıklı bir kararla hareket ediyorsa, estetik bir tercihtir ve saygı duyulmalıdır.

    Ancak toplumun, özellikle de sosyal medyanın yarattığı “ideal güzellik” baskısıyla yapılan estetikler, bireyin kendine yabancılaşmasına yol açabilir. Sürekli daha ince bir burun, daha dolgun dudaklar, daha belirgin elmacık kemikleri… Bu sonsuz döngü, kişinin gerçek benliğini unutmasına neden olabilir.

    Estetik, bir ihtiyaç değil; tercihtir. Fakat bu tercihin ardında özgür irade, kendini sevme ve kabul görme isteği gibi değerler olmalıdır. Her birey, olduğu haliyle değerlidir. Değişim, ancak içsel bir kararla ve sağlıkla harmanlandığında anlam kazanır.

    Önemli olan, güzelliğin sadece dış görünüşte değil; zihin, ruh ve karakterde de var olduğunu unutmamaktır. Estetik, bu bütünlüğü tamamlayan küçük bir dokunuş olabilir; ama asla bir zorunluluk ya da toplumsal baskıya boyun eğme biçimi olmamalıdır.

    Sevgiyle kalın

    Devamını Oku

    Volkan Konak

    Volkan Konak
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Karadeniz’in hırçın çocuklarından biri olan rahmetli Volkan Konak…
    Sana minnet borçluyum ve bir vatandaş olarak kalemim, dilim döndüğünce sana olan sevgimi ve hayranlığımı toplumumuzun bir bireyi olarak kendi adıma anlatmak istiyorum. İnsanlığına, vicdanına, doğruluğuna, dürüstlüğüne, babalığına, sanatına, bayrağına, vatanına, milletine sahip çıkmana hayran bir insan olarak sana sonsuz minnet ve saygı duyuyorum. Mekânın cennet olsun. Ailenin, yakınlarının, sevenlerinin ve Türkiye sanat camiasının başı sağ olsun güzel insan. Sizi örnek alan babaların ve bireylerin çoğalmasını temenni ediyorum. Hep söylerim; bazı insanlar bu dünyaya iyi şeylere, birilerine vesile olmaları için geliyorlar.

    Sevgili Volkan Konak;
    Sizin bu dünyada olmanız, sonra birdenbire bu dünyayı terk-i diyar edişinizin bile hep güzelliklere, doğruları göstermeye vesile olduğunu düşünüyorum.
    Bu dünyaya gelişinizle zaten o güzel kalbinizin ekmeğini herkes yedi ve daha da yiyecek. Ve sahnede terk-i diyar edişiniz de belki “Ben geldim ve gidiyorum, benim yarım bıraktıklarımı ülke olarak sizler tamamlayın.” demekti belki de.
    Ve ne yazık ki ülkemizde insanların değerleri, yaşarken bilinmez. Bu geleneği de anlamış değilim. Keşke değerinizi yaşarken daha çok bilebilmiş olsaydık…
    Nurlar içinde uyuyun…

    Devamını Oku