Mehmet Uygar Keleş

Mehmet Uygar Keleş

01 Aralık 2025 Pazartesi

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    ELMA KURDU

    ELMA KURDU
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Elma… Tarih boyunca hem efsanelere konu olmuş hem de bilimsel devrimlerin sembolü haline gelmiş bir meyve. İnsanoğlunun ilk günahına ev sahipliği yaptığı varsayılan yasak meyve olarak da bilinir. Peki, neden elma? Neden Âdem ile Havva’yı cezbeden bu meyve olarak anlatılır? Yunanca’da genel olarak “ağaçta yetişen meyve” anlamına gelen “mēlon” kelimesi, Latince’ye “elma” olarak çevrildiğinde Hristiyan inancında bu meyvenin elma olduğu düşüncesi yaygınlaşmış. Bu yaygınlaşmada Latince’de “şeytan” veya “kötü” anlamına gelen “mălum” kelimesinin elma kelimesi olan “mālum” ile benzerliği önemli bir rol oynamış. İşte bu benzerlik, elmayı tarihte şeytanın cazibesiyle ilişkilendirmiş ve yasak meyve denilince elma akıllara gelmiş. Âdem ile Havva’nın hikâyesindeki yasak meyve tartışıladursun, tarihte elmanın önemi büyük.

    Elma sadece teolojik ve kültürel bir sembol değil, aynı zamanda Yunan mitolojisinden Truva Savaşı’na, tanrıların birbirine düşmesine, Herakles’in on iki görevinden birine kadar uzanan bir efsane. Altın Elma, Afrodit’in güzellik tacı, aşkın ve çekiciliğin sembolü… Türk mitolojisine baktığımızda ise Kızıl Elma olarak karşımıza çıkar. Türkler, özellikle Oğuz Türkleri için Kızıl Elma, ülküleri, düşleri ve hedefledikleri zaferleri simgeleyen kutsal bir meyve olarak bilinir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Kızıl Elma, Avrupa’daki önemli şehirlerin fethedilmesi gereken hedefler olarak sembolize edilmiş, Yeniçeri Ocağı’nın simgelerinden biri haline gelmiştir. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde bile Kızıl Elma; Kuzey Kafkasya, Bizans (İstanbul), Budin, Belgrad, Estergon, Viyana, Roma ve Köln gibi şehirleri işaret eden bir ideal olarak karşımıza çıkar.

    Tabii, elmanın bilim dünyasında da rolü küçümsenemez. Isaac Newton’un başına düşen o meşhur elma, yer çekimi yasasının keşfedilmesine ilham kaynağı olmuş. Eğer o elma Newton’un başına düşmeseydi, belki de bugün hâlâ yer çekimiyle ilgili sorular soruyor olacaktık. Apple’ın kurucusu Steve Jobs’un da bu meyveye olan ilgisi büyüktür. Alan Turing’in onuruna “ısırılmış elma” logosunu yaratırken, Turing’in yaşamına son verme kararında Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’deki zehirli elmanın bir ilham kaynağı olduğu söylenir. Elma her dönemde, her kültürde farklı anlamlar yüklenmiş bir sembol olmuştur.

    Elmanın tıbbî faydaları ise saymakla bitmez. Sağlık, sevgi ve bereketin sembolü olan bu meyve, Anadolu’nun birçok yöresinde evlilik ve cenaze törenlerinde, hatta ibadet ritüellerinde kullanılır. Suyu ve sirkesi şifa kaynağı olarak bilinir. Son araştırmalara göre, düzenli elma tüketimi Alzheimer hastalığının ilerlemesini %27 oranında azaltıyor. “Günde bir elma, dert alma” sözü boşuna söylenmemiş. Elma, adeta doğal bir sağlık iksiri; beyin hücrelerini besler, vücudu yeniler, her derde deva olur. Fakat biz ne yapıyoruz? Elma yemiyoruz. Bunun yerine, unutarak ve uyuşarak yaşıyoruz.

    Uykuya dalan bir millet olarak, tarihin bize öğrettiği büyük derslerden uzaklaşıyoruz. Bakın mesela, Yarbay Mustafa Kemal’in önünde poz verdiği, Çanakkale’de Kireçtepe şehitleri anısına dikilen o anıt…


    Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önünde fotoğraf çektirdiği bu anıt, Anafartalar Cephesi savunmasında şarapnel parçası ile şehit olan Gelibolu Jandarma Tabur Komutanı Yüzbaşı Kadri Bey’in silah arkadaşlarının boş top kovanlarını dizerek Kireçtepe için şehit düşmüş bütün kahramanlar anısına diktikleri ilk Çanakkale Anıtıdır. Anıtın adı, Yüzbaşı Kadri Bey’in askerlerine şevk vermek için yaptığı her konuşmayı “Ey Türk uyuma / Uyuma ey Türk!” diye bitirmesinden geliyor.

    Atalarımız, ninelerimiz uyumadı. İnanmışlık, adanmışlık ve ölümü hiçe sayarak yarattıkları Çanakkale ruhu sayesinde destan yazdı. Türk’ün gücünü tüm dünyaya emsali görülmemiş mücadeleyle gösterdi.

    Ülke için yolun sonuna gelindiği yıllar, Çanakkale’den sonra hedefte olan İstanbul’u ele geçirip Osmanlı’yı bitirmenin hesaplarının yapıldığı günlerde… İngilizler ve Fransızlar, (Anzaklar [Avustralya ve Yeni Zelandalı askerler], Fransızların Senegal ve Gambiya sömürgelerinden, Tunus ve Cezayir’den getirilen lejyonerler [paralı askerler], İngilizlerin ordularındaki Hintliler, Gurka diye bilinen savaşçı Nepal askerleri, ünlü Yeni Zelanda yerlileri Maoriler, birliklerine Sion Katır Birliği adı verilen Yahudi birliği…) hepsinin karşısında kahramanca savaşan Mehmetçik vardı. Genci, yaşlısı, kadını, erkeği 7’den 70’e tek yürekti.

    O günlerde Çanakkale’de hezimete uğrayanlar, iki defa işgal ettikleri, parasını, pulunu, dergisini, anahtarını hazırladıkları halde İstanbul’u ve ülkeyi alamayanlar hâlen iş başında. Üstelik hırslarına ilaveten kuyruk acıları da var. Ülkemiz, halkın kutuplaşmasıyla, göçlerle, ekonomiyle, verilen vatandaşlıklar, satılan topraklar ve madenlerle, savaşsız, çatışmasız elimizden kayıp giderken bu anıt hâlen yerinde.

    Bu vatan uğruna canını, kanını veren, sevdiklerini yitiren yüz binlerce ruh haykırıyor bize: “UYUMA EY TÜRK! EY TÜRK UYUMA!” diye diye…
    O ses kulaklarımızdan hiç çıkmasa keşke…

    Gerçekten bu iktidar döneminde, Anayasamızın ilk dört maddesiyle mücadele edildiği kadar, uyuşturucu madde baronları ile mücadele etselerdi, Türkiye’de uyuşturucu madde sorunu kalmazdı.

    Son olarak; Numan Kurtulmuş Anayasamızın 3. maddesine taktı. Sayın Kurtulmuş’a göre; Devletin ülkesi, devletin milleti olmazmış. O yüzden bu madde düzeltilmeliymiş. Hani bir de; “Devletin egemenliği olmaz!” deseymiş tam olacakmış. Çünkü devlet tanımının üç temel unsuru vardır; millet, ülke, egemenlik.

    Sayın Kurtulmuş’a ve onun gibilerine açıkça söyleyelim ki; biz de madde bağımlısı olmasak da Anayasamızın ilk dört maddesine de başlangıçta belirtilen özel ilkelere de sonuna kadar bağlıyız. Anayasayı hükümet programıyla, devleti hükümetle karıştırmayın. Herhalde açık açık ümmet diyemediğiniz için öne çıkardığınız “millet” kavramını da iyi öğrenin. Unutmayın ki bir de “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!” diyen Anayasamızın 6. maddesi var. İşte orada yazan millet, sadece bugünkü seçmenlerden oluşan bir kavram değildir. Millet, diriler kadar ölüleri de bugün kadar geçmiş ve gelecek kuşakları da kapsayan bir kavramdır.

    Ve biz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten emanet aldığımız Cumhuriyetimizi, gelecek kuşaklara; “Atatürk devrimleri ve ilkelerine dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak teslim etmeye, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlık yolundan asla ayrılmamaya kararlıyız. O yüzden Anayasamızın ilk dört maddesine saldırmak için böyle “çok yaratıcı” bahaneler bulmaktan artık vazgeçin!

    Getirdikleri bu “BamBaşkanlık” sisteminde iktidar ortakları, iktidara yakın iş insanları, DinAlet İşleri Başkanı, bazı vakıf yöneticileri, Arap hayranları, kadın katilleri, Atatürk düşmanları gerçekten de harıl harıl çalışıyor, en rahat ettikleri dönemi yaşıyorlar. Balık üretme kafesine olta atmış balıkçı gibi; at çek, at çek durumundalar yani.

    Ama büyük çoğunluk olan bizler acı çekiyoruz.

    Her gün bir kadın cinayeti haberi, her gün bir israf, şatafat haberi, her gün haksız bir atama, her gün usulsüz bir harcama haberi, her gün gözü dönmüş insanların, artık kavgadan çıkıp, küçük bir savaş kıvamına gelmiş görüntüleri.

    İktidar mensuplarında da vicdan olmalı, olmalı ki hem Müslümanlığı dillerinden düşürmeyip hem de millet açlık, yoksulluk sınırının altında yaşarken gönül rahatlığıyla saltanatlarını sürdürecekleri bir çözüm yolunu mutlaka buluyorlar.

    Peki, bu hep böyle mi gidecek?

    Bu soruya da Hasan Hüseyin Korkmazgil cevap vermiş:

    Eti geçti, duydun mu?
    Bıçak kemikte.
    Duymadınsa duy artık
    behey Allah’ın kulu,
    bıçak kemikte.
    Duy da silkin n’olursun
    bu ne biçim uyku bu.
    Bıçak kemikte

    Verilmemiş alınmış hep,
    yük vurulmuş dağlar gibi
    insanlık bu mu?
    Çalıyor sömürünün imdat çanları,
    kımılda da kurtar şu onurunu
    bıçak kemikte.

    Topraksa paylaşılmış
    kıyılarsa yağmalanmış,
    umut hacizde,
    ya bu neyin puştluğu bu
    sana yokluk sana yasak sana dam
    insan değil – hâşâ – bir yağmacı soyu bu,
    bıçak kemikte.

    Üretensin yaratansın yürütensin dağları,
    bakma öyle kilit kilit, duvar duvar.
    Yetsin artık bu susku
    bıçak kemikte.

    Anasın boynun bükük
    babasın kolun kırık
    oğullar kan içinde.
    Kaldır artık başını
    «kalsın benim dâvam dîvana kalsın» demiş ozan.
    O dîvan sensin artık
    bıçak kemikte.

    Mehmet Uygar KELEŞ