Musa GÖÇER

Musa GÖÇER

18 Mart 2025 Salı

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    OY GÖRESİM GELDİ MAHZUNİ SENİ

    OY GÖRESİM GELDİ MAHZUNİ SENİ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    “Ta ezelden böyle yakışıklıdır

    Şu dağlara kâle ne güzel uymuş

    Bir ah çekse bin dereyi sel alır

    Âşıklara çile ne güzel uymuş”

    Sene otuz dokuz mevsim güz. Yapraklar toprağa, Berçenek Afşin’e ne güzel uymuş. Merhaba demiş dünyaya. Eli mızraba, sözü saza, duruşu Pir Sultan’a, sesi Sulari’ye, yiğitliği Ali’ye mezarı Hacı Bektaş’a ne güzel uymuş. Şerif Cırık olsa da asıl adı türkülerimize MAHZUNİ ne güzel uymuş…

    Halkıyla üzülen, halkına üzülen, acılarla yoğrulmuş bir yaşamdan gönlümüzün sarayına uzanıp bağdaş kuran büyük bir ozan Mahzuni Şerif. Zeynel ve Döndü çiftinin kara kuru ikinci çocuğudur. Köyünde okul olmadığı için Elbistan’ın Alembey köyündeki Lütfi Efendi Medresesinde kuran eğitimi almış. Sonraları köyü okula kavuşunca eğitimini orada tamamlamış. Horasan çıkışlı Karadonlu aşiretinden olan dedelerinin oradan Hozat ilçesine başlattığı göç ile ozanlar diyarı topraklara gelen Mahzuni’nin hikâyesi her Anadolu genci gibi acılarla yoğrulmuştur. Daha sonraları büyük ozan böyle seslenecektir mısralarında;

    Ankara’da yüklesinler dengimi

    Berçenek’te başlatmıştım cengimi

    Nevşehir’e taşısınlar rengimi

    Hacı Bektaş eşiğine dalsınlar

    Daha on iki yaşında ailesinin isteği ile dayısının kızı emine ile nişanlanır ve 17 yaşında evlenir Züleyha adında bir kızı dünyaya gelir. Yaşadığı topraklarda çok sıkıntı çeker ve anlaşılmadığını düşünür. Topraklarından dışarıya çıktığı zaman bir mektupla imam nikâhı ile evlendirildiği eşinden boşandığını bildirerek büyük bir sıla hasretinin içinde bulur kendi. Hep dumanlıdır onun memleketi dumanlı başı gibi. Hep hasret vardır gönlünde. Ve o hep hasreti yazar;

    Vay göresim geldi Berçenek seni

    Dumanlı dumanlı oy bizim eller

    Nasıl unuturum körpe yavrumu

    Dumanlı dumanlı oy bizim eller

    Oturup ağlasam delidir derler

    Bizim elin yiğitleri bol olur

    Çalar davulları dizgin dol’olur

    Ölüm bizim için tozlu yol olur

    Dumanlı dumanlı oy bizim eller

    Oturup ağlasam delidir derler

    Mahzuni Şerif’im vay beni beni

    Hani ya ikrarsız ikrarın hani

    Vay göresim geldi Berçenek seni

    Dumanlı dumanlı oy bizim eller

    Oturup ağlasam delidir derler…

    Toprağa ozan ekilip ozan yeşertilen bu topraklarda bağ bahçe ve hayvan otlatmayla geçen günlerde o arkadaşlarından farklılaşmaya ayrı düşmeye başlamıştır. Onun gönlünde ufkunda bambaşka bir çile bambaşka bir hasret vardır. Herkesten farklı bakar farklı görür hayatı. Bu bakış onu iyice yalnızlaştırır. Tam o sırada Aşık Fezali namıyla bilinen amcası Behlül Baba’dan saz, Cırık ve Şakir babadan yol erkan öğrenmeye başlamış. Daha bıyıkları terlemeden En-el Hak düşüncesinin aşığı cem ayinlerinin vazgeçilmez konuğu olmuş. Önceleri usta malı satsa da tezgâhında delikanlılık yıllarında kendi dokuduğu nadide desenleri satmaya başlamış ali pazarında…

    Hazretine eren canlar öğünsün

    Gelen giden doğup batan hep sensin

    Zülfükâr dokunmuş beden sevinsin

    Şifasına ben agâhım ya Ali

    Hem türkülerle yoğrulmuş ozanlık yolunda ilerlerken hem de eğitimine devam etmiş. 1957’de Mersin Astsubay okuluna, 1960’ta Ankara Ordu Donatım Okuluna merhaba deyip başarıyla ikisini de bitirmiş türkülerin büyük ozanı. Başarısının gereği Kuleli Askeri Lisesine gitmesi gerekirken onun duruşu sorun teşkil etmeye başlamış. Belki de onu Mahzuni olmaya götüren yol burada başlamış. Disiplinsiz bir öğrenci olarak görülmüş. Dolabında Gogol’un kitapları Nazım’ın ve Pir Sultan’ın şiirleri bulunduğu için ihraç edilmiş ordudan.

    Ordudan atılışını “Benden zaten asker olmazdı. Benim kavgam başkaydı. Takdir edersiniz ki bir gönül adamından, felsefe insanından asker olmazdı. Ben silah yerine saz, disiplin yerine çiçek kucaklayacağımı biliyordum” diye anlatır.

    Okuldan atıldıktan sonra Berçenek yolunu tutar. Lakin zor günler beklemektedir ozanı doğduğu topraklarda. Asker olamayan devletin kabul etmediği bir adamdan Anadolu’da köylü olur mu? Zihniyetli ile sürekli eleştiri oklarına hedef olmuş gönlü. Ve artık sıladan kopma vakti gelmiştir onun için. Uzun sürecek bir gurbet yaşamına selam vererek İzmir’in yolunu tutar.

    Kader böyle imiş böyle yazılmış

    Gidiyorum kara gözlüm ağlama

    Mezarımız gurbet ele kazılmış

    Gidiyorum dudu dilim ağlama

    Ceylan bakışını üzme boşuna

    Kurbanlar olayım gözün yaşına

    Keder yakışmıyor hilal kaşına

    Gidiyorum kara gözlüm ağlama

    Emanet eyledim benli kuzumu

    Arkalarda koyma benim gözümü

    Getir ver çalayım kırık sazımı

    Gidiyorum kara gözlüm ağlama

    Sokaklarda destan satıp, destan okuyarak geçimini sağlamaya çalışır Mahzuni. Seyyah olur pazar pazar dolaşır, bağrına sazını basar diline türkülerini dolar. Yolu bazen isyana, sisteme kafa tutmaya bazen aşka bazen de dipsiz kör kuyularda kapkara bir yalnızlığa çıkar. Yol artık “Ben herkesin Mahzuni’siyim” diyecek Anadolu’nun son büyük ozanlarından olma yoludur.

    Ardında beş yüzü aşkın şiir, elli sekiz kaset, dokuz kitap bırakacak olan ozan artık halkın sesi olmaya ve altmış birden sonra halkın Mahzuni’si olarak anılmaya başlar. Konserleri miting alanlarına dönüşür. Kardeşliğe, aşka, zulme isyan türküleri dilden dile dolanmaya başlar. Kimi zaman sisteme yuh yuh çeker. Kimi zaman devrin sevmediği şahsiyetlerine zübük diye seslenir. Bu isyan mahpushane kapılarını açar ona.

    Bu kadar milletin hakkın alanlar

    Onları kandırıp zevke dalanlar

    Diplomayla olmaz hakim olanlar

    Suçsuzun başına çöktüm ise yuh

    Yuh yuh soyanlara

    Soyup kaçıp doyanlara

    İnsanlara kıyanlara

    Yuh nefsine uyanlara yuh…

    Büyük ozan 1961’de Ankara’da İtalyan asıllı Sovina (Suna)ile tanışır ve evlenir. Ondan üç çocuğu dünya gelir. Yaklaşık on yıl sonra ise son eşi Fatma Hanım ile evlenen ozanın ondan da üç çocuğu vardır. Darbeler, zulümler ve gurbet ile geçen bir ömrün aşk adamıdır o. Yılmaz Güney ile aynı koğuşta yatıp beraber bulaşık yıkayan Mahzuni şimdilerde birilerinin yeni yeni uyandığı Amerika’dan dost olmayacağını daha o günlerde gür sesiyle haykırmış, hakları sömürülen insanın sesi olmuş, Katil Amerika’sı dilden dile söylenir olmuştur.

    Defol git benim yurdumdan

    Amerika katil katil

    Yıllardır bizi bitirdin

    Amerika katil katil

    Devleti devlete çatar

    İt gibi pusuda yatar

    Kan döktürür silah satar

    Amerika katil katil

    Pir Sultan’ların ölümsüzlüğün delili Anadolu’nun aşığı Mahzuni’nin Aşık Veysel’e ve Atatürk’e de büyük bir sevgisi vardır. Ziyaretine gittiği Aşık Veysel onu “Dostlar bu gelen Pir Sultan Abdal olsa gerek” diyerek kapıda karşılar. Mahzuni bu sevgisini Veysel’in ardından;

    Sen bu bahçelerden çok gelip geçtin,

    Dostlar seni unutur mu Veysel’im?

    Arılarla çiçeklerde inleştin,

    Dostlar seni unutur mu Veysel’im

    Diye seslenerek ona olan sevgisini anlatmıştır. Atatürk’e yazdığı bir ok şiir vardır. Onun sarı saçlı mavi gözlüsü, aydınlık yüzü ve kahramanıdır Atatürk.

    Sana hasret sana vurgun gönlümüz

    Neredesin mavi gözlüm

    Nerde nerde nerdesin dost

    Bu gemi bu Karadeniz

    Sarı saçlım mavi gözlüm

    Nerde nerde nerdesin dost

    Ararım izini Dolmabahçe’den

    Bir daha dönmez mi bu yola giden

    İçimde sen, gözümde sen

    Sarı saçlım mavi gözlüm

    Nerde nerde nerdesin dost

    Karlı dağları kara bulut içinde, yaylası hüzünlü yöresi bir hoş toprakların, hanı sarhoş, hancısı sarhoş bir garip yolcusudur o. Yiğitleri kuru soğana muhtaç dumanlı dumanlı ellerin aşığıdır o. Bize bıraktığı miras türkülerin susmayan susmayacak o asil gücü asırlarca dilimizde umuda açılan kapı olacaktır. Yeni nesillere onun sevdasını içirip gömleğini giydirmeye devam edeceğiz. Gönül isterdi ki eğitim sistemimiz içinde o ve onun gibi birçok değerin yeni nesillerimize bir felsefe olarak yudum yudum içirilip türküleri ve öğretileri ders olarak okutulsun. Birileri bizi kendi değerlerimizden koparmaya çalışsa da zannımca Anadolu’nun dünyada olmayan en güçlü silahı türkülerimiz ile biz hep biz olarak kalmaya devam edeceğiz. Belki bazen yeise kapılacağız sendeleyeceğiz lakin şundan eminim ki bu topraklarda türkü söyleyen birileri oldukça bu topraklar sonsuza kadar Anadolu olarak kalacaktır.

    Ummanlarda kulaç atmış “Yüzemez yunuslar çaylar içinde deniz vurgunun yaresi bir hoş” diyen ve “El çek tabip yaramdan içimdeki sancı sarhoş” diyen bir gönlü anlatmak zordur elbette. Kalemin acizliğinden onun gönlüne selam eder türkülerine sığınırım. Her büyük ozanımızın vedası gibi onun da vedası hazin olmuş türküler ağlamış saz ardından yas tutmuştur. Rahatsızlığı dolayısıyla tedavi için gittiği Köln’de17 Mayıs 2002 de “İşte gidiyorum çeşmi siyahım” diyerek veda etti bize. Cenaze töreni videosunu izlerken eşi Fatma Hanım’ın “Hoş geldiniz dostlar Mahzuni’min konserine” diye ağıt yakışı hala kulaklarımda çınlıyor. O geldi bize doyumsuz bir konser verip gülümseyerek gitti. Acılardan aldı ilacı, dik durdu eğilmedi. Pir Sultan gibi darağacına kafa tuttu. Ardından söylenenler onun nasıl bir gönlü olduğunu izaha yeter zannımca;

    Halk çocuğu olarak doğdu, Halk çocuğu olarak öldü.

    Neşet Ertaş

    Zorbaya ve sömürüye karşı direnen halkıyla birlikte mücadele eden Aşık Mahzuni Şerif Anadolu aydınlanmasının meşalesidir.

    Deniz Baykal

    Devrin Pir Sultanı olarak yaşayıp işte geldim gidiyorum dese de o geldi ve hiç gitmeyecek dilimizde türkü türkü çağlayıp sonsuz kadar yaşayacak büyük bir ozandır. Ne zaman dağlarımıza duman çökse dilimize onun türküleri dolanacak. Ne zaman gönlümüze sevda ataşı düşse yarin zülfüne onun türküleri ile bağlanacağız. Gurbette sıla yadımıza düştüğünde “Oy göresim geldi” diyerek hasret narını dindirmeye çalışacağız.

    Ardına yüzlerce türkü, dinmeyen gönül yarası ve Kerbela yası bırakarak giden büyük ozana türkülerin dilinden büyük bir minnet kitaplar dolusu şükranlarımızı sunuyoruz. Gelip hiç gitmeyen ölümsüzlere selam olsun…

    İşte gidiyorum çeşmi siyahım

    Önümüzde dağlar sıralansa da

    Sermayem derdimdir servetim ahım

    Karardıkça bahtım karalansa da

    Haydi dolaşalım yüce dağlarda

    Dost beni bıraktı ah ile zarda

    Ötmek istiyorum viran bağlarda

    Ayağıma cennet kiralansa da

    Bağladım canımı zülfün teline

    Sen beni bıraktın elin diline

    Güldün Mahzuni’nin garip haline

    Mervan’ın elinden parelense de

    Musa GÖÇER