23 Haziran 2025 Pazartesi
Kıymetli okuyucularım,
Her yıl, lise ve üniversiteye giriş sınavları, gençlerimizin geleceklerine yön veren en kritik sınavlar olarak karşımıza çıkıyor. LGS, ortaöğretim kurumlarına geçişin kapısını aralarken; Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS), gençlerin hayallerindeki üniversitelere ulaşma yolunda önemli bir engel veya fırsat oluyor. Ancak bu sınavların her biri, yalnızca öğrencilerin bilgi ve becerilerini ölçmekle kalmayıp, aynı zamanda onların psikolojik sağlığı, özgüveni ve gelecek perspektifleri üzerinde derin etkiler bırakıyor.
Sınav odaklı bu sistem, başarı ve başarısızlık arasındaki ince çizgide sallanan genç nüfusu, ne yazık ki çoğu zaman stres ve kaygıya mahkûm ediyor. Peki, gerçekten bu sınavlar gençlerimizin geleceğini aydınlatmak yerine onları mı karanlığa itiyor? Gelin hep birlikte ortaokuldan başlayarak meslek sahibi olana kadar yaşadığımız LGS-YKS sınav streslerine göz atalım.
LGS
Her yıl geleneksel hâle gelen Liselere Geçiş Sınavı (LGS), 8. sınıf öğrencilerinin hayatında hem bir dönüm noktası hem de büyük bir stres kaynağı olmaya devam ediyor. Bu sınav, çocuklarımızın yaşamındaki en büyük dönemeçlerden biri olarak görülüyor olsa da, geride bıraktığımız yıllarda pek çok olumsuzluk da gözler önüne serildi.
LGS, genç neslin geleceklerine yön veren bir kapı olarak tasarlandı. Ancak uygulama sürecinde ortaya çıkan sorunlar, sınavın gerçek amacının ötesine geçtiğini gösteriyor. Çocuklar, sınav hazırlık sürecinde yoğun bir stres ve kaygıya maruz kalıyor. Sabahın erken saatlerinden gece geç saatlere kadar ders çalışmak, psikolojik yorgunluk ve motivasyon kaybı yaşamalarına sebep oluyor. Bu durum, özellikle çocukların sağlıklı gelişimini olumsuz yönde etkiliyor.
Ayrıca LGS’nin rekabet ortamı, adalet ve fırsat eşitliği konusunda da ciddi soru işaretleri doğuruyor. Eğitim imkânlarına ulaşımda farklılıklar, maddi olanaklar, ailelerin ilgi ve desteği çocukların başarı şansını belirliyor. Bu da “eşit sınav ortamı” iddiasını gölgeleyen en büyük faktörler arasında yer alıyor.
Bu sınavlarda en önemli meselelerden biri de sınavın asli amacından uzaklaşıp, yalnızca test çözme ve notlara odaklanan bir sistem hâline gelmiş olması. Çocuklar, sınava hazırlanırken gerçek anlamda bilgi ve anlayış yerine sınav teknikleri ve başarısına odaklanıyor. Bu durum, onların eleştirel düşünme, yaratıcı çözüm üretme gibi en temel becerilerinin gelişimini engelliyor.
Psikologlar, sınavların çocukların yeteneklerini doğru biçimde ölçmediğini ve onların gerçek yaşam becerilerini yansıtmadığını söylüyor. Bu yaklaşım, sadece belirli sınav başarısına dayalı sağlıksız bir yarışa dönüşüyor.
Sonuç olarak, LGS’nin temel amacının gençlerin yeteneklerini ve potansiyellerini ortaya çıkarmak değil, onların üzerindeki psikolojik yükü artırmak olduğu aşikâr. Okul ve eğitim sistemimiz, bu sınavları aşmak yerine, çocuklarımıza özgüven aşılayan ve onlara ilgi ve yetenekleri doğrultusunda gelişme imkânı sağlayan bir yapıya dönüşmeli.
YKS
Lise son sınıf öğrencileri ve liseden başarıyla mezun olan gençlerimiz, büyük bir gayret ve heyecanla Yükseköğretim Kurumları Sınavı’na (YKS) hazırlanıyor. Üniversite hayalleriyle yanıp tutuşan öğrencilerin umutları bu sınava bağlanmış durumda. Ancak son yıllarda yaşanan deneyimler ve gözlemler, YKS’nin yalnızca bir kariyer kapısı değil, aynı zamanda gençler üzerinde ciddi olumsuzluklar yaratan bir sınav hâline geldiğini gösteriyor.
YKS, ülkemizde gençlerin eğitim hayatında önemli bir dönüm noktasıdır. Ancak bu sınavın uygulama şekli, pek çok sorunu da beraberinde getiriyor. Günlerce süren yoğun çalışmalardan sonra, öğrenciler adeta bir yarışın ortasında kalıyor. Sınavın psikolojik yükü, sınava hazırlanan gençlerin özgüvenini sarsıyor. Üst üste yapılan sınavlar, çocuklarda kaygı, stres ve başarısızlık korkusunu büyütüyor. Bu durum, ruh sağlığını olumsuz etkileyerek başarıyı ve motivasyonu gölgelemeye başlıyor.
Bir diğer sıkıntı ise sınavın adil olmayan koşullarda gerçekleşiyor olmasıdır. Maddi durumu iyi ailelerin çocuklarına sağlanan ek kurslar, özel dersler ve eğitim imkânları, başarıdaki farkı derinleştiriyor. Eşit şartlar altında yarışmak isteyen gençler, fırsat eşitsizliği yüzünden adil bir değerlendirmeden mahrum kalıyorlar. Bu durum yalnızca eğitimde değil, adalet duygusunda da ciddi sorunlar yaratıyor.
Ayrıca sınavın düşük başarı oranları ve yalnızca test çözme becerisine dayalı olması, öğrencilerin geniş ve farklı yeteneklerini göz ardı ediyor. YKS, öğrencilerin eleştirel düşünme ve yaratıcı problem çözme becerilerini değil, bilgi tekrarı ve hız üzerine kurulu bir yarış hâline getirildi. Bu sistem, gençlerin gerçek potansiyellerini keşfetmelerini engelliyor ve onları sadece sınav başarısına odaklanmış bireylere dönüştürüyor.
En önemli sorunlardan biri de geleceğin mesleklerini ve yaşamlarını şekillendiren bu sınavın, gençler üzerinde yarattığı büyük baskıdır. Çocuklar, sınav stresi altında potansiyellerini değerlendiremeden, özgüven ve severek/isteyerek öğrenme ortamını kaybediyorlar. Bu durum, yalnızca şu anki sınav dönemiyle sınırlı kalmayıp, gençlerin yaşam kalitesini ve psikolojik sağlıklarını tehdit ediyor.
Sonuç olarak, YKS, amaca ulaşmanın yolunu değil, gençler üzerinde ciddi psikolojik ve sosyal yükler yaratan bir sınav sistemine dönüşmüş durumda. Eğitim sistemimizin, gençlerin yeteneklerini ve potansiyellerini serbestçe ortaya çıkarabilecek, adil ve sağlıklı bir ortam sunması gerekiyor. Gelişmiş ülkelerde eğitim, sınavdan çok bireylerin farklı yeteneklerini destekleyen ve özgüveni artıran bir yaklaşımla şekilleniyor. Bizim de, gençlerimizin hayallerini ertelemeden, onlara güvenle ve sevgiyle yaklaşan bir eğitim reformuna ihtiyacımız var.
Umarım dikkate alınır.
Mutlu haftalar, keyifli okumalar.
Kıymetli okuyucularım,
Geçtiğimiz hafta ülkemizde ve dünyada birçok önemli gelişme yaşandı. Dünya İsrail-İran savaşını konuşurken, ülkemizde farklı bir gündem vardı. Birçoğumuzun ismini ilk defa duyduğu ama vefatıyla ilk kez tanıma fırsatı bulduğumuz ve acısını en derinden hissettiğimiz bir siyasetçiden bahsedeceğiz bugün. Gelin hep birlikte sağcısı-solcusu, milliyetçisi-ulusalcısı, muhafazakârı-ateisti bir araya toplamayı başarabilen Ferdi ZEYREK’i yakından tanıyalım.
Ferdi ZEYREK…
Manisa doğumlu olan ZEYREK’in asıl mesleği mimarlık. Bu alanda da kendi şirketi var. Manisa Mimarlar Odasında uzun süre başkanlık yapmış, Fenerbahçe kongre üyesi, bir dönem Manisaspor yöneticiliği ve en önemlisi 3 kız evlat sahibi, iyi bir baba…
Siyasette çok eski değil. 2019 yerel seçimlerinde belediye meclis üyeliğine seçilmiş; ardından 2023 yılından itibaren Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Manisa İl Başkanlığı görevini yürütmüş. 2024 yerel seçimlerinde ise %57,25 oy alarak Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiş. Mevcut büyükşehir belediye başkanları arasında en genci oydu; partisinin Manisa tarihinde en yüksek oyu alan adayıydı, seçimde en yakın rakibine neredeyse %100 fark atmıştı.
Kısacası ZEYREK’in hem siyasi kariyerinde hem de sivil toplum kuruluşlarında yükselen bir başarı grafiği vardı.
Vefatı…
Başarılı Başkan, 6 Haziran’da kendi ikametinde yaşanan talihsiz bir kaza sonucu hastaneye kaldırılmış ve maalesef 3 gün süren yaşam mücadelesine daha fazla direnememiş, 9 Haziran’da hayatını kaybetmişti.
Yaşanan talihsiz kaza bir ihmal sonucu mu, yoksa hayatın olağan akışı ile karşılaşılabilecek bir olay mıydı, bunu bilmemiz mümkün değil. Adalet Bakanı bizzat konuyla ilgilendiğini beyan etmiş, gerekli soruşturmalar ve açıklamalar yapılacaktır elbette.
Ferdi Başkan yaşam mücadelesi verirken her gün on binlerce kişi hastane önüne akın etmiş, dualarla başkana destek olmuştu.
Maalesef, 48 yaşında gencecik bir hizmet adamının, yaptıklarıyla herkesin ve her kesimin takdirini kazanan bir başkanın, bir kardeşin, bir ağabeyin, bir babanın bu hayata “elveda” demesi çok üzdü sevenlerini.
Vedası…
Ölüm, her canlının er ya da geç karşılaşacağı, hepimizi bekleyen, bilinen bir son. Kimi henüz doğarken hayata gözlerini yumar, kimi uzun yıllar yaşar.
Aslında yaşadığımız kadar, bu hayattan giderken arkamızda bıraktığımız intiba da önemlidir insanoğlu için.
Yazımızın en başında da belirttik, birçoğumuz ismini ilk kez duyduk ama hikâyesi, yaptıkları ve vedası derinden sarstı hepimizi.
Son dönemlerde ülkemizde siyasi anlamda karşıt görüşlerin birbirlerine ithamları, kavgaları ve çekişmelerinden toplum olarak sıkıldığımız bir dönemde bir belediye başkanı etrafında her düşünceden insanın bir araya gelmesi ve kenetlenmesi hepimizi şaşırttı.
Yaşam mücadelesinde olduğu gibi cenazesinde de her türlü siyasi düşünceden insanın bir araya gelerek yan yana saf durması, son dönemlerde ülkemizde görülmeyen ama istenen ve beklenen bir tabloydu.
Son seçimlerde rakibi olan adaylar, rakip partilerden belediye başkanları, milletvekilleri ve kendisine oy vermeyen ama törende bizzat bulunan on binlerce kişi vardı cenazesinde.
Bu ülke, çok önemli görevlerde bulunup cenazesinde tabutuna omuz verecek adam bulunamayan törenler de gördü. O açıdan Ferdi Başkan’ın cenaze töreni, birleştirici ve hoşgörü açısından anlamlıydı.
Ferdi Başkan aramızdan erken ayrıldı, genç yaşta vedası hepimizi üzdü. Ailesine sabırlar diliyoruz.
Burada önemli olan bir husus daha var: Allah herkese, arkasında güzel intibalar bırakacağı, kimsenin tek kelime kötü söz söyleyemeyeceği bir ömür versin. Kısa ömrüne çok büyük erdemler sığdırmış.
Ailesi için bunlar bir nişane ve onur olarak ömür boyu taşıyacakları bir gurur olacaktır.
Böyle ayrılıklar, ayrılırken herkesi ve her kesimi bir araya getirmek herkese nasip olmaz.
Ders Niteliğinde Bıraktıkları…
Ferdi Başkan, aramızdan ayrılırken bizlere, siyasetçilere ve ölümü unutanlara çok büyük dersler bıraktı.
Öncelikle iyi bir insan olursanız, hayattayken olduğu gibi veda ederken de on binlerce kişi sizinle olur, sizi son yolculuğunuzda yalnız bırakmaz. Unutmayın, makamlar geçici; insan olmak bakidir.
Asıl olan, insanların size koltuğunuzdan ve sahip olduğunuz makamdan dolayı değil, kişiliğinizden ve karakterinizden dolayı saygı göstermeleri ve muhabbet beslemeleridir.
Gerek yaşadığı talihsiz kaza ile ilgili, gerekse vefatı ile ilgili olumsuz ve tasvip etmeyeceğimiz davranışlarda ve ithamlarda bulunanlara da birkaç kelam edilebilirdi belki ama o zaman biz de onlar gibi oluruz, onlardan farkımız kalmaz.
İnsan kalabilmek için yoğun çaba sarf ettiğimiz günlerde nefsimize yenilmeden “insan” olmaya gayret edelim…
Ruhun şad, mekânın cennet olsun Ferdi Başkan. Geç tanıdık seni, erken kaybettik…
Kıymetli okuyucularım,
Öncelikle Kurban Bayramınızı tebrik eder, sevdikleriniz ile nice mutlu bayramlara erişmenizi temenni ederim.
Gönül isterdi ki bu hafta yazımızda sadece Kurban Bayramı’ndan ve faziletlerinden bahsedelim ama bayram öncesinde başlayan ve bayram boyunca devam eden bir “radar” gündemi var ülkemizde.
İçişleri Bakanı Sayın Ali Yerlikaya’nın her 30 km’de bir radar uygulaması olacağını açıklamasının ardından tepkiler ardı ardına geldi.
İçişleri Bakanı, radarların güvenlik nedeni ile kurulduğunu açıklasa da toplumda “ceza tuzağı” ve “gelir kaynağı” olduğu şeklinde bir algı oluştu.
Herkes kendine göre bir açıklamada bulundu elbette ama olaya farklı açılardan bakmanın ve değerlendirmenin faydalı olacağı kanaatindeyim.
Öncelikle radar hakkında birkaç bilgi verip, ardından vatandaşımızın radar konusundaki tepkisine değinerek trafik kazalarındaki acı bilançodan söz edecek, son olarak da ne yapmamız gerektiğinden bahsedeceğiz.
Yerli ve Milli Radar Cihazı
Radar uygulamaları, öncelikle toplumda algılandığı şekliyle bir tuzak değildir. Dünyanın her yerinde insanların güvenliği ve sağlıklı bir sürüş gerçekleştirebilmeleri için hız limitlerini ölçen ve belirlenen yerlerde hız sınırlarını aşan sürücüleri tespit ederek cezai işlem uygulanmasına yol açan bir sistemdir.
Uzun yıllardır ülkemizde uygulanmakta olan radar sistemi, 2024 yılından itibaren Savunma Sanayii Başkanlığı tarafından geliştirilen yapay zekâ destekli yerli ve millî cihazlarla yerine getirilmektedir.
Yeni nesil mobil hız tespit cihazı, herhangi bir operatöre ihtiyaç duyulmadan, tüm hava şartlarında, gündüz ve gece tüm araçların plaka, araç cinsi ve hız verilerini okuyabiliyor.
Yapay zekâ tarafından tespit edilen her bir araca ait hız, fotoğraf ve geçiş zamanı Emniyet Genel Müdürlüğü sistemine gönderiliyor. Yeni nesil mobil hız tespit cihazı, ihlal yapan araçlara ait verileri anlık olarak trafik ekiplerine bildiriyor.
Yerli ve millî yeni tip radar cihazları, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan hız ihlal yazılımı ile entegre edilerek “Mobil Hız Tespit Sistemi” geliştirilmiştir.
Kısacası, yeni nesil yerli ve millî radar cihazları ve yazılımları ile trafikte hız ihlalinden kaçmak artık mümkün değil.
İnsanlar Neden Tepkili?
İçişleri Bakanı’nın radar uygulaması açıklamasından sonra birçok eleştiri geldi elbette. Toplumda, uygulamanın devletin mali açığını trafik cezaları ile kapatma gayretinde olduğu şeklinde söylentiler dolaşmaya başlarken bir kesim ise ekonomik anlamda zor bir eşikten geçilen bu dönemde trafik cezalarının vatandaşın belini iyice bükeceğini söylüyordu.
Genel anlamda bu eleştirilerin yanında bir diğer eleştiri ise radarların yerleri ile ilgiliydi.
Özellikle ani hız limiti düşüşlerinde ve otoyoldan normal yollara çıkışlarda radar uygulamalarının, belirli bir süredir araç kullanan şoförlerin reflekslerindeki değişkenlik, hızın yavaşlaması nedeniyle hızlı reaksiyon alamayarak mecburen radar uygulamasına takıldıkları şeklindeydi.
Vatandaşımız kendince haklı. Elbette eleştirilerde bulunacak ama konunun birinci muhatabı İçişleri Bakanlığı, bu uygulamanın can kaybı kısmı ile ilgileniyor.
Her yıl yüzlerce insanımızı kaybettiğimiz ve bayram sonrası dönemlerde gazetelerde sıkça yer alan “Bayramın acı bilançosu” veya “Bayramda yollar kan gölüne döndü” gibi manşetlere bir son vermek istiyor Bakanlık. Bunda da sonuna kadar haklı. Ben uygulamanın doğru ve yerinde olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Trafik Kazalarında Acı Bilanço
Son radar uygulaması, maalesef önceki yıllarda yetkililerin kurallara uymamız noktasında uyarılarını dikkate almamamız, kamu spotlarını görmezden gelmemiz ve hem kendi hem de sevdiklerimizin hayatını önemsemememiz neticesinde alınmış bir karardır.
Klasikleşmiş bir söz vardır, “Canını al, parasını alma” diye. Yetkililer de son çare bizleri, maalesef en sevdiğimiz şeyle, yani parayla kurallara uydurma yoluna gittiler. Gayet de haklılar. Biz eğer daha önce kurallara uysaydık, bugün bu kadar yoğun uygulamalar ile karşılaşmazdık.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2024 yılında 6.351 vatandaşımız yaşanan trafik kazalarında yaşamını yitirdi. Bu rakam 2023 yılında 6.548 iken, 2022 yılında 5.229’du.
2015-2024 yılları arasında (son 10 yılda) toplam 62.761 vatandaşımız yaşanan trafik kazalarında yaşamını yitirdi.
Yaşanan can kayıplarına ve olaylara bir de bu açıdan baktığımızda aslında son uygulamanın ne kadar yerinde olduğunu anlamamız gerekir.
Ne Yapmalı?
Öncelikle para cezası yememek için kurallara uyma alışkanlığından ziyade, hem kendi canımız hem de bir başkasının da hayatını korumak için kurallara uymalıyız.
Bu tür uygulamaların ceza değil, bizlerin daha önceki ikaz ve uyarılara gerekli olumlu reaksiyonu göstermediğimiz için karşımıza çıktığını unutmayalım.
Kontrollü ve gerekli yasal sınırlarda araç kullanmayı alışkanlık hâline getirmenin, er ya da geç kazanılması gereken bir davranış olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.
Kurallara uyduğumuz, kazaların ve can kayıplarının en az olduğu mutlu bir bayram dilerim.
Sevgi ve saygılarımla.
Geçtiğimiz hafta emniyet teşkilatında bir dönem kapandı ve yıllardır kurumda yetkili olan sendika, yapılan sayımlar neticesinde bu unvanını Emniyet Teşkilatı Sendikasına devretti.
Yardımcı Hizmetler Sınıfı (YHS), 3600 ek gösterge, emeklilikte harçsız silah ruhsatı, görevde yükselme, unvan değişikliği sınavı, mülakatlarda yaşanan sorunlar gibi kronikleşmiş problemlerin yıllardır çözümünü bekleyen memurlar bu defa “yeter” diyerek uzun yıllardır yetkili olan sendikaya kırmızı kart gösterip yetkiyi elinden aldı ve Emniyet Teşkilatı Sendikasına verdi.
Neden Emniyet Teşkilatı Sendikası?
Anayasa Mahkemesinin 2014 yılında Emniyet Teşkilatında görev yapan sivil memurların sendikaya üye olma, sendika kurma ve yöneticisi olmalarının önünü açmasıyla teşkilatta, temelleri farklı kurumlarda olan birçok sendika faaliyet yürütmeye başladı.
Tamamı emniyet teşkilatında aktif görev yapan personel tarafından “Bizi bizden başka kimse anlamaz” mottosuyla 2022 yılında kurulan Emniyet Teşkilatı Sendikası, kısa bir süre içerisinde 81 ilin tamamında teşkilatlanmasını tamamlayarak yapmış olduğu saha çalışmalarıyla dikkatleri üzerine çekti.
Kuruluşunun üzerinden henüz 3 yıl gibi kısa bir süre geçmesine rağmen Emniyet Teşkilatı gibi köklü bir kurumda yetkili sendika olan Emniyet Teşkilatı Sendikası, yıllardır faaliyet yürüten sendikaları geri bırakarak bu başarıyı elde etti.
Emniyet Teşkilatı Sendikasının kurum yetkili sendikası olmasında;
Promosyon Görüşmeleri ve Emniyet Teşkilatı Sendikası
Emniyet teşkilatında bu yıl yapılacak olan promosyon miktarı, son günlerde teşkilat içerisinde en fazla dillendirilen ve üzerine yorum yapılan konuların başında gelmektedir. Alım gücünün zayıflaması, artan yaşam maliyetleri ve enflasyona bağlı hayat pahalılığı memurun belini bükmekte ve geçim sıkıntısı ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Emniyet teşkilatında promosyon miktarının henüz belli olmamasına rağmen memurlar, ödemelerini, borçlarını ve ihtiyaçlarını promosyondan gelecek toplu paraya göre planlamaktadır.
Yaklaşık 450.000 personelin bulunduğu teşkilatta ortaya çıkacak olan miktarın, kesinlikle herkesi memnun edecek bir seviyede olması elzemdir.
Bu yıl, geçtiğimiz yıllardan farklı olarak kurum yetkili sendikası olarak promosyon pazarlık masasında Emniyet Teşkilatı Sendikası da olacak.
Teşkilat içerisinden bir Sivil Toplum Kuruluşunun (STK) promosyon pazarlık masasında olması teşkilatımız açısından bir kazanım olmasının yanında farklı bir anlamı daha var. Bu sene emniyette aktif görev yapan memurlar, doğrudan promosyon masasında kendi ve beraber görev yaptığı arkadaşlarının hakkını savunacak, hak ettikleri miktarı almaları için çaba sarf edecek.
Emniyet Teşkilatı Sendikası, ortaya atılan ve iddia edilen miktarların yerine daha realist, bilimsel ve kurumsal verilere dayanan, ülkenin güncel ekonomik şartlarının dikkate alındığı derinlemesine analiz içeren çalışmasını tamamlamış olup önümüzdeki günlerde bu konuda kamuoyuna bilgilendirme yapacaktır.
“Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz” anlayışı ile hareket eden Emniyet Teşkilatı Sendikası, “Bizi bizden başka kimse anlamaz” mottosuyla çıktığı bu yolda promosyon masasından her bir emniyet mensubunun tatmin olacağı bir miktar için gereğini yapacağından şüphemiz yoktur.
Polisler Ne İstiyor?
180 yıllık şanlı tarihi ve başarılarıyla gurur duyduğumuz Türk Polis Teşkilatında yaşanan intiharlar ve üzücü olaylar toplumda infial yaratmakta ve bizleri derinden sarsmaktadır.
Memuru, amiri, müdürü fark etmeksizin en fazla çalışan, görevini büyük bir özveriyle yapan teşkilat mensuplarımız maalesef ekonomik anlamda zor günlerden geçmektedir.
Ekonomik sıkıntıların yanında fazla iş yükü de eklenince maalesef mutsuz polis sayısı her geçen gün artmakta, mesleği bırakma noktasında yeni arayışlara girmektedir. Peki, polisler ne istiyor?
Emniyet Müdürleri İçin Mevzuat Değişikliği mi Geliyor?
Son günlerde kaymakam ve valilerin emniyet teşkilatında ilçe emniyet müdürü ve il emniyet müdürü olarak atanmasının yolunun açılacağı ile ilgili bir iddia dolaşmakta. Diğer bir iddiaya göre de 1. sınıf emniyet müdürlerinin ilçe emniyet müdürü olarak atamasının yapılmasının önünü açacak bir mevzuat değişikliğine gidileceği söylentisi var.
Öncelikle, mazisi 180 yıllık bir teşkilatta yapılacak her türlü düzenleme derinlemesine analiz edilmeli ve üzerinde çalışılarak o şekilde yapılmalıdır.
Kurum içi dinamikler iyi hesap edilerek mesleki aidiyeti zayıflatacak, kariyer basamaklarını değersizleştirecek ve mesleki statü ile itibarını zedeleyecek her türlü düzenlemeden uzak durulmalıdır.
Bu teşkilatta Polis Akademisinde eğitim almış ve yıllardır büyük bir özveri ile görev yapan amir ve müdürlerin hiyerarşik yapılarını bozacak köklü değişikliklerin önüne geçilmelidir.
Özellikle emniyet teşkilatının icra etmiş olduğu görev, hukuki sorumlulukları ve devasa insan kaynakları ile sadece Genel Müdürlük altında yönetilmesi yerine, Güvenlik Müsteşarlığı ya da Güvenlik Bakanlığı adı altında yeniden teşkilatlandırılarak hem mesleki statünün yükseltilmesi elzem bir hal almıştır.
Mutlu haftalar, keyifli okumalar.
Asil toplumların şanlı kahramanlık destanları olur. 19 Mayıs 1919 tarihi de bir toplumun topyekûn ayağa kalktığı ve kurtuluş mücadelesi başlattığı bu şanlı destanlardan biridir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasının hemen ardından, 1918 yılında dayatılan Mondros Ateşkes Antlaşması ile işgal edilen Anadolu toprakları, milletin bağımsızlık idealini tehdit ediyordu. Halk umudunu kaybetmiş, esaret ve teslimiyet ile karşı karşıya kalmıştı.
Gelinen süreçte ya özgürlüğü kısıtlanmış ve başka ülkelerin güdümünde bir devlet olarak yolumuza devam edecektik ya da topyekûn kurtuluş mücadelesine başlayacaktık.
Tam da bu yol ayrımında, sarı saçlı, mavi gözlü dev adam Mustafa Kemal ATATÜRK, “Bu böyle gitmez.” diyerek bir toplumun yeniden ayağa kalkmasında, umutlarının yeşermesinde ve özgürlük mücadelesi için “Biz de varız!” denmesinde önemli bir görev üstlenmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, millî direnişi örgütlemek ve ulusun kaderini tayin etmek amacıyla, gizlice ve kararlı bir şekilde yola çıkarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a varmıştı. Bu tarih, onun Türk milletine ve millî mücadeleye çağrı yaptığı, direniş hareketinin fitilini ateşlediği gündür.
Samsun’dan başlayan bu yolculuk, Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleriyle devam etti. Bu kongreler, milletin kendi bağımsızlık iradesini ortaya koyduğu, kararlar aldığı ve ortak bir mücadele etme kararı verdiği önemli dönüm noktalarıdır. Birlik ve beraberlik içinde yürütülen bu süreç, büyük zaferlerin temelini oluşturmuştur.
Kurtuluş Savaşı’nın Temelleri: Samsun
Samsun, bir toplumun millî direniş ruhunun aşılanması ve bağımsızlık isteğinin, direniş azminin simgesi olmuştur.
Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları, burada millî mücadelenin ilk adımlarını atarak Amasya Genelgesi’ni hazırlamış ve ulusun kaderini tayin eden kararlar alınmasını sağlamıştır.
Samsun’da atılan bu adım, Osmanlı’nın son günleri değil; Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşuna atılan en önemli tohumdu.
Samsun’dan başlayan yolculuk, sadece bir başlangıç değil, milletin kaderini değiştiren bir devrimdi. Uğrunda savaşlar verildi; yitip giden canlar, döktükleri kanlar, belirli bir istikamet için canlarını ortaya koyan kahramanlıklar… Tüm bunlar, azimli ve fedakâr milletimizin bağımsızlık yolundaki kararlılığının göstergesidir.
19 Mayıs 1919’un Günümüzde Önemi
Bugün 19 Mayıs. Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, tarihî bir dönüm noktasının başlangıcını anıyoruz. Bu tarih sadece bir gün değil; bağımsızlık ateşimizin yakıldığı, milletimizin kaderini değiştiren kahramanlık destanının ilk sayfasıdır.
Atatürk’ün o büyük inancı ve öngörüsü sayesinde milletimiz zor zamanlarda birleşti. 19 Mayıs, gençliğe ve geleceğe güç veren, bir mavi gözle baktığımız, umutla yoğrulmuş bir başlangıçtır.
Bugün, yalnızca gençlerimizin bayramı değil; aynı zamanda kahramanlık ve fedakârlık destanını hatırlatan bir anıttır.
Unutmayalım; 19 Mayıs, sadece bir tarih değil, özgürlüğün, bağımsızlığın ve milletimizin kahramanlık öyküsünün başlangıcıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde ilerledikçe, geleceğimizi aydınlatmaya devam edeceğiz.
Her 19 Mayıs’ta gençler ve halk bu büyük mücadelenin anlamını tekrar hatırlıyor. Bu özel gün, sadece bir anma günü değil; aynı zamanda gençliğin ve geleceğin teminat altına alındığı, Atatürk’ün “Gençlik, bizim geleceğimizdir.” sözünün anlam kazandığı bir gündür.
Atatürk’ün önderliğindeki bağımsızlık hareketi, millî mücadele ruhunun ve millî bağımsızlık düşüncesinin en güzel örneğidir. En büyük mirasımız olan özgür ülkemizi korumak ve daha ileriye taşımak için bu ruhun yaşatılması ve gençlere emanet edilmesi gerekiyor.
İşte 19 Mayıs 1919, bizim için sadece bir tarih değil; milletimizin bağımsızlık ve özgürlük yolundaki kararlılığının ve azminin simgesidir. Bugün, geçmişimize sahip çıkmak, gençlerimize umut ve ilham olmaya devam etmek için en güzel fırsattır.
Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını rahmetle anıyor, onların gelecek nesillere miras bıraktığı özgürlük ve bağımsızlık ruhunu yaşatıyoruz. Çünkü bizler, onların mirasına sahip çıkmak ve Türkiye’yi daha aydınlık yarınlara taşımakla yükümlüyüz.
Rahmet, saygı ve minnetle…
Mutlu Haftalar, Keyifli Okumalar.