Selim Günay

Selim Günay

16 Eylül 2024 Pazartesi

Pazartesi Notları

Pazartesi Notları
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli okurlarım,

Her hafta pazartesi günleri gündemi ele aldığımız ve kendimizce değerlendirmelerde bulunduğumuz köşe yazımızda bu hafta ne iktidarın ne muhalefetin ne de vatandaş olarak bizlerin dile getirmediği bir konu olan yurtdışı seçmen konusuna değineceğiz. Evi, işi, ikameti yurtdışında olan yılda sadece 1 ay Türkiye’de bulunanların kullandıkları oylar ile ülkenin kaderi arasındaki ilişkiyi açığa çıkartacağız bu hafta.

Yurtdışı seçmen konusuna değindikten sonra kendisi cennet yaşaması cinnet güzel ülkemde meydana gelen akıllara zarar olaylar dizisinde daha 8 yaşındaki Narin’in acısı yüreğimizdeyken Tekirdağ’ın Malkara ilçesinde 2 yaşındaki Sıla bebek ile ilgili yaşanılanlar üzerine vatandaşın tepkisi ve beklentilerine değineceğiz.

Son olarak ise artan vergiler ile ekonomik anlamda iyice zorlaşan yaşam koşulları üzerine araştırma yaparken tesadüfen karşıma çıkan ve vergi ile ilgili önemli tespitler içeren eski başbakanlardan Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN’ın bizzat kaleme aldığı “Adil Ekonomik Düzen” isimli kitap ve kitapta dikkatimi çeken bazı hususlardan söz edeceğim sizlere

Yurtdışı Seçmen

Ülkemizde her seçimin ertesi günü başlar bir sonraki seçime dair senaryolar.  Kaybeden “bu defa olmadı ama bir sonraki seçim garanti”, kazanan ise “halkımız tercihini bizden yana kullandı. Bir sonraki seçimde bize oy vermeyenlerinde gönlüne gireceğiz” gibi söylemlerde bulunur genelde.

Vatandaş olarak bizlerde seçimlere dair yorumlar yapıp birtakım değerlendirmelerde bulunuyoruz elbette ama hiçbirimiz yılın büyük bölümünü yurtdışında yaşayıp da sadece kimliklerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldukları için oy kullananlara dair bir söylemde bulunmuyoruz.

Öncelikle onlarda bizim vatandaşımız, başımızın tacı ama yılda üç beş hafta uğrayıp “bir arkadaşa bakıp çıkacağım” edasıyla gelip gidenlerin bizim ve ülkemizin kaderiyle oynaması mantıklı gelmiyor insana. Üniversite öğrencisine sırf zamanında kaydını aldırmadı ya da süresi geçti diye oy kullandırmayan yetkililer, 11 ay memlekete ayak basmayanlara büyükelçiliklerde, konsolosluklarda ve havalimanlarında özel sandık kuruyorlar. Peki ayağına kadar sandık kurulan gurbetçilere bu hizmet yapılırken evinde yatan tekerlekli sandalye ile oy kullanmaya gitmek zorunda kalan vatandaşın suçu ne diye sormadan geçemiyor insan.

Demokrasinin gereği vatandaş istediği yere oyunu vermekte özgürdür, herhangi bir baskı söz konusu değildir. Fakat öyle zamanlar oluyor ki yerel seçimler ya da milletvekilliği seçimlerinde kafa kafaya giden seçimler tekrar tekrar sayılan oylar oluyor hatta iki rakamlı farklarla seçimi zar zor kazanan adaylar ve yurtdışı seçmen oylarıyla meclise giren milletvekili bile oluyor seçimlerde.

Londra’da Keyif içerisinde yaşayan, kazandığı poundlarla yazın 1 ay dilediği gibi en güzel otellerde ülkemizde tatil yapan bir gurbetçi vatandaşımızın kullandığı oy, Kars-Sarıkamış’ta, Mersin-Erdemli’de ve İstanbul-Silivri’de yaşayan vatandaşımızın yaşam kalitesini etkilemektedir.

Yılın 12 ayı iyi ya da kötü şartlarda yaşayan vatandaşımızın kendi isteğiyle verdiği oyu kimsenin sorgulama hakkı yok, ama 11 ay yurtdışında yaşayıp vereceği 1 oy ile benim kaderimi etkileyenlerin oyu sorgulanmalıdır bu ülkede!

Kendisi Cennet Yaşaması Cinnet ülkem Türkiye!

Geçen hafta yaşanan ve hala acısını yüreğimizde hissettiğimiz 8 yaşında hayattan koparılan Narin’den sonra yine halkımızı isyan ettiren ve yok artık dedirten bir olay daha yaşandı maalesef. Bu defa kurban küçücük, savunmasız dünyadan bihaber 2 yaşındaki Sıla bebek.

Bu olayda da yine şüpheli en yakınındakiler. Anne, sonra üvey baba, komşular, komşu çocukları vesaire. Bir olayda şüpheli sayısı ne kadar fazla ise maalesef yaşanılan olayların bir organizasyon olduğu şüphelerini arttırıyor.

2 yaşında daha dünyanın ne olduğu bilmeden cinsel istismara uğrayan 2 yaşında bir çocuktan bahsediyoruz. Önce istismar ardından şiddet ve neticede küçücük yavru entübe edildi.

İnsan bu haberleri okudukça kime nasıl güveneceğini bilemiyor. Bu kadar ahlaksızlığın olduğu, toplum olarak yozlaştığımız bir dönemde artık bir şeyler yapmanın vakti gelmiştir.

Bir toplumun;

Savunmasız kadınlara,

Masum çocuklara,

Kimsesiz hayvanlara karşı bakış açısı o toplumun gelişmişlik seviyesini gösterir.

Şimdi herkes birkaç saniye gözünü kapatsın ve ne kadar gelişmiş olduğumuza kendisi karar versin.

Adil Ekonomik Düzen

Son dönemlerde ağır ekonomik şartlar ve etkisini her gün daha fazla hissettiğimiz yüksek enflasyon belasının devletin kasası olan maliyede yarattığı açığın kapatılmasının tek yolu vatandaştan alınan vergiler olarak görülmektedir.

Tüm dünyayı derinden sarsan ve aylarca eve kapandığımız, birçok ticari faaliyetlerin sekteye uğradığı, dünya ile ekonomik ilişkilerin minimize olduğu pandemi döneminden beri bir türlü istikrarı yakalayamadık.

O dönemden beri 4 Maliye Bakanı 4 Merkez Bankası başkanı değişti ama bir türlü arzu edilen seviyeye gelemedi ekonomik göstergeler.

Ekonomi, vergi, maliye gibi konular ile ilgili bilgi sahibi olma adına araştırma yaparken karşıma eski başbakanlardan merhum Necmettin ERBAKAN’ın bizzat kaleme aldığı ve 1991 yılında yayımlanan “Adil Ekonomik Düzen” isimli kitabı dikkatimi çekti.

Tamamını henüz okumadım ama özellikle bilgi sahibi olmak istediğim ve ilgimi çeken vergi konusu ile ilgili kitaptaki ifadeler bir hayli ilginç.

Mesela kitapta vergi ile ilgili:

“Adil Düzen’de devlet aklına estiği gibi vergi kanunu çıkartamaz, vergi alamaz. Devletin geliri sadece yaptığı hizmetler ve sahip olduğu kıymetler karşılığında “Hak ölçülerine uygun olarak kendi hakkını alması suretiyle teşekkül eder. Devletin bu hakkının dışında hiçbir vergi koyması söz konusu değildir” deniyor, kısacası diyor ki devlet kafasına göre vergi koyamaz, vergiler hakkaniyet ölçüsünde olmalıdır diyor.

Başka ilginç bir tespit ise, adil düzende vergi olmadığını, sadece devletin vatandaşına hizmet karşılığı hizmet bedeli alacağından yani devlet vatandaşından alacağı vergiler ile bir gelir kapısı olarak görmemesi ve sadece hizmetinin karşılığını alması gerektiğinden bahsedilmektedir.

Ayrıca vergilerin vatandaşın beyan esasına göre alınması ve herkesin ödediği vergi kadar devlet nezdinde kredi itibarının olacağından söz ediliyor kitapta. Aslında vatandaştan zorla vergi almaya dayalı bir sistemden ziyade, gönüllü olarak vergi vermeye teşvik eden bir sistemden bahsediliyor. Kim fazla vergi verirse devlette o kadar itibarı olacak ve  vergisi kadar maddi destek alabileceği bir yapı.

Son olarak ise faize dayalı düzende vergilerin çalışanlara, fakir fukaraya ödetildiği fakirlerin daha fakir, zenginlerin daha zengin olduğu, böylece gelir dağılımının bozulduğu ve neticede de sosyal patlamalara gidildiğinden bahsedilmiş.

Genel anlamda bakıldığında ilginç tespitler var aslında. Tamamını okumasam da ilk izlenimim önemli tavsiyeler var kitapta, ekonomi ve maliyeye kafa yoranların ve ilgi duyanların okuması gerektiğini düşünüyorum.

Bu haftalık bu kadar, umarım masum çocukların ölmediği, kadınların şiddete uğramadığı bir hafta olur, başka da bir şey yazmak gelmiyor insanın içinden.

Selin GÜNAY

Devamını Oku

PAZARTESİ NOTLARI

PAZARTESİ NOTLARI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Değerli okuyucularım,
Uzunca bir süredir umutla güzel haberler beklediğimiz, tüm Türkiye’nin dua ettiği Narin GÜRAN’ dan beklenen güzel haber gelmedi maalesef. 21 Ağustos’tan beri kayıp olan ve her yerde aranan 8 yaşındaki Narin’in cansız bedeni evine yakın bir derede çuvalın içerisinde bulundu.
Yazılacak çok şey yok aslında ama yazamadan da duramıyor insan “cehennem boşalmış tüm şeytanlar dünyada toplanmış” diye…
Uzunca bir süredir devam eden müfredat tartışmalarının gölgesinde nihayet eğitim-öğretim yılını açıyoruz. Ezberin olmadığı, soran, sorgulayan ve araştırmaya teşvik eden bir eğitim dönemi olmasını temenni ediyorum.
Yeni dönem beklentilerimize değindikten sonra son olarak da devletin vatandaşına karşı işlenen bir suçta makamı mevkisi fark etmeksizin aynı reaksiyonu göstermesi gerektiğine değinip adalet herkese eşit olmalı diyeceğiz.
Yeni Eğitim-Öğretim Yılı ve Köy Enstitüleri
Bugün itibari ile yeni bir eğitim-öğretim yılına daha merhaba diyoruz. Aslında her ne kadar eğitim-öğretim desek de eğitimden ziyade öğretimin ağırlıklı olduğu bir yıl olacak gibi. Neden bu kadar önyargılı olduğum konusunda eleştiriler alabilirim ama görünen köy kılavuz istemez derler maalesef.
Hata yapınca özür dilemenin bir erdem, birilerinden yardım aldığımızda teşekkür etmenin nezaket, bir başkasının özel alanını ihlal ettiğimizde özür dilemenin görgü kuralı olduğunu öğretmediğimiz sürece ya da,
Trafikte yayalara yol vermenin, sokakta yere tükürmemenin, toplu yaşam alanlarında yüksek sesle konuşmamanın matematikten, fizikten, kimyadan daha önemli olduğu bir eğitim-öğretim sistemi olana kadar da önyargılarım devam edecek.
Ne zaman;
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde ezberlenen surelerin anlamlarını da öğrenip, özümseyip günlük hayata tatbik edersek,
Edebiyat Dersinde Failatun failatun falin gibi gündelik hayatta hiçbir işimize yaramayan ezberden öteye geçmeyen demode kuralları öğretmekten vazgeçip, bir konuda kompozisyon yazdırmayı becerebilirsek,
Matematik dersinde formülleri ezberleyip sonucu bulan değil, sonuca varana kadar her aşamayı soran, sorgulayan ve sonucu yorumlayan bir sistem inşa edebilirsek,
Tarih dersinde savaşların adı, tarihi ve kiminle yaptığımızdan ziyade bize, bugünümüze dair ne kazandırdığına kafa yoran bir mantığı yerleştirebilirsek işte o zaman önyargılarım kırılacaktır.
Biz bu bahsettiklerimi Mustafa Kemal Atatürk’ün son dönemlerinde Köy Enstitülerinde gerçekleştirdik. Dönemin en iyi Eğitim Felsefecisi John Dewey’i ülkemize davet eden ve Köy Enstitülerinin inşasında önemli rol oynayan ATATAÜRK ile gerçekleştirdik.
Haftada bir gün tüm öğrencilerin serbest kürsüde rahatça düşüncelerini dile getirdiği, her öğrencinin bir enstrüman çalmasının zorunlu olduğu, ezberin olmadığı, ağaç diken, inşaat yapan öğrencilerden bahsediyoruz.
Kısacası önyargılarım var demiştim ve ben bu defa yanılmak istiyorum
Adalet Herkese Eşit Olmalı
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir Cumhuriyet Savcısına trafikte bir saldırı gerçekleştirilmiş, olayda yaralanan savcımızın durumu hepimizi üzmüştü. Öncelikle makamı ve mevkisi bir yana şiddet bir insana yapılmasını asla tasvip etmeyeceğimiz bir davranış türüdür.
Olaydan sonra güvenlik güçleri saldırganları yakaladı ve birçok suç kaydı bulunduğu belirtilen şahıslar çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı ve cezaevine gönderildi.
Öncelikle şunu özellikle belirtmek isterim ki şahısların tutuklanması gayet doğru ve yerinde bir karar. Adaleti sağlamakla birinci derecede görevli bir devlet memurunun böyle bir olayla karşılaşması ve şiddet görmesi kesinlikle kabul edilemez.
Buraya kadar her şey olması gerektiği gibi doğru ve yerinde. Ama olayda müşteki Cumhuriyet Savcısı olmasaydı yine tutuklama tedbiri uygulanır mıydı orası muamma.
Bu ülkede insanların sağlığı için gece gündüz çalışan hemşire, doktor, kısaca sağlıkçılar,
Geleceğimize ışık tutacak nesiller yetiştirmekle görevli öğretmenler,
İnsanların can güvenliği için ailesinden, eşinden, çocuğundan feragat eden Bekçi, Polis, asker,
Evine ekmek götürmek için zamanla yarışan kurye,
İlim irfan yuvası üniversitelerde kürsüde ders veren akademisyen,
Bir can daha kurtarmak için direksiyon başında saliselerin önemli olduğu ambulans şoförleri ve ismini sayamadığımız birçok meslek grubundan vatandaşımız her gün bu tarz şiddet olayları ile karşılaşmakta maalesef birçoğunun faili adli kontrol şartıyla serbest bırakılmaktadır.
Devlet tüm vatandaşının can güvenliğinden sorumludur ve hak edenlere gereken cezalar ayrım yapılmadan verilmelidir.
Cumhuriyet Savcımızın başına gelen bu üzücü olay umarız bir milat olur ve vatandaşımızın canına kasteden bu tarz magandalar tutuklanarak hak ettikleri cezaları alırlar.

Narin…
Bazı olaylar vardır ne diyeceğinizi ne yazacağınızı bilemezsiniz, sözler boğazınızda düğümlenir…bugün de o anlardan birini yaşıyoruz.
Diyarbakır’da 21 Ağustos’tan beri kayıp olan ve o tarihten beri aranan Narin Güran’ın cansız bedeni dün köyüne 1,5 kilometre uzaklıktaki derede bulundu.
Farkında mısınız bilmem ama dünya giderek yaşanmaz bir hal almaya başladı, küçücük masum bedenlerin vahşice katledildiği, hayvanların savunmasız, kadınların çaresiz, çocukların masum ve korunaksız olduğu bir dünya haline geldi.
Nazım’ın sözleri geliyor akla:
“Alt tarafı bir çiçek toplayıp, bir hayvan sahiplenip, birkaç insan tanıyıp, sevip gidecektik bu dünyadan. Nasıl kötü bir zamana denk geldi ömrümüz. Vicdansızların, sapıkların, katillerin, nefretin, cehaletin ortasına düştük.”
Allah sonumuzu hayır etsin.
Mutlu haftalar..

Selim GÜNAY

Devamını Oku

PAZARTESİ NOTLARI

PAZARTESİ NOTLARI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Değerli okuyucularım,

Yaz aylarını geride bırakıp sonbahara yaklaştığımız bu günlerde, yazdan kalan ve yaza dair vatandaşlarımızın en fazla şikayetçi olduğu turizm bölgelerindeki restoran ve otel fiyatlarına değinip aslında kim haklı, hep beraber anlamaya çalışırken; diğer yandan yeni başlayacak eğitim-öğretim yılında, özel okullarda asgari ücrete çalışan öğretmenlere ses olacağız. Son olarak da siyasetten bağımsız, hangi partiden olduğunun önemli olmadığı, ama yapılan hizmet ile Avrupa standartlarında yıllarca halkın hizmetinde ve kullanımında olacak dev bir tesisten bahsedeceğiz.

Otelciler İsyanda: Kendi Düşen Ağlamaz

Bu yaz sezonunda birçok yurttaşımızın tatil için yurtdışını tercih etmesi ve özellikle Yunan adalarına gitmesi birçok kesimi rahatsız etmiş, hatta gidenleri neredeyse vatan haini ilan edecek seviyeye gelmişti olay.

Öncelikle hiç kimse nereye tatile gideceği konusunda birilerinden izin ya da onay almak zorunda değil. Bu durum çok rahatsızlık verdiyse sebebine odaklanmalı ve milli servetin ülkemizde kalması sağlanmalıdır. Yerli turizmci bu şekilde fiyat politikası uygulamaya devam ederse, önümüzdeki yıl daha fazla kişinin yurtdışına tatile gideceğini hep birlikte göreceğiz.

Burada asıl üzerinde durulması gereken konu, vatandaşımızı yurtdışına tatile gitmeye iten sebeplerdir. İlk etken fiyat politikası. 3-5 günlük tatiller için binlerce lira talep ederseniz, suyu 50 TL’ye, dondurmanın topunu 150-200 TL’ye satmaya çalışırsanız, önümüzdeki sene de ağlamaya devam edersiniz. Bu hizmetlerin hepsini insanlar Yunan adalarında yarı fiyatına, Avrupa’da ise aynı fiyata, hatta daha da uyguna yapıyor; hem de farklı bir ülke görmüş oluyorlar.

İkinci etken, yerliye ayrı, yabancıya ayrı fiyat politikası. Yurtdışından rezervasyon yapan turistlere ya da gurbetçilere 50.000 TL’ye sattığınız tatil programını yerli tatilciye 100.000 TL derseniz, kusura bakmayın, Yunan sınırında elbette kuyruk olur. Hatta şahsi öngörüm, bu yıl Yunan adalarında turizmciler, Türk tatilciler nedeniyle bayram yaptılar. Muhtemelen önümüzdeki sene, kapılarda bekleme olmaması için Yunan hükümeti daha da kolaylıklar yapacaktır; çünkü ülkelerine yüklü miktarda döviz girişi oldu.

Atalarımızın boş sözü yoktur; ne demişler, “Kendi düşen ağlamaz.” Bu fiyat politikası ile ya ağlamaya devam edersiniz ya da aklınızı başınıza alır, bu yılki hatalarınızı gözden geçirir ve yerli turisti göz ardı etmezsiniz.

Özel Okullar ve Asgari Ücretli Öğretmenler

Yeni bir eğitim-öğretim yılı başlamak üzere. Her sene yaşadığımız senaryolar ile yine karşı karşıyayız. Devlet okullarında velilerin okul ve öğretmen seçme telaşı sürerken, okullardan da bağış adı altında kayıt parası alma gayreti devam ediyor. Her yıl Milli Eğitim Bakanı, okullar başlarken “Hiçbir okul bağış adı altında velilerden ücret talep etmeyecek” dese de okullar mecburen bir şekilde talep ediyor; çünkü yeterince ödenek alamıyorlar.

Devlet okullarında hal böyle iken, özel okullarda durum çok farklı. Yemek parası ayrı, eğitim-öğretim ücreti farklı, servis kullananlar için ise servis ücreti ayrı bir masraf demek.

Okul yönetimleri daha çok kayıt almanın telaşında, veliler daha fazla indirim alma telaşında ama kimse çalıştırılan öğretmenlerin durumunu sormuyor, sorgulamıyor. Maalesef devlet de özel okullarda çalışan öğretmenler için bir ücret standardı belirlememiş durumda.

Hal böyle olunca, okul yönetimi nitelikli öğretmeni ucuza çalıştırma peşinde, veli ise okula daha az para verip kaliteli eğitim alma amacında.

Yediğimiz şeylerin hormonlu olup olmadığını araştıran bizler, çocuğumuzu teslim edeceğimiz öğretmenimizin çalışma koşullarını araştırmıyoruz bile. Bizim için tek kriter ucuz olması, ne kadar indirim aldığımız bizim için daha kıymetli çünkü.

Aslında teoride eğitime çok önem veren bir milletmişiz gibi gözüküyoruz ama pratikte çok da öyle değil. Bir öğretmen, çocuğun eğitim hayatında en önemli rol modeldir, koçtur, liderdir; ama kimin umurunda öğretmen, öğretmenin aldığı maaş?

Hamura şekil verme işlemidir eğitim; şekli veren ustadır öğretmen. Siz ustaya hak ettiğini vermezseniz, kendisi fiziken derste, aklı ekonomik kaygılarda olan bir öğretmen ile gelecek seneleri feda etmişsiniz demektir.

Çözümü çok basit bir olayı bu kadar karmaşık hale getirmeye gerek yok aslında. Her özel okul, çalıştırdığı öğretmenin ücretini Milli Eğitim Bakanlığı’nın belirlediği miktarda yine Milli Eğitim Bakanlığı’na yatırırsa ve Milli Eğitim Bakanlığı bizzat özel okul öğretmenlerinin maaşlarını yatırırsa, hiçbir sorun olmaz ve öğretmenler de güvence altına alınmış olur.

İnisiyatifi tamamen özel okul yönetimine bırakırsanız, öğretmenleri istediği gibi, istediği şartlarda çalıştırır. Sözleşme yapmak falan hikaye; insanlara mobbing yaparak, okulların başlamasına birkaç hafta kala haddinden fazla ders yükü yükleyerek istifaya zorluyorlar tazminat ödememek için. Bunu da yapan maalesef en iyi olduğunu iddia eden, ismi meşhur kolejler.

Milli Eğitim Bakanlığı düzenleme yapsın dedik ama zaten MEB de ücretli öğretmenleri aynı şartlarda çalıştırıyor. Maalesef neresinden tutsak elimizde kalıyor.

Marifet İltifata Tabiidir: Teşekkürler Kocaeli Büyükşehir Belediyesi

Geçtiğimiz hafta çarşamba günü, bir arkadaşımla akademik bir çalışma için ortak bir nokta olması ve kütüphanesinin bulunması nedeniyle İstanbul’dan Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından hizmete açılan Darıca Millet Bahçesi’ne gittim.

Öncelikle şunu özellikle belirtmek isterim ki Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı kimdir, hangi siyasi partidendir bilmem; açıkçası beni de çok ilgilendirmiyor hangi partiden olduğu. Kendisi hakkında icraatları, benim için siyasi kişiliğinden önde gelir. Seçmeni de değilim; farklı bir şehirde ikamet ediyorum. Kendisiyle hayatımda da ilk kez tesadüfen aynı gün orada bulunmamız nedeniyle karşılaştım.

Şimdiye kadar Millet Bahçesi adıyla dört ağaç dikip, daha sonra sulanmadığı için kuruyup giden; orta refüje Millet tabelası levhasını asan ve bununla övünen yerel yöneticileri görünce açıkçası gitmeden önce birtakım önyargılarım da yok değildi.

Tesis, binlerce dönüm arazi üzerine inşa edilmiş; tamamı deniz ve Osmangazi Köprüsü manzaralı. Çocuk oyun parkları, kahvaltı mekanları, yürüyüş alanları ve benim için çok kıymetli ve değerli olan çocuk kütüphanesinin yanında, yüzlerce öğrencinin aynı anda çalışabileceği bireysel ve grup çalışma ortamlarının bulunduğu devasa bir kütüphane inşa etmişler.

Her şey detaylıca düşünülerek yapılmış bu alanda, ders çalışan öğrencilerin mola zamanlarında kahvelerini ve taze kruvasanlarını alıp deniz manzaralı terasında kafa dağıtacak alanlar bile düşünülmüş.

Tüm bu güzellikleri görünce kendi kendime dedim ki bu kadar güzel, deniz manzaralı binlerce dönümlük araziyi beton yığınlarına teslim etmeyip, karşı durmak ve devasa bir araziyi yeşil alan haline getirip halkın kullanımına sunmak hem yürek hem emek hem de vizyon ister.

Öncelikle, yıllar sonra hiç kimse Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanının hangi partiden olduğunu hatırlamayacak bile belki de, ama belediye başkanının ismi her daim hatırlanacaktır.

Bizlerin vatandaş olarak görmek istediği aslında bu. Bence bu hizmet, tüm belediyelere örnek gösterilmeli ve aslında yerel siyasette partilerin bir öneminin olmadığı, önemli olanın hizmet ve hizmet eden kişi olduğu unutulmamalı.

Yıllar geçer, partiler kurulur, kapanır, ismi değişir ama her zaman hizmetler, hizmeti yapan kişinin adıyla anılır.

Arkadaşımla bir dahaki çalışma için yine aynı yerde buluşmaya karar verdik. Hatta bu defa ailelerle birlikte önce kahvaltı yapıp ardından bizler kütüphanede çalışırken ailelerimiz de o güzelim yeşilliğin ve manzaranın tadını çıkartsın, şehrin boğuk ve kasvetli havasından uzaklaşsınlar istiyoruz.

Ne demişler; marifet iltifata tabiidir.

Teşekkürler Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Teşekkürler Tahir BÜYÜKAKIN.

Mutlu Haftalar, Keyifli Okumalar.

Selim GÜNAY

Devamını Oku

PAZARTESİ NOTLARI

PAZARTESİ NOTLARI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Değerli okuyucularım,

8 aydır ülke gündemini, sorunları ve çözüm önerilerini ele aldığımız bu köşede, ne ilginçtir ki, bu hafta ne yazalım diye düşünecek bir duruma düşmedik, şükür… Belki ülkemizin içerisinde bulunduğu jeopolitik konumdan kaynaklı, belki insanımızdan, belki de bizzat eleştiren taraf olarak kendimizden kaynaklı, gündemimiz hep yoğun geçiyor.

Bu hafta yine kendimce önemli gördüğüm, üzerinde durulması gerektiğini düşündüğüm birkaç hususa değineceğim.

Mesela, son birkaç aydır hep uyutulacak hayvanları konuştuk, ama uyutulması gereken insanlardan söz etmedik hiç; es geçtik nedense. Ya da gençlerimizin hayatını mahveden 3 harfli sınavlar (LGS, YKS), eğitim sistemi ve ödevlerle geçen öğrencilik hayatına değinmedik bile. Ve son olarak, yeni kabusumuz maymun çiçeği virüsü.

Uyutulması Gereken İnsanlar

Uzunca bir süredir gündemi meşgul eden sokak hayvanlarının uyutulmasına dair teklif meclisten geçti. Beraberinde birçok tartışmayı da getiren kanunun uygulanması aşamasında yerel yönetimlerce nasıl bir çalışma yapılacak, hep beraber bekleyip göreceğiz.

Aslında bu konu ile ilgili tartışmalar sürerken kendi kendime, acaba devlet sadece hayvanların uyutulmasından ziyade gerçekten uyutulması gereken insanlar üzerinde de bir çalışma yapsa nasıl olurdu diye düşünmeden edemedim.

Peki, devlet böyle bir çalışma yapsa kimler olurdu bu uyutulması gereken insanlar? Gelin hep birlikte beyin fırtınası yapalım ve beraber düşünelim kimler olabilirdi?

Mesela, Ordu Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Müzik Bölümü 2’nci sınıf öğrencisi 20 yaşındaki Ceren Özdemir’in katili… 12 suç kaydı ve cezaevi firarisi katil.

İstanbul’un Ataşehir ilçesinde henüz 28 yaşında olan Başak Cengiz’i samuray kılıcı ile öldüren şahıs.

Ya da Zonguldak’ta 2 yaşındaki bebeğe tecavüz edip ölümüne sebep olan sapık.

Balıkesir’de okul harçlığını çıkartmak için kuryelik yapan üniversite öğrencisi Ata Emre Akman’ı bıçakla öldürene ne demeli…

Bu liste böyle uzar gider maalesef. İlk defa bir tercih yaparken zorlanmadım, düşünmedim; bence hepsini uyutalım gitsin. En azından geri gelme durumları olmaz ve bir başkasına zarar verme ihtimalini düşünmek zorunda kalmayız.

Hayvanlar, insanlar deyince aklıma Goethe’nin o meşhur sözü geldi: “İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum.”

Üç Harfli Sınavlar, Eğitim Sistemi ve Kaybolan Gençlik

Son zamanlarda Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlıkları tamamlanan yeni müfredat sistemi, 2024-2025 eğitim-öğretim yılında uygulanmaya başlayacak. Üzerinde çalışılan taslak önce Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın onayının ardından Milli Eğitim Bakanı tarafından onaylanarak kabul edildi.

Eğitim sistemi üzerinde o kadar çok oynama yapıldı ki, daha uygulamada olanın faydalı olup olmadığını anlamadan değişiyor ve yenisi geliyor. Oysa eğitim yatırımı, uzun yıllar gerektiren ve etkilerini neredeyse bir jenerasyon sonra görebileceğiniz bir projedir.

Aslında biz sistemler üzerinde konuşurken bir neslin de kayboluşuna tanıklık ediyoruz. Mesela, öyle bir eğitim sistemimiz var ki her şey sınavdan ve ezberden ibaret. Öğrenmenin, kavramanın ve fikir yürütmenin çok önemli olmadığı, çocukların ev ödevlerini ebeveynlerin yaptığı ve iyi ezberleyenin iyi okullar kazandığı bir sistem.

Ergenlik çağlarında çocukların sınavlara hazırlanması için sosyal hayatlarından çalıp özel matematik derslerine göndererek iyilik yaptığını düşünerek, aslında hayatlarının en büyük kötülüğünü yapıyoruz.

Geleceklerini belirlemek için girdikleri üniversite sınavı için 3 saatte hayatları boyunca bir daha karşılaşmayacakları bilgileri ezberlemek zorunda kaldıkları saçma bir sistem.

Tarlada ekim-dikim yapan, inşaattan anlayan öğrencilerden, her öğrencinin bir enstrüman çalmasının zorunlu olduğu yıllardan, en önemlisi soran ve sorgulayan bir nesilden, ezberci, “baba ne diyen”, yorumlamayan maddiyatçı bir gençlik…

Velhasıl cenazede ağlamasını, düğünde oynamasını bilmeyen bir nesil yetiştirdik el birliği ile. Hatalı aramaya gerek yok; hatalı biziz, onları sadece sınav sonuçlarıyla değerlendirdiğimiz için.

Maymun Çiçeği Virüsü

Kasım 2019’da Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkan ve yaklaşık 2 yıl süren Covid-19 salgını, tüm dünyayı etkisi altına almış; ülkemizde yaklaşık 100.000 kişi bu virüs nedeniyle hayatını kaybetmişti.

Sosyal anlamda olumsuz etkileri bir yana, özellikle aşı kaynaklı olduğu iddia edilen pıhtı atması, kalp krizi ve halk arasında inme diye tabir edilen etkiler sıkça görülmektedir.

Hayatımızın iki yılına mal olan bu virüsten kurtulduk diye sevinirken, şimdi de yeni bir virüs çeşidi olan “maymun çiçeği virüsü” ile karşı karşıyayız.

Afrika Birliği, Afrika ülkelerinde yayılan virüse karşı kıta çapında acil durum ilan edildiğini bildirdi. Şu ana kadar virüsün 13 Afrika ülkesine yayıldığı ve 517 kişinin virüs nedeniyle yaşamını yitirdiği söyleniyor.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ – WHO), Çarşamba günü aldığı kararla Afrika’yı etkisi altına alan maymun çiçeği virüsü salgını nedeniyle “küresel acil durum” ilan etti.

Peki, biz bu yeni virüse ne kadar hazırlıklıyız? Covid-19 salgınından ders aldık mı? Ya da bu defa ekonomik olarak mağdur olan vatandaşlarımız için bir planımız var mı? Yoksa her şeyi virüs geldiğinde hep beraber mi göreceğiz?

İnşallah önceki salgından ders almışızdır ve bu defa hem tıbbi açıdan, hem ekonomik açıdan hem de sosyal açıdan vatandaşlarımız çok etkilenmeden atlatırız.

Keyifli okumalar, mutlu haftalar.

Selim GÜNAY

Devamını Oku

Pazartesi Notları

Pazartesi Notları
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Değerli okuyucularım,

Paris Olimpiyatları, İsrail’in masum ve savunmasız Filistin halkına uygulamış olduğu vahşet ve Instagram’ın kapatılması gibi yoğun gündemli bir haftayı daha geride bıraktık. Bu hafta köşemizde, halkı Filistin konusunda her gün sokağa çağıranların aslında meydanda farklı, masada farklı davrandıklarını, bir gece ansızın kapatılan ve yaklaşık bir hafta sonra tekrar erişime açılan Instagram’ı ve Paris Olimpiyat hezimetini ele alacağız.


Söylem başka, eylem başka

Son günlerde İsrail’in masum Filistin halkına uyguladığı şiddete karşı birçok siyasi parti, sivil toplum kuruluşu, dernek ve vakıf, Türk halkını Filistin davasına destek vermek için meydanlara davet etti. Masum ve savunmasız insanların üzerine bomba yağdıran katil devlet İsrail’in en son Hamas liderini şehit etmesi, bardağı taşıran son damla oldu. Yüz binlerce vatandaşımız sokaklarda hep bir ağızdan İsrail devletine lanet okudu. Buraya kadar her şey gayet normal ve olması gereken bir tepkiydi.

Şimdi gelelim yazımızın başlığında da bahsettiğimiz, maalesef meydanda başka, masada başka konuşan, eylem ile söylemi birbirini tutmayan bir sendika yönetimine. Memur-Sen Konfederasyonu, henüz birkaç gün önce İsrail’e tepki göstermek amacıyla halkımızı meydanlara davet etti. Biz de bu daveti takdir ettik ve destekledik. Ancak daha sonra Memur-Sen Konfederasyonu’na bağlı Büro Memur-Sen Sendikası’nın İsrailli bir sigorta firması ile üyeleri için tamamlayıcı sağlık sigortası anlaşması yaptığını görünce önce inanmak istemedik. Belki eskidir dedik, fakat henüz iki gün önce de kendi yöneticilerinin sosyal medyada bu anlaşmayı duyurması üzerine, anlaşmanın hâlâ geçerli ve güncel olduğu ortaya çıktı.

Halkı sokaklara davet eden bir sendikanın böyle bir anlaşma yapması elbette kabul edilemezdi. Biz de bu durumu sosyal medya aracılığıyla belgeleriyle ortaya koyarak ilgili sendikadan açıklama ve derhal anlaşmayı iptal etmesini istedik. Her zaman olduğu gibi, önce hemen bir yalanlama geldi ve neredeyse tüm yöneticileri bizleri iftiracı olarak nitelendirdi. Sonuç ne mi oldu? Çok geçmeden anlaşmanın tek taraflı iptal edildiği açıklandı. Peki, madem böyle bir anlaşma yoktu, bizler iftiracıydık, olmayan bir anlaşmayı neden iptal ettik diye duyurdunuz?

Biz ne yazdığımızı biliyoruz ve yazdıklarımızın da arkasındayız. İsteyene istediği belgeleri de ulaştırırız. Yeter ki siz eylemde ve söylemde bir olun, masada ayrı, meydanda ayrı olmayın.


Instagram’ı Kapatmak Çözüm mü?

Geçen hafta bir gece ansızın sosyal medya paylaşım sitesi Instagram’a erişim engellendi. Elbette makul ve mantıklı bir sebebi vardır; sonuçta devlet büyüklerimiz detaylıca düşünmüş ve böyle bir karar almışlardır. Ancak alınan kararın gerekçesi ne olursa olsun, etkileri üzerine de düşünmek gerekir. Milletimize, devletimize, bayrağımıza, millî ve dinî hassasiyetlerimize karşı yapılan her türlü saygısızlıkta devletimizin yanında olduğumuzu belirtmek isterim.

Ancak bu site üzerinden son dönemde artan bir ticaret hacmi ve devletin aldığı bir vergi vardı. Özellikle küçük girişimciler, sosyal medya aracılığıyla reklamlarını yaparak tanınırlık sağlamaya çalışıyordu. Güncel gelişmelerin paylaşıldığı ve farkındalık oluşturulduğu için insanların bilgiye ulaşmasını sağlayan Instagram, turizm sezonunda paylaşılan resim ve videolar ile müşteri potansiyeli oluşturan otel, motel ve pansiyonların kendi reklamlarını yapmasına olanak tanıyordu. Son olarak, her türlü üretim ve imalatın üreticiden tüketiciye doğrudan ulaşması gibi faydaları vardı Instagram’ın. İnsanların boş zaman aktivitesi, bir nevi eğlence aracı olarak kullandıkları ve deşarj oldukları bir platform olmasına değinmedim bile.

Sonuç olarak, yasaklarla başarı elde etmek zordur. Her yasak, mağdurlarını doğurur. Yaklaşık bir hafta sonra Ulaştırma ve Altyapı Bakanı, Instagram’ın açılacağı müjdesini verdi ve site yeniden erişime açıldı. Kapalı kaldığı süre ve toplumsal etkilerini iyi analiz etmek gerektiği düşüncesindeyim.


Paris Hayal Kırıklığı Olimpiyatları

Fransa’nın başkenti Paris’te 26 Temmuz-11 Ağustos 2024 tarihleri arasında düzenlenen 2024 Olimpiyatlarına ülkemizden 18 farklı branşta toplam 101 sporcumuz katıldı. Organizasyonda altın madalya kazanamayan millî sporcular, 3 gümüş ve 5 bronz madalya kazanarak olimpiyatları 8 madalya ile tamamladı. Aynı müsabakalarda, savaş hâlinde olan Ukrayna 3 altın, 5 gümüş ve 4 bronz olmak üzere toplam 10 madalya ile olimpiyatlarda 21. sırayı, Özbekistan 8 altın, 2 gümüş, 3 bronz ile 13. sırayı, Kenya 4 altın, 2 gümüş, 4 bronz ile 17. sırayı, Guatemala ise 1 altın ve 1 bronz ile 60. sırayı alırken, Türkiye 64. sırada yer aldı. Olimpiyatlara toplam 82 ülke katıldı.

Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkeden olimpiyatlarda bir altın madalya kazanacak yüzücü çıkartamıyoruz. Ata sporumuz güreşte dünyaya ders verecek seviyedeyken sadece 2 bronz madalya ile dönüyoruz. Her turnuvada en rahat olduğumuz ve en güvendiğimiz halter takımı yokları oynuyor. Olimpiyatlarda sıralamada bizden üstte olan; savaş hâlinde olan Ukrayna, Özbekistan, Kenya ve haritada yerini bulmakta zorlandığımız Guatemala’dan neyimiz eksik? Ya sporcu seçiminde “bizim sporcularımız gitsin” deyip liyakati ve hak edeni göz ardı ettik ya da olimpiyatlara yeteri kadar hazırlanmadık. Ben ikinci seçeneğin doğru olduğunu düşünmek istiyorum ve bir sonraki olimpiyatlar için şimdiden hazırlanılması gerektiğine inanıyorum.

Paris Olimpiyatları’nda gümüş ve bronz madalya ile bizleri sevindiren sporcularımıza ve ayrıca her daim bizleri gururlandıran Filenin Sultanları’na teşekkür ederiz.

Mutlu Haftalar, Keyifli Okumalar

Selim Günay

Devamını Oku

Tercüman Gazetesi Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.