Mehmet Uygar Keleş

Mehmet Uygar Keleş

01 Aralık 2025 Pazartesi

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    Diken Üstünde

    Diken Üstünde
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Son zamanlarda Ankara’dan Washington’a uzanan yol, sanki bir iade-i kıymet rotası gibi işliyor. “Saygılarımızla” diye başlayan diplomatik cümlelerin satır aralarına gizlenen “Ne emrederseniz efendim” nidası, yerli ve milli sınırlarımızı aşıp Atlantik kıyılarında yankılanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Donald Trump’la yaptığı son görüşme de bu hikâyenin hem devamı hem özeti gibiydi: Ver, ver Allah ver; sonra da dön Ankara’ya, de ki; kazandık, çok şükür.

    Görüşmenin ardından basının önüne çıkan iki liderin arasındaki atmosfer, usta bir reji işi gibiydi. Trump, bildiğiniz gibi: Sanki bir realite şovunun düşük reytingli final bölümünü sunuyormuş edasında. Erdoğan ise yılların diplomasi yorgunu, fakat hâlâ “dünya beşten büyüktür” nakaratına umutla tutunan bir eski şarkı gibiydi.

    “Çok şey konuşuldu,” dediler. Kimle? Ne zaman? Neyin karşılığında? Belli değil. Ama belli olan bir şey var: Basın toplantılarında verilen cevaplardan çok, verilemeyen cevaplar yankılandı kulaklarımızda.

    Neymiş? Ortadoğu’daki barış için “büyük adımlar” atılmış. Büyük adım dedikleri şey, Pentagon’un çizdiği harita cetveline biraz daha yanaşmaksa, evet, ayakkabının tabanı iyice inceldi.

    Ve tabii en esaslı dram sahnesi basın toplantısıyla bitmedi. Asıl perde, NTV Washington Temsilcisi Hüseyin Günay’ın, açık kalan mikrofonuna ettiği “gerçek” sözlerle aralandı.

    “Görüşmede hiçbir şey alınmadı, gazeteci değiliz biz, bu işleri geç…”

    Mikrofonlar bazen can kurtarır, bazen ipi çeker. İşte o anda ip çekildi. Günay, farkında olmadan hem bugünün hem de yıllardır sorduğumuz o malum sorunun cevabını verdi: Türkiye’de gazetecilik neden bu hâlde? Çünkü “Bu işleri geç.”


    Erdoğan-Trump görüşmesinden çıkan sonuçlar tartışmalı. Tartışmalı diyorum, çünkü müzakere masalarında “elde edilenler” kısmı bir hayli muğlak, ama “verilenler” kısmı flu bile değil; adeta neon ışıklarla yanıp sönüyor.

    Ne mi verildi?

    • NATO üzerinden yardım dosyaları açıldı.
    • S-400 konusu rafa kalktı mı bilinmez ama “İdare edin bizi” tonunda açıklamalar duyuldu.
    • F-35 programına geri dönmek için istekli tavırlar takınıldı, ama karşımızdakinin Trump olduğunu unutmayalım; her kelimesi ‘sadece bugün için geçerli’ olabilir.
    • Halkbank dosyası, geçen yılın avukatlık faturası kadar sessizce masaya sürüldü.
    • Doğalgazı artık Rusya’dan değil Amerika’dan alacağız… THY için onlarca Boing model uçak alacağız.. (Alacağız dediysek elbette bedava değil)

    Ve geri alındığı iddia edilen ne vardı?

    • Trump’ın Erdoğan’a bir iade-i itibar kartpostalı uzatması.
    • “Türkiye ile çok iyi ilişkilerimiz var” cümlesi. Evet, dış politika artık FriendZone konuşmalarıyla ilerliyor.
    • Birkaç cilalı cümle. Hepsi bu.
    • “hileli seçimleri herkesten daha iyi bilir” çok hızlı geçtiği için kim için söyledi, niçin söyledi pek anlaşılmadı…
    • Bir telefonla tüm hukuk sisteminin nasıl çöpe atıldığı, yok yok pardon telefon edince rahip sağolsun serbest kalmışmış, Erdoğan çok kıymetliymiş.

    Ama ertesi sabah aç bir vatandaşın gözünü baston gibi dürten manşet neydi peki?

    “TÜRKİYE KAZANDI!”

    Bu manşeti atanlara, derhal Yeni Büyükelçilik Kadrosu’nda yer ayırtın. Dışişleri Bakanlığı’ndan daha kabiliyetlisiniz. Ülkece zafer ilan ettiğimiz her konunun sonunda bir kriz ya da yaptırımla ödüllendirilmemiz, artık milli refleks halini aldı zaten.


    Oysa Hüseyin Günay ne yaptı? Bir anlık dalgınlıkla, gazeteci refleksiyle konuştu. Ve biz o anda gördük ki, bir muhabirin gerçekten ne düşündüğünü öğrenmek için basın açıklamasını değil, yayın sonrası kulis gıybetlerini dinlemek gerekiyormuş.

    “Arkadaşlar, buradan bir şey çıkmaz… Görüşme çok iyi geçti diyoruz ama tamamen hikâye…”

    İtiraf mı? Belki de sadece bir yorgunluk anı. Ama her şeyin illüzyon olduğu bir dönemde, bu cümle gerçekliğe çarpan taş gibiydi: “Gazetecilik yapmıyoruz.” Hayır, sayın Günay, siz yapmadığınız sürece biz de okuyuculuk yapmıyoruz. Çünkü bu tiyatroda, salonu terk eden artık sadece gazeteciler değil; halk da koltuktan kalkıp ışığı açıyor.


    Bu olaydan sonra beklediğimiz şey, gazeteci refleksiyle “Peki ama görüşmeden gerçekten ne çıktı?” sorusunun medyada yankılanmasıydı. Ne mümkün! Kamu yayıncısından havuz medyasına kadar herkes, adeta bir Victory Parade havasında meseleyi sundu.

    Oysa görüşmede Türkiye’ye yapılan somut bir jest var mı? Hayır.
    Erdoğan, Trump karşısında “eşit bir lider” olarak mı yer aldı? Hayır.
    Trump, Erdoğan’ın iç politikadaki seçim kaygılarına bir destek verdi mi? O da hayır.

    Ama medya ne dedi?

    “Trump’tan Türkiye’ye tam destek!”

    Bu memlekette destek cümleleri artık seri numarası gibi oldu. Her an bir suçun ya da teslimiyetin referans numarası olabilir.


    Gerçek şu ki, bu görüşme; diplomatik ilişki değil, kamuoyuna yönelik PR çalışmasıydı. Trump’ın seçime giderek yaklaştığı, Erdoğan’ın içeride oy kaybı yaşadığı bir denklemde buluştular. İki lider de “şimdilik idare edelim” pazarlığı güttü.

    Erdoğan belki Washington’dan, içerideki ekonomik daralmayı hafifletecek bir imaj hediye aldı. Trump ise dış politika hanesine bir “Middle East partner” daha eklemekle yetindi.

    Yani diplomasi belki vardı, ama kelimenin Latincesi açısından: “Diploma”dan geliyor ya, hani masa başı sertifikası… Al gülüm, ver gülüm, CV’sine yaz.


    Basın, halkın haber alma özgürlüğünün taşıyıcısı değil midir? Ne yazık ki bu ülkede basın, artık yalnızca protokol taşıyor. O yüzden Hüseyin Günay’ın açık mikrofonuna değil, o gün susturulmuş asıl gazetecilere kulak vermeliyiz.

    Kapatılan gazetelere…
    Hapse atılan muhabirlere, yazarlara…
    RTÜK’ün cezalarıyla susturulan kanallara…
    Sansürle boğulan internet sitelerine…

    Ve sonra da kendimize sormalıyız:

    Bu düzende görüşmelerden ne çıktığı değil, haberin ne kadarını görmemize izin verildiği önem kazanmadı mı artık?


    Bırakın artık, her dış ziyareti bir “zafer öyküsü” gibi anlatmayı. Çünkü iç cephedeki gerçekliğimiz artık ne yutturulabilir ne saklanabilir. Ekonomi dibe vurmuş, adalet yok, özgürlük sadece tabela. Ama olsun, Erdoğan Trump’la tokalaştı ya…

    İşte bu yüzden, sevgili okuyucular:

    “Bir diplomasi görüşmesinden hiçbir şey çıkmadığı halde, varmış gibi anlatılmasını sağlamak” da bir başarıysa…

    Tebrikler! Yeni Türkiye yine kazandı. Yani… Kaybetmeden önceki son elveda.


    “Bir gazetecinin sesi sustuğunda, halkın kulağı sağır olur.”