
04 Aralık 2025 Perşembe

Tercüman Gazetesi

EVLİLİKTE YALAN: GERÇEĞİ DEĞİL, İLETİŞİMİ KAYBETMENİN SESSİZ ÇIĞLIĞI

ZÜLFÜ YARE DOKUNMAK: YİTİRDİKLERİMİZ

"Halka Aşkla Hizmetin Adı: Arapgir Modeli" Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu ile Röportaj

KUŞLAR YAĞMURDA DA UÇAR

DURUŞ

İNSANLARA RAĞMEN, İNSANLIK İÇİN

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE (ÇAĞRI)

Neden İznik?…

BİR DAMLA KAN, BİN BİR ENDİŞE

Bilgi ve Adalet

KADINIM HAKLARIM VAR

AYNADAKİ LEKE

KAN BAĞIŞI: BİR YAŞAMIN KIRILMA NOKTASINDAKİ KÜÇÜK BİR MUCİZEDİR

SALEBE’NİN HİKÂYESİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Ne Bu Dünyada Ne De Öteki Dünyada

FATİH'İN VE ATATÜRK'ÜN İZİN VERMEDİĞİ PAPA'YA NEDEN İZİN VERİLİYOR?

VAZO ÖNÜNDE SATILAN ÜRÜNLER SAĞLIKLI MI?

BU DÖNER BAŞKA DÖNER… KİME DÖNER?

ÜÇ SIFIRIN ADALETİ, BİR İNSANIN VİCDANI: Prof. Dr. Ayten Erdoğan Meselesi

YOK DEVE

Milletin Vekili Olmak Cesaret İster

ADIM ADIM İLERLİYOR KÖTÜLÜK

ENGELSİZ ÖZGÜRLER

DİNDARLIK VE AYDINLIK

EĞİTİMDE SOSYAL ADALET

HAK ARAMAK HAKKIMIZ MI?

İNSANLARIN EN İYİ İLACI

GÖNÜLLERİN ANAHTARI; EMPATİ

EVLAD-I FATİHAN ve SELANİKLİ MUSTAFA

Ticareti “Franchise’laştıran AKP

İslamofobi kelime olarak “İslam korkusu” anlamına gelmektedir. İslamofobi, Türkiye’de yeni kullanılmaya başlayan bir kavram olup, mana olarak İslam’dan korkutma, İslam karşıtlığı veya İslam düşmanlığı anlamlarını taşımaktadır. Ancak kavram olarak en genel anlamda, Batı dünyasında görülen İslam ve Müslümanlara karşı duyulan “irrasyonel” bir korku ve fobi olarak tanımlanabilir.
İslamofobi’de ana yöntem olarak kullanılanlar ağırlıklı olarak yalan haber, nefret söylemi ve küfürdür. Ana hedef ise İslam ve İslam ülkeleridir. Günümüzde İslamofobi giderek artmaya devam ederken, belli güçler tarafından bilinçli ve kasıtlı olarak desteklenen bir süreçtir. Asıl amacı İslam’ı ve İslam ülkelerini parçalamak ve yok etmektir. Kısaca, İslamofobi medyanın ağırlıklı kullanıldığı yeni bir savaş yoludur ve şimdi Türkiye İslamofobi’nin yeni hedefi olmuştur.
İslamofobi’yi oluşturan ve kullanan iki dini inanışın uzantıları hemen göze çarpmaktadır. Bunlar Şark Meselesi ve Büyük Ortadoğu Planıdır.
Şark Meselesi’nin tarihi kökeni oldukça eskidir. Zaman ve zeminin şartlarına bağlı olarak çeşitli görünümde ve yerde ortaya çıkan ve değişik şekillerde tarif edilen Şark Meselesi’nin temelinde ve özünde Hristiyan-Müslüman yani Haç-Hilal veya Avrupa-Türk münasebetleri ve mücadelesi yatmaktadır. Fransız tarihçisi Albert Sorel, “Türkler Avrupa’ya ayak bastığı günden beri Şark Meselesi zuhûr etti.” diyerek meselenin aslında bir Türk meselesi olduğunu vurgulamaktadır.
Tarihin her devrinde dünya hâkimiyetine oynayan, dünya siyasetine yön vermeye çalışan büyük güçler olmuştur. Bu çerçeveden bakıldığında, XV. yüzyıldan beri büyük millet ve büyük güç olma şansına ve kabiliyetine sahip birkaç devlet veya millet sayılabilir. Bunlar, Anglo-Sakson dünyası içinde Anglikan İngiltere, Latin dünyasında Katolik Fransa, Slav dünyasında Ortodoks Rusya, Germen dünyasında Protestan Almanya, İslam dünyasında ise Osmanlı Devleti yani Türklerdir.
Bu beş büyük devletin dördü de (İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya) hem Hristiyan dininin hem de ayrı ayrı Hristiyanlığın belli başlı ve farklı mezheplerinin temsilcisi durumundadırlar. Sadece Osmanlı Devleti bütünüyle İslam dininin ve İslam âleminin temsilcisi rolündedir. İşte Hristiyan âleminin bu dört temsilcisi (İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya) ile İslam âleminin temsilcisi Türkler yani Osmanlı Devleti arasındaki münasebetlerin tümü “Şark Meselesi” kavramıyla ifade edilebilir.
1683 Viyana yenilgisi ve 1699 Karlofça Antlaşması neticesinde, Avrupalı açısından İslam, Osmanlı ve Türk bir tehdit unsuru olmaktan çıkmıştır. Artık Osmanlı deyince Avrupa için akla gelen, geri kalmış, zayıf, cahil, zalim bir şark toplumu ile bu toplumun hâkimiyeti altında bulunan Ortodoks, Katolik, Protestan ve Gregoryan Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar, Karadağlılar ve Ermeniler başta olmak üzere diğer Hristiyan kavimler geliyordu. Bakış açısındaki bu değişme sonucunda Avrupa, Osmanlı hâkimiyeti altındaki Hristiyan kavimleri kurtarma ve Türkleri Balkanlardan ve hatta Anadolu’dan atma fikrini gündeme getirmiştir. Avrupa, Hristiyanları kurtarma ve Türkleri geldikleri yere gönderme politikasını 1815’ten itibaren “Şark Meselesi” adı altında formüle etmiştir. Bu hedefini meşrulaştırmak ve kamufle etmek içinse, milliyetçilik akımını, Hristiyanlık dayanışmasını, Avrupa ırkçılığını ve oryantalizmi kullanmıştır.
Balkan sorunu, Şark Meselesi’nin ilk hedefi ve bu politik düşüncenin bir sonucudur. Avrupa, Balkanlarda bu stratejisini değişik zamanlarda gerçekleştirmiştir. 1699 Karlofça, 1716 Pasarofça, 1774 Küçük Kaynarca, 1838 Balta Limanı, 1878 Berlin Antlaşmaları ve nihayet Balkan Savaşları ile I. Dünya Savaşı, Türkleri Balkanlardan çıkarmanın en önemli aşamaları olmuştur.
Balkanlardaki Hristiyan azınlıkların Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsızlığa kavuşmaları ise dört aşamadan geçerek gerçekleştirilmiştir. Önce bu toplumları bir eğitim-öğretim seferberliğinden geçirmişler, sonra uyanan bu kitle arasında siyasi örgütlenmeye gidilmiş ve gizli ihtilal komiteleri kurulmuştur. Arkadan silahlı ayaklanmalar çıkarılmış ve bu ayaklanmalar Osmanlı Devleti tarafından bastırılınca, “Türkler katliam yapıyorlar” diye yaygara koparılmış, son aşamada da yabancı devletlerden biri silahlı müdahalede bulunmuş ve “kendilerince katliama uğrayan (!) Hristiyan halk kurtarılmıştır”.
Ama gerçekler öyle olmamıştır. Asıl gerçek, son olarak Avrupa’nın göbeğinde Bosna-Hersek’te Müslüman Boşnaklar, bütün Hristiyan Avrupa’nın desteğinde Sırplar ve Hırvatlar tarafından öldürülmüş ve camiler resimde görüldüğü ve benim de bizzat tanıklık ettiğim gibi bombalanmıştır. Ama dünya bu zulmü görmemiştir.

Ve son olarak, Amerika’nın Büyük Ortadoğu Planı desteğinde İsrail’in Arz-ı Mevud’u gerçekleştirmek için Gazze’de, Refah’ta yaptıkları. Aslında İsrail tarafından bu yapılanlar, yıllardan beri Amerika’daki Yahudilerin ve İsrail’in hedefinin son aşamasıdır. Bu gizli hedef, İsrail bayrağındaki iki mavi çizgi ile ifade edilen Nil ve Fırat nehirleri arasında büyük İsrail Devleti’nin kurulmasıdır.
İsrail, bu hedefini gerçekleştirmek için düzenlediği saldırılarda çoğunluğu çocukların ve kadınların bulunduğu Müslümanları öldürüyor ve yaralıyor. Şu ana kadar 35 binden fazla Müslüman katledildi. Ama dünya bu zulme sadece bakıyor ve sözde mahkemelerde sözde yargılıyor.

Peki, İslam âlemi nasıl?
İslam âlemi yüzyıllardır bilimde yok! Bilim insanı çıkaramıyor… İlimde yok! İlim insanı çıkaramıyor. Medyada yok, medya temsilcisi çıkaramıyor. İslam âleminin üzerinde yaşadığı topraklar yer altı kaynakları açısından oldukça zengin olmasına rağmen, Müslüman ülkeler yeterli kalkınmışlık seviyesine ulaşmamışlardır. En kötüsü, nerede savaş ve iç çatışmalar var, orada İslam ülkeleri var.
İslamofobi’yi engellemek için İslam dünyasının yol alması gereken iki ana yol vardır.
İlk ana yol olarak, Allah’ımızın bizlere gönderdiği kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’deki ayetleri ve bizlere peygamber olarak gönderdiği örnek insan Hz. Muhammed’in hayat tarzını, terbiyesini ve bizlere bıraktığı yollar olan sünnetleri hayatlarımızda tam olarak uygulamalıyız. Kısacası gerçek Müslümanlar olmalıyız.
İkinci ana yol olarak, eğitimde, ekonomide, ilimde, siyasette ve medyada atılım yapmalıyız. Kısacası Hristiyan ve Yahudi dünyasının şu anda ulaştığı çağı yakalamalı ve geçmeliyiz.
Bunları yapmaz isek, Hristiyan ve Musevilerin kontrolünde İslamofobi uygulaması artarak devam edecek ve İslam âlemi sömürülmeye, yeni çıkartılacak savaşlarda yer almaya devam edecektir.
Dr. Tuğtigin ŞEN