Zafer Güler

Zafer Güler

12 Kasım 2025 Çarşamba

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    EVLAD-I FATİHAN ve SELANİKLİ MUSTAFA

    EVLAD-I FATİHAN ve SELANİKLİ MUSTAFA
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İslamcıların güya İslam adına yaptığı yanlışların muhatabı İslam olmadığı gibi; Atatürk ve Atatürkçülük-Kemalizm adına yapılan yanlışların muhatabı da Mustafa Kemal değildir.

    Nedeni ve nasılı için, kronolojiye bağlı kalmadan olaylar ve yüklenilen anlamlar üzerinde kısa bir gezinti yaparak irdeleyelim.

    I. Cihan Harbi’ni hazırlayan saiklerin oluşturduğu değişim sürecinde, Türk toplumunun tarih dejenerasyonu ve ayrışımı çok önemli bir noktadır.

    Din ve soya dayalı oluşumlar ideolojik farklılaşma ile yetinmemiş, milletin tarihinin devamlılık kıstası da akamete uğratılmıştır.

    Güya dindar geçinenler, Osmanlı’yı milat olarak kabul ederken Selçuklu toplumunun da Müslüman olduğunu bilerek göz ardı etmişlerdir. Oysa ki 5.000 yıllık bir tarihten söz edilirken, sayfalar arasındaki ideolojik tercihler millet olmanın nüanslarını sabote etmiştir.

    Osmanlı dahil, Türkler hiçbir zaman inanç değerleri üzerine devletleşmemiş, bilakis günümüzdeki ifadelerle “soy, boy, aşiret” geleneği temeline inşa edilmişlerdir. Aslında Amerika (zaten ABD de devlet değil; nevi şahsına münhasır bir yapıdır) hariç, tüm devletler bu süreci izlemişlerdir.

    Bugünden geçmişe yapılan reddiyelere ve kabullere yansıyan bu ayrılıkçı anlayış, “Türklerin Anadolu’ya geliş” miladını Malazgirt olarak belirleme yanlışını ortaya koymuştur. Malazgirt önemli bir olaydır ancak Anadolu-Türk ilişkisi de bunun miladı değildir; yüklenilen vizyon da gerçekçi değildir.

    Malazgirt’i milat kabul eden ideoloji mantığıyla baktığınızda, 1517 Mısır’ın Fethi, Türklerin Anadolu’da hükümranlığını ve devlet olma özelliğini kaybetmesinin miladı olarak görülmelidir.

    Kılıç zoruyla teslim alınan Hilafet Makamı, soy ve inanç eksenli ideolojik ayrışmanın da tohumlarını atmıştır. Töreli devlet yönetimi, inanç üzerinden devşirilmiş; hanedan saltanatına dönüşmüştür.

    Çünkü Yavuz’un Mısır’dan aldığı Hilafet makamı, Resûl Hilafeti değil, Emevi Hilafeti’dir. Ve Osmanlı, mevcut Halife III. Mûtevekkil’e bağlı değildi; ancak daha sonra, maalesef devlet Hilafet makamına endekslenerek Türk toplum ve devlet yapısı Emevileştirilmiştir…

    Hani Yeni Osmanlıcılar Halifelik makamını TBMM uhdesine alıp, Halifeyi sürgüne gönderdi diye Selanikli Mustafa’ya küfrederken, Osmanlı, Hilafeti elinde bulunduran Memluklu Türk Devletini yıkarak, Halifelik makamını hanedanın uhdesine alırken III. Mûtevekkil‘i de İstanbul’a sürgün ettirmesini görmezden geliyorlar…

    Oysa ki, TBMM, işlevsel olarak hükmünü yitiren Osmanlı bakşyesi Anadolu’da İtilaf Devletlerine karşı verilen mücadele ile kurulan Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devletinin misyon ve vizyonuna göre haraket ediyordu.. Kurtuluş Harbi Osmanlı Hanedanı adına mı yapılmıştı ki, zafer hanedanın uhdesine bırakılsındı..

    Selçuklunun külleri üzerine kurulan Osmanlı da benzer bir süreçten geçmemiş miydi?.. Kayı Boyu Osmanlı olarak devletleşmek yerine neden Selçuklunun devamını sağlamamıştır?

    Buna rağmen Osmanlıyı Selçuklunun devamı olarak gören Osmanlıcılar, ne hikmetse Türkiye Cumhuriyetini duşman addetmiş, Osmanlı’nın devamın değil, yıkıcı düşmanı olarak ifade etmişlerdir.. Oksa ki, zaman itibarı ile Osmanlı zaten yıkılm8ş Batılı güçlerin oyuncağı olmuş hanedandan mükellef kalmıştı..

    Ömer veya Ali’ye ait olmasından bağımsız olarak, Nisa 135’te (Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabalarınızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun. Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse hislerinize uyup adaletten ayrılmayın.) ifadesini bulan “Devletin dini adalettir” düsturu, mezhebi tercihlerin idrakine ve imanına bırakılarak hem Türk milleti hem de Muhammed ümmetinin Nizam-ı Âlem vizyonu sabote edilmiştir.

    Bırakın âleme nizam vermeyi, kendi ailesini yönetmekten aciz bireylerden oluşan bir toplum olarak ideolojik devlet haline gelmişiz…

    Tarihten aldığımız güçle bir müddet daha hatırı sayılır olmuş isek de, 1666’da Sabatay Sevi’nin kılıç zoruyla Müslüman olmasıyla birlikte Dönmeler Devri başlamış oldu.

    Siz buna Osmanlı’nın tasfiyesi de diyebilirsiniz…

    Hanedanın çarpık din-devlet anlayışı bir taraftan, diğer taraftan da Sabatay Sevi müritlerinin ve bağlılarının sızdığı mezhebi tahakkümler devlet politikalarına tahakküm edince; toplumda içe dönük ideolojik ve inanç temelli kavgalar, millet olma saiklerinden birkaç tanesini daha sabote etti.

    Sarhoş ve sabıkalı târîfinin güya “şeriatla” yönetilen Devlet-i Âliyye’nin kapısına dayanıp “Şeriat isteriz” nümâyişlerini de bu pencereden irdelemek elzemdir.

    Hilafet makamının devamı adına kurgulanan siyasî ümmetçilik; hükümranlık hakkından feragat etmeyen birçok Türkmen boyunun, asi konumuna sokulmasının, sürgünlerin ve sözde çete savaşlarının müsebbibidir.

    Türkmen boyları, merkezi statükonun baskısıyla saraydan uzak kıyı ve sınır bölgelerine itilmiş; Toroslar’dan başlayıp Edirne’ye kadar uzanan iç ve dış sınır boylarındaki Türkmen yoğunluğu bunun yaşayan belgesidir.

    Buralarda kalem ve kelam erbabının “Alevi-Bektaşi” kültürünün yaşaması ve yaşatılmasının Balkanlarda yaygın (ve hâlâ aktif olmasının) sebebi de bundandır.

    Yeni Osmanlıcıların bilerek ve kasten çarpıttıkları Evlad-ı Fatihan övgüsünün muhatabı, bu Türkmen boyları ve Selaniklilerdir.

    Bu meyanda özellikle BBP Genel Müdürü İbrikçi Mustafa’nın çamur atmaya çalıştığı TİB Genel Başkanı Erkan Baş, Evlad-ı Fatihan’dır ve Sabatay ile Pakraduni dönmelere karşı Türk’ün bağımsızlık mücadelesini vermektedir.

    Tıpkı Kuvayı Milliye ateşini yakan Selanik taifesi gibi…

    Bu nedenledir ki adalet, liyakat ve hakkaniyet bağlamında çok önemli bir imtihandır 10 Kasım…

    Karşılıklı bağnaz ve yobaz söylem ve eylemlerin, bir devlet adamının sene-i devriyesinde hatırlanmasının anlamı dışındaki noktalara taşınması, yukarıda anlatageldiğimiz ötekileştirme ve ayrımcılık noktasında gelecek yüz yıl için endişe verici bir durumdur…

    Ve bir Mustafa Kemal daha yok, maalesef…