Ayla Mediha ESER

Ayla Mediha ESER

11 Eylül 2024 Çarşamba

12 EYLÜL DARBESİ

12 EYLÜL DARBESİ
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Yakın kitaplardan başlarken Kıbrıs Barış Harekâtı anımla yol alayım. 20 Temmuz 1974 yılında olmuştur. Kıbrıs savaşında lamba yakıyorduk, ışık sızmasın dışarıya diye. Elektrik kullanmak yasaktı. Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yapılmasının önemi gururumuzu okşuyordu. Nasıl olmasın ki! Yunanistan Türk kıyımına girmişti, Enosis cuntası altında. Başbakan Bülent Ecevit ve Millî Savunma Bakanlığı “Ayşe tatile” dediler. Bir gece ansızın harekât başlamıştı.

Annemin her gün tertemiz isinden arındırdığı lambanın akşamları karşısına otururdum. Titreyen alevi bir sağa, bir sola vururken bir an sönmek üzere olurdu. Sanki kendi ruh haliyle içine kapanırdı lambanın alevi. Sonra yine buhrandan çıkmış gibi bir o yana, bir bu yana rask ederdi, izlerdim. Karanlık Türkiye’mize aydınlığa umudu gibiydi. Yarınlara büyüyerek zamanın harcını karacağım, okuyarak da bilgili bir kadın olma coşkum içimdeki nehri çağlatıyordu küçücük yaşımda.

On iki Eylül… Hüznünü bize yaşatan Eylül. Ruhumuza mevsimin hüznü değil, acının tarihindeki Eylül. Sonbahar hüznü şiirlerde, duygularda yansıtılır yeterince. Aslında bilinçaltımız 12 Eylül darbesi; acıların, kahırların aileler ve yurttaşlar tarafından yaşandığı, acıların ülkesi olmuştu siyasi girdap nedeniyle. Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimci felsefesini unutan siyasal sömürü oluşuyordu. Koltuk kavgası, çıkar mekanizması, halka verilmeyen haklar… Darbeler ülkesi olmuştuk. 12 Eylül darbesi, sağ-sol çatışması ile son buldu ama bendeki etkisi evlerde “zararlı neşriyat” diye atfedilen Marks’ın, Lenin’in dış neşriyat kitaplarının, gençlerimizi zehirlediği kanısıydı. Okumak, öğrenmek zararlı olamazdı. Farklı fraksiyonlar doğdu. Sol’un misyonu ülkemiz yararına bağımsız Türkiye isterken bir ucu dış güçlere hizmet eden gruplara dönüştü. Sağ ise milliyetçilik ruhunu taşıyarak yine bağımsız, kendi özünde fikir üretiyordu. Ta ki sağ ve sol silahlanması siyasi etkisi çatışmaya dönüşmüştü. Siyasetin çarkı kaotik kışkırtmayla kardeşi kardeşe kırdırıyordu. Yine ülkemiz üzerinde oyunlar oynanıyordu dış mihraklar tarafından. “Böl, parçala, yut” mekanizması işliyordu. Oysa ki iki grubun hedefi Türkiye’mizin kalkınması, hak, adalet, eşitlikti. Mustafa Kemal Atatürk gibi devrimci ruha sahip cesaretli, ilimde irfanda daima ileriyi gösteren liderimin yolunu bulanık mecraya çekmeye çalışan dış güçlerin amansız kanlı oyununa gark olduk. Türkiye büyümemeliydi. Önümüz aydınlıktı.

Darbeler, darbeler… Gençliğimizde ülkemizi, kendi geleceğimizi sosyal refahta, ilimde, irfanda ileriye taşımaktı hedefimiz.

12 Eylül… Ah, nadasa yatan doğamızın hüznü değildi bizi yakan. Darbe zamanı “Bir sağdan, bir soldan” diyerek güya orantı kuran idamlar yaşandı. Gencecik fidanlar; 17 yaşında Erdal Eren, yaşı büyütülerek asıldı. Buluğ çağına bile erişmeden 22 yaşında sağcı Mustafa Pehlivanoğlu idam edildi. Ve 300’ün üzerinde idam… Ne korkunç, idam edilmek. Kitaplar yakıldı, yerin dibine gömüldü. Kitaplardan neden bu kadar korkulurdu ki? “Okuma, aydınlanma, bilgilenme, müreffeh Türkiye’nin yolunda ilerleme.” Kör kal, cahil kal, yobazlığa daha yakın ol. Amaç buydu. Günümüzü hazırlayan bir oyundu. Oyunda kan vardı, acı vardı, yanan yürekler, kaybolan pırıl pırıl dinamik beyin gücümüz, idealist gençlik vardı. Darbe… Yok etti, yok ettirdiler.

Her darbenin kahramanları, “Benim kararım en büyük, benim” naraları; bencilliğinde, egosunda sadece kendilerine hizmet edenlerin kahramanlık gösterisi acı dolu tarihe yazıldı. Unutamam, unutmak acı bir eylemdir. Yanlışı ile ülkeyi karanlığa, acıya boğanları.

Günümüze kadar siyaset sert rüzgar etkisiyle devam ederken sağcı mı, solcu mu olmalıydım? Artık hepimiz bir siyasetin yolundaydık. Ama ben de, düşüncelerimde hiçbir şey yerli yerinde değildi. Komünizm, milliyetçilik neydi? Ülkemiz için hedefleri, misyonu neydi? Kısa yoldan milliyetçilik denince kimin ruhu kabarmaz ki vatanı için. Peki, solculuk neydi? Önümde koskoca bir soruydu. Hep korkutulduğumuz devrimcilerin fikirleri, Amerika’nın dünya üzerindeki emperyalist tutumuyla sömürüsü ile, ekonomik bağımlılığı kalkınmak üzere olan ülkelerde köleliği kullanıyordu. Dışa bağımlılık, dış borç nasıl çözülecekti? Dışsal emperyalizm, içsel kapitalizm gelişmeye başlamıştı ülkemizde. Sanayileşmek, üretim için insan gücüne ihtiyaç vardı. Çalışma hayatı hem çalışanı, hem işvereni ortak kotada eşit paydada buluşturma gereksinimiydi. Kapitalizmin dişleri eziciydi. Emeğe haksızlık, işverene kölelikti. Sosyal haklar için örgütlenmek, sömürü düzenine başkaldıran sol görüşün savunduğu yoldu. Aslında CHP partisinin 6 ok realitesi ile sağın 9 ışık realitesi de Türk milleti için müreffeh Türkiye yaratmaktı amaçları. Düşünceler, savlar birbirine geçirgen, empoze edilen fikir alışverişi yolunda siyasi irade yolunda ilerlerken fikir çatışmasına dönmüştür. Kimi komünist, kimi faşist yaftasıyla ülke düşmanı; ülke varlığını yaratan görüşün yolunda birbirine düşman gençlik keskin bıçak haline gelmiştir. Ayrışmalar, silahlanmalar, çatışmalar… Sağ ve sol gizli eller tarafından kışkırtılırken üçüncü el kendi karanlık düzenini kuruyordu. Başkaldırı kapitalizmin bağımlı esareti. Emperyalizmin ekonomik ve sosyal haklar sömürgesi iç sorunumuzda, toprak ağalarının tarımsal alandaki yeni sömürüsü; feodalizmle ve tarikatlarla mücadelemiz vardı. Bermuda şeytan üçgeninden nasıl sosyal refaha ulaşılırdı? Kitaplar yakılırken fikirler geçirgen olmamıştı. Bizlere göre uygun fikirler değil deniliyordu. Neydi, nedir bunca mücadelenin amacı? Kendimce fikirsiz kalmamak için Mao’nun, Lenin’in, Türk solunun amacını az çok okumuştum. Siyasal fikirler sentezlerle gelişir, şiddet beyinsel ölümdür. Milliyetçilik, vatan bütünlüğü elbette ki millî kalkınma sosyal refahtı. Birbirine yakın siyasal süreç nerelere sürüklendi? Aslında bütün yollar, 3.937 kitap okuyan, her fikri bilgece taşıyan, yüzyılların dahisi, müreffeh Türkiye’yi laik, cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk’ümün yoludur.

Millî devrimcilik yolunuz olması dileğimle.

Ayla Mediha ESER

Devamını Oku

BAMTELİ

BAMTELİ
4

BEĞENDİM

ABONE OL

Düşünen insan az konuşur. Fikir üretmek için okur. Düşünce ikliminden, düşüncelerini süzer ve zehirli atık olanları arındırarak hayata geçirir. Ego ve benmerkezcilikten uzaktır. Bir nevi toplumun huzurunu sağlar; birleştirici, uzlaştırıcı ve öngörü sahibidir. Ötekileştirmez, ırk ve din ayrımı yapmaz, kişiler üzerinde tahrik ve yıkıcı davranışlarda bulunmaz. Bunun adına akl-ı selim olmak denir.

HUZURU, SEVGİYİ ÖZLEDİM.
BAYRAM HAVASINDA OLAN ÜLKEMİ ÖZLEDİM.
GÖZYAŞLARININ AKMAYACAĞI YARINLARI BEKLEDİM.
Ömür bitti, bekledim, bekledim.

Neden bu konuyu ele aldım? Anlattıklarım, Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün yaptığı ve bıraktığı manevi değerlerdir. Bir millet yaratırken, ırksal ve dinsel olarak kimseyi ötekileştirmedi. Her kültürden, her inançtan gelen insanların bağlayıcı, birleştirici özelliklerini kullandı. Temel olan insandı. Millet olmanın kavramı, sevgi, hoşgörü ve muasır medeniyeti hedef aldı. Yediden yetmişimize kadar, altın sırma ile işleyerek bizleri içeride ve dışarıda Türklüğün kavramını ve töresini geliştirdi.

Siyaset arenasında tekli partiden yana değildi. Çoklu partilerin oluşması için fikirlerin birbirine geçirgen, çoğalan ve çözüm odaklı olmasını sağladı. Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra, hangi siyasi parti gelirse gelsin, halkın huzurunu ve hakkını savunmak yerine, kişisel çıkarlar arenasına dönüştü. Halk ise adeta yarış atına oynar gibi siyasetin güdümüne düştü.

Yaşadığımız bu zamana kadar olan sürece bakacak olursak, bizi bağlayıcı, sevgi ve saygıyı yaşatan siyasetin amacı olmadı. Hepimiz payımıza düşen zararı gördük siyasetten. Bizi siyaset ve siyasetçilik bitirmektedir.
Bizler de… Kardeşlik dokumuzu iki ucu keskin bıçağa teslim ettik. Oysa ki…! Bizler, hangi fikirden olursa olsun, birbirimizle fikir alışverişi içinde bölünmeden, fikirlerin yaşatıldığı sevgi dokusunu korumalıydık.

Bir yandan dış mihraklar, diğer yandan iç huzursuzluklar; birbirini sevmeyen, bir kaşık suda boğacak hale gelen insanlar olduk. Tam da dış mihrakların istediği gibi: böl, parçala, yut.
Bizi bizden iyi biliyorlar. Bizlerin kin ve nefret dolu hale dönüştüğümüzü gözlemliyorlar.

Hiçbirimiz, birbirimizin gözünün içine bakıp derdini, tasasını anlamayan, selam vermeyi kesen insanlar olduk. Peki, bizler ne kadar masumuz?

Ekmeğimizi, aşımızı bölüştüğümüz; acılarda ortak olduğumuz günlerden, korkunç şekilde birbirimize dönen şiddet odaklı, “sen şucusun, ben bucuyum” ayrımına girdik. Oysa ki, bizler birbirimize hava, su, ekmek kadar gereksinimliyiz. Akli selim insan bu tuzağa düşmez!

Siyaset arenası, maalesef bugünlere kadar böyle döndü. Eşit hak ve adaletten yana olmadık. Bizler de kendi çıkarlarımıza göre siyaset güttük. Gelinen sonuç ise, birbirini sevmeyen, korumayan, sımsıkı, fırtınaya karşı durmayan bizler ne kadar haklıyız?

Birbirimiz üzerinde tahakküm kuran, saygıyı ve sevgiyi yok eden; şiddet odaklı bir toplum olduk. Ekonominin dipflasyonu bulduğu etkisini de göz ardı edemeyiz. Gelecek nesli, işsizlik ve eğitim kaygısıyla genç kuşağımızı denizin ortasında bıraktık. Öyle zengin bir kültüre, renkliliğe sahibiz ki, tıpkı ülkemizin her mevsimi yaşaması gibiyiz. Dünyanın incisi ülkemiz için canını feda etmekten kaçmayan şehitler diyarıyız. Onların hakkını, emanetini korumak ve savunmak zorundayız. Düşünce üretmeliyiz.
Her fikre barışçıl ve hoşgörülü yaklaşmalıyız.
Mustafa Kemal Atatürk olmak budur.
Kin ve nefret, önce insanın kendisini zehirler, sonra çevresindekileri.

ATATÜRK, SEN BİZİM HER ŞEYİMİZSİN
İçimizde sönmez ateşin senin
Sen bizim batmayan güneşimizsin
Senden başka yoktur liderim benim
Atatürk, sen bizim her şeyimizsin

Göktürklü tuğlar seni selamlar
Mavi gözlerinde şimşekler çakar
Tarihlere sığmaz izin, şansın var
Atatürk, sen bizim her şeyimizsin

Şahlandı küheylan Kocatepe’den
“Ya istiklal ya ölüm!” emrini verdin
Sen yürüdün, millet aktı peşinden
Atatürk, sen bizim her şeyimizsin

Ay yıldızla parlar bağımsız vatan
Küllerinden doğdu bu aziz vatan
Ne mutlu “Türk’üm” diyene de şan
Atatürk, sen bizim her şeyimizsin

Mustafa Kemal’in neferiyiz biz
Son nefesimize dek yeminimiz
Laik cumhuriyetin bekçisiyiz biz
Atatürk, sen bizim her şeyimizsin

Bağımsız milletiz, şanlı tarihimiz
Rahat uyu Atam, adın andımız
Minnettarız sana, feda canımız
Atatürk, sen bizim her şeyimizsin
Ruhları şad olsun.

Ayla Mediha Eser

Devamını Oku

Türk’ün Çuval Rövanşı: İstiklâl ve Bağımsızlık Mücadelesi

Türk’ün Çuval Rövanşı: İstiklâl ve Bağımsızlık Mücadelesi
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Değerli okurlar, Türk İstiklâl Hareketi’nin bir üyesi olarak, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde bağımsızlık ve özgürlük için yürümekten büyük onur duyuyorum. Atatürk’ün ilke ve devrimlerini yaşatmak, gelecek nesiller için en kutsal görevimizdir. Bu misyon, hepimizin omuzlarında ağır bir sorumluluktur.

Türkiye, dünya haritasında stratejik bir konuma sahiptir; Avrupa ve Asya kıtalarını birbirine bağlayan, zengin yer altı kaynaklarıyla dünya ekonomisinde lider olmaya aday bir devlettir. Ancak, tarihin derinliklerinden gelen hırs ve kin, ülkemizi ele geçirmek isteyenlerin iştahını kabartmaktadır. Türkiye, dünyanın gözünde bir elmas; şehitlerimizin ve gazilerimizin kanlarıyla sulanmış kutsal bir vatandır. Mustafa Kemal Atatürk’ün bize emanet ettiği bu cennet vatanı korumak, onu yere göğe sığdıramamak bizim boynumuzun borcudur.

Bugün sizlere Türk İstiklâl Hareketi Başkanı, Türk subayı Albay Aziz Ergen’in kahramanlık dolu mücadelesini anlatmak istiyorum. Aziz Ergen, “Türk’e kefen biçilmez” sözünün yaşayan bir örneği olarak, Türk askerine çuval giydiren hainlere unutulmaz bir ders vermiştir. Aziz Komutanımıza sonsuz minnet ve şükranlarımızı sunarken, kendisine uzun ömürler diliyorum.

Aziz Ergen’in Mücadele Dolu Yaşamı

Aziz Ergen, 1960 yılında Elazığ’da doğdu ve 1979 yılında Kara Harp Okulu’ndan Teğmen olarak mezun oldu. Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde komando, eğitim ve asayiş birimlerinde görev aldıktan sonra, Kara Harp Akademisi’nden mezun oldu ve Jandarma Genel Komutanlığı’nda çeşitli önemli görevlerde bulundu.

2003-2004 yıllarında Şırnak Uludere-Gülyazı Taktik Jandarma Sınır Alay Komutanı olarak görev yaparken, birinci çuval hadisesindeki gibi esir alınmak istenen Türk timimizi korumak için büyük bir cesaret gösterdi. Komutasındaki askerler, Peşmerge gruplarını ve onlara destek veren CIA ajanlarını etkisiz hale getirdi. Ancak, Ankara’dan gelen emirle bu kişilerin serbest bırakılması talimatını aldı.

2005 yılında, Kurmay Albay rütbesindeyken FETÖ baskısı nedeniyle emekliye zorlanan Ergen, üç ay sonra Şemdinli iddianamesine dahil edildi ve dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt ve 37 subay arkadaşıyla birlikte yargılandı. 2009 yılında bu davadan beraat etti ve 2009 yılında Ergenekon davasına dahil edilerek Diyarbakır Özel yetkili Mahkemesinde  yargılandı.

Emekli olduktan sonra, yurt içinde ve yurt dışında çeşitli firmalarda koordinatörlük ve danışmanlık görevlerinde bulundu. Aziz Ergen, Antalya’da ikamet etmekte olup, evli ve iki çocuk babasıdır.

Şehit Mezarı Başında Yolsuzluk Yeminleri

Operasyonun kilit ismi emekli albay Aziz Ergen, “Kirli Ellerin İttifakı” adlı kitabında ‘şehit mezarı başında sonuna kadar gideceklerine dair yemin ettiklerini’ yazdı.

Eski Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Talat Şalk ile yürüttüğü Beyaz Enerji operasyonunun “şehit mezarı başında edilen yolsuzluk yemini” ile başladığını belirten Ergen, siyasilerin bazı makamları etkilediğini iddia etti. Beyaz Enerji operasyonu sırasında Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı görevini yürüten emekli albay Aziz Ergen, operasyonun başlatılmasından Mavi Akım yolsuzluklarına ve eski bir bakanın rüşvet teklifine kadar, dönemin gün ışığına çıkmayan pek çok ayrıntısını “Kirli Ellerin İttifakı” kitabında anlattı. Ergen, operasyonun bir işadamının kendisine ulaştırdığı mikrokasedi dinlemesiyle başladığını söyledi.

Operasyondan bir gün önce Cebeci Askeri Mezarlığı’nda, PKK teröründe şehit düşen bacanağı ve devre arkadaşı yüzbaşı Temel Kuğuoğlu’nun mezarı başında dua ettiğini söyleyen Ergen, operasyonda sonuna kadar gideceklerine orada yemin ettiğini belirtti. Ergen, “Söz veriyorum ve yemin ediyorum, siz o yolda savaştınız; biz de bu yolda kendimizi ateşin içine atmaya hazırız” dedim diye konuştu. Operasyonun bir noktada siyasilerce engellendiğini de kaydeden Ergen, dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın kendisine “Bunlar Türkiye’yi havaya kaldırıp indirecek deliller. Operasyon seni de, beni de yiyecek” dediğini aktardı. Ergen kitabında da operasyonun durdurulması için bir milletvekilinin ve gözaltına alınan eski bir bakanın kendisine rüşvet teklifinde bulunduğunu anlattı.

Ergen şu iddialara yer verdi: “Bakan bana ‘Yetkin var, operasyonu sen yönetiyorsun. Şu an trilyonlar civarında mal varlığım var. Eğer istersen bu mal varlığımı kim varsa onun üzerine yapabilirim. Yeter ki beni tutuklamayın’ dedi. Cebimdeki parayı masaya koyarak, ‘Bu para senin parandan şereflidir’ dedim. Bakan, ‘Sen geleceğini hiç düşünmüyor musun, ne biçim adamsın’ yanıtını verdi.”

Beyaz Enerji operasyonu çerçevesinde, eski devlet bakanı Birsel Sönmez gözaltına alınmıştı.

Mikrokasetle başladı Ergen, Rusya’dan alınan doğalgaza ilişkin anlaşmada yer alan “al ya da öde” düzenlemesinden yola çıktıklarını da anlatarak, “BOTAŞ’ı temizleyip DSİ ve TPAO’ya girilecekti. Ancak Beyaz Enerji operasyonunun yolunun kesilmesiyle ‘beyaz devrim’in önü kesilmiş oldu” ifadesine yer verdi. Ergen, Başbakanlık’a götürdükleri dosya nedeniyle dönemin başbakan yardımcısı Hüsamettin Özkan’ın kendisini şikâyet ettiğini öne sürdü. Devrimin önü kesildi.

Son Söz: İstiklâl ve Cumhuriyeti Müdafaa Zamanı

Değerli okurlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin…” O gün bugündür. Şimdi birlik olma zamanıdır. Korkmadan, susmadan, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı için mücadele etmeye devam edeceğiz.

Susmayacak, korkmayacaksın!

Ayla Mediha ESER

Devamını Oku

İZ SÜRÜMÜ

İZ SÜRÜMÜ
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Kıymetli okurlarım merhaba,

Tercüman gazetesinin bende yeri başkadır. Gazetemizde yazar olma teklifiniz ile anılarımın iz sürümüne, mutlu çocukluğuma döndüm.

Rahmetli babam Tercüman gazetesi alırdı. Çocukken gazete okumak benim vazgeçilmezimdi. Babam bir an önce gelse de gazeteyi getirse diye beklerdim. Gerçekten ilkokul yıllarımdı; okuma isteğim doruktaydı. Magazin sayfasını okumazdım. Rahmetli Rauf Tamer’in köşe yazısı “Anahtar Deliği”ni okurdum. Babamın gazeteyi akşama getirmesi nedeniyle artık her sabah erkenden kalkıp gazete bayiinde sıraya girerdim. Gazetenin kokusu ve içindeki dünya geleceğime yön veriyordu. Okuma hevesim, rahmetli babam Toprak İskan Memuru olduğu için evimizde bir kütüphane bulunmasından kaynaklanıyordu. Her fırsatta babamın dairesine gidip kütüphaneyi temizlerdim ve kitaplarımı orada alıp okurdum. Ödül olarak babam bana limonata ikram ederdi. Bütün hayalim gazeteci olmaktı. Lise yıllarımda yarışmalarda ödüller alıyordum. Hayat istediğim yönde gelişmedi ama hayata değer katmak için kendimi geliştirdim ve geliştirmeye de çalışıyorum daima.

Tercüman gazetesinde yazar oluyorum şu an. İz sürümümde, babamın ruhuyla bütünleştim. Mutlu oldum zamanla, yaşam neler sunmuyor ki değil mi?

İlk yazım ve şiirim babama ithafen olsun istedim. Uzun soluklu yolculuğumuz beni onore edecektir, Tercüman gazetesi bünyesinde.

Kıymetli okurlarımıza sağlık ve esenlik diliyorum.

NERDESİN CANIM BABAM?

Yar yarası değilsin içimden atamam
Böylesi sevgiyi ben, dünyada bulamam
Sana kıble olmuşum seni hiç unutmam
Kokun sinen varlığın nerede canım babam?

Hicranın fragımdı soldu Nevbaharım
Derin kuyu yokluğun sevgine muhtacım
Tütmez baba ocağım yıkıldı genç çağım
Kokun sinen varlığın nerede canım babam?

Üşümüş bir serçeyim güneşi görmedim
Güz sancısı yüreğim şad olup gülmedim
Yüce dağım, çınarım sana nasıl yanmam
Kokun sinen varlığın nerede canım babam?

Gençliğim soldu sensiz, ağlama desende
Karlar yağdı başıma bedenim şebnemde
Zambaklar ağladı gittiğin mevsimde
Kokun sinen varlığın nerede canım babam?

On altı yaşımda acıya sarıldım
O kutsal adın babam, haykırmak isterdim
Cam kesiği kanatır son nefese değin
Kokun sinen varlığın nerede canım babam?

Ruhun şad olsun ulu çınarım.
Ayla Mediha ESER

Devamını Oku