
03 Ekim 2025 Cuma

Tercüman Gazetesi

EVLİLİKTE YALAN: GERÇEĞİ DEĞİL, İLETİŞİMİ KAYBETMENİN SESSİZ ÇIĞLIĞI

ZÜLFÜ YARE DOKUNMAK: YİTİRDİKLERİMİZ

"Halka Aşkla Hizmetin Adı: Arapgir Modeli" Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu ile Röportaj

KUŞLAR YAĞMURDA DA UÇAR

DURUŞ

İNSANLARA RAĞMEN, İNSANLIK İÇİN

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE (ÇAĞRI)

Neden İznik?…

BİR DAMLA KAN, BİN BİR ENDİŞE

Bilgi ve Adalet

KADINIM HAKLARIM VAR

AYNADAKİ LEKE

KAN BAĞIŞI: BİR YAŞAMIN KIRILMA NOKTASINDAKİ KÜÇÜK BİR MUCİZEDİR

SALEBE’NİN HİKÂYESİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Ne Bu Dünyada Ne De Öteki Dünyada

FATİH'İN VE ATATÜRK'ÜN İZİN VERMEDİĞİ PAPA'YA NEDEN İZİN VERİLİYOR?

VAZO ÖNÜNDE SATILAN ÜRÜNLER SAĞLIKLI MI?

BU DÖNER BAŞKA DÖNER… KİME DÖNER?

ÜÇ SIFIRIN ADALETİ, BİR İNSANIN VİCDANI: Prof. Dr. Ayten Erdoğan Meselesi

YOK DEVE

Milletin Vekili Olmak Cesaret İster

ADIM ADIM İLERLİYOR KÖTÜLÜK

ENGELSİZ ÖZGÜRLER

DİNDARLIK VE AYDINLIK

EĞİTİMDE SOSYAL ADALET

HAK ARAMAK HAKKIMIZ MI?

İNSANLARIN EN İYİ İLACI

GÖNÜLLERİN ANAHTARI; EMPATİ

EVLAD-I FATİHAN ve SELANİKLİ MUSTAFA

Ticareti “Franchise’laştıran AKP

Toplum olarak meydanlarda açılan gıda stantları insan sağlığı açısından ne kadar faydalıdır, bilinmez. Çünkü ürünlerin içinde yabancı madde var mı, yok mu? Son kullanım tarihleri değiştirilmiş olabilir mi, olamaz mı, bilemeyiz. Ancak sokak ortalarında, meydanlarda, hele hele araçların yanlarından geçtiği egzoz dumanları içinde bu tür satışlara izin verilmesi gerçekten çok üzücü.
Meydanlarda açıkta satılan ürünlerin ne kadar sağlıklı olduğunu bilemeyiz. Ancak bu hususta stant açılmadan önce bağlı bulundukları kurumlardan, şartlar oluştuğunda, açılmasına izin verilmelidir diye düşünüyorum.
Tüm marketlerde satılan ürünlerde son kullanma tarihi geçmiş ya da ürünlerin içeriği araştırıldığında içinden yabancı maddeler çıkan gıdalarla karşılaşırken, neden meydanlarda bu tarz ürünlerin satılmasına izin verilir, bunu anlamak gerçekten çok zor.
Birçok ilde açılan halka açık stantlarda tüketiciler, ürünlerin nerede üretildiğini, içeriğinde ne olduğunu bilmeden alışveriş yapmak zorunda kalıyor. Ürün içeriklerinin belirtilmediği, etiketin bile yer almadığı bu stantlara bırakın izin verilmesini, hiçbir denetime tabi tutulmamaları da ayrıca üzücü.
Açılan bu stantların insan sağlığı açısından araştırılmadan izin verilmesi, tüketicilerimiz açısından gerçekten büyük bir haksızlıktır.
Başta Tarım Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığımız, insan sağlığına değer vererek; tarihi geçmiş ürünlerin yanı sıra, ürünlerin etiket içeriği ve ürünlerin içinde yabancı madde olup olmadığını araştırmalıdır. Ne yazık ki ilimizde ve birçok ilde bu tür ürünlerin satışına izin verilmesi ve hiçbir denetime tabii tutulmadan bu ürünlerin halka sunulması da oldukça düşündürücüdür.
Birçok tüketicimiz, istemeden ve bilmeden aldığı ürünlerin ne kadar sağlıklı olduğunu bilmeden, sadece fiyatı ucuz olduğu için bu ürünleri tercih etmektedir.
Elbette ekonomik şartlardan ötürü tüketiciler bu hataya düşmektedir. Peki, devletin resmi kurumları üzerlerine düşen görevleri neden yerine getirmezler?
Oysa ki, günümüzde zehirlenmelerin arttığı, gıda güvenliğinin sorgulandığı bir ortamda, denetimlerin daha da artırılması gerekir. Peki, gereken kontrollerin yapılmamasının nedeni nedir?
Stantların açılıp açılmaması her ne kadar halkın yararına gibi görünse de, bizleri ilgilendiren esas nokta insanların sağlığı ve bu ürünlerin hijyenik olup olmadığıdır.
Etiketsiz ürünlerin, son kullanma tarihi belli olmayan gıdaların satılmasına bir Tüketici Derneği olarak sessiz kalmamız asla söz konusu olamaz.

İsrail’in başta insanlığa verdiği zararın yanı sıra, çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden bir çok masum insanın öldürülmesine ne yazık ki ülke olarak seyirci kalmaktansa, en azından bizlerin ülke olarak onlara tepkimizi koymamız gerekmektedir.
Sadece meydanlara çıkıp bağırıp çağırma ile bu savaşın durmasının mümkün olmadığını herkes biliyor.
Oysaki bir çok ülke İsrail’e karşı yaptırımlar uygulamaktadır.
Oysaki bizler de ülke olarak bazı yaptırımları hayata geçirebiliriz.
Nasıl mı?
Mesela, tüm marketlerde satılan İsrail malı ürünlerinin etiketlerinin üstüne “İSRAİL MALIDIR” yazılması veya İsrail mallarının raflarda ayrı bir stand açılarak satılması sağlanmalıdır.
Burada Türkiye’deki tüketicilerimiz ister İsrail malı ürünleri alsınlar, isterse almasınlar.
Ancak vicdanı olan kişilerin kesinlikle İsrail mallarını alacağına ben şahsım adına asla inanmıyorum.
İsrail’i sadece meydanlara çıkarak kınamak yerine, ülkemizde tüm İsrail ürünlerine el birliğiyle boykot uygulamamız gerektiğini düşünmekteyim.
İsrail’in Filistin’e uyguladığı acımasız davranışlara istinaden, çoluk, çocuk, kadın, yaşlı demeden öldüren İsrail mallarının ülkemize girişi yasaklanamıyorsa dahi, farklı bir tepki ve talimatla market raflarında İsrail mallarının aynı raflarda değil, ayrı bir rafta satılması zorunludur diye düşünüyorum.
Diğer ülkelerin yapmış olduğu boykotları biz ülke olarak neden yapamadığımızı sormak ve sorgulamak gerekiyorsa, biz Filistin’e ne kadar destek olabiliyoruz, ne kadar destek çıkabiliyoruz, buna bakmak lazım diye düşünüyorum.
Birçok tüketicimiz marketlerde satılan ürünlerin detayını bilmeden alışveriş yapmaktadır.
Birçok tüketicimiz istemeden de olsa, bilmeyerek şu şartlarda İsrail mallarına destek vermek zorunda bırakılmaktadır.
Bizim ülke olarak diğer ülkelerden daha çok vicdanımız sızlamaktadır.
Ülke olarak İsrail’e bu şekilde bir yaptırım uygulanmasını istemek, her halde her Türk vatandaşı gibi hakkımız diye düşünüyorum.

Ülkemizde siyasilerimiz ne yazık ki ortaya bir balon haber atarlar veya TBMM’ye önerge verirler. Ancak arkasından toplum olarak hep baka kalırız.
Biliyorsunuz, bir partimizin vekili 25 yaşını doldurmuş araçlar için ÖTV ve KDV indirimini içeren bir önerge vermişti. 25 yaşını dolduran araçların trafikten çekilerek sıfır araç alma imkânı ile hâlâ toplum olarak beklenti içinde olan insanlarımız var. Ancak bunu fırsata çevirmeye kalkanları da unutmamak lazım diye düşünüyorum.
Son zamanlarda ne yazık ki sosyal medyada tüketicilerimizi dolandırmak için birçok paylaşım yapılmaktadır. Farklı sitelere yönlendiren bağlantılarla giriş yaptırmaya çalışanlar olduğu gibi, sırf beğeni almak için kamuoyunu yanıltan yalan haberlerle de karşı karşıya olduğumuz aşikâr. Oysaki öyle bir olay meclisten geçmediği halde, sıfır araç satan yerler bu tür uygulamayı yapıyormuş gibi tüketicilerimizi maalesef yanıltmaktadır.
Biz diyoruz ki: Asla bu tür haber adı altında dolandırıcıların tuzaklarına düşmeyin. Asla itibar etmeyin. Bu tür haberlerle halkımızı yanıltıp dolandıran uygulamaların kabul edilemez olduğunu ve yasa çıkmadan asla güvenilmemesi gerektiğini özellikle vurgulamak istiyoruz.
TBMM’de bir vekilimizin, 25 yaşını doldurmuş araçlar için “hurda araç indirimi” adı altında bir önerge verdiği doğrudur. Ancak bunu fırsata çevirmek isteyenler, kamuoyunu yanıltmaya ve tüketicilerimizi dolandırmaya çalışmaktadır. O nedenle bu konunun bir an önce netleşmesi gerekir. Aksi halde, bu belirsizlik dolandırıcılara imkân sağlamış olacaktır.
TBMM’de bu olayın olumlu ya da olumsuz bir karara bağlanması için bir an önce gündeme taşınması gerektiğini düşünüyoruz.
Tüketici Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı ve Tüketicinin Etik Değerleri Federasyonu Genel Başkanı Ali İhsan Nazlı, hurda araç teşviki kapsamında konuşulanların yalnızca sözde kaldığını belirterek şunları söyledi:
“25 yaş ve üzeri araç sahiplerine ÖTV ve KDV indirimleri sunulacak. Düzenleme hem bireysel hem de ticari araç sahiplerini kapsıyor.”
Ancak bu tür söylemler halkı yanlış bilgilendirmekte, fırsat düşkünü bazı kişilerin dolandırıcılık yöntemleriyle farklı yerlere yönlendirmeler yaparak tüketicilerimizi mağdur etmelerine neden olmaktadır. Dolayısıyla mağduriyetlerin yaşanmaması için bu kanun ya bir an önce çıkarılmalı ya da iptal edilmelidir.
Tüketicilerimizin kesinlikle inanmamaları gereken nokta şudur: Böyle bir indirim söz konusu değildir. Hiçbir sıfır araç satan bayi böyle bir uygulama yapmamaktadır. 25 yaş altı araçlarda ÖTV ve KDV indirimi asla söz konusu değildir. Halkımızın bu gerçeği bilmesi gerekir.
Haksız para kazanmak için birçok dolandırıcılığın olduğu günümüzde halkımız, öncelikle araştırma yapmadan kesinlikle bu tür tuzaklara düşmemeli ve farklı dolandırıcılık girişimlerinden uzak durmalıdır.
Tüketici Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı
Tüketicinin Etik Değerleri Federasyonu Genel Başkanı
Ali İhsan Nazlı

Okulların açılmasına az bir zaman kala çocuklarını okula yazdıracak velilerde bir telaş başladı. Giyim, çanta, defter vs. alışverişlerin yanı sıra bazı okullarda “kayıt parası” adı altında istenen paralar gündeme geldi.
Oysaki bu hususta Millî Eğitim Bakanlığı, her ne kadar “okullarda kayıt parası alınmayacaktır” demiş olsa da, bazı okullarda maalesef bu tür kayıt paralarının alındığı bilgisini almış bulunmaktayız.
Ekonomik şartların zorluğuna istinaden mağdur olan birçok aile, bir de çocuğunu okula kayıt yaptırmak için kayıt parası istendiğini; verilmemesi durumunda ise kayıtlarının yapılmadığını, bazı okullar tarafından zorluk çıkarıldığını üzülerek de olsa bizlere bildiriyorlar.
Ancak her ne şartta olursa olsun, kesinlikle okullara kayıt esnasında herhangi bir ücret ödemesi yapmayın.
Veliler böyle bir talep karşısında zorlanacak olurlarsa, kesinlikle bağlı bulundukları ildeki Millî Eğitim İl Müdürlüklerine müracaatta bulunsunlar.
Bu ülkede devlet kurumları her ne kadar en iyisini yapmak istese de, ne yazık ki birileri devletimizi küçük düşürmek için; “Bakanlık okullara herhangi bir para göndermiyor” diyerek devletimizi zora düşürmeye çalışanlara asla fırsat vermeyin!
Son olarak söylemek istediğimiz şudur:
“Geleceğin nesli para ile yetişmez, eğitimle yetişir.”
Velilerimize kolaylıklar diliyorum.
Kalın sağlıcakla.

Ne yazık ki, her emekliye olsun, asgari ücrete olsun yapılacak her maaş artışının ardından; ister elektrik, ister doğalgaz zamları olsun, gündeme getirmeyi bırakın, anında tüketicimizin cebine ek bir külfetle karşı karşıya kaldığımız aşikâr.
Güya EPDK’dan yapılan açıklamaya göre, doğalgaza sanayi tüketicileri için yüzde 7,86; konut tüketicileri için ise yüzde 24,6 oranında zam yapıldı denilmektedir.
Ancak bakıyorsunuz ki, emekliler arasında yapılan zam dengesizliğine istinaden ve ayrıca emekliye %15 civarı zam verilirken, doğalgaza ise %24,6 zam yapılıyor.
Oysaki otomatik olarak elektrik, doğalgaz, akaryakıt zamlarına gelen artışların, aynı şekilde emeklilere yansıması gerekmektedir.
Bu afaki zamların kabul edilemeyeceğini ve enflasyonla mücadelenin isteniyorsa bu zammın hemen geri çekilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Tüketicilerimiz ve emeklilerimiz refah payı beklerken, bu zammın yapılmasının doğru olmadığını düşünüyorum.
Büyüme ve ihracat artışı bulunan doğalgaz, keşfedilen petrol rezervleri gibi olumlu ekonomik göstergeler göz önüne alınarak, tüketiciye doğalgaz zammı olarak yansıtılması asla kabul edilemez bir durumdur.
Ülkemizde gelir dağılımındaki adaletsizliği artıran doğalgaz zammının geri çekilmesi gerektiğini ve acilen gelir dağılımındaki adaletsizliklerin azaltılarak yeni ekonomi politikalarına geçilmesi gerektiğini düşünüyorum.

CHP’de kazanlar fokur fokur kaynamaya başladı ve bu kaynamanın kazanın taşmasına neden olacağı ortada.
Son günlerde İsrail ve İran meselesinden daha çok konuşulan konular arasında, CHP’ye yönelik olası butlan (hukuken geçersizlik) kararı çıkarsa, CHP’de kılıçlar nasıl çekilir diye bir beklenti ne yazık ki hâkim.
Bu hususta alternatifleri göz önüne aldığımızda, bence iki seçenek göze çarpıyor:
Mahkemenin CHP hakkında vereceği olası bir butlan kararı, parti içinde kazan kaldıracak grupların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Peki, böyle bir ihtimal ortaya çıkarsa ne olur dersiniz?
Biliyorsunuz, Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce, CHP’ye sadece kendisi sessiz sedasız katıldı.
Peki bu katılımda dile getirdiği neydi? CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’in davetiyle katıldığını dile getirmedi mi?
Ancak tüm ekibiyle birlikte partiyi feshederek böyle bir katılım gerçekleşti mi?
Hayır…
Peki o zaman, olasılıklar dâhilinde acaba butlan olayı olursa, CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel ve grubu ya CHP’de zoraki kalacak, yenilgiyi kabul edecek,
ya da bir ihtimalle Memleket Partisi’ne topluca geçiş mi yapacak?
Çünkü CHP’nin eski Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile çalışmak istemeyen ya da ona tepki duyanların yapacağı iki şeyden biri bu olamaz mı?
Ya partide kalıp sineye çekecekler…
Ya da Memleket Partisi’ne, Sayın Özgür Özel’in genel başkanlığında yollarına devam edecekler.
Siyasette maalesef her türlü alternatifi görüyoruz.
Bence bunu da göreceğimizi tahmin ediyor ve bekliyoruz.
Siyaset uzun soluklu bir yol olsa da, su yolunu bulur, akmaya devam eder.

Gün geçmiyor ki, özel işletmeler, bazı iş yerleri, hatta TÜVTÜRK gibi şirketler ve Posta ve Telgraf A.Ş., tüketicilerimiz kredi kartı ile ödeme yapmak istediklerinde “Bankalar bizden komisyon kesiyor.” diyerek ya hizmet bedeli adı altında ya da komisyon adı altında usulsüz ücretler kesmektedir.
Bugün bu olayla ilgili bir tüketicimizin Tüketici İl Hakem Heyeti’ne yapmış olduğu müracaata istinaden, tüketicimiz lehine karar çıkmıştır. Ancak bu kararı kabullenemeyen Posta ve Telgraf A.Ş., olayı Tüketici Mahkemesi’ne taşımakta kararlı davranmıştır. Fakat süreç, hiç de umdukları gibi gerçekleşmemiştir.
Şimdi, olaya daha yakından bakalım:
Bir tüketicimiz, e-Devlet üzerinden yapmış olduğu 1500 TL’lik HGS kartı yüklemesi sırasında, Posta ve Telgraf A.Ş. tarafından 20 TL komisyon kesilmiştir. Bunun üzerine, hakkını aramak isteyen tüketicimiz Tüketici İl Hakem Heyeti’ne başvurmuştur.
Tüketici İl Hakem Heyeti’nin tüketici lehine verdiği kararı kabul etmeyen Posta ve Telgraf A.Ş., sonuca itiraz ederek olayı Rize 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne taşımıştır. Ancak, 4. Asliye Hukuk Mahkemesi de tüketicimizi haklı bulmuştur.
Mahkeme, tüketici lehine verdiği kararda, 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun 17. maddesine atıfta bulunarak, kart hamillerinden herhangi bir komisyon alınamayacağına hükmetmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında, “Alınan hizmet bedelinin hukuka aykırı olduğu” belirtilmiştir.
Hakkını arayan bu bilinçli tüketicimizi ve haksızlıklar karşısında tüm haklarını arayan tüketicilerimizi tebrik ediyoruz.
Hakkınızı arayın ki bu tür olaylarla haksız kazanç elde etmek isteyen çıkarcılara fırsat vermeyin.
Tüketici Etik Değerler Federasyonu Genel Başkanı
Ali İhsan Nazlı

Kütahya’da halk otobüslerinde kredi kartı ile ödeme yapan vatandaşlardan alınan 20 TL tutarındaki ücret, tek kullanımlık kart fiyatının 16 TL olması nedeniyle ciddi bir fark yaratıyor. Bu durum, birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor. İlk olarak, vatandaşın kredi kartı ile yaptığı bir ödemenin, neden doğrudan kart ücreti olan 16 TL’yi değil de 20 TL’yi yansıttığı sorusu öne çıkıyor. Bu 4 TL’lik farkın gerekçesi nedir? Belediye tarafından alınan resmi bir meclis kararı mı mevcut, yoksa bu fark, belediyenin ya da halk otobüsü işletmesinin hanesine yazılan haksız bir kazanç mı?
Bu tür durumlar, Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’a (6502 sayılı kanun) aykırıdır.. Özellikle kredi kartı ile yapılan alışverişlerde herhangi bir komisyon alınamayacağı hükmü, bu farkın yasal dayanağını sorgulatan önemli bir noktadır. 6502 sayılı kanun kapsamında tüketicilerden alınan bu fark, haksız bir uygulamadır ve vatandaşların mağduriyetine yol açabilir.
Bununla birlikte, benzer uygulamaların diğer belediyelerde de var olup olmadığına dair araştırmalar yapmak önemli. Bazı belediyelerin de kredi kartı ile ödeme yapan vatandaşlardan benzer komisyon farkları alıp almadığı incelenmelidir. Eğer bu uygulama yaygınsa, sorunun daha geniş bir çerçevede ele alınması ve vatandaşların mağduriyetinin giderilmesi için yasal düzenlemelerin gerektiği açıktır.
Burada asıl sorulması gereken bir diğer soru da, söz konusu farkın kime gittiğidir. Bu 4 TL’lik fark belediye kasasına mı, yoksa halk otobüsü işletmelerinin kasasına mı giriyor? Veya üçüncü bir taraf olan ASİS firmasına mı aktarılıyor? Bu soruların açık ve şeffaf bir şekilde yanıtlanması gerekmektedir.
Kütahya Belediyesi ve benzeri belediyelerin vatandaşlardan neden kredi kartı ile binişlerde ek ücret aldığına dair somut bir açıklama yapması şarttır. Kanunen yasaklanan bir komisyonun uygulanıp uygulanmadığı, bu farkın kimin kasasına gittiği gibi sorulara yanıt verilmesi kamu yararına olacaktır. Bu konudaki belirsizlikler, belediyelerin güvenilirliği açısından ciddi riskler taşımaktadır. Bir daha ki köşe yazımız da görüşmek dileğimizle.
Ali İhsan Nazlı
Tüketici Etik Değerler Federasyonu Genel Başkanı

14 Temmuz 2003’te, piyasadaki sıkıntılar ve gıdalarda yaşanan fiyat değişiklikleri üzerine, fiyatların keyfi yükselmesini engellemek amacıyla serbest piyasa ekonomisinin sona erdirilmesi gerektiğini sosyal medyada paylaşmıştık. Bugün görüyoruz ki, serbest piyasa ekonomisi ülkemiz için uygun olmayıp, ranta ve çıkara dayalı bir sistem haline gelmiştir.
Serbest piyasa ekonomisi, insanların piyasadan ucuz ve rekabetçi ürünler alabilmesini sağlamayı amaçlıyordu. Ancak son bir iki yıl içinde, fiyatları artıran ve gıda terörü estiren bir zihniyetin oluştuğunu görüyoruz. Bu durumda ülkemizin serbest piyasa ekonomisinden geri adım atması gerekiyor. Çünkü fırsatçı bir zihniyet, gıda piyasasını ele geçirerek istedikleri gibi hareket ediyor.
Kurumlar sadece şikayetlerle ve ayda yılda bir yaptıkları denetimlerle bu durumu çözmeye çalışıyor, ancak bu yeterli olmuyor. Devletimizin bir an önce serbest piyasa ekonomisini kaldırıp, tüm ürünlerin etiketlerinde son kullanma tarihlerinin yanı sıra sabit fiyat tarifesi basılması gerektiğini düşünüyorum. Ürünler, tüketiciye aynı fiyattan satılmalı ki çıkarcı ve fırsatçıların önüne geçilebilsin.
Devlet yetkililerinin bu konuda acilen tedbir alması gerektiğine inanıyorum.
Saygılarımla,
Tüketici Etik Değerler Federasyonu Genel Başkanı
A. İhsan Nazlı

Öncelikle bugünkü köşe yazımız tamamen BDDK ve SGK’yı ilgilendiren bir konu olacak. Emeklilere verilen maaş promosyonları ile ilgili bir konu dikkatimi çekmişti, ancak emin olamadığım için bugüne kadar sessiz kalmıştım. Ta ki Sayın Cumhurbaşkanımız emekli promosyonlarını artırıyoruz diyene kadar.
Bundan yaklaşık 9 yıl öncesinde özel bir bankaya maaşımı taşımak için, verdiği 1.200 TL maaş promosyonu için başvurdum. Tabii, o bankaya müracaat için gittiğimde işlemi yapan müşteri hizmetleri bayana sordum: “Siz banka olarak neden bu kadar promosyon veriyorsunuz? Diğer bankalar 750-1000 TL verirken siz neden 1.250 TL promosyon veriyorsunuz?” deyince, işlemi yapan hanımefendi, “750 TL’yi devlet ödüyor, geri kalan parayı ise bankalar olarak bizler müşteri kazanmak için veriyoruz,” deyince şaşırmıştım.
Siz de takdir edersiniz ki, Sayın Cumhurbaşkanımız da geçenlerde TV’lerde emekli maaşı promosyon ücretlerini artırdık deyince, benim aklıma bankadaki müşteri temsilcisinin söylediğinin doğru olabileceği geldi. Oysaki bankalara böyle bir parayı neden devlet ödemek zorunda? Müşteri karşılığında banka devlete para ödemiş olsa daha iyi olmaz mı? Bankaların yıllık cirosuna bakıldığında kârını katlayan bankaları görüyoruz. Bu paralar maaşlara yansımış olsa daha iyi olmaz mı?
Bankalar zaten kredi kartı yıllık aidatlarından, alışveriş komisyonlarından, gecikme faizlerinden, kredi vermelerden, havalelerden vs. birçok gelir elde ediyorlar. Ancak emeklilere gelince cimri davranan hükümetin, bankalara gelince cömert davranması açıkçası bizleri üzmektedir. Bu hususta yetkili birimlerin, bankaların emekli maaşı promosyonlarını ödeyip ödemediği hususunda bilgilendirme yapmasını talep ediyoruz.
Ali İhsan Nazlı
Tüketici Etik Değerleri Federasyonu Genel Başkanı

Bayram öncesi birçok banka, vatandaşları mağdur etme noktasına geldi. Bu durumu dalga mı geçiyorlar diye mi algılamalıyız bilemedik.
Arife günü tüm illerde, maaşlarını almak ya da bankalardaki paralarını çekmek isteyen vatandaşlar büyük bir sürprizle karşılaştı. Birçok bankanın ATM’leri ya kasıtlı olarak hizmet vermedi ya da gerçekten ATM’lerde paralar bitti. Ancak bu, kabul edilebilir bir mazeret olamaz. Bankalar, bu tür yoğun dönemlere hazırlıklı olmak zorundadır.
Sosyal medya paylaşımlarımızın ardından birçok platformda tepkiler çığ gibi büyüdü. TÜKONFED olarak üyesi olduğumuz Tüketici Etik Değerler Federasyonu, bu durumu sosyal medya aracılığıyla duyurduktan kısa bir süre sonra, bir banka Twitter üzerinden “en kısa sürede sorunun giderileceğini” belirtti. Birçok ATM’de sorun geç de olsa çözüldü ve vatandaşlar uzun kuyruklar sonucunda paralarına ulaşabildi.
Bu durum, akıllara iki önemli soruyu getiriyor:
Biz her daim söylüyoruz: Bu ülkede denetimler ve şikayet mekanizmaları olmadan, hak ve hukuk çerçevesinde düzen sağlanamaz. BDDK’nın bu hususta denetimlerin ne derece sağlıklı yapıldığını halka açıklaması gerektiğini düşünüyoruz. Bu tür olayların tekrarlanmaması için BDDK’nın acil tedbirler alması şarttır.
Bayrama bir gün kala ATM’lerden para çekemeyip mağdur olan vatandaşlar ne yapacak? ATM’ler arasında dolaşan vatandaşlar, sadece 1-2 bankanın ATM’sinde ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Ancak o bankaların ATM’lerinde de para bitince büyük bir hüsran yaşanıyor.
Sağlıcakla kalın.
Ali İhsan Nazlı
Tüketici Etik Değerler Federasyonu Genel Başkanı

Kütahya ilimizde yap-işlet-devret modeliyle yeni açılan Kütahya Şehir Hastanesi açılalı daha henüz 2-3 ay oldu. Ancak, hastanenin işletmesini yapan özel şirket, ne yazık ki bu güne kadar çalışan personelin maaşlarını ödemedi. Bu durum, gündemimize oturdu.
Maaşlarını alamama nedeniyle büyük bir mağduriyet yaşayan hastane personeli, haklı olarak iş bırakma eylemi yaparak tepkilerini ortaya koydu. Bu hususta iş bırakmak zorunda kalan ve hala çalışmaya devam eden personel, yasal haklarını aramaktadır. İş bıraksalar, bir daha iş bulamayacakları korkusu ve para alamama endişesi arasında sıkışmış durumdalar. Durmak yok, çalışmaya devam dercesine hareket ediyorlar.
Ancak, devlete ait çalışan veya hizmet veren vekiller, müdürler, memurlar, işçiler ve emekliler maaşlarını düzenli alırken, bu hastane çalışanları belki de ev kiralarını ödeyemiyor, bankadan çektikleri kredileri ödeyemiyor, alışverişlerini kredi kartı veya borçla yapıyor. İki-üç ay kim kimi idare edecek ki? Bankalar borcu bir gün dahi geciktirseniz, hemen gecikme faizi uyguluyor. Bu çalışanların mağduriyeti ne olacak?
Esas konuya gelince, acaba siyasilerden neden ses çıkmıyor? İster vekiller olsun, ister il başkanları olsun, neden sessizler? Ancak bir vekil var ki, Ali Fazıl Kasap Bey’in hakkını yememek lazım. İlimizde sanki başka vekil yokmuş gibi konuyu gündeme taşıyan, mecliste aktaran tek vekil. Peki, diğerleri vekil değil mi dediğinizi duyar gibiyim! Onlar iktidar partisinin vekilleri; belki de bakanlara ve üst mercilere durumu arz edince bir daha ki seçimde gösterilmemek korkusu mu var diye insan düşünmeden edemiyor. İktidar partisi vekilleri, belki de o hastanede çalışanların %90’ı size oy vermiş olabilir mi?
Ayrıca sizler, o mecliste kimleri temsil etmek için seçildiniz? Halkı değil mi? Yoksa sadece kendinizi mi temsil ediyorsunuz? Sayın siyasiler ve vekiller, birazcık silkelenip kendinize gelin artık. Bu maaşlarını alamayanlar ne yer, ne içer, nasıl yaşar diye hiç düşünmediniz mi? Ya da bunların yerinde biz olsaydık ne yapardık demediniz mi?
Tabii ki, bizim toplumda “karnı tok, sırtı pek olmak” deyimi çok doğru. Sizler karnınızı rahatça doyuruyorsunuz, sırtınızı da güzel yerlere dayamışsınız. “Bana ne diğerlerinden” diyerek gördüğünüz veya duyduğunuz bu olaylara sessiz kalmanız hem sizi hem de partinizi bitirir, demedi demeyin. Çünkü bir dahaki seçimlerde yerinizi garanti altına almak istiyorsanız, arkanıza halk desteğini alın derim.
Kalın sağlıcakla değerli okuyucularımız.
Tüketici Etik Değerler Federasyonu Genel Başkanı
Ali İhsan Nazlı

Televizyonlardaki cazip banka reklamlarına toplum olarak o kadar çok alıştık ki gün geçmiyor televizyon kanallarında banka reklamları olmasın. Oysaki banka reklamlarına verilen fahiş paralar ödeneceğine, halkın yararına olan faizler düşürülse daha etik olmaz mı?
Bankalara elini veren kolunu kaptırıyor maalesef. Bu hususta bankalar biraz inisiyatiflerini kullanarak halkı bir nebze olsun düşünür diyelim. Toplum olarak faiz oranlarının düşürülmesi için devletimizin ne yapması gerekiyorsa yapmasını bekleyelim.
“Tüketicinin zaafını istismar eden banka reklamlarının özendirici olarak gösterilmesine artık ister RTÜK olsun ister BDDK olsun, ister bankaların bağlı olduğu devlet kurumları olsun, bu hususta bir çalışma yapar ve bu tür reklamlara ya sınırlama getirir ya da son verir.”
Halkımız o kadar reklamlara inanıyor ki, çektiği parayı faizsiz ödeyeceğini mi düşünüyor bilinmez; ancak gerçekten, televizyonlarda cazip gösterilen banka reklamları ile tüketicilerimiz maalesef bankalara çekilmektedir.
Birçok ailenin ve yuvanın yıkılmasına sebep olan banka reklamları, gerçekten bu haliyle sağlığa zararlı olan sigara ve içkiden daha tehlikelidir diye düşünüyorum. Ekonomik zorluklar nedeniyle ne yapacağını bilemeyen ve çıkış arayan tüketicilerimiz, olmayan bir kampanyadan dolayı sanki hiç faiz ödemeyecekmiş gibi reklam yapılarak kredi kullanmaya özendirilmektedir.
Cazip reklamlarla yanıltılarak kredi kullananlar, daha sonra aldıkları emekli maaşları veya aylıklarıyla iyice çıkmaza giriyor. Tüketiciyi önemsemeyen ve muhatap kabul etmeyen anlayış nedeniyle mağduriyet daha da büyümektedir.
Reklam için televizyon kanallarına milyarlarca lira para ödeyen bankalar, bunları gider göstererek devlete hem vergi vermekten kurtuluyor hem de ailelerin dağılmasına neden oluyor. Dağılmaya yüz tutan ve dağılan ailelerin borçlarında tüketici lehine yeni bir yapılandırma getirilmesi gerekmektedir.
Tüketiciyi bankalara nasıl çekip kandırabiliriz zihniyetine devlet bir an önce el atmalı; televizyonda banka reklamlarına ya son vermeli ya da sınırlama getirilmelidir. Ayrıca bankalarla ilgili belirli bir sınırlama getirilmelidir diye düşünüyorum.
Sağlığa zararlı olduğu için sigara ve içkiye yasak getirilmesinden memnunluk duyduğumuzu ancak aynı duyarlılığın ailelerin ve yuvaların yıkılmasına neden olan banka reklamlarına da kısıtlama getirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Tüketicinin zaafını kullanan bu satış tekniğine karşı acilen tüketicinin mağduriyetini önleyici gerekli tedbirler alınmalı; RTÜK ve Reklam Kurulu reklamları mercek altına alarak, tüketicilerimize mağduriyet yaşatan reklamlar ve firmalarla ilgili reklamları durdurmalı ve gerekli düzenlemeleri yapmalıdır.
Ali İhsan Nazlı
Tüketici Etik Değerler Federasyonu Genel Başkanı

Gün geçmiyor ki tüketicilerimizin şikayetlerini ve sorunlarını maalesef çözemiyorlar. Bir ürün satışa çıkıyor, ancak satılan ürünler için ne yazık ki servis adı altında belirlenen iş yerleri sorunları çözümlemekten ziyade, servisler parça satma derdinde olduklarını görüyoruz.
Arzum blender ile ilgili sorun için genel merkeze telefon ediyoruz. Servisten hizmet almak için. Ancak, kullanım kılavuzunda mevcut servis o firma ile o ilde bağlantılarının kalmadığını dile getirdikleri için, genel merkezi aramak zorunda kaldık. Servisin adresini alıyoruz, servise ürünleri götürüyoruz ve şikayetimizi dile getiriyoruz. Ancak servise biz şikayetimizi bildiriyoruz. Blender’dan ses ve ateş geliyor diyoruz. Ancak onlar bize blender’ın arızası olmadığını, aksesuarlarının arızalı olduğunu söylüyorlar. İyi de biz o iki aksesuarı hiç kullanmadık dediğimiz halde, ayrıca aksesuarların arızası bizden kaynaklı değil, o zaman servis olarak arızasını giderin deyince hayır, onların yenisini satın alacaksınız diyerek bize zoraki ürün satma derdinde olduklarını görüyoruz.
Biz de genel merkez müşteri hizmetlerine telefon açarak sorunu iletiyoruz. Genel merkez konuyu servisle görüşüp bize geri döneceğini söylüyor ve dört saat sonunda geri dönerek o parçaların ücreti mukabilinde değişmesi gerektiğini dile getiriyor. Biz de diyoruz ki, kullanılmayan bir ürün parçası arızalı ise tüketicinin sorumluluğu nedir? Ayrıca garantisi devam eden bir ürün. Eğer ki kullanıcı hatası olmuş olsa kabul ederim, ancak kullanılmayan bir ürün ve parça nasıl oluyor da kullanıcı hatası oluyor acaba?
Siz siz olun Arzum ürünü alırken yüz defa tartın ve araştırarak almanızı tavsiye ederim. Yasal olarak haklarımızı tabii ki arayacağız. Ancak sizler de bilinçli bir toplum olma adına alacağınız ürünleri ve firmaları bence çok çok iyi araştırın ve alın. Yoksa ileride haklıyken haksız çıkarılma ile karşı karşıya kalmayın derim. Bu sorunların çözümü sadece hak aramaktan ve haksızlıklara boyun eğmemekten geçer.
Kalın sağlıcakla. Saygılarımla,
Ali İhsan Nazlı
Tüketici Etik Değerler Federasyonu Genel Başkanı

A101 Marketinin yapmış olduğu bir kampanya çok dikkatimi çekti.
27 Nisan – 3 Mayıs aylarında geçerli olan 400 gram Torku Sucuk, 179.00 TL’den kampanya şartlarında 149.00 TL’ye düşürülüyor.
Ancak A101 alışveriş merkezlerine gidip bu indirimden yararlanmak isteyen tüketiciler şok yaşıyor. Alışveriş merkezlerine gittiklerinde ya ellerinde kalmadığını, ya da o fiyata satılması için şubelere aynı gramda (400 gram) aynı fiyata 149.00 TL’ye BEŞLER Sucuğu gönderildiğini söyleyerek, sözde 179.00 TL TORKU sucuğun yerine bilmiyoruz. Ancak ellerinde stokta kalan ürün BEŞLER sucuklarını eritmek için mi, yoksa tüketicilerimizi alışveriş merkezlerine çekmek için mi böyle bir çalışma içine girdiler, bilmiyoruz.
Burada esas kullanılan bana göre TORKU.
Ayrıca, buna farklı bir örnekle de yaklaşmak gerekirse; bir araç alacaksınız, elimizde o marka araç kalmadı, ancak size şu aracı verelim. Sonuçta her iki araç da ayağınızı yerden keser. Veya farklı bir örnek verelim; Bir kafeye gidiyorsunuz, siparişinizi veriyorsunuz, efendim elimizde Saç Kavurma bitti, size Köfte verelim, sonuçta ikisi de et, mesele karın doyurmak değil mi der gibi.
Her ne şartlarda olursa olsun, bu hususta tüm alışveriş marketleri bu tür olaylarda çok dikkatli davranmak zorundadır diye düşünüyorum.
Ticaret Bakanlığı bu tür kampanyalara izin vermeden önce taleplerin karşılanıp karşılanmayacağına dikkat ederek izin verilmelidir diye düşünüyorum.
Elinizde yeterince olmayan bir ürün için kampanyalar yapmak, tüketicilerimizi zora sokmak, tüketicilerimizi yanıltmaktır. Bu tür uygulamalar kesinlikle tasvip edilemeyeceğini belirtmek isteriz.
Kalın sağlıcakla.
Ali İhsan Nazlı

Kütahya ilimize yapılan hastane proje ve 800 yataklı olmasından dolayı gerçekten çok mükemmel. Ancak; Bu hastane yapılırken hastaneye gelecek olan hastaların araçlarını park edecekleri yerlerin düşünülmemiş olması bence üzücü.
Bir hasta hastaneye gideceği zaman labirent gibi yollar yapılarak, hastane önüne park edilecek araçlara otopark alanı o kadar kısıtlı yapılmış ki. Ayrıca araçlar mecburen park edilmemesi gerekli yol üstlerine park etmeleri ileride çok büyük sıkıntılar yaratacaktır diye düşünüyorum. Oysaki o kadar büyük bir alana yapılan hastanenin otopark sorunu neden düşünülmemiş acaba?
Oysaki kıvrımlı yollar kaldırılmış olsa, yeşil alanların o kadar büyük tutulacağına keşke bunlar daha önceden tespit edilmiş olsa. Oysaki birçok ilde başta Eskişehir’de araç parkı için otopark sıkıntısı yok. En basiti (DPÜ) Dumlupınar Üniversitesinde de otopark sıkıntısı yok. Ancak Kütahya ilimizde şehir merkezinde de otopark sıkıntısı olduğunu bildikleri halde ve ilimizin en büyük ihtiyaçlarından birinin de otopark sıkıntısı olduğunu bildikleri halde hala bu sıkıntıları gidermek için acaba siyasiler bu olaylara el atmazlar mı acaba? Yoksa böyle bir şikayet mi yok, yoksa onlar bu sıkıntıları görmüyorlar mı? Acaba, bu da bir muamma gibi geliyor insana. Ne şartlarda olursa olsun yapılan hizmetlerde insanları canından bezdirecek olan olaylardan uzak durun. Hastane projesi onaylanırken acaba bu otopark olayı gözden kaçmış olabilir mi?
Ayrıca hastane girişine yaşlı ve engellilerin çıkabileceği bir yürüyen merdiven konulsa daha iyi olmaz mıydı acaba? Güzel hizmetler yapılmaya çalışılıyor ancak eksiklikleri ve yanlış yapılan hizmetler maalesef insanları canından bezdiriyor gibi geliyor bana. Kalın sağlıkla.
Tüketici Etik Değerler Federasyon Genel Başkanı
Ali İhsan Nazlı

Biliyorsunuz, bu toplumda tüketicilerimizin bilinçlendirilmesi için çaba sarf eden o kadar çok sivil toplum örgütleri var ki.
Bunlardan biri de ömrünü bu STK’lara vermiş olan ve Tüketici Konfederasyonu (TÜKONFED) Genel Başkanı Sayın Aydın Ağaoğlu. Sayın Aydın Abiyi 2004 yılından beri tanırım ve o zamanlar işi gücü olduğu halde tüm gününü tüketicilerimizin bilinçlendirilmesi için mücadele vermiş, birçok ulusal kanallarda hemen hemen her gün TV kanallarında, radyolarda ve sosyal medyada toplumu bilinçlendirmek için çok büyük çabalar sarf etmiştir. Hatta, 6502 sayılı Tüketici Kanunu’na istinaden, tüketici lehine olacak kanun maddelerinin değişimi için çok büyük mücadeleler vermiştir.
TÜKONFED’in diğer bir yüzü ise Sayın İbrahim Güllü Bey’in de hakkını yememek lazım diye düşünüyorum. Antalya’da işleri olduğu halde, işlerinden fedakarlık edip otuz günün 15’ini o kadar yol kat ederek yollarda ve İstanbul’da geçiriyor. Nereden bildiğimi sorarsanız, her İstanbul’a gittiğinde Sayın Başkanımız Tüketici Etik Değerler Federasyonu ve TÜSOYAD Derneğimizi ziyaret etmeden asla gitmez ve dernek ile alakalı çalışmalarımız hakkında bilgi almadan gitmez.
Ülkemizde tüketicileri bilinçlendirmek için böyle mücadele veren birçok STK kuruluşumuz tabii ki var. Ancak bulundukları illerde yapılan hataları göz önüne çıkarmak için siyasetçiler olsun, mevcut belediye başkanları olsun, 6502 sayılı Tüketici Kanunlarını hiçe sayan esnaflar olsun, bu hususta sosyal medya yoluyla basın açıklaması yoluyla uyardığımızda maalesef ya haber niteliği olarak görmüyorlar veya nemalandıkları kişi veya kurumlara göre hareket edebiliyorlar. Hatta olayları siyasete dökerek yanlı hareket edebiliyorlar.
Bu hususta ilimizde yapılan haksızlıklar da ÇİNİGAZ açıklamalarımız olsun, belediye ile ilgili açıklamalarımız olsun ve birçok konuda basında yer vermeyen veya vermekten çekinen basının olduğu kadar cesaretli basınımız da yok değil. Cesaretli basınımızın her zaman bu halkın kalbinde taht kurduğunu ise asla unutmamak gerekir.
Tabii diğer basını eleştirmekten ziyade kalemlerin para göre yazması değil, adil, dürüst, tarafsız olanların daha iyi yol aldığı basına ihtiyaç var bu ülkede. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten korkarsak inanın ne ülke olarak ne de il olarak bir arpa boyu yol alabilir, ne de sesimizi dünyaya duyurabiliriz.
Kalın sağlıcakla.
Tüketici Etik Değerler Federasyon Başkanı
Ali İhsan Nazlı

Son günlerde ülkemizde bazı Cafe, Restoran ve Lokantalar da aşırı fiyat artışların dan dolayı protestolara gitmeme kampanyalarına şahit oluyoruz.
Tabii bu ortamda Kiraları, Asgari ücreti, ve bazı giderleri bahane ederek fiyatları aşırı derecede yükselten Cafe ,Restoran, ve Lokantaları görmemezlikten gelemeyiz.
Ancak burada olaya iki yönüyle bakmak gerektiği düşüncesindeyim.
Birincisi Bağlı oldukları, TSO odaları ve Esnaf odalarının tarifelerini dikkate almayarak, İstedikleri gibi fiyat tarifesi uygulamak ise tamamen Ticaret il Müdürlüklerinin denetim eksikleri den kaynaklıdır diye düşünmemek mümkün değildir.
Odaların vermiş olduğu tarife’lerin dışında fiyat artışı yapan İş yerleri hakkında kanuni yaptırımlar sadece günü birlik ve göstermelik yapılması yerine, Rutin olarak ve devamlı yapılması zorunludur.
Bir örnek vererek bu konulara aydınlık getirelim.
Örneğin odaların Kafelere vermiş olduğu Çay fiyatı 25.00 TL iken,
Çay ocaklarının tarifeleri 5.00/7.50 TL. arası iken, Malesef Kafeler, Kiraları, personel giderleri, ve Mutfak maliyetlerini gerekçe göstererek kafalarına göre giderlerin arkasına sığınıyorlar ve fiyatları Esnaf odalarının ve TSO odalarının belirlemiş olduğu fiyat veya tarife sıkalalarını dahi hiçe sayarak kendi belirledikleri fiyattan satmaya devam ediyorlar.
Devletin bir nebze olsun Tüketici lehine sayılacak olan Tüketicilerin görebileceği yerlere Bazı iş yerleri Masalara veya halkın görebileceği yerlere kafalarına göre fiyat tarifeleri koyduklarına da şahit oluyoruz Malesef.
Bunun önüne geçilmesi için fiyat tarifelerinin odalardan ve Ticaret Sanayi Odalarının tarifelerinin konulması zorunlu olmuş olsa inanın bu tür olayların önüne rahatlıkla geçilebilir.
Tarifelere kira giderleri, Personel giderleri yapılan zamlara istinaden odalara zam yapma imkanı verilmiş olsa inanın ki bu olayların önüne geçilir.
Tabii bunlara istinaden Ticaret il müdürlükleri denetimlerini yapmak zorunda ancak onlarında kendilerine göre bahaneleri hazır.
Yeterli personelimiz yok malesef diyerek, Sadece şikayetler değerlendirilmesi de ayrı bir olay.
Ticaret il Müdürlükleri rutin görev yapma yerine ancak Tüketicilerimizden gelen şikayetlere göre hareket ettiklerini de görmekteyiz Malesef.
Ancak görünen şu ki bu şartlarda ezilen daima alt tabaka olduğu Malesef gözlerden kaçmıyor.
Bazı Ticaret erbabı esnaflarımızın doyumsuzluk’larını da göz ardı etmemek gerekiyor.
Okuyucularımıza ve takipçilerimize teşekkür eder, Bir daha ki köşe yazımızda buluşmak dileğimizle.
Ali İhsan NAZLI

Bir takım düşünün ki, takımın başkanı, takımın hocası, takımın oyuncuları bir bütün olarak daima zirvelerde yer alıyorsa, kesinlikle bu şu demek değildir: Takım çok güzel oynadığı için iyi sonuçlar alıyor dememiz mümkün değildir. Başarılı bir takım her zaman ekip ve uyum işidir. Bir takımın başarısı ve bütünlüğü, başta başkana, takım hocasına ve de futbolculara bağlıdır. Bir de taraftarlar takımlarına tam destek veriyorsa…
Başkana, hocaya, ve futbolculara yani kısacası takıma güveni varsa, işte o zaman o takımın önünde hiçbir güç asla, ama asla duramaz. Çünkü o takıma güven tamamen aşılanmıştır.
Siyaset de esasında aynen böyledir. Siyasi partinin başkanı, o partinin genel başkanı olduğuna göre, siyasi parti vekillerinin de bu halkın hocası yani temsilcisi oluyorsa, il başkanları da partinin oyuncuları olmuyorlar mı?
Aynen de öyle. Hele bir de arkasında en güçlü halk desteği varsa, bu siyasi parti zirveye oynamaz mı?
Tabii ki evet dediğinizi duyar gibiyim. Ancak futbolda takım sahada döküldüğünü gördüğü halde takımı yöneten hoca futbolcu değiştirmiyorsa, takımı sahada cesaretlendirecek güç takviye etmiyorsa, takımı kendi haline bırakıyorsa, işte o zaman o takım yenilmeye hatta ve hatta küme düşmeye dahi mahkumdur.
Siyasette de aynı değil mi peki? Aynen öyle.
31 Mart’ta yapılan belediye başkanlığı seçiminde başarısız olan illerde sorumlu tamamen o ilin vekilleri ve il başkanları değil mi? O zaman başarısızlığa sebep olan vekiller bundan sonraki seçimlerde aday gösterilir mi bilinmez. Ancak, bence il başkanları başarısızlıkların baş aktörleridir diye düşünüyorum.
Başarısız il başkanları ile hala yola devam eden siyasi parti, kaybetmeye mahkumdur. Hele hele bir de basın karşısına çıkıp tüm ilçeleri ve ildeki belediye başkanlığını alacaklarının sözünü kamuoyunun önünde açıkladılarsa, başarısız olup hala görevde devam ediliyorsa, bir daha ki seçimde ister milletvekilliği seçimi olsun, ister belediye başkanlığı seçimi olsun başarı beklemek hayal dünyasında yaşamaktan öteye asla gitmeyecektir.
Kütahya ilimizin “kalesi” diye bilinen bir partimizin il başkanı tüm ilçeleri ve Kütahya merkez belediyesinin alınacağına dair söz vermiş ancak bir merkez ve on üç ilçe belediye başkanlığından sadece iki tanesinde seçim kazanması tamamen il başkanının başarısızlığı değil de acaba nedir?
Ne zaman ki siyaseti birileri lehlerine ve çıkarlarına kullanacak olurlarsa, işte o zaman halk tarafından ortak düşünce olarak siyasete asla güven kalmaz.
Yeni köşe yazımızda görüşmek dileğiyle.
Ali İhsan NAZLI

Öncelikle bu benim ilk köşe yazım olacağı için kısaca kendimden bahsederek konuya girmek isterim. 30 yıl resmi kurumda devlet memurluğu yapmış biri olarak, yaklaşık 21 yıldır da Tüketici Haklarını korumak amaçlı Dernek Şube Başkanlığı, Dernek Genel Başkanlığı, Federasyon Genel Başkanlığı ve Konfederasyon Başkan Yardımcılığı ve Tüketici İl Hakem Heyeti’nde Komisyon Üyeliği yapmaktayım.
Biliyorsunuz, seçimler sessiz sedasız bir şekilde bitti. Ancak arkasında çok tartışılacak konuları da gündeme getirdi. Bugünkü konumuz ise “Seçimin kaybedeni var mı?” diye söze başlayınca, belki de hemen aklınıza “Türkiye geneli AK Parti seçimlerde büyük kayıplar verdi” diye düşünüyorsunuzdur. Oysaki benim görüşüm tam da zıttına bir görüş. Çünkü siyasette seçimin kaybedeni asla olmaz; çünkü biri gider, biri gelir. Senaryo aynı senaryo, figüranlar aynı figüran, sadece değişen başrol oyuncuları.
Oysaki her seçimden sonra kaybeden, geçim güçlüğü çeken kesim olarak tabir edilen alt tabaka ve onun bir tık üstü olan orta tabakadır maalesef. Ülkemizde ne yazık ki fiyatlar durduğu yerde durmuyor. Bugün 10 TL’ye aldığımız bir ürünün ertesi günü %10, %20 değişen fiyatlarla, hatta bırakın bir günü, bir saat sonrasında dahi artarak vatandaşlarımıza ek külfet getirmektedir. Sadece gıda mı? Ev kiraları, giyim, okul giderleri vs. vs.
Başta emeklilerin almış oldukları zamlar daha dört ay olmadı, ne yazık ki eridi gitti. Oysaki bir buzu eritmekten kurtarmak için güneşi ve sıcağı kesmeye çalışacağımıza, keşke bu saklama koşullarını iyi ayarlayabilsek, daha iyi olmaz mı? Mesela; birçok satılan gıdaların üzerine son fabrika çıkış fiyatları ürünlerin üzerlerine yazılarak, o ürünler toptancı ve perakendecinin elinde bitene kadar zam olaylarının bir nebze önü kesilir ve en azından tüketicilerimiz yarın alacağı bir ürünün zamlı olacağı endişesi yaşamaz diye düşünüyorum.
Ne kadar çalışan memur, işçi, serbest meslek ve emekli maaşlarını yükseltmiş olsanız da, cebe uzanan kirli eller yok edilmedikçe ve engellenmedikçe, çalışanlara ve emeklilere ne kadar maaş verirseniz verin, bu tür talancıların ve fırsatçıların asla önüne geçemezsiniz.
Bir dahaki konumuz ise, siyasette partisinin güvenini kaybettirenlere yer vermek koşulu ile kalın sağlıcakla.
A. İhsan Nazlı
TÜSOYAD Onursal Başkanı