Ufuk ALP

Ufuk ALP

06 Aralık 2025 Cumartesi

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    ÖZEL GEREKSİNİMLİ ÇOCUKLARIMIZ, ÖZEL EĞİTİM VE LİYAKAT

    ÖZEL GEREKSİNİMLİ ÇOCUKLARIMIZ, ÖZEL EĞİTİM VE LİYAKAT
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Özel gereksinimli bir çocuğun ebeveyni olmak her açıdan büyük hassasiyet gerektirmektedir. Karşıdakinin en ufak kırılganlığını hesap edebilecek şekilde çocuk psikolojisine hâkim olurken, kendisi içinde bulunduğu mücadelenin her alanında, önüne konan her engele hazırlıklı, çelik gibi bir iradeye ve sağlam bir psikolojiye sahip olmak zorundadır.

    Bu çocukların gelişimi ve topluma adaptasyonu için özel eğitim hayati önem taşımaktadır.

    Bu konuda özel eğitim almış, liyakat sahibi eğitimciler bu çocukların en büyük şansıdır.

    Aksi ise; açmaya can atan bir tomurcuğun ışığına gölge olmak, hayat mücadelesini daha en baştan sekteye uğratmak olacaktır.

    Geçtiğimiz günlerde bir yazı gördüm.

    Konunun hassasiyetini; çocuk, ebeveyn, eğitimci ve yönetici açısından bütün yönleriyle bilinçli bir şekilde analiz edebilen mükemmel bir yazı.

    Dedim ki; işte bize böyle eğitimciler, böyle yöneticiler lazım.

    Özel gereksinimli yavrularımızı yarınlara güvenle hazırlayabilmenin ilk şartı; bilinçli ve vicdan sahibi eğitimciler ile yöneticilerin kontrolünde olmalarıdır.

    Bu mükemmel yazıyı noktasına dokunmadan burada sizlerle paylaşmak istiyorum.

    Yazının sahibi İstanbul Güngören Bilim ve Sanat Merkezi Müdür Yardımcısı Mesut Duran hocamız.

    Günümüzde zor bulunan bilinç ve hassasiyetinden dolayı buradan kendisine bir kez daha teşekkür ediyor, sizleri Mesut Hocamızla baş başa bırakıyorum.

    Not: “Görgü”, Güngören Özel Eğitim ve Rehberlik Gündemi isimli Güngören Milli Eğitim Müdürlüğü dergisidir.


    “Görgü”nün Pusulası

    Mesut DURAN

    Avucunuzda hem en değerli mücevheri hem de en kırılgan filizi aynı anda tuttuğunuzu hayal edin. Dışarıda fırtına var ve siz bu filizi korumak için sığınacak bir yer arıyorsunuz. Özel eğitim ihtiyacı olan bir çocuğun ebeveyni olmak, tam da böyle bir histir. Ve o ebeveyn, elindeki o kırılgan filizle, bir gün okulun kapısını çalar. Karşısında bir yönetici, bir rehber öğretmen veya bir sınıf öğretmeni bulur. İşte o an, bizim “Görgü”müzün, yani mesleki nezaketimizin ve anlayışımızın başladığı yerdir.

    Her gün o kapı açılır. Masamıza bir dosya, bir rapor, bir yönetmelik maddesi ve o dosyanın tam karşısında bir çift göz gelir. Bizler, sistemin temsilcileri (yöneticiler, öğretmenler, rehberler, terapistler, pedagoglar, psikologlar…) o dosyaya odaklanmaya programlanmışızdır. Prosedür nedir? Çözüm basamakları nelerdir? Hangi form doldurulmalıdır?

    Ancak “Görgü”, tam da bu profesyonel rutinin bir adım ötesine geçebilme sanatıdır. Çünkü karşımızda oturan veli, bir vaka veya bir dosya numarası değildir. O, en kıymetli varlığının, evladının “özel” durumuyla her gün yeniden sınanan, psikolojik olarak belki de diğer ebeveynlerden çok daha farklı bir duygu durumu içinde olan bir insandır. Onların bize getirdiği sadece çözülmesi gereken bir sorun değil, kıymetli bir emanettir. İçinde umut, kırılganlık ve sevgi barındıran bir emanet…

    Bu noktada, alışkanlıklarımızı ve mesleki reflekslerimizi güncelleme zorunluluğumuz başlıyor. Karşımızdaki velinin yorgunluğunu, endişesini veya bazen farkında olmadan geliştirdiği savunmacı tutumunu anlamlandırmak zorundayız. Bizim için bir sonraki randevu anlamına gelen o görüşme, onlar için bir dönüm noktası, bir umut ışığı veya bir hayal kırıklığı olabilir. Bir cümlemiz bazen bir velinin bütün cesaretini yeniden yeşertebilir ya da söndürdüğü umudu bir daha yeşeremeyecek hâle getirebilir.

    İşte tam da bu yüzden, mevzuatın soğuk, kalıp cümlelerinin arkasına sığınmak en kolayı olsa da en doğru olanı değildir. “Durumunuz yönetmeliğin sekizinci maddesine uymuyor.” demek bir yetki göstergesidir; ancak “Sizi anlıyorum, yönetmelik bu olsa da çocuğunuz için en yapıcı yolu birlikte nasıl bulabileceğimize bakalım.” diyebilmek bir etki yaratma çabasıdır.

    İşin teorik kısmı bize ne yapacağımızı söyler; ancak “Görgü” bize bunu nasıl yapacağımızı fısıldar. Kırmadan, yargılamadan, karşımızdakinin duygusal yükünü hafifleterek rehberlik etmeyi… Bizim rolümüz, veliye sistemin karmaşık koridorlarında bir engel daha çıkarmak değil, o koridorlarda ona eşlik eden bir rehber olmaktır.

    Çünkü gücünü sadece oturduğu koltuktan veya elindeki yönetmelikten alan bir profesyonel olmak, sürdürülebilir bir güven ilişkisi kuramaz. Güven, kurulan empatik bağdan doğar. Bizler gücünü yetkisinden değil, etkisinden alan rehberler olmalıyız. Masamızın, araya mesafeler koyan bir bariyer değil, çözümlerin birlikte üretildiği bir paylaşım alanı olduğunu hissettirmeliyiz. Mevzuatın soğuk duvarlarına yaslanmak yerine filizin köklerine giden bir köprü kurmalıyız. O köprünün harcı da samimiyet, anlayış ve sarsılmaz bir yapıcı yaklaşımdır. Bizim görevimiz, fırtınayı artırmak değil, o filize omuz veren bir destek olmaktır.

    Ve unutulmamalıyız ki; bugün masanın bu tarafında, sistemin temsilcisi olarak oturan her birimiz, yarın o kapıdan giren ve en kıymetlisi için çare arayan bir veli adayıyız.