
01 Aralık 2025 Pazartesi

Tercüman Gazetesi

EVLİLİKTE YALAN: GERÇEĞİ DEĞİL, İLETİŞİMİ KAYBETMENİN SESSİZ ÇIĞLIĞI

ZÜLFÜ YARE DOKUNMAK: YİTİRDİKLERİMİZ

"Halka Aşkla Hizmetin Adı: Arapgir Modeli" Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu ile Röportaj

KUŞLAR YAĞMURDA DA UÇAR

DURUŞ

İNSANLARA RAĞMEN, İNSANLIK İÇİN

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE (ÇAĞRI)

Neden İznik?…

BİR DAMLA KAN, BİN BİR ENDİŞE

Bilgi ve Adalet

KADINIM HAKLARIM VAR

AYNADAKİ LEKE

KAN BAĞIŞI: BİR YAŞAMIN KIRILMA NOKTASINDAKİ KÜÇÜK BİR MUCİZEDİR

SALEBE’NİN HİKÂYESİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Ne Bu Dünyada Ne De Öteki Dünyada

FATİH'İN VE ATATÜRK'ÜN İZİN VERMEDİĞİ PAPA'YA NEDEN İZİN VERİLİYOR?

VAZO ÖNÜNDE SATILAN ÜRÜNLER SAĞLIKLI MI?

BU DÖNER BAŞKA DÖNER… KİME DÖNER?

ÜÇ SIFIRIN ADALETİ, BİR İNSANIN VİCDANI: Prof. Dr. Ayten Erdoğan Meselesi

YOK DEVE

Milletin Vekili Olmak Cesaret İster

ADIM ADIM İLERLİYOR KÖTÜLÜK

ENGELSİZ ÖZGÜRLER

DİNDARLIK VE AYDINLIK

EĞİTİMDE SOSYAL ADALET

HAK ARAMAK HAKKIMIZ MI?

İNSANLARIN EN İYİ İLACI

GÖNÜLLERİN ANAHTARI; EMPATİ

EVLAD-I FATİHAN ve SELANİKLİ MUSTAFA

Ticareti “Franchise’laştıran AKP

Eskiden hayatımız bu kadar renkli değildi. Bebektik, öyle sızdırmaz, pişik yapmaz hazır bezlerimiz yoktu. Altımıza yaptık mı, ıslaklık alt kata kadar geçerdi. Annelerimizin eli bebek bezi yıkamaktan, bizim popumuz pişikten mahvolurdu.
Çocuk olduk, okula başladık. Önlüklerimiz beş yıllık alınırdı. İlk yıl, sonraki dört yıllık pay eteğin altına kıvrılırdı. Sonra her sene boyun uzamasına göre açılırdı etek boyu. Açılan yerlerin ton farkından arkadaşımızın kaçıncı sınıfa gittiğini rahatlıkla hesaplardık. Eski giymek ayıp değil, kirli giymek ayıptı.
Televizyon girdi derken hayatımıza. Sabah okulda; “Türk’üm, doğruyum.” diyerek başlayan günümüz, televizyon kapanırken; “Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.” diye bitmeye başladı. Türk olmaktan mutlu, bu cumhuriyetin asla sönmeyeceğine olan inancımızdan dolayı korkusuzduk. Televizyon siyah beyazdı ama içindeki hayat çok renkliydi. Müzik eğlence programları her zevke hitap ederdi: Türk sanat müziği, halk müziği, popüler müzik ve mutlaka skeçler.
Seçim zamanı geldi mi, tüm liderler hep birlikte çıkarlardı halkın önüne. Sunucularımız kahkahalarıyla değil, düzgün Türkçeleriyle ünlü olurdu. Bugün her evde birkaç televizyon var. Hepsi renkli. Hepsinde yüzlerce kanal. Kimi LED, kimi plazma… Yetmedi, cep telefonu ve bilgisayar çıktı. Amerika’da gösterime giren film aynı anda sinemalarımızda, yayınlanan müzik klibi aynı anda ekranlarımızda. Ama ben eskisi kadar mutlu değilim.
Sebebi belki yaşlanmaya başlamam. Belki tüm bu anlattıklarımın, yani eskilerin yerini alanlar. Belki de güne; “Türk’üm, doğruyum.” diyerek başlayıp, günü; “Korkma, sönmez.” diye bitirememe korkusu. Çünkü biz küçükken, kendi vatandaşlarımız tarafından Atatürk heykelinin yıkılacağını, bayraklarımızın gönderden indirilip parçalanacağını, Atatürk Devrimine karşı bir devrim yapılmaya çalışılacağını asla düşünemezdik. Yetkilerinin sınırlarını zorlayan ve ülkeyi adım adım Başkanlık Sistemine götüren bir Cumhurbaşkanımız olacağını düşünemezdik.
Geldiğimiz noktada, Türkiye’de tüm siyasi partilerin, tüm kurumların ve tüm Türk milletinin vermesi gereken karar şu: Türkiye Cumhuriyeti’ne uygun yeni bir Cumhurbaşkanımız mı olmalı, yoksa Cumhurbaşkanımıza uygun yeni bir Türkiye Cumhuriyeti mi?
Ümitsiz değilim, korkak hiç değilim ama Mehmet Akif beni bağışlasın, tüm bu olan bitene bakınca yine de korkuyorum.
Fıkra bu ya, Temel köylerini ziyarete gelen Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanına sormuş; “Sayın Bakanum, finduk, çay, kara lahana nasıl yetiştirilur, nasıl toplanur biley misunuz?” “Bilmiyorum!” demiş Bakan sertçe. Temel de yüzünü ekşitip bir daha sormuş; “Peki, söyle Bakanum, inek de at da keçi de ot yediği halde neden keçi poncuk gibi, at pişmaniye topu gibi, inek tepsi gibi dışkılar?” Bakan, daha sinirli bir şekilde cevap vermiş; “Ne bileyim kardeşim! Soracak başka soru bulamadın mı?” “Buldum!” demiş Temel. “Son sorim da şu: Ula hiç bir b.k’u bilmeyisun da, ne demeye Bakan oldun?”
Bu ülke, gerçekten hukuk fakültesinde veteriner dekan da gördü, kendi alanını hiç bilmeyen bakan da… Ama son Diyanet İşleri Başkanımız için, fıkradan örnek verirsek; “Hiç bir b.k’u bilmiyor!” demek asla mümkün değildir. Tam tersine, kendisi için, tabii olumlu anlamda, kolaylıkla; “Her b.ku biliyor!” denebilir. Kendisinin engin bilgisi sayesinde, bugün kendimi çok enerjik ve çok genç hissettim. Dahası, yatırım yapmaya karar verdim.
Sayın Erbaş her şeyi bildiği için bir kitap yazmış. Diyanet İşleri Başkanlığı da bu engin bilgilerden tüm din kardeşlerimiz yararlanmalı, diyerek kitabı bastırmış. Benim için kitaptaki en yararlı bölüm şu: “Ekmek, temel besin kaynağı, doyurucu ve ekonomiktir. Günlük enerjimizin ortalama yüzde 44’ü ekmekten sağlanmaktadır. Kadın ve erkeğin günlük ortalama ihtiyaçları düşünüldüğünde, 300 gr ekmek alınması gereken enerjinin yüzde 30-36’sını karşılamaktadır.”
Bir kere, ilk defa kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak aynı cümlede geçirmesi, beni kendisine bir kez daha hayran bıraktı. Hayran kaldığım bir başka konu ise cesareti. Bu 22 yıllık süreçte tanıdığım en cesur kişi, Sayın Erdoğan’ın gözünün içine baka baka; “Götürdük malları, valla!” diyen Kibariye idi. İkincisi de; vatandaşlarına, sağlıklı yaşam için her gün kestane balı, Medine hurması ve manda yoğurdu yemeyi öneren Sayın Erdoğan’a rağmen, “300 gram ekmek neyinize yetmiyor?” deme cesareti gösteren Sayın Erbaş oldu.
Eh, bir çocuklu karı koca olan aileler düşünmemeli. 30 lira verip iki ekmek aldı mı, günlük enerjilerinin %88’ini karşıladı demektir. Bu yaştan sonra %100 enerjiye gerek görmeyeceğimize göre, gelirimizin geri kalanıyla da yatırım yapmaya karar verirler. O yüzden Sayın Ali Erbaş’a bu yararlı bilgi için hayranlığın ötesinde, büyük bir teşekkür de borçluyum.
Peki, kirası, elektriği, suyu, ısınması derken, ekmek alacak parası bile kalmayan ne yapacak? Onların imdadına da Milli Eğitim Bakanlığı yetişti.
Temel aşırı ishalden ve kusmadan dolayı hastaneye gitmiş. Şikayetini soran pratisyen doktora, bulantı diyeceğine bunaltı deyince psikiyatri bölümüne yatırmışlar. Bir hafta sonra ziyarete gelen Dursun sormuş; “Ne oldi uşağum, bulantı ve ishalun geçti mu?” Bir deri bir kemik kalan Temel, zar zor cevap vermiş; “Ne geçmesi uşağum, daha da arttı. Ama pu serviste gördüğüm tedavi sayesunde artık kafama hiç takmayrum!”
Milli Eğitim Bakanlığı da Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle, Temel’e uygulanan tedavi gibi bir çözüm bulmuş. Artık özel okullarda Psikolojik Danışma Merkezleri açılabilecek ve buralardan herkes yaşamda anlam/anlamlı yaşam, manevi iyi oluş, manevi başa çıkma, şükran ve minnettarlığı geliştirme gibi eğitimler alabilecekler. Yani, bir ay maaşınızın tamamını yatırıp, bu eğitimleri alırsanız artık hiçbir maddi sorununuz kalmayacak. Çünkü manevi iyi oluş, manevi başa çıkma eğitimi alacaksınız. Şükran ve minnettarlığı geliştirme eğitimini de aldınız mı, zaten artık İdeal Seçmen oldunuz demektir. Yani hiçbir konuda şikayetiniz olmayacak.
Vallahi bu Diyanet İşleri ve bu Milli Eğitim Bakanlığı Türk milletini Araplaştırmak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar. Yani biz de bu kadar direnmesek aslında Araplaşma bütün sorunların çözümü olacak. Malumunuz, bütün Arap ülkeleri petrol zengini. Böyle giderse bizim de petrol rezervlerine ulaşmamız an meselesi. Julia Roberts’in “Ye Dua Et Sev” filmi var ya… Petrolü buluncaya kadar 300 gram ekmek yemeye ve bu iktidara şükretmeye devam. Bu iktidarı sevmek konusunda bir şey diyemem. Çünkü 300 gramlık ekmeğin enerjisi bile bu iktidarı sevecek kadar da mecal bırakmayabilir.
Toptancı Temel’den aldığı ürünleri satan Dursun, Temel’in artık kendisine ürün vermeyeceğini duyunca, hemen gidip tehdit etmiş; “Ula pana ürün vermezsenuz bütün ailenizu teker teker gebertirum!” O gece Dursun’un bütün ailesi bir patlamada ölünce, Temel’den şüphelenip savcının karşısına çıkarmışlar. Temel; “Savcı bey!” demiş “Dursun parekendecu idu ben da tıptanciyum.” Savcı; “Sadede gel!” diye azarlamış Temel’i “Bütün aileyi niye yok ettin?” Bu sefer Temel sinirlemiş ve “Ben de oni anlatayrum ya savcı bey!” demiş “Sebep meslek hastaliğudur! O benum ailemi teker teker geberteceğuni söyleyunce, gidup işu toptan bitureyum, dedum!”
Evet, 2025 yılı, Aile Yılı ilan edilmiş. Malumunuz, 2024 yılı Emekli Yılı idi. Eh, emeklinin durumu ortada. Galiba, Sayın Erdoğan da Dursun gibi; emeklisi, memuru, işçisi, işsizi, esnafı, çiftçisi, öğrencisi, erkeği, çocuğu, kadınıyla teker teker uğraşmaktansa, Temel gibi konuyu toptan halletmeye karar verip, 2025’i Aile Yılı ilan etmiş. Neticede hepsinin birer ailesi var!
O yüzden; bence, biz ne yapıp edip, 2025 yılının Aile Yılı olmasını değerlendirip, bir erken seçimle Sayın Erdoğan’ı ailesinin yanına göndermeliyiz. Artık dinlenmek onun da hakkı!
Mehmet Uygar Keleş