Dr. Tuğtigin Şen

Dr. Tuğtigin Şen

04 Aralık 2025 Perşembe

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    YENİ SAVAŞ YÖNTEMLERİ VE HEDEFLERİ

    YENİ SAVAŞ YÖNTEMLERİ VE HEDEFLERİ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Dijital Takip, Medya ve Ekonomik yollar kullanılarak hedef devletler, milletler ve ordular hiçbir silah ve asker kullanılmadan kendi içinde çatışmaya, bölünmeye, etkisiz hale getirilmeye ve kendisinden istendiği gibi davranışa yönlendirilebilir. Akıl ve bilimin kötü amaçlarla kullanıldığı bu yöntemler maliyet-etkinlik analizi çerçevesinde incelendiğinde çok ucuz ve etkinliği konvansiyonel harbe göre çok daha fazladır. Bu yeni yollar halen bazı güçler tarafından geliştirilmektedir.

    .   Bugün dünyada iletişim araçlarını, medyayı ve ekonomik gücünü hedefleri doğrultusunda en etkin kullanan güç Amerika Birleşik Devletleridir (A.B.D.)  Bu bildiride iletişim araçlarını, medyayı ve ekonomik güçlerini en etkin kullanan büyük sermaye güçlerinin A.B.D. ve dünyadaki etki alanları ile bu güçlerin Ortadoğu’daki tarihi derin hedefleri sunulacaktır.

    1. DİGİTAL TAKİP

         Dijital takip teknolojileri, her geçen gün etkinliğini artırarak, büyük kitleleri de içine alarak yeni savaş metotlarının şekillenmesinde önemli görevler üstlenmektedir.

        20 Temmuz 2021 tarihinde gazetelerin birçoğunun ilk sayfasında çıkan bir haber çok dikkatimizi çekti.  Gazetelerin birinci sayfalarında yer alan bu haberde; Uluslararası Af Örgütü ve “Forbidden Stories” ortaklığında Washington Post, Guardian ve Le Monde gazetelerinin de aralarında bulunduğu 16 medya kuruluşu tarafından yapılan ortak bir araştırmanın sonuçları duyuruluyordu. (Sözcü ve Milliyet Gazeteleri, 20 Temmuz 2021)

         Bu  ortak araştırmaya göre bir İsrail teknoloji şirketi olan NSO Group’un geliştirdiği “Pegasus” adlı bir casus yazılımının bazı devletler tarafından gazetecileri, siyasetçileri, iş adamlarını ve diğer insanları gizlice izlemek için kullanıldığı ileri sürülmekte idi.  Bu casus Pegasus adlı yazılım içinde Türkiye’nin de yer aldığı 50’ den fazla ülkede gizlice kullanılmakta ve aralarında CNN, The New York Times, Al Jazeera, Le Monde, Bloomberg gibi kuruluşlarda çalışanlarında bulunduğu 50 binden fazla insanın telefonlarının izlendiği bu araştırmada ileri sürülmekte idi.  Haberin devamında Pegasus adlı casus yazılımın telefonlara nasıl ulaştığı bulunmakta idi. Pegasus erişilmek istenen telefonun yakınında bulunan kablosuz bir alıcıdan faydalanıyor. iPhone modeli telefonlarındaki mesajlaşma uygulaması güvenlik açıklarından faydalanarak bu casus yazılım yükleniyor. Mesela WhatsApp üzerinden telefona erişebiliyor. Burada kullanıcının telefonunu açıp açmamasının bir önemi bulunmuyor. Casus yazılım Pegasus, telefonun içindeki video, resim, kullanıcı şifresi, e-posta ve benzeri bilgilere ulaşıyor. Ayrıca sadece WhatsApp değil Telegram, ve Signal gibi şifreli mesajlaşma uygulamalarına da bu casus yazılım erişebiliyor.

    * İnkılâp Tarihi Doktoru / Emekli Albay/ Uluslararası Basın Yayın Federasyonu tarafından aylık çıkarılan Simge Dergisi Köşe Yazarı/ Araştırmacı sentugtigin@gmail.com.

      Bu haberde WhatsApp’ ı görünce bir anda başka bir haber daha aklımıza geldi. WhatsApp  4 Ocak 2021 tarihinde kullanıcılarına yeni Gizlilik İlkesini açıklamış ve bu açıklamada;

       “Facebook şirketlerinin bir parçası olan WhatsApp, diğer Facebook şirketlerinden bilgi alır ve bu şirketlerle bilgi paylaşımında bulunur. Hizmetlerinin ve Facebook Şirketi ürünleri dâhil bu şirketlerin sunduğu imkânların yürütülmesi, sunulması, iyileştirilmesi, anlaşılması, özelleştirilmesi, desteklenmesi ve pazarlanması amacıyla bu şirketlerden aldığı bilgileri kullanabilir ve bu şirketlerde bizden aldıkları bilgileri kullanabilirler.”  demiştir.(5 Ocak 2021 Sözcü ve Hürriyet Gazeteleri)

       Bu açıklama ile WhatsApp,  isimlerini vermeden başta Google, Facebook, Twitter, Linkedin, Amozon, Apple olmak üzere burada isimlerini saymaya yer bulamayacağımız işletmeler, gizli istihbarat güçleri ve bazı devletler tarafından izlendiğimizi üstü kapalı itiraf etmiştir.

      İşte 20 Temmuz ve 4 Ocak 2021 tarihlerinde basında yer alan Pegasus ve WhatsApp ile ilgili bu iki haber biz insanlara derin mesajlar verdi.

      Bu iki haber tüm insanların daha öğrenmeye imkân bulamadığımız başka benzer yollar ile izlenebildiğini bizlere öğretti.

      Bu iki haber biz insanların ileride daha yoğun takip edilmemiz için şimdiye kadar yapılan çalışmaları ve birçok komplo teorilerini gündemimize getirdi.

      Belki bir sabah kalktığımızda tüm banka hesaplarımızın, tapularımızın, konuşmalarımızın, alışverişlerimizin, gittiğimiz yerlerin, görüştüğümüz kişilerin ve tüm gizli bilgilerimizin irademiz dışında bizi kontrol etmek isteyen gizli güçler tarafından istedikleri gibi kullanıldığını.

      Belki yine bir sabah kalktığımızda tüm devletimizin ve özel sektörümüzün hatta normal telefon haberleşmesinin bile gizli güçler tarafından tamamen dijital olarak kilitlendiğini ve kontrol edildiğini duyarız.

       Ve belki bir gün tüm insanların çaresiz bir şekilde ne yapacaklarını düşündüklerini duyarız.

      Sözün sonu, çok yakın bir gelecekte gizli güçlerin bizi daha fazla izleyeceği ve kontrol edeceği görülmektedir.

         Bu yeni gizli savaş yöntemine bir isim vermek gerekirse en uygun ifadenin “Dijital Köleleştirme” olabileceğini düşünüyoruz. Bu yeni ismi tensiplerinize sunuyoruz.

    • MEDYA

         Birinci Uluslararası Medya ve İslamofobi Sempozyumunu 25 ve 26 Mayıs 2021 tarihlerinde Ankara’da, Üçüncü Uluslararası Medya ve İslamofobi forumunu ise 10 Nisan 2023 tarihinde yine Ankara’da takip ettik.

       “ İslamofobi”, dünyada yeni kullanılmaya başlayan bir kavram olup, mana olarak İslâm’dan korkutma, İslâm karşıtlığı veya İslâm düşmanlığı anlamlarını taşımaktadır.

          “İslamofobi’ de ana yöntem olarak kullanılanlar yalan haber, nefret söylemi ve küfürdür. Belli güçler tarafından bilinçli ve de kasıtlı olarak desteklenen bir süreçtir. Asıl amacı ise Ortadoğu’daki İslâm ülkelerini parçalamak ve yok etmektir. 

           İslamofobi’ de en komiğinden en tehlikelisine kadar her türlü haber kullanılmaktadır. İşte bu iki seminerde bizzat benim yaşadığım iki olay aşağıdadır.

           Birincisi komik olay; 11 Eylül’ den  önce, Amerikalı bir bayan gazeteci, kadınlarla erkeklerin  toplumdaki yeri hakkında bir yazı dizisi hazırlamak için Afganistan’a gitmiş…. Gözlemleri sırasında ilk dikkatini çeken, kadınların kocalarının 5 adım gerisinden yürüdükleri imiş.  Amerika’nın bu ülkeye sözde demokrasi götürdükten sonra aynı gazeteci tekrar Afganistan’a gittiğinde ise bu sefer bir görmüş ki, bu sefer kadınlar önden gidiyor erkekler eşlerini 5 adım geriden takip ediyorlar.  Kadın gazeteci bu duruma çok şaşırmış ve hemen bir kadına yaklaşıp sormuş. Bu inanılmaz değişimin sebebi nedir? Afgan kadın cevap vermiş: Mayınlar…

      Yukarıdaki bu bilgi benim de dâhil olduğum bir Sosyal Medya paylaşım sitesinde yer aldığında çok ilgimi çekti,  gülerek ve de hayretle okudum. Aradan tam 5 dakika geçmişti ki, bu paylaşım için başka bir kişi hemen bizlere şu bilgiyi ulaştırdı. Ben bu gazeteci kadını tanıyor ve takip ediyorum. Aynı gazeteci bir ara Irak’ taydı, sonra Kuveyt şimdi de Afganistan’a gitmiş. Her yerde aynı gözlemi yapmış…. 

       İşte büyük güçler tarafından insanların bilinçaltına İslam ülkelerinde kadın için oluşturulmak istenen zavallı ve komik rol. Bunun için sözde Afganistan’da geçen bu komik olayın tüm İslam ülkeleri için genelleştirilmesi.

          İkincisi tehlikeli olay; Kanada’da bir üniversitede çalışmalar yapan ve burada yaşayan İran uyruklu bir sosyolog ile beraber yaşadığımız bir olay olmuştu.. İranlı sosyolog İranlıların, Türkiye ve Türkler hakkında nasıl bilgi aldığını bana aktardı.

      “Biz İranlılar siz Türkleri ve Türkiye’yi hep yabancılar tarafından sizler üzerine yapılmış kötü haberlerden, filimlerden, gazetelerden, televizyonlardan izliyoruz ve öğreniyoruz. Ben bir İranlı olarak daha bir Türk televizyon kanalı ve bir Türk gazetesi üzerinden Türkiye’yi izlemedim ve okumadım. Eminim ki, siz Türkler’ de biz İranlıları gerici ve yobaz olarak yine aynı yabancı televizyon ve haber kaynaklarından izliyorsunuz ve bizleri öyle biliyorsunuz. Bizler yüzyıllardır komşuyuz ama ben bir İranlı olarak tek bir Türkçe kelime bilmiyorum. Sen de bir Türk’sün eminim ki, sen de bizim dilimizden tek bir kelime bilmiyorsun. Ama ama bizler yüzyıllardır sınır komşusu olmamıza rağmen bizleri bölmeye çalışanların kullandığı dil olan İngilizce ile ancak anlaşıyoruz. Bu konu ne kadar acı.”

        İranlı sosyolog ile konuşması bittikten sonra göz göze geldik. Ben derin bir sessizlik içinde başımı önüme eğmek zorunda kaldım. Çünkü İranlı sosyolog doğru söylüyordu.

        İşte bazı güçler tarafından   iki komşu ülkeyi düşman yapmak için kullanılan Medya.

       Sonuçta gördük ki, bu dünyada güç kimin elinde ise medya onun dediklerini yapıyor

    3. EKONOMİK GÜÇ

         Bugün Ortadoğu denilince; siyasi istikrarsızlıklar, terör, yapay devletler, yetersiz idareciler, karışık etnik yapılar, petrol, doğalgaz, su, göçler, savaşlar ve insanlık dramları anlaşılmaktadır.

        Strateji uzmanları bir bölgede gerçekte ne olduğunu bulmak için hep  ‘’Bir bölgede çıkan olaylardan aslında kim kazanıyor?  ‘’    sorusunun cevabını ararlar.  O zaman Ortadoğu’nun yakın tarihine  kısaca  bir bakalım.

      Ortadoğu; üç büyük dinin ortaya çıktığı, tarihin yazıldığı, uygarlıkların yeşerdiği, petrol, doğalgaz  zengini ve  bütün güçlü devletlerin tarih boyunca kontrol etmek için mücadele verdiği dünyanın en kritik coğrafyasıdır.

       II. Dünya Savaşı’nın Ortadoğu yönünden günümüze kadar sürekli rahatsızlık yaratan en önemli sonucu; Ortadoğu’nun göbeğinde, Filistin’de temelleri I. Dünya Savaşı sonrasında atılmış bir İsrail Devletinin kurulmasıdır.

       Sonrasında;   Arap-İsrail savaşları olmuş, İsrail kazanmıştır,   İran- Irak Savaşı olmuş, İsrail karlı çıkmıştır.   Suriye’de iç savaşlar olmuş, İsrail Golan tepelerinin sahibi olmuştur.   Filistin Kurtuluş Örgütü ile Hamas birbirleri ile savaşmış, Filistin zayıflamış ve İsrail güçlenmiştir.

       Irak’a ABD müdahale etmiş, İsrail’in bölgede güvenliği artmıştır.   Barzani 25 Eylül 2017’de bağımsızlık referandumu yapmış, bu referandumu Ortadoğu’da sadece İsrail desteklemiştir.    PKK/PYD Türkiye’ye karşı ABD ile birlikte taraf olmuş, İsrail’in eli güçlenmiştir

       Balyoz, Ergenekon, FETÖ gibi iç mücadelelerle yıpranmış bir Ordu ve Türkiye kalmış, ama pazarlık gücü artmış  ve Ortadoğu’da etkinliği artmış bir İsrail ve ABD bulunmuştur.

       Tek tanrılı üç dinin mensupları olan Museviler,  Hristiyanlar ve Müslümanlarca kutsal kabul edilen Kudüs İsrail tarafından başkent yapılmıştır.  Kudüs’teki Mescid-i Aksa’da 14 Temmuz 2017 tarihinden beri abluka uygulamaktadır. Cami girişlerine metal dedektörler, kontrol noktaları ve kameralar koyarak Müslümanların Cuma namazı kılması engellenmektedir.. 

      Ekim 2023 başlarında İsrail-Hamas Savaşı başlamış, 17 Ekim 2023 tarihinde İsrail roketleri Gazze’de bulunan Baptist Hastahanesi’ni vurmuştur.  Düşen bombalarla hastanede tedavi gören ve sığınan 500 den fazla masum insanın ölmesi ile Gazze’ de bir katliam başlamıştır. Bu insanlık dramını dünyada önce Amerika desteklemiş ve başta Amerikan Başkanı olmak üzere Amerikan uçak gemileri ve askerleri bölgeye gitmiştir.

       Bütün bunları bütün dünya Müslümanlarını ve diğer dünya devletlerini karşısına alabileceğinden hiç korkmayan bir devlet yapmıştır.    Bunu ABD desteğindeki İsrail yapmıştır.

      Ortadoğu’da kısaca aslında;  ABD desteğinde İsrail’in istedikleri olmaktadır..

      Son yıllarda özellikle II. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan yeni dünya düzeninde ABD ve İsrail ilişkilerinin altındaki ekonomik güçleri bilmeden Ortadoğu’ daki savaşları ve Gazze’deki gerçekleri anlamak mümkün değildir

      ABD, gerek iç siyasetindeki kurumsal yapısı, gerekse dış politika yapımındaki karar alma süreci bakımından diğer devletlerden farklıdır. Özellikle Kongre ve Başkan üzerinde çıkar gruplarının karar alma süreçlerindeki etkisi çok fazladır. Faaliyetlerini lobiler aracılığıyla yasal zeminde sürdüren bu çıkar grupları herhangi bir etnik, siyasi veya dini kimliğe sahip olabilir.

      ABD’de çıkar gruplarının etkisine hem iç hem de dış politikadaki karar alma süreçlerinde şahit olmaktayız. Bu çıkar grupların en önemlisi ABD’de yaşayan Yahudi cemâatidir.

        Dünyadaki ilk 500 büyük şirketten 244’ü Amerikan şirketidir   ( Financial Times,  27 Ocak 1999 )  Bu şirketler sermayeleri ile ABD’yi gizlice yönetmektedirler. Bu şirketlerinin sahipleri araştırıldığında ise karşımıza büyük çoğunlukla İsrail oğulları gelmektedir.  İsrail oğulları yani Yahudiler ya da Museviler.

         İsrail’in kurulduğu 1948 yılından bu yana ABD İsrail’e ekonomik katkıda bulunmaktadır.  Bugün İsrail’in en büyük destekçileri olarak da ABD’de yaşayan  Amerikan Yahudileri tanımlanmaktadır.

       İsrail hükümetinin ilk yılları olan 1948-1967 arası dönemde yıllık ortalama ABD yardımı 64 milyon dolar, toplam da ise 1,2 milyar doları bulmakta iken, 1967’den itibaren bunda hızlı bir artış olmuş ve 1997 yılına kadarki dönemde toplam 82 milyar dolar gibi bir rakama ulaşmıştır. İsrail özellikle 1976’dan itibaren sürekli ABD’ den en  fazla dış yardım alan ülke konumunda olmuştur. Doğrudan ABD askeri ve ekonomik yardımları 3 milyar doların altına düşmemektedir.   ( Clarke,  1997, s.200-201) 

      Yahudilerinin girişimci ve birlikçi yönleri, maddi güçlerini  seçimlerde kullanma kabiliyetleri ABD’nin dış politikasını şekillendirmekte en önemli faktörü oluşturmaktadır. Kamuoyuna yansımış kısıtlı bilgilere göre mesela 1989-1990 döneminde Yahudi lobileri tarafından Senato üyelerine 4,7 milyon dolar, Temsilciler Meclisi üyelerine 2,9 milyon dolar bağış yapılmıştır. (Babcock, 1991, s.A-21)

       Günümüzde ABD’deki Yahudi cemaatının çıkarlarını en iyi sağlayan kurum, 1951’de kurulan American Israel Publıc Affairs Commitee (AIPAC)’tır. Bu komite ABD’nin İsrail ile alakalı politikalarında etki sahibi olmak adına Kongre ve yürütme mercii üzerinde lobi çalışmaları yürütmektedir. Kuruluş  amacını ‘’karar alıcıları Birleşik Devletler ve İsrail’i birleştiren bağlar konusunda eğitmek ve Yahudi devletinin güvende ve güçlü olmasına yardım etmenin ABD için ne kadar önemli olduğunu yaymak’’ olarak tanımlayan AIPAC, ülkedeki her iki partiyle de ortak çalışmalar yapmaktadır.   ABD’deki bütün Yahudi örgütlerinin liderleri en az ayda bir defa toplanarak genel bir durum değerlendirmesi yapmaktadır. ’’Conference of Presidents of Major American Jewish Organizations’’(Amerikan Büyük Yahudi Örgütleri Başkanlar Konferansı) olarak bilinen ve 1948’den beri faaliyet gösteren bu mekanizma, şemsiye örgüt olarak kabul edilmektedir. Daha çok kamuoyuna yönelik çalışmalar yapan bu örgüt İsral’i ilgilendiren önemli karar ve yasa tasarılarının görüşülmesi esnasında üyelerini harekete geçirmektedir. Başkanlar Konferansında Yahudi örgütler arasındaki görüş ayrılıkları ve varsa çatışmalar giderilmektedir. (Keller , 1981, s.1523.) 

        ABD’deki Yahudi lobileri ve örgütleri deyince AIPAC’ e ilaveten diğer ilk akla gelenler American Jewish Committee ve American Jewish Congress’dir.    

        Bu Yahudi örgütlerinin  güçleri ile ABD yönetimlerinin karar alma süreçleri üzerindeki etkilerine somut  örnekler   olarak aşağıdaki  olaylar verilebilir.

       14 Mayıs 1948’de İsrail Devletinin kurulduğu Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyinin yayımladığı bir deklarasyonla ilan edilmiştir. Yeni devleti tam on dakika sonra ABD Başkanı Truman tarafından fiilen tanınmıştır. (Risler, 1974, s.66; Armaoğlu, 1989,s.17)

       ABD’nin Joe Biden’dan önceki başkanı Donald Trump,  6 Aralık 2017 günü İsrail’i tanıyan tüm ülkelerin büyükelçileri Tel Aviv’de bulunurken Kudüs ile ilgili;   ‘’Ben artık zamanı geldiğine inanıyorum. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma vakti artık gelmiştir. Büyükelçiliği Kudüs’e taşıma kararı veriyorum.’’ (Yeniçağ Gazetesi, 7 Aralık 2017)  açıklamasını yapmıştır.

        Trump’ın  bu açıklaması ile Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan tarihteki ilk ülke ABD olmuştur. 

        Ve tarihler 28 Ocak 2020 yi gösterdiğinde Amerika Başkanı Donald Trump, İsrail Başbakanı Netanyahu ile birlikte Beyaz Sarayda düzenlediği basın toplantısında “Yüzyılın Anlaşması” olarak adlandırdığı tek taraflı Orta Doğu barış planını kamuoyuna açıklamıştır. Bu plana göre kısaca Kudüs İsrail’in başkenti kabul ediliyor, Filistinli mültecilere dönüş hakkı tanınmıyor ve denizde İsrail’in egemenliği kabul ediliyor. İsrail Başbakanı Netanyahu ise aynı toplantıda Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması konusunda ABD’den onay aldıklarını açıklamıştır. (Hürriyet Gazetesi, 29 Ocak 2020.)

      ABD’nin Donald Trump’dan önceki başkanı Barack Obama da  ‘’Hepimiz İsrail yanlısıyız’’  demiştir. (  Habertürk Gazetesi, 31 Ağustos 2015.)         

        ABD’nin şu andaki Başkanı Joe Biden, Gazze’de 17 Ekim 2023 tarihinde yaşanan insanlık dramından sonra Tel Aviv’e giderek İsrail’e desteğini açıkladı. Hamas’ın Filistin’i temsil etmediğini belirten Biden Gazze’deki hastane saldırısı için, “Diğer taraf yapmış gibi görünüyor.” ifadelerini kullandı. Netanyahu ise ABD’nin koşulsuz desteği için Biden’a teşekkür etti. (Hürriyet Gazetesi, 18 Ekim 2023.)

      Kısacası 1948 den günümüze ABD hep İsrail’in yanındadır.  14 Mayıs 1948’de İsrail Devletinin kurulmasının ilanından tam on dakika sonra ABD Başkanı Truman tarafından fiilen tanınması  6 Aralık 2017’de ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan dünyadaki ilk ülke olması ve şimdi Gazze’de 17 Ekim 2023 tarihinde yaşanan insanlık dramından sonra Joe Biden’ın İsrail’e destek vermesi ve İsrail’e gitmesi bu gerçeğe en büyük kanıtlardır.

         Sonuçta A.B:D. de ekonomik gücü elde bulunduran İsrail yanlısı Yahudi örgütleri dünyanın en büyük devleti ve askeri gücü olan A.B.D. nın dış politikasını  ve askerlerini istediği gibi Ortadoğu’da yönlendirebiliyor.

       Dünyada Yahudilerin, sadece  ABD’de  değil, Fransa’da,  Kanada’da, İngiltere’de, Rusya’da ve Türkiye dahil dünyanın bütün ülkelerinde, yaşadığı bilinmektedir. Yahudiler bu ülkelerde oluşturdukları güçlü lobiler ile dünya siyasetinde ve ekonomisinde etkin rol oynamakta olup, bu tespit   birçok açık resmi istihbarat kaynaklarında ifade edilmektedir.    Türkiye,  İsrail Devletini Arap-İsrail savaşları devam ederken bütün İslam ve Arap dünyasını karşısına alarak 24 Mart 1949 tarihinde  tanımıştır. ( Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 30-18-1-2-118-108-3 )  Türkiye’nin İsrail’i  tanıma sürecinin altındaki sırlar halen tartışılmaktadır.

         Siyonizm, yüzyıllar boyunca Doğu ve Batı Avrupa diasporasında yaşamış, zaman zaman takibata uğramış ve yerlerinden göç ettirilmiş Yahudiler arasında Yahudi ulusunun vatan bilincini ifade eden politik bir hareket olarak 19.yüzyılda ortaya çıkmıştır. ( Gartner, 2001, s.250-252.)

        Siyonizm, 1897’de Theodor Herzl tarafından örgütlü bir harekete dönüştürülerek Yahudi dünyasına hakim olmuştur. (Taylor, 1974 s.45-46.)   Siyonistler, dünya çapında kurdukları üye organizasyonlarla Yahudilerin Filistin’e  yerleşmesini özendirmiş, Londra’da banka hesapları açarak Yahudilerin Filistin’de toprak satın almaları için ortak fon oluşturmuşlardır. (The Esco, 1947, s.39)

      Yahudi sorununun tek çözümünün Yahudi devleti kurulması olduğunu savunan 19.yüzyıl sonunda kurulan Siyonist hareketin 1948’de kurulan bugünkü İsrail devletinin temelini attığı söylenebilir..  

      Bayraklar üzerindeki şekil, renk ve semboller; milletlerin inançlarını, düşüncelerini ve hafızalarında derin izler bırakan hatıralarını yansıtır. Almanya, Belçika, Hollanda, İtalya gibi bazı Avrupa devletlerinin bayrakları üç renklidir. Bu bayraklarda üç renk kullanılması, teslis inancını sembolize etmektedir. Bunun yanı sıra Danimarka, Finlandiya, İsveç, Norveç, İsviçre, Yunanistan gibi bazı devletler de bayraklarında Hristiyanlığın sembolü olan haça yer vermişlerdir. Japonların, üzerinde kırmızı güneş bulunan beyaz bayrakları, Japon Budizmi’ndeki ilâh anlayışını sembolize etmektedir, Kore bayrağındaki bir dâire içinde bulunan iç içe iki “S” de bu devlet için dinî bir mânâ taşır.  Suudi Arabistan bayrağındaki ‘Kelime-i Tevhid’ ile İran bayrağındaki ‘Allah’ lâfzı da, inancın bayrakta sembolize edildiğine birer örnektir.

      Yahudiliği, diğer dinlerden ayıran temel özelliklerden biri ‘’kutsal toprak’’kavramıdır..       ( Dini Araştırmalar Dergisi, s.63)  Bu kutsal toprak kavramı açık bir şekilde  İsrail bayrağında şekil, renk ve sembol olarak yer almıştır.

      Bugünkü İsrâil bayrağı  beyaz zemin üzerinde  üstte ve altta iki mavi çizgi ve bu çizgilerin ortasında altı köşeli mavi Siyon yıldızından oluşur  İsrail bayrağındaki bütün bu unsurların  yukarıdaki devletlerin bayraklarında olduğu gibi dînî  kökenlere dayanan anlamı vardır.

      Beyaz  dünyadır  yeryüzüdür  Bayrağın ortasındaki altı köşeli yıldız ise Siyon yıldızıdır   Kudüs’te bulunan Siyon Dağı’nda yeniden kurulmak istenen Tanrı Krallığı’nı simgeler  Bu yıldızın bulunduğu alan  Yahudîler’in vatanı olan Arz-ı Mevud  yani Tanrı tarafından kendilerine vaat edilmiş topraklardır .  Arz-ı Mevud’un hudutları  Tevrat’ta  Nil ile Fırat nehirleri arasındaki coğrafya olarak gösterilmiştir. (Tevrat  Tekvin  Bâb 15)

      Arz-ı Mevud’u ise İsrail  bayrağında  Siyon yıldızının altından ve üstünden geçen iki mavi çizgi belirlemektedir  Bu iki mavi çizgi Tevrat’ta işaret edildiği gibi Nil ve Fırat nehirleridir  Demokratik Kongo Cumhuriyeti ( eski Zaire)  Uganda  Etiyopya( Habeşistan ), Sudan ve Mısır topraklarında akan Nil Nehri ile Türkiye  Suriye ve Irak topraklarında akan Fırat Nehri’dir 

       Kısaca; İsrâil bayrağındaki bu iki mavi çizgi  Tevrat’ta işaret edildiği gibi Nil ve Fırat nehirlerini sembolize eder.

         Arz-ı Mevud içinde  birçok sırrı saklamakla birlikte birçok alternatif  kaynak ve sosyal medyada Büyük Ortadoğu Projesi  (BOP) için aşağıdaki tez ısrarla öne sürülmektedir.

       ‘’ ABD Kongresinin 1957’de kabul ettiği Eisenhover Doktrini olarak da bilinen  Büyük Ortadoğu Projesi 1997 yılında tekrar ortaya çıkmıştır. Bu proje ile ABD; Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar içinde Türkiye ve İran’ın da bulunduğu 22 ülkeyi kapsayan bir coğrafyada siyasal, askeri, ekonomik ve dini yapıyı  yeniden yapılandırmayı planlamaktadır. Bu projenin  arkasında ABD’yi gizlice  yöneten  Yahudi küresel şirket sahipleri ya da Yahudi lobileri vardır. ABD’yi  gizlice  yöneten  bu Yahudi lobileri İsrail’i destekleyerek ve diğer gizli  faaliyetleri yaparak ;  bu coğrafyada bir çok savaş ve iç çekişme oluşturmakta böylece bu  coğrafyayı kendi idealleri ve menfaatleri  çerçevesinde yeniden yapılandırmaktadır.  Büyük Orta Doğu Projesi   Arz-ı Mevud’un gerçekleştirilmesinde  maske bir proje ve bir araçtır.    Bu  projeye göre BOP’un şu andaki safhası sorunsuz büyük bir İsrail devleti kurulmasıdır.  Bu safhanın gerçekleşmesi için Suriye’nin dörde, Lübnan’ın sekiz kanton’a ayrılması ve Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır ve Libya’nın üçer parçaya bölünmesi gerekmektedir. Şimdiki ayakta ise Suriye ve İran bulunmaktadır ve arkasından ise sıra Türkiye’de olacaktır. . Yine birçok açık istihbarat kaynağında bu gün kendilerine vaat edildiğini iddia ettikleri toprakların bir parçası olduğu belirtilen Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgesindeki terör olaylarının ve Kuzey Irak’ta ilk temelleri atılarak kurulmaya çalışılan sözde Kürdistan’ın bu projenin bir aşaması olduğu ifade edilmektedir. Bu plana göre şimdi Suriye’deki bölünme ile birlikte Irak, Suriye ve Türkiye’nin güneydoğusu üzerinde sonradan başka amaçlarla kullanılacak piyon bir Kürt devleti kurulmasının yolu açılmaktadır. “[1]   

      Bu gün, Ortadoğu üç kutsal din için taşıdığı manevi değerler yanında başta petrol olmak üzere çok büyük ekonomik enerji kaynaklarına sahiptir. Eğer  Amerikan Yahudileri ve İsrail, Ortadoğu’yu  etkin kontrol edemez ise bu ekonomik kaynaklardan faydalanamaz, büyümeyi bırakın küçülmek zorunda kalırlar ve dünya üzerindeki etkinliğini kaybeder.   

          ABD Başkanı Donald Trump’ın 6 Aralık 2017 günü  ‘’Ben artık zamanı geldiğine inanıyorum. Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma vakti artık gelmiştir. Büyükelçiliği Kudüs’e taşıma kararı veriyorum’’ sözleri bütün dünya ve Ortadoğu ülkeleri için, İsrail’in  ve Amerika’daki Yahudi  lobilerinin  Arz-ı Mevud’u gerçekleştirme planı olduğunu  anlamak  için bir başlangıç olmuştur.

       Artık başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’da meydana gelen birçok olayı Arz-ı Mevud ya da Büyük Ortadoğu Projesi içinde değerlendirmek zamanı gelmiştir.

        Şimdi İsrail’in bayrağındaki planlarını gerçekleştirebilmesi için yeni bir fırsat ve yeni bir savaş başlamıştır.    Gazze Savaşı başlamıştır.

       Ünlü yazar Dante; ‘’Küçük bir kıvılcım koskaca bir alev doğar’’ demiştir. 

         Bu kıvılcım 17 Ekim 2023 tarihinde İsrail roketlerinin Gazze’de bulunan Baptist Hastahanesi’ni (El Ehli Arab Hastanesi) vurması ile bir katliam başlamış ve bu katliam büyük bir savaşa zemin hazırlamaktadır.

        Amerika hariç tüm dünya ülkeleri bu acı olayı sadece kınarken Türkiye aktif olarak dünyada bu olaya karşı ortak bir karar ve tedbir alınması için Cumhurbaşkanı nezdinde girişimlerde bulunmuş ve Türkiye’de 3 günlük Milli Yas ilan edilmiştir.

        Bu olaylar,  Ortadoğu, İsrail ve Türkiye için yeni dönüm tarihleri ve yeni dönüm noktaları oluşturmuştur ve ileride tarihçiler tarafından  mutlaka Ortadoğu’nun dönüm noktaları olarak değerlendirilecektir.       

    SONUÇ

         Ortadoğu; üç büyük dinin ortaya çıktığı, tarihin yazıldığı, uygarlıkların yeşerdiği, petrol, doğalgaz  zengini ve  bütün güçlü devletlerin tarih boyunca kontrol etmek için mücadele verdiği dünyanın en kritik coğrafyasıdır .

        Osmanlı Devletinin geçmişte hâkim olduğu bölgeler bu gün uluslararası ilişkiler ve tarih literatüründe “Ortadoğu” olarak adlandırılmaktadır. Ortadoğu tarihi boyunca kanın akmadığı yegâne dönem Türklerin bölgede hâkim oldukları dönemdir.

       XIX. yüzyılda diplomatik ve politik bir terim olarak ifade edilmeye başlanan Şark Meselesinin tarihi kökeni oldukça eskidir. Zaman ve zeminin şartlarına bağlı olarak çeşitli görünümde ve yerde ortaya çıkan ve de değişik şekillerde tarif edilen Şark Meselesinin temelinde ve özünde Hıristiyan-Müslüman yani, Haç-Hilal veya Avrupa-Türk münasebetleri ve mücadelesi yatmaktadır

    .  Tarihin her devrinde dünya hâkimiyetine oynayan, dünya siyasetine yön vermeye çalışan büyük güçler olmuştur. Bu çerçeveden bakıldığında XV. yüzyıldan beri büyük millet ve büyük güç olma şansına ve kabiliyetine sahip birkaç devlet veya millet sayılabilir. Bunlar, Anglo-Sakson dünyası içinde Anglikan İngiltere,  Latin dünyasında Katolik Fransa, Slav dünyasında Ortodoks Rusya, Germen dünyasında Protestan Almanya, İslâm dünyasında ise Osmanlı Devleti yani Türklerdir. 

       Bu beş büyük devletin dördü de (İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya) tamamen hem Hıristiyan dininin hem de ayrı ayrı Hıristiyanlığın belli başlı ve farklı mezheplerinin temsilcisi durumundadırlar. Sadece Osmanlı Devleti bütünü ile İslâm dininin ve İslâm âleminin temsilcisi rolündedir. İşte Hıristiyan âleminin bu dört temsilcisi İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ile İslâm âleminin temsilci Türkler yani Osmanlı Devleti arasındaki münasebetlerin tümü “Şark Meselesi” kavramıyla ifade edilebilir.

       Günümüzde de “Şark Meselesi” yeni projeler ile birlikte daha büyük boyutlar içerisinde Türkiye’de ve Ortadoğu’da varlığını sürdürmektedir, yalnız bir farkla ki İngiltere yerini ve rolünü Amerika Birleşik Devletlerine bırakmıştır. Ortadoğu’da bu dönemde ortaya çıkan önemli diğer bir güç ise İsrail Devletidir.

        Ortadoğu’da etkinliği her geçen gün artan Amerika bugün Yahudi sermayesi tarafından yönetilirken İsrail ise Yahudiliğin merkez ülkesidir.  Amerika’nın bugün liderliğini yaptığı Büyük Ortadoğu Projesinin gizli hedefinin ise Yahudilerce kendilerine Allah tarafından vaat edildiğine inandıkları Ortadoğu’da büyük Yahudi Devleti’nin kurulması olduğu artık gün yüzüne çıkmıştır.  

       Türkiye geçmişte İsrail devletini dünyada ilk tanıyan devletlerden biri olarak Ortadoğu’da belki barışı  getirebileceğini düşünmüştür. Ancak şimdi İsrail’e karşı dünyada en aktif rol alan ülkelerden birisi olmuş ve Filistin’in bağımsızlığını ve de Filistin halkının özgürlüğü için tüm barış sürecinin sağlanması için dünyadaki en çok çalışan ülke olmuştur. 

       Sonuçta dünyada ekonomik gücü, medyayı ve dijital teknolojiyi elde bulunduran İsrail yanlısı Yahudi örgütleri dünyanın en büyük devleti ve askeri gücü olan A.B.D. nın  dış politikasını  ve askerlerini bile istediği gibi kendi hedefleri doğrultusunda yönlendirebiliyorsa  aynı şekilde diğer devletleri de yönlendirebilir.

      Bugün tarih ilminin bizleri aydınlatabildiği büyük devletlerin I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti  toprak paylaşımı konusunda kendi aralarında anlaşmazlık çıkmasını önlemek için yaptığı gizli anlaşmalardan olan İstanbul(1915), Londra(1915), Syces-Picot (1916), St.De Maurienne (1917) anlaşmalarını yapmışlardır. Bu anlaşmalara benzer bugün Ortadoğu ve Gazze için gizli anlaşmalar yapılmış olabilir.  

       Bugün Ortadoğu’ da mevcut hassas dengeler, bu bölgede etkili olmaya çalışan yukarıda işaret edilen güçler tarafından bilerek ve isteyerek müdahale sebepleri yaratılabilecek şekilde ayarlanmaktadır.

       Yapay devletler, yeteneksiz idareciler, siyasî istikrarsızlıklar, petrol, etnik yapılar ve terör bu dönemde bu güçler tarafından etkin olarak kullanılmaktadır.  Dijital Teknoloji, Medya,  Ekonomi ve modern silahlar ile Ortadoğu köleleştirilmektedir. Bizlere  ‘’ Küresel Dünya Düzeni’’  olarak  sundukları aslında insanlığın öldürüldüğü ve kızıl kana boyandığı yeni dünya düzenidir.   

      Vekâlet savaşları bu büyük güçler tarafından  bugün tüm dünyada ve özellikle Ortadoğu’da başarı ile uygulanmaktadır.  Son 30 yıllık yakın tarih incelendiğinde artık savaşların gerçek harplerden ziyade bölgesel, etnik dini kökenli, gayri nizami ve psikolojik harp ağırlıklı olarak icra edildiği görülmektedir.

      Kırk yıldan fazla uğraştığımız Terör Örgütü PKK ve bu örgütün son türevleri olan YPG/PYD ile son dönemlerde yoğunlukla uğraşmaya başladığımız FETÖ ve DAEŞ bize karşı uygulanan bu vekalet savaşlarının örnekleridir.

       Ortadoğu’da ve öz vatanımız Türkiye’de yaşananları artık ‘’Şark Meselesi’’ ve  ‘’Büyük Ortadoğu Projesi’’ kapsamında değerlendirmek zamanı gelmiş hatta geçmektedir.   

       Ortadoğu’da kısaca asıl hedef Müslümanlar ve Müslümanların yüzyıllarca liderliğini yapmış olan Türklerdir.  

       Türkiye ve Türk Milleti olarak diğer Ortadoğu ülkeleri gibi vekâlet savaşlarında birer piyon olarak kullanılmadan mutlaka aklın,  bilimin, vicdanın, kültürel değerlerin, dinlerin ve tüm milli unsurların birleşeceği barış sürecini mutlaka sağlamalıyız.

       Geçmiş dünya ve Türk tarihinden alınan dersler Ortadoğu’ daki barış için güçlü bir devlet olmayı, caydırıcı ittifaklar kurmayı ve sert tedbirler almayı şart koymaktadır.

       Türkiye ve Türk Milleti olarak Ortadoğu’da var olmak istiyorsak önce güçlü bir devlet,  bilinçli bir millet olmalı ve Azerbaycan-Türkiye kardeşliği örneğinde olduğu gibi kardeş Türk dünyasını birleştirmeli ve gerektiğinde karşı tarafa askeri güç de kullanabilecek caydırıcı güçlü bir ittifak kurmalıyız.

    Dr.Tuğtigin ŞEN
    Emekli Albay / Araştırmacı


    [1] Bu özet bilgi Dr.Tuğtigin Şen tarafından kaynakçada belirtilen kaynaklardan ve diğer sosyal medyadan derlenmiştir.