Mehmet Uygar Keleş

Mehmet Uygar Keleş

01 Aralık 2025 Pazartesi

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    BERKEMAL

    BERKEMAL
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Meclis açılış törenleri, Türk siyasi hayatının en dikkat çekici ve en sembolik anlarından biri olma özelliğini koruyor. 2024 yılında yapılan meclis açılışında ise alışık olduğumuz siyasi mizansenin biraz daha dikkat çekici, biraz daha düşündürücü bir boyuta taşındığına şahit olduk. Ancak, bu açılışta en çok dikkat çeken olaylardan biri, Cumhurbaşkanı’nın salona girdiği sırada yaşanan karşılamalar oldu.

    Ana muhalefet partisi CHP’nin milletvekillerinin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ayakta karşılaması, pek çok kişiyi şaşırttı. Zira CHP, Erdoğan’ın yönetimine karşı en sert muhalefeti yapan partilerin başında geliyor. Ancak asıl mesele, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır CHP’ye ve onun genel başkanlarına karşı yürüttüğü ağır eleştiriler ve zaman zaman hakarete varan söylemleriydi. Burada bir parantez açıp, 2023 seçimleri sonrası CHP’nin Genel Başkanı olarak seçilen Özgür Özel’e yönelik Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kullandığı bazı cümleleri hatırlamakta fayda var. Erdoğan, Özel hakkında birçok kez küçümseyici ve itibarsızlaştırıcı bir dil kullanmış, hatta bu tarz hakaretleri daha önceki CHP Genel Başkanlarına da yöneltmişti. Peki, bu durumda Özgür Özel ve diğer CHP milletvekillerinin Cumhurbaşkanı’nı ayakta karşılaması nasıl bir anlama geliyor?

    Bazılarına göre bu, siyasi bir nezaket göstergesiydi. Meclis açılışlarında devletin başına karşı bir saygı duruşu olarak ayakta karşılamak, devlet geleneğinin bir parçası sayılabilir. Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, bu tür jestlerin, karşılıklı saygının bir göstergesi olması gerektiğidir. Oysa Cumhurbaşkanı’nın CHP’ye ve onun temsilcilerine yönelik geçmişteki söylemleri, saygı sınırlarını defalarca aşmıştı. Dolayısıyla bu ayakta karşılama, bir nezaket göstergesi olarak yorumlanmaktan çok, siyasi duruşun zayıflığı ya da yanlış bir mesaj verme olarak algılanabilir.

    CHP milletvekillerinin bu tavrı, muhalefet kimliğiyle örtüşmüyor. Eğer bir siyasetçi, yıllardır hakarete maruz kaldığı bir figürü bu şekilde karşılarsa, bu, kendi siyasi duruşunun sorgulanmasına neden olur. Halkın büyük bir kesimi, muhalefetin lider kadrosundan daha net bir duruş beklerken, bu tür jestler hayal kırıklığı yaratabilir. Neticede, muhalefet görevini üstlenmiş bir partinin, iktidarın başındaki figüre karşı böylesine bir saygı duruşunda bulunması, muhalefet kimliğini sulandırma tehlikesi taşıyor.

    Ancak, bu açılışta yaşananlar sadece CHP milletvekillerinin duruşuyla sınırlı kalmadı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekillerinin sergilediği tavır ise, siyasi duruşun ne demek olduğunu gösterir nitelikteydi. TİP milletvekilleri, meclis açılışı sırasında Can Atalay’ın tutukluluğuna dikkat çekmek amacıyla salonu terk ettiler. Can Atalay, 2023 seçimlerinde milletvekili seçilmesine rağmen hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutulmaya devam ediliyor. Bu duruma sessiz kalmayan TİP milletvekilleri, meclis açılışındaki protestolarıyla, hem halkın vicdanını harekete geçirdiler hem de siyasetteki duruşun nasıl olması gerektiğini gösterdiler.

    TİP milletvekillerinin bu tavrı, mecliste nadir görülen bir tür cesareti temsil ediyor. Zira, siyasi arenada bazen duruş sergilemek, popülarite kaygısıyla hareket etmek yerine, gerçekten inandığı değerlere sahip çıkmak anlamına gelir. Can Atalay’ın haksız tutukluluğuna karşı meclis açılışını terk etmek, TİP milletvekillerinin bu duruşu net bir şekilde sergilediğinin göstergesi. Onlar, halkın vicdanında yer edinen bu haksız durumu görmezden gelmediler ve sembolik bir protesto ile dikkatleri bir kez daha bu soruna çektirdiler. Böyle bir duruş, Türkiye’de muhalefet olmanın ne demek olduğunu unutanlara adeta ders niteliğinde.

    TİP’in bu tavrı takdir edilmesi gereken bir duruştur. Zira meclis gibi sembolik önemi büyük olan bir kurumda, siyasi liderlerin ve temsilcilerin haklarını savunmak, halk adına sorumluluk taşımak, milletvekillerinin asli görevidir. Can Atalay’ın tutukluluğu, yalnızca bir adaletsizlik meselesi değil, aynı zamanda Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve demokratik değerler açısından bir sınav niteliği taşıyor. TİP milletvekilleri, bu sınavda tarafsız kalmayı reddedip, haklının yanında yer alarak, yalnızca kendi seçmenlerine değil, tüm Türkiye’ye bir mesaj verdiler.


    Biraz etimoloji ile devam edelim: “Asayiş berkemal!” Ne demek bu? Farsça kökenli “bar kamāl” yani “kemal üzere””kusursuz halde” anlamına gelirken, asayiş de güvenlik, emniyet demek. Yani, “Her şey yolunda, korkacak bir şey yok!” mesajı veriyor. Tarihten günümüze dek kullanımı da malum; durumu kurtarmak adına yapılan büyük ve anlamlı(!) bir açıklama. Peki, gerçekten her şey yolunda mı?

    Sultan Abdülaziz döneminde Musul ve Bağdat’ta anarşi kol gezerken devlet erkanı ve gazeler halkı “Asayiş berkemal” diyerek yatıştırmaya çalışmış. Halkın tepkisi mi? Kerküklü Şeyh Rıza Efendi’nin şu beyti tam da durumu özetliyor:

    “Katl ü nehb-i eşkiyadan millet oldu payimal,
    Emn-ü asayiş yine, elhamdülillah berkemal
    !”

    Günümüz Türkçesi ile “Eşkıyalar milleti çiğner, devleti kandırırlar; ama padişahın gölgesinde, her şey yolunda (!)

    Bugün de farklı mı? “Asayiş berkemal” zihniyeti hala manşetlerde! Halk ekonomik krizle boğuşurken, güvenlik önlemleri yetersiz kalmışken, sokaklarda can pazarı yaşanırken birileri çıkıp “Her şey yolunda” demekten geri durmuyor. Özellikle de sokaklarda elini kolunu sallayarak gezen suçlular, sokak köşelerinde başımıza bela olan güvenlik açıkları ve yıllardır bir türlü çözülemeyen adalet sistemi…

    İbn-i Haldun’un dediği gibi, “Su nasıl suya benzerse, bir milletin geleceği de geçmişine öyle benzer.” Peki biz bu geçmişten ne öğrendik? Şayet kanunlar, suçluyu caydırıcı değil de adeta koruyucu nitelikteyse, asayişin berkemal olduğunu iddia edebilir miyiz? Yoksa geçmişte olduğu gibi göz boyamak mı asıl mesele? Sorular çoğalıyor ama cevaplar hep eksik.

    Gelelim başka bir alana: Eğitim sistemi. Yavrularımıza nasıl bir gelecek sunuyoruz? Okullarımız pislik içinde, lağım kokusu sınıflara kadar girmiş durumda. Minik çocuklarımız hijyen eğitimi görürken sınıfları temizleyemeyen bir sistemin içinde nasıl bir şey öğrenebilirler? Belediyelerin görevlerini yapmasına bile izin verilmiyor. Örneğin, Ankara Büyükşehir Belediyesi, temizlik çalışmalarını gerçekleştirmek için 5393 sayılı Belediye Kanunu’na dayanarak okulları temizlemek istediğinde, Milli(!) Eğitim Bakanlığı nasıl bir cevap veriyor? Bırakın cevabı, yüzleri kızarıyor mu? Onu bile bilmiyoruz.

    “Asayiş berkemal” masalıyla gözlerimizi boyamaya devam edebilirler, ama asıl mesele tam da burnumuzun ucunda duruyor. Gerçekleri ne kadar görmezden gelirsek o kadar büyük bir felaketle karşı karşıya kalırız.

    Velhasıl, tarih tekerrürden ibaret olabilir, ama bu döngüde kimlerin kazandığını ve kimlerin kaybettiğini asla unutmamak gerek. Yoksa biz de “Her şey yolunda” palavrasına inanıp gerçekleri ıskalamaya devam ederiz!

    Mehmet Uygar KELEŞ