Dr. Tuğtigin Şen

Dr. Tuğtigin Şen

10 Nisan 2025 Perşembe

    Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD)’nin 41’inci Kuruluş Yıldönümü ve Türk Dünyası

    Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD)’nin 41’inci Kuruluş Yıldönümü ve Türk Dünyası
    2

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD)’nin 41’inci kuruluş yıldönümü, 8 Nisan 2025 Salı günü Anıtkabir’de düzenlenen törenle kutlanmıştır. Tören kapsamında Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün mozolesine çelenk sunulmuş, şeref defteri imzalanmıştır.

    Anıtkabir’de Atamızın mezarı ve ruhu huzurunda yapılan bu tören sırasında Türkiye Emekli Subaylar Derneği Genel Başkanı Emekli Hava Pilot Korgeneral Dr. Erdoğan Karakuş tarafından Anıtkabir Şeref Defteri’ne yazılan ve katılanlara okunan aşağıdaki yazı bana çok derin mesajlar vermiş ve bu köşe yazısını yazmama ilham olmuştur.

    Ulu Önder Atam,
    Türkiye Emekli Subaylar Derneği’nin kuruluşunun 41’inci yıldönümü nedeniyle, Mustafa Kemal’in askerleri olan silah arkadaşlarımla huzurundayız.
    Son birkaç yıldır ülkemizin çevresi ateş çemberi haline geldi. Ancak sadece şu anda görevdeki Silahlı Kuvvetlerimiz değil, biz emekli subaylar olarak da vatanın bütünlüğünü, milletin birliğini korumak için her türlü göreve hazırız.
    Bu görevi ilkeleriniz doğrultusunda, “Yurtta Barış, Dünyada Barış” görüşünüzün tatbikini, Türk Dünyası’nı daha fazla kapsayacak tarzda uygulanmasını sağlayacak şekilde yapmaya da hazırız.
    Özellikle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve komşu ülkelerdeki Türk Dünyası mensuplarının korunması, Türkiye’nin barış içinde yaşamasının teminatıdır.

    Ulu Önder Atam;
    Silah arkadaşlarımız ve onları sonsuz destekleyen aileleri, ülke ve milletimizin güvenliği için oluşabilecek tehlikelere karşı her göreve hazırdır.
    Rahat uyu Atam,

    Dr. Erdoğan Karakuş
    Emekli Hava Pilot Korgeneral
    Türkiye Emekli Subaylar Derneği Genel Başkanı

    Bu törende bulunan ve bu metinde yazanları dinleyen emekli bir subay olarak, ilk aklıma Türk tarihi ve ilk gönlüme Türk Dünyası geldi.
    Bugün Rusya’nın Ukrayna’ya saldırıları halen devam ediyor ve tüm büyük devletler bu saldırıyı sadece sözlü tepkilerle izlemeye devam ediyor.
    Bugün Amerika’nın desteğindeki İsrail’in Filistin ve Ortadoğu’daki derin planlarını gerçekleştirdiği insanlık katliamı devam ediyor. Ve yine büyük devletler sadece sözlü tepkilerle bu insanlık katliamını izlemeye devam ediyor.
    Şimdi Amerika ve Çin arasında yeni başlayan ekonomik savaş, tüm dünyaya yayılmak üzere.
    Bugün tarih ilminin bizleri aydınlatabildiği büyük devletlerin, I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti toprak paylaşımı konusunda kendi aralarında anlaşmazlık çıkmasını önlemek için yaptığı gizli anlaşmalardan olan İstanbul (1915), Londra (1915), Sykes-Picot (1916), St. De Maurienne (1917) anlaşmalarını yapmışlardır. Bu anlaşmalara benzer şekilde bugün Ukrayna, Filistin, Ortadoğu ve Türk Dünyası için gizli anlaşmalar yapılmış olabilir.

    1945 yılında, 2. Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra “Dünya barışı ve huzurunu korumak amacıyla” Birleşmiş Milletler (BM) kurulmuştur. Birleşmiş Milletler, kuruluşunda kendi misyonunu “Adalet ve güvenliği, ekonomik kalkınma ve sosyal eşitliği, uluslararası tüm ülkelere sağlamayı amaç edinmiş küresel bir kuruluş” şeklinde tanımlamaktadır.
    Halbuki BM’nin kurulmasından sonra tek bir yıl savaşsız geçmemiş ve 20. yüzyılda ölen insan sayısının yaklaşık üçte biri bu dönemde ölmüştür.

    Dünyadaki savaşları bitirmek için kurulmuş BM Güvenlik Konseyi on beş ülkeden oluşmakta olup, bu üyelerden beşi daimi üye statüsündedir ve mutlak veto yetkisine sahiptir. Bu ülkeler Amerika, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dır.
    Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün 2011 yılı dünya silah ticareti tablosuna göre; son 200 yıllık dünya tarihi içinde, dünyaya en çok silah satan ülke isimleri arasında Amerika, Rusya, Almanya, Fransa ve İngiltere ilk beş içinde yer alıyor. Ve şimdi Çin, bu devletleri geçme aşamasına gelmiştir.

    Geçmiş genel tarihimizde Çin içimizdeki işbirlikçilerle anlaşır, kaybeden biz; Rusya – İngiltere anlaşır, kaybeden biz; Ermeni-Rus-Fransız-Amerikan-Yunan anlaşır, kaybeden biz; İngiliz-Fransız anlaşır, kaybeden biz; İsrail-Amerika anlaşır, kaybeden biz; Amerika-Avrupa anlaşır, kaybeden biz. Kısaca hepsi içimizdeki yerli işbirlikçilerle anlaşırlar, kaybeden biz; vatan sınırlarımızın hemen dışındaki işbirlikçilerle anlaşırlar, kaybeden biz; biz yine biz Türkler.
    Yine Araplar hep bizim kardeşimiz ve bizim gibi onlar da Müslümanlar derken, Arap yöneticilerinin birer piyon olarak büyük devletler tarafından seçildiklerini ve bize karşı I. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi hâlâ kullanıldıklarını biz Türkler hiç hesaba katmadık. Yine biz Türkler kaybettik.
    Ancak geçmiş genel tarihimizdeki bize karşı yapılan tüm anlaşmalara ve verdiğimiz kayıplara rağmen biz Türkler hep ayakta ve bağımsız kaldık.

    Geçmiş dünya ve Türk tarihinden alınan dersler, dünyadaki barış için güçlü bir devlet olmayı, caydırıcı ittifaklar kurmayı ve sert tedbirler almayı şart koşmaktadır.
    Dünyada Türkiye ve Türk Dünyası olarak barış içinde yaşamak istiyorsak önce güçlü birer devlet olmalı ve de Ermenilere karşı Azerbaycan-Türkiye kardeşliği örneğinde olduğu gibi kardeş Türk dünyası devletleri ile gerektiğinde karşı tarafa askerî güç de kullanabilecek güçlü bir ittifak kurmalıyız.

    Bugün Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti birer bağımsız Türk devletidir. Bu devletlere ilaveten özerk Türk cumhuriyetleri vardır. Altay Cumhuriyeti, Başkurtistan, Kabardey-Balkarya Cumhuriyeti, Çuvaşistan Cumhuriyeti, Dağıstan Cumhuriyeti, Doğu Türkistan, Gagavuzya, Hakasya, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti, Karakalpakistan, Nahçıvan, Tataristan, Tuva Cumhuriyeti ve Yakutistan özerk Türk devletleridir. Bu Türk devletleri çok kritik bir coğrafyaya ve enerji kaynaklarına sahiptir.

    Bağımsız ve özerk Türk devletlerinin yanında, bugün var oluş mücadelesi yapan İran’da Azeriler, Kaşkaylar, Kaçarlar; Rusya’da Nogaylar, Ahıska Türkleri, Terekemeler ve Karay Türkleri; Yunanistan, Bulgaristan ve eski Yugoslav devletlerinde Balkan Türkleri; Irak’ta Türkmenler; Suriye’de Oğuz Türkmenleri; Çin’de Uygurlar, Salarlar ile dünyanın diğer coğrafyalarında Halaçlar, Şahsevenler, Naymanlar ve Avrupa Türkleri gibi burada isimlerini saymaya imkân bulamadığımız daha birçok Türk kökenli topluluklar bulunmaktadır.
    Bugün dünyada yaşayan Türklerin toplam nüfusu, Çinliler ve Hintliler’den sonra Türkleri dünyanın en kalabalık 3. nüfusu yapmaktadır.

    Haydi artık, Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm Türk Dünyası Devletlerine; Türk Milletinin ise öz kardeşlerine gerçek barış getirmek için liderlik etme zamanı gelmiştir.
    Haydi, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” diyerek tüm dünyaya barış getirmek için Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yaktığımız bağımsızlık ve özgürlük meşalemizi aynı inanç ve kararlılıkla ikinci yüzyılımıza taşıyalım ve de sömürüye karşı direnen tüm dünya insanlığına ve devletlerine biz Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti örnek olalım.

    Emekli bir subay ve Emekli Subaylar Derneği’nin bir üyesi olarak derneğimizin 41’inci kuruluş yıldönümünü kutluyor ve bana Türk Dünyası üzerine bu yazıyı yazmama bu törende Anıtkabir Şeref Defteri’ne yazdığı yazı ile ilham olduğu için Erdoğan Karakuş Komutanımıza teşekkür ediyorum.
    Bizler emekli subaylar olarak, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” için her zaman, aynı Atamız Mustafa Kemal Atatürk gibi görev yapmaya hazırız.

    Devamını Oku

    GAYRİ NİZAMİ HARP (NAMERT SAVAŞ)

    GAYRİ NİZAMİ HARP (NAMERT SAVAŞ)
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Dünyadaki nükleer güç dahil bütün harp silah ve araçlarındaki son yıllardaki gelişim durumu göz önüne alındığında, artık ülkelerin birbirleriyle klasik konvansiyonel harp esasına dayalı bir savaş yapmasının çok büyük hayati riskler taşıdığı tespit edilmektedir. Günümüzde askerî yönden zayıf ülkeler bile sahip oldukları uzun menzilli roket, füze sistemleri ve diğer gizli nükleer silahlarıyla güçlü devletleri etki altına alabilmektedir. ABD, Rusya, Çin ve Batılı devletler gibi güçlü olduğu değerlendirilen devletlerin ise birbirleriyle mevcut bu silah sistemleriyle savaşmaları, tarafların sonuçta tamamen yok olmalarına sebep olacaktır.

    Dünya’daki hiçbir güç böyle büyük bir tehlikeyi göze alamadığı için, yeni savaş yöntemleri bulmak amacıyla büyük bir araştırma yapılmıştır. Yakın dünya tarihi incelendiğinde, artık savaşların büyük çoğunluğunun küresel güçler tarafından devletlerin birbirlerine karşı kışkırtılması ve iç sorunlarının derinlemesine irdelenmesiyle ortaya çıktığı görülmektedir. Çıkan bu savaşlar ve devlet içindeki iç mücadeleler, sonuçta küresel güçlerin bu bölgelerdeki enerji kaynaklarına ve stratejik noktalara hâkim olmasıyla sonuçlanmaktadır.

    Bu konuda en yoğun çalışan ülkelerden biri olan Amerika’nın eski Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı General George W. Casey Jr.’ın “21. Yüzyılın Ordusu” adlı makalesindeki tespitleri konuyu aydınlatıcı niteliktedir:

    “21. yüzyılın tehlikeleri ve zorlukları gittikçe belirgin hale gelmiştir. ABD’nin dış tehditlere karşı içeride güvende olduğu algısı, 11 Eylül’de yıkılmıştır. O zamandan beri savaş halindeyiz. Bu, küresel aşırı siyasi akımlarla uzun vadeli ideolojik bir savaştır. 21. yüzyılın bu çatışmaları, ortaya çıkan güvenlik ortamının habercisidir. Önümüzdeki yıllarda ABD; karmaşık, dinamik, ulusal güvenlik ile müttefik ve dostlarımızın kolektif güvenliğine yönelik beklenmedik zorluklarla karşı karşıya kalacaktır. Bu zorluklar, değişik biçimlerde; kara, hava, deniz, uzay ve siber uzay gibi alanlarda, genel savaştan barışçıl rekabete kadar uzanan geniş kapsamlı bir mücadele olarak ortaya çıkacaktır. Bu ortamda başarılı olmak için Savunma Bakanlığımız, savunma stratejisinde bir denge prensibi geliştirmiştir. Bu dengeler; gelecekteki çatışmalara hazırlık için şu anki mücadeleye karşı tepki dengesi, konvansiyonel savaşa karşı gayri nizami harbe hazırlanma dengesi ile dengeyi korumak için gerekli olan kültürel değişikliklere karşı bize güven veren kültürel avantajlar arasındaki dengedir.”

    Amerika gibi açık istihbarat kaynaklarında, diğer ülkeler üzerinde en çok yeni savaş yöntemlerini uyguladığı iddia edilen bir ülkenin bile bu tehdide yönelik tedbirler alması, dikkate değer bir husustur.

    Kısacası, tam isabetli ve güçlü silahlar, günümüz savaşlarının şeklini değiştiriyor. Sanayi Çağı boyunca savaşçıların amacı, ağırlıklı olarak düşmanı yıpratmak ve imha etmek üzerineydi. Çatışmayı sürdüremeyecek hale getirmek için düşmanın üzerine güçlü patlayıcılar atılırdı. Bu yeni “namert savaş” konseptinde ise amaç, düşmanı yıpratmak yerine, zamanında Çinlilerin atalarımıza yaptığı gibi, düşman hatlarının sinir sistemi olan halklara, orduların manevi ve kültürel değerlerine, komuta birimlerine, bilgisayar ağlarına—yani savaş mekanizmasını yönlendiren unsurlara—gayri nizami harp teknikleriyle saldırmaktır.

    Bu savaşta düşman, akıl ve bilimi; devletleri, milletleri ve orduları yok etmek için silah üretmek veya asker kullanmak yerine, tek bir mermi dahi atmadan ve hiçbir kayıp vermeden, bu devletleri kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmeye zorlamaktadır.

    Bu şekilde, düşman hiçbir silah kullanılmadan kendi içinde çatışmaya ve bölünmeye sürüklenerek, enformasyon savaşıyla yok edilebilir ve istenilen davranışa mecbur bırakılabilir. Böyle savaşlar, maliyet-etkinlik analizi çerçevesinde incelendiğinde, çok ucuz ve konvansiyonel harbe göre çok daha etkilidir. Bu savaşın yöntemleri çeşitlidir ve halen geliştirilmektedir.

    Son yıllarda Irak, Mısır, Tunus, Cezayir, Fas, Yemen, Bahreyn, Suudi Arabistan, Ürdün, Libya ve Suriye’de olduğu gibi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki iç çatışmalar, bu duruma en somut örneklerdir. Türkiye’nin de 1984’ten beri bölücü terör örgütüne karşı yürüttüğü İç Güvenlik Harekâtları ve FETÖ terör yapılanması göz önüne alındığında, yeni savaşların önümüzdeki dönemde de bu yönde ilerleyeceği anlaşılmaktadır.

    Aslında bu yeni olduğu iddia edilen gayri nizami harp teknikleri, tarih boyunca uygulanmıştır. Bir oryantalist, “Eğer bir milletin medeniyetini tahrip etmek istiyorsanız, üç yol vardır” demiştir:

    1. Aile yapısını tahrip edin.
    2. Eğitim sistemini çökertin.
    3. Rol modellerini ve referanslarını küçümseyin, alçaltın.

    M.Ö. 500’lerde yaşamış ve “Savaş Sanatı” adlı eserin yazarı Sun Tzu ise şöyle der:

    “Bütün savaşlar aldatmaya dayanır. Düşmanı aldatmak için yem verin, karışıklık taklidi yapın ve onu çökertin.”

    Sun Tzu, kitabında düşmanı çökertmek için şu teknikleri önermektedir:

    • “Hasım ülkelerin hakanlarının ve yöneticilerinin başarılarını, kişiliklerini küçük göstererek, iyi olan şeyleri gözden düşürünüz.”
    • “Yöneticilerin ve askerlerin şöhretlerine gölge düşürünüz ve zamanı geldiğinde kendi halkının onları hor görmesini sağlayınız.”
    • “Düşman halkın kendi aralarındaki çelişki, düşmanlık, uyuşmazlık ve kavgalarını yayınız.”
    • “Hasmınızın geleneklerini gülünç hale getiriniz. Kültürünü çökertiniz.”
    • “Etki ajanları ve vatan haini casuslar yaratınız. Ülkeyi içten fethediniz.”
    • “İnsan beynindeki savaşı kazanınız. Önce düşmanı yenileceğine ikna ediniz! İnsan beynindeki savaşı kazanırsanız, yenik bir düşmanla savaşırsınız! O zaman güçsüz bir ordunuz olsa bile mücadele edebilirsiniz.”
    • “İnsan beynindeki savaşı kazanmak için, önce kendinizi çok güçlü, düşmanınızı da çok güçsüz gösteriniz.”

    Yukarıdaki teknikler, Sun Tzu’nun önerdiği propaganda yöntemlerinden sadece birkaçıdır ve yüzyıllardır Çin’in başta Türkler olmak üzere komşu devletlerine başarıyla uygulanmıştır.

    Yeni olduğu iddia edilen bu savaşlar—yani gayri nizami harp veya namert savaş—aslında tarih boyunca uygulanmış ve halen uygulanmaktadır.

    Devamını Oku

    BİZ TÜRK MİLLETİ OLARAK GERÇEK BİR BAYRAM YAPALIM

    BİZ TÜRK MİLLETİ OLARAK GERÇEK BİR BAYRAM YAPALIM
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Biz insanlar olarak su gibi akan zaman içinde ömrümüzü şuursuzca tüketiyoruz. Samimi bir eski okul arkadaşımdan alarak zamanında not defterime “Mutlu Olmanın Sırrı” adlı bir yazı yazmışım. Yazı, hayatın özetini ne kadar da güzel anlatıyor:

    “Önce evlendiğimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi. Evlendikten sonra, bir çocuğumuz doğduktan hatta ardından bir tane daha olduktan sonra hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi. Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar büyüyünce daha mutlu olacağımıza inanırız. Bundan sonra ergenlik dönemlerinde çocuklarla uğraşmamız gerektiği için öfkeleniriz. Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu olacağımızı, yeni bir araba alınca, güzel bir tatile çıkınca, emekli olunca, yaşantımızın dört dörtlük olacağını söyleriz. Gerçek ise şu andan daha iyi bir zaman olmadığıdır. Eğer şimdi değilse, ne zaman?… Hayatınız her zaman mücadelelerle dolu olacaktır. En iyisi bunu kabul edip her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir. Mutlu olmak için içinde bulunduğunuz andan daha iyi bir zaman olduğuna karar vermek için beklemekten vazgeçin. Mutluluk bir varış değil, bir yolculuktur. Pek çokları mutluluğu insandan daha yüksekte ararlar, bazıları da alçakta. Oysa mutluluk insanın boyu hizasındadır. Unutmayın, yarın kimseye vaat edilmemiştir.”

    Şimdi 57 yaşında ve kendi tecrübelerim sonucu bu nottan yeni çıkardığım ders: Zaman hiç kimse için beklemez. Öyleyse;

    • Okulu bitirene kadar,
    • Çok para sahibi olana kadar,
    • Çocuklarınız olana kadar,
    • Çocuklarınız evden ayrılana kadar,
    • İşe başlayana kadar,
    • Evlenene kadar,
    • Cuma gecesine kadar,
    • Pazar sabahına kadar,
    • Yeni bir araba ya da ev alana kadar,
    • Borçları ödeyene kadar,
    • İlkbahara kadar,
    • Yaza kadar,
    • Sonbahara kadar,
    • Kışa kadar,
    • Maaş gününe kadar,
    • Şarkınız söylenene kadar,
    • Emekli olana kadar,
    • Ve ve…
    • Ölene kadar “BEKLEMEYİN”…

    Unutmayın, “YARIN KİMSEYE VAAT EDİLMEMİŞTİR.”

    Bizler Türk milleti olarak mutlu olmak istiyorsak, tarihten gelen öz kültürel değerlerimizin temeli olan insana her zaman sahip çıkmalıyız. Annelerimizi, babalarımızı, eşlerimizi, çocuklarımızı, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, komşularımızı, akrabalarımızı ve birbirimizi asla ihmal etmemeliyiz. Onları mutlu etmeliyiz, sevmeliyiz, gönüllerini almalıyız, ellerini tutmalıyız, dinlemeliyiz ve her daim yanlarında olduğumuzu onlara hissettirmeliyiz. İşte o zaman en mutlu millet ve en mutlu insanlar oluruz.

    Haydi, bu kutsal Ramazan Bayramı’nda yeniden mutlu bir millet ve mutlu insanlar olmak için bir başlangıç yapalım. Haydi, bu Ramazan Bayramı’nda hep beraber annelerimizi, babalarımızı, eşlerimizi, çocuklarımızı, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, komşularımızı, akrabalarımızı ve birbirimizi ziyaret edelim. Haydi, artık sanal değil gerçek bir bayram yapalım ve mutlu olalım.

    Unutmayın, “YARIN KİMSEYE VAAT EDİLMEMİŞTİR.”

    Herkesin bayramını gönül sevgisi ile kutluyorum.

    Saygılarımla…

    Devamını Oku

    18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ ve ŞEHİTLERİ ANMA GÜNÜ

    18 MART ÇANAKKALE ZAFERİ ve ŞEHİTLERİ ANMA GÜNÜ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    2019 yılı Mart ayında, memleketim olan Isparta’da babamı ziyaret etmekte idim. Eski bir tarihçi ve eğitimci olan babamın kitaplarını karıştırırken, bir kitabın içinde el yazısı ile yazılmış Çanakkale Savaşı ile ilgili bir yazı buldum. Babama, “Bu nedir?” diye sorduğumda, bu yazının geçmişte Çanakkale Zaferi için bir il merkezinde yapılan bir törende kendisinin yaptığı bir konuşma olduğunu söyledi. Yazıyı okuyunca çok duygulandım. “Bir zafer bu kadar duygusal anlatılmaz,” diye düşündüm ve babamın yaptığı bu konuşmadan bazı kesitleri sizlerle paylaşmayı düşündüm. Benim tek yaptığım, ilk girişte dipnotta belirttiğim bir tarih kitabından aldığım giriş bölümü ve yazının sonundaki 4 cümledir. Kısacası, bu yazıyı babam Bayram Şen ve oğlu ben Tuğtigin Şen beraber yazdık.

    Birinci Dünya Savaşı içinde önemli bir yer teşkil eden Çanakkale Savaşları, önce deniz savaşı, daha sonra da kara savaşı olarak gerçekleşmiştir. İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti’ni savaş dışında bırakmak ve Rusya ile bağlantı kurarak Almanya ve Avusturya’ya karşı üstünlük sağlamak için Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’u kontrol etmek istemişlerdir. Bu amaçla güçlü donanmaları ile 18 Mart 1915’te Çanakkale Boğazı’na saldırmışlardır. Ancak bu güçlü donanma, isabetli top ateşi ve mayınların boğazı tıkamasıyla beklenmedik bir yenilgiye uğramıştır. Deniz yoluyla geçemedikleri Çanakkale Boğazı’nı bu kez karadan istila ederek aşmak amacıyla Seddülbahir ve Arıburnu bölgelerine çıkarma harekatı düzenlemişler ama yine başarı gösteremeden 1916 yılının başında geri çekilmişlerdir.

    Tarih kitaplarında yukarıdaki örnekte olduğu gibi bir paragrafta özetlendiğini gördüğümüz bu zafer, aslında derin bir kültürel ve milli bir duygunun tekrar şahlanışının yıl dönümüdür.

    Bugün gururla andığımız Çanakkale Zaferi’nin özellikleri, diğer savaşlardan daha başka bir görünüm arz etmektedir. Bu zaferde, iman ve azmin kuvvet ve teknikle mücadelesi vardır. Burada mananın maddeye üstünlüğü vardır. Burada hakkın kuvvete üstünlüğü vardır. Burada yüce Türk Milleti’ne Allah’ın yardımı vardır.

    Bugün, bu savaşların en yoğun geçtiği Gelibolu Yarımadası’nı dolaşırsanız, nefesiniz kesilir, soluk almakta güçlük çekersiniz ve bu savaşı bütün haşmetiyle hissedersiniz.

    Burada 63 eriyle Ertuğrul Koyu’na çıkan altı bin düşman askerini savaşarak geri atan Ezineli Yahya Çavuş’un mücadelesini, burada Mehmet oğlu Seyyit’in 269 kilo ağırlığındaki gülleyi namluya yerleştirmesini, burada düşman tarafından atılan bombaları daha patlamadan yine düşmana atan Mehmet Çavuş’u hissedersiniz. Burada karşılıklı atılmış iki merminin havada kenetlenmiş olduğunu görürsünüz.

    Burada düşman toplarının cehennemi ateşine rağmen susmayan Ertuğrul Tabyası, Orhaniye Tabyası, Hamidiye Tabyası’nı hissedersiniz.

    Burada tarihin en büyük donanması Boğaz’da ilerlerken, onların arasından sessizce Nusret Mayın Gemisi ile mayın döşeyen Yüzbaşı Hakkı’yı hissedersiniz.

    Burada on eri ile bir düşman taburu ile savaşarak şehit olmuş Bigalı Mehmet Çavuş’u hissedersiniz.

    Burada 57. Alay’ın hâlâ ayakta duran siperlerini görürsünüz.

    Burada liseden ve fakülteden yeni mezun olmuş aydın bir gençliğin vatan için şehit olarak yok olduğunu anlarsınız.

    Burada askerlerine, “Size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum,” diyen Mustafa Kemal’in sesinin kulaklarınızda çınladığını hissedersiniz.

    Burada Mustafa Kemal’in aşağıda ifade ettiği yüksek ruhu yeniden yaşarsınız:

    “Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz, on metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulamamacasına düşüyor, ikinci siperdekiler onların yerine geliyor, fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz?.. Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini de biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok… Okuma bilenler Kuran’ı Kerim okuyor ve Cennet’e gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.”

    Ama burada göklere yükselen Fransız ve İngiliz mezar anıtları yanında, bu yüksek ruha sahip atalarımızın mütevazi mezar taşlarını ve anıtlarını görürsünüz.

    İşte burada, elinize alacağınız şehit kanları ile sulanmış her toprak parçasında, vatanımızın ne kadar kutsal olduğunu görürsünüz ve bütün şehitlerimizin bizlere baktığını içinizde titreyerek hissedersiniz.

    Ve burada, Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri şiirinin son satırında şehitlerimiz için yazdığı aşağıdaki ifadesinin ne kadar doğru olduğunu anlarsınız:

    “Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın.”

    Devamını Oku

    BAYRAKLARDAKİ DERİN MESAJLAR

    BAYRAKLARDAKİ DERİN MESAJLAR
    1

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bayraklar üzerindeki şekil, renk ve semboller; devletlerin, milletlerin inançlarını, düşüncelerini ve hafızalarında derin izler bırakan hatıralarını yansıtır. Bayrakların üzerindeki şekiller, özellikle devletler için önemli konuları işaret eder. Örnek olarak, İngiliz bayrağındaki birbirine kaynaşmış üç haç şekli, İngiltere, İskoçya ve İrlanda’nın birleşik vaziyetine işarettir. ABD’nin bayrağındaki elli yıldız, Amerika’yı oluşturan eyalet sayısını ifade etmektedir. Eski SSCB bayrağında, kızıl zemin üzerindeki orak çiftçileri; çekiç ise işçileri sembolize eder.

    Bayraklardaki renklerin de devletler için önemli anlamları vardır. Meselâ, Fransa; ihtilâlden sonra bayrağının renklerini belirlerken, krallık zamanından beyazı, ihtilâlden kırmızıyı ve Paris’in eski alâmeti olarak maviyi almış ve üç renkli Fransız bayrağını oluşturmuştur. Almanya, Belçika, Hollanda, İtalya gibi bazı Avrupa devletlerinin bayrakları üç renklidir. Bu bayraklarda üç renk kullanılması, teslis inancını sembolize etmektedir. Japonların bayrağındaki kırmızı daire ise Japon Budizmi’ndeki ilâh anlayışını sembolize eder.

    Bayraklardaki semboller, genellikle milletlerin ve devletlerin dinî yönlerini ortaya çıkarmaktadır. Danimarka, Finlandiya, İsveç, Norveç, İsviçre, Yunanistan gibi bazı devletler de bayraklarında Hristiyanlığın sembolü olan haça yer vermişlerdir. Kore bayrağındaki bir daire içinde bulunan iç içe iki “S” de bu devlet için dinî bir anlam taşır. Kezâ, Eski Çin bayrağındaki ejderha resmi de Çin’deki an’anevî kültürün izlerini yansıtır. Suudi Arabistan bayrağındaki ‘Kelime-i Tevhid’ ile İran bayrağındaki ‘Allah’ lâfzı da, inancın bayrakta sembolize edildiğine birer örnektir.

    Bayraklar üzerindeki bu şekil, renk ve sembollere genel olarak baktıktan sonra, Türkiye ve Türk Milleti için derin mesajlar taşıyan üç bayrağa daha ayrıntılı bakmalıyız. Belki bu üç bayrak, bizlere niçin Avrupa Birliği’ne hâlâ alınmadığımızı ve vatanımızın doğu ve güneydoğu bölgeleri ile çevre ülkelerde yaşanan terör ve savaşlar hakkında derin mesajlar verebilir.

    AVRUPA BİRLİĞİ BAYRAĞI

    Avrupa Birliği’nde (AB) ortak değer Hıristiyanlıktır. AB bayrağında ve paraları Euro üzerinde Hıristiyanlığı sembolize eden amblemler bulunmaktadır. Üye ülke sayısı artmış olmasına rağmen, AB bayrağındaki 12 yıldız ya da başında 12 taşlı taç bulunan Meryem Ana resmi değişmemektedir. Çünkü bunlar ülkeleri değil, Havarileri temsil etmektedir. Havariler, Hz. İsa’nın İncil’i yaymak ve vaaz vermekle görevlendirdiği yardımcılarıdır. Havarilerin isimleri şunlardır: Petrus, Andreas, Yuhanna, Büyük Yakup, Filipus, Thomas, Bartholomaeus, Matthias, Küçük Yakup, Şemun, Yehuda ve Taddeus.

    ‘’Gökte ulu bir belirti görüldü. Güneşi kuşanmış bir kadın, ayaklarının altında ay, başında 12 yıldızdan bir taç’’ (Vahiy 12-1). Meryem Ana’nın başındaki taçtan ayrı olarak, Meryem Ana’nın geleneksel mavi pelerini de AB bayrağının zemin rengidir. Nitekim, AB bayrağının tasarımını yapan ve koyu bir Katolik olduğu bilinen Arsene Heitz, dizaynı hazırlarken Meryem Ana figüründen esinlendiğini açıklamıştır.

    İSRÂİL BAYRAĞININ ANLAMI

    Bugünkü İsrail bayrağı, beyaz zemin üzerinde üstte ve altta iki mavi çizgi ve bu çizgilerin ortasında altı köşeli mavi Siyon yıldızından oluşur. Beyaz, dünyadır, yeryüzüdür. Bayrağın ortasındaki altı köşeli yıldız ise Siyon yıldızıdır. Filistin’in başkenti Kudüs’te bulunan Siyon Dağı’nda yeniden kurulmak istenen Tanrı Krallığı’nı simgeler. Bu yıldızın bulunduğu alan, Yahudîler’in vatanı olan Arz-ı Mevud ya da kendilerine Allah tarafından vaat edildiğini savundukları kutsal topraklardır.

    Arz-ı Mevud’un, yani Yahudî vatanının kutsal sınırlarını ise bayraktaki Siyon yıldızının altından ve üstünden geçen iki mavi çizgi belirlemektedir. Bu mavi çizgiler, Yahudî kutsal topraklarının sınırlarını işaret etmek içindir. Nitekim, Arz-ı Mevud’un hudutları, Tevrat’ta Nil ile Fırat nehirleri arasındaki coğrafya olarak gösterilmiştir (Tevrat, Tekvin, Bâb 15).

    Peki, bu sınır çizgileri neresidir? Bu çizgiler, Nil ve Fırat nehirleridir. Kongo (eski Zaire), Uganda, Etiyopya (Habeşistan), Sudan ve Mısır topraklarında akan Nil Nehri ile Türkiye, Suriye ve Irak topraklarında akan Fırat Nehri’dir.

    TÜRK BAYRAĞININ ANLAMI

    Osmanlılar, çoğunlukla üç hilalli yeşil ve kırmızı bayrağı kullanmıştır. Bir hilal ve sekiz köşeli yıldız bulunan kırmızı bayrak, ilk defa 1793’te III. Selim Han döneminde devletin resmî bayrağı olarak kabul edilmiştir. Sultan Abdülmecid zamanında yıldızın beş köşeli olması kararlaştırılmış (1842) ve Osmanlı bayrağının şekli kesinleşmiştir. Osmanlı’nın son döneminde şekillenmiş olan bu bayrak, Cumhuriyet döneminde de kullanılmıştır. 22 Ekim 1925’te Sancak Tâlimâtnâmesi ile bayrağımızın kesin şekli belirlenmiş; 29 Mayıs 1936’da ise, 2994 numaralı Türk Bayrağı Kanunu’yla bayrağımız bugünkü hâlini almıştır.

    Hilal ve yıldızın anlamına gelince; ‘haç’ nasıl Hristiyanlığın sembolü olmuşsa, ‘hilal’ de tarih boyunca İslâm’ın, Tevhid inancının ve Müslüman toplumlarının sembolü olagelmiştir. Yıldız, çok eskiden beri birçok toplum tarafından kullanılan bir sembol olmakla birlikte, Türk bayrağına Osmanlı’nın son döneminde girmiştir. Bayrağımızın rengi de, ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır!’ mısrasında ifade edildiği gibi, şehitlerimizin kanlarını sembolize etmektedir. ‘Al’, Türk milleti için âdeta millî bir renk olmuştur.

    Şimdi, belki bu üç bayrağın üzerinde taşıdığı derin mesajlar, bizlere niçin Avrupa Birliği’ne hâlâ alınmadığımızı ve vatanımızın doğu ve güneydoğu bölgeleri ile çevre ülkelerde yaşanan terör ve savaşlar hakkında derin mesajlar ve dersler verebilir.

    Dr. M. Tuğtigin ŞEN
    Emekli Albay
    Araştırmacı Yazar

    Devamını Oku