Mehmet Uygar Keleş

Mehmet Uygar Keleş

01 Aralık 2025 Pazartesi

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    Demokrasinin Karanlık Tünelleri

    Demokrasinin Karanlık Tünelleri
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bir ülkede gazeteler sansür ediliyorsa, radyolar susturuluyorsa, sosyal medya hesapları kapatılıyorsa, orada demokrasiden bahsedemezsiniz. Ama merak etmeyin, bizimkiler bahsediyor! Hem de nasıl!

    Ve sadece bahsetmekle kalmıyorlar… Demokrasiye öyle bir makyaj çekiyorlar ki, Orwell sağ olsa “Ben bu kadarını kurgulayamazdım” deyip daktiloyu bırakırdı. 2025 Türkiye’sinde demokrasi, hükümetin canı istediği sürece var. İstemediği zaman? Elektrikler kesik. İnternet yavaş. Mikrofonlar kapalı. Tabela var, içerik yok.


    Twitter’dan Tarihe: Sansürün Dijital Yüzü

    İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun X (eski adıyla Twitter) hesabının Türkiye’den erişime engellenmesi, yeni bir rejim türünün habercisi: “Kullan-at Demokrasi.” Seçimle gelen, ama tweet’le giden bir sistem.

    Bu erişim engeli, Adalet Bakanlığı’na bağlı bir mahkeme kararıyla uygulandı. Gerekçe? Tabii ki “milli güvenlik” ve “kamu düzeni”. Hangi paylaşım kamu düzenini bozmuş, öğrenemiyoruz. Çünkü mahkeme kararı da sansürlü! Şeffaflık mı? O artık sadece duş perdelerinde var.

    Son dört ayda tam 24.922 sosyal medya hesabı erişime kapatıldı. Bunların önemli bir kısmı siyasi muhaliflere, aktivistlere ve bağımsız gazetecilere ait. Hükümete göre hepsi “kamu güvenliğini tehdit eden unsurlar.” Yani tweet atan öğretmen, YouTube’da sokak röportajı yapan genç, Instagram’da hayat pahalılığını anlatan kadın… Herkes potansiyel bir “tehlike.”


    Sokak Röportajlarına Düşman: Mikrofonu Kapat, Milleti Sustur

    AK Parti ve MHP tarafından hazırlanan yeni yasa tasarısı, sokak röportajlarını ve YouTube kanallarını “lisansa bağlama” bahanesiyle kontrol altına almak istiyor. Tasarıya göre mikrofon uzatmak için RTÜK’ten izin almanız gerekecek. İzniniz yoksa? Ceza, kapatma, gözaltı… Belki bir de “ajanlık” suçlaması.

    Düşünsenize: Bir vatandaş “Market fiyatları uçtu” diyor. Devlet: “Terör!”
    Bir kadın “Ev kirasını ödeyemiyorum” diyor. Devlet: “Kaos çıkarıyor!”
    Bir genç “İş bulamıyorum” diyor. Devlet: “Dezenformasyon yaymak!”

    Oysa gerçek şu: Devlet artık halkı değil, halkın düşüncesini denetlemek istiyor.


    60 Yıl Sonra Aynı Film: Menderes’in Sansürü, Erdoğan’ın Dijital Kıskacı

    Tarih, tekrar etmiyor; upgrade oluyor. Adnan Menderes döneminde muhalif gazeteler kapatılıyor, yazarlar tutuklanıyordu. Bugün ise algoritmalar, mahkeme kararlarıyla yarışıyor. Menderes, “Devletin bekası” diyordu; bugünün iktidarı “Milli güvenlik” diyor. Değişen sadece disketteki sürüm.

    1956 Basın Kanunu ile gazetecilere ağır cezalar veriliyordu. Bugün 2022’de çıkarılan “Dezenformasyon Yasası” sayesinde sosyal medya kullanıcıları, 1 ila 3 yıl hapis cezasıyla karşı karşıya. Suçun tanımı? “Halkı yanıltıcı bilgiyi kasten yaymak.” Ne demek bu? Onu sadece savcı biliyor. O da bazen bilmiyor.


    “Özgür Basın” mı Dediniz? Bizde Ona “Terör Propagandası” Derler!

    Özgür basın bu topraklarda artık “halkı galeyana getirme suçu” kapsamına giriyor. Eleştiri yapan gazeteciler, “kara propaganda”cı ilan ediliyor. Hükümetin savunma mekanizması hep aynı:
    • “Terörle mücadele ediyoruz.”
    • “Dış mihraklar bizi yıpratmak istiyor.”
    • “Dezenformasyonla savaşıyoruz.”
    • “Milli iradeyi koruyoruz.”

    Peki bu tanımları kim yapıyor? Tabii ki bizzat sansürü uygulayanlar. Yani hem hakem, hem oyuncu, hem de seyirci iktidarın kendisi.


    YouTuber’dan Tehlikeli Ne Olabilir?

    Bir YouTuber mikrofonla sokağa çıkıp “Ekonomi nasıl?” diye sorduğunda, devlet refleksi “dur, bu soruda devleti yıkma potansiyeli var” oluyor.
    Bir gazeteci sosyal medyada “yolsuzluk” diyor, dava açılıyor.
    Bir sanatçı tweet atıyor, konseri iptal ediliyor.
    Bir öğrenci video çekiyor, KYK yurdundan atılıyor.

    Kısaca: Eleştiriyorsan ya işsiz kalırsın ya susturulursun. Tıpkı Orwell’in dediği gibi: “Özgürlük, 2+2=4 diyebilme hakkıdır.” Ama burada 2+2’nin 5 olduğuna inanmayanlar, “toplumu bölmekle” suçlanıyor.


    Sansürün Ekonomisi: “Korkunun İnternet Paketi Yok”

    Sansür sadece siyasi değil, ekonomik bir felakettir. YouTube kanalıyla geçinen binlerce genç, sosyal medya ajansı kuran girişimciler, Instagram’dan satış yapan küçük esnaflar… Hepsi “içeriğiniz uygun değil” bahanesiyle gelir kaybediyor. :)

    Şakası bir tarafa; özgürlük ortamı daraldıkça, yaratıcı endüstriler yok oluyor. İnsanlar artık fikir üretmekten değil, yanlışlıkla bir şey yazmaktan korkuyor. Ve korkunun olduğu yerde ekonomi büyümez, sadece “gizli gündemli TikTok videoları” çoğalır.


    Peki Ya Yarın? Bugün Susturulan İmamoğlu, Yarın Sıra Sizde…

    Bugün Ekrem İmamoğlu’nun hesabı kapatıldıysa, yarın bir tweet’iniz nedeniyle sizin de kapatılabilir. Bugün sokak röportajları yasaklanıyorsa, yarın okul kantininde konuşmanız da “suç delili” sayılabilir. Herkesin potansiyel suçlu olduğu bir sistemde, özgürlük artık bir hatıra defteri…

    Bu ülkede sansür uygulamaları, sadece bugünün değil; bugünden sonra konuşacak cesareti kalmayan bir toplumun habercisi.


    Sansürsüz Bir Türkiye Mümkün… Ama Önce Korkusuz Bir Toplum Gerekir!

    Demokrasi, iktidarların hoşuna giden fikirlerin değil, canlarını sıkan eleştirilerin korunmasıdır. Sansür, bir rejimin değil; bir korkunun tezahürüdür.

    Adnan Menderes sansürle başladı, nerede bittiğini herkes biliyor. Belki de oradan alınması gereken ders şu: Sansür, iktidarı değil, çürümeyi hızlandırır.

    O yüzden tekrar:
    “Sansürsüz bir Türkiye mümkündür. Ama önce korkusuz bir toplum gerekir.”
    Mikrofonu kapatmak kolaydır; ama sesi susturmak? İşte o, tarihe karşı savaş açmaktır.