Dr. Tuğtigin Şen

Dr. Tuğtigin Şen

04 Aralık 2025 Perşembe

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİNE NİÇİN ALINMIYOR?

    TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİNE NİÇİN ALINMIYOR?
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Avrupa için Türkler, tarih boyunca doğudan gelen bir tehdit olarak algılanmışlardır. Avrupa’daki devletler Türkleri, din başta olmak üzere, tamamen farklı bir topluluk olarak görmüştür. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu asırlar boyunca Türkler, Orta Avrupa’ya kadar girip Osmanlı sınırlarını Avrupa devletleri aleyhine genişleten bir düşman, Müslüman olarak da Hıristiyanlığı tehdit eden bir güç, Asya ile kara ticaret yollarını Avrupa’ya tamamen kapayan bir engeldi. Kısaca, Osmanlı Devleti Avrupa devletleri için dini, ekonomik, askeri, siyasi ve kültürel bir tehdit olarak görülmüştür. XIV. yüzyılda güçlü bir biçimde başlayan bu algılama son altı yüz yıla damgasını vurmuştur.

    Tarihin her devrinde dünya hâkimiyetine oynayan, dünya siyasetine yön vermeye çalışan büyük güçler olmuştur. Bu çerçeveden bakıldığında XV. yüzyıldan beri büyük millet ve büyük güç olma şansına ve kabiliyetine sahip birkaç devlet veya millet sayılabilir. Bunlar, Anglo-Sakson dünyası içinde Anglikan İngiltere, Latin dünyasında Katolik Fransa, Slav dünyasında Ortodoks Rusya, Germen dünyasında Protestan Almanya, İslâm dünyasında ise Osmanlı Devleti yani Türklerdir.

    Bu beş büyük devletin dördü de (İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya) tamamen hem Hıristiyan dininin hem de ayrı ayrı Hıristiyanlığın belli başlı ve farklı mezheplerinin temsilcisi durumundadırlar. Sadece Osmanlı Devleti bütünü ile İslâm dininin ve İslâm âleminin temsilcisi rolündedir. İşte Hıristiyan âleminin bu dört temsilcisi İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ile İslâm âleminin temsilcisi Türkler yani Osmanlı Devleti arasındaki münasebetlerin tümü “Şark Meselesi” kavramıyla ifade edilebilir.

    Şark Meselesi kavramı, Osmanlı Devleti topraklarının paylaşılmasını esas almak amacıyla 1815’te toplanan Viyana Kongresi’nde gündeme getirildi ve resmiyet kazandı. Daha ziyade XIX. yüzyılda diplomatik ve politik bir terim olarak ifade edilmeye başlanan Şark Meselesi’nin tarihi kökeni yukarıda kısaca anlatıldığı gibi oldukça eskidir. Zaman ve zeminin şartlarına bağlı olarak çeşitli görünümde ve yerde ortaya çıkan ve de değişik şekillerde tarif edilen Şark Meselesi’nin temelinde ve özünde Hıristiyan-Müslüman, yani Haç-Hilal veya Avrupa-Türk münasebetleri ve mücadelesi yatmaktadır.

    Fransız tarihçisi Albert Sorel, “Türkler Avrupa’ya ayak bastığı günden beri Şark Meselesi zuhur etti.” diyerek meselenin aslında bir Türk meselesi olduğunu vurgulamaktadır.

    Şark meselesinin Avrupa’da hâlâ canlı yaşadığının en somut örneğini bugün Avrupa Birliği’nde görmekteyiz. Türkiye, Avrupa’daki hemen hemen tüm bütünleşme çabaları içerisinde aktif olarak yer almasına rağmen, ekonomik düzeyleri Türkiye’nin çok gerisindeki Doğu Avrupa ülkeleri bile Avrupa Birliği’ne alınırken Türkiye’nin hâlâ alınmamış olmasındaki gerçek sebep araştırıldığında karşımıza yine “Şark Meselesi” çıkmaktadır.

    Avrupa Birliği üyeliği için uğraştığımız bugünlerde, 1699’da başlayan ağır bozgunlar ve hezimetlerden sonra şehit kanları dökerek zorla imzalattığımız ve Şark Meselesi’ni Türk’ün kesin zaferi ile durduran Lozan Antlaşması’nın nasıl yıpratılmaya çalışıldığını görmekteyiz. Çeşitli uluslararası girişim ve manevralarla, Lozan Antlaşması’nın lehimize teminat altına aldığı siyasi ve tarihi sorunlarla ilgili bazı konular AB üyesi ülkeler tarafından yeniden açılmakta, Türkiye’nin milli sınırları, coğrafi hakları, nüfus özellikleri, siyasal yapısı ve devlet modeli üzerinde tartışmalar açılarak, Türkiye’nin sahibi Türk milleti yeniden parçalanmaya çalışılmaktadır.

    AB’nin Türkiye ile ilgili ilerleme raporlarına baktığımızda, azınlıklar meselesi, Pontusçuluk, Fener Rum Patrikhanesi, Heybeliada Ruhban Okulu, anadil meselesi gibi konular ile milletimizin ayrılmaz parçaları Alevi ve Kürt vatandaşlarımızın azınlık statüsüne sokulmaya çalışıldığını görmekteyiz.

    Yine tarihçilerin tespitlerine döndüğümüzde, ünlü bir tarihçi olan Bernard Lewis’e bir basın toplantısında bir Türk gazeteci tarafından “Batı bizden niçin korkuyor?” diye yöneltilen soruya kendisi “Çünkü siz Müslümansınız!” diye cevap vermişti. Bunun üzerine gazeteci “Öyleyse Endonezyalılardan, Pakistanlılardan korksunlar. Onlar da Müslüman ve hem daha kalabalıklar?” demesine karşılık şöyle konuşmuştu: “Batılılar akıllıdır. Kimden ve niçin korkacaklarını iyi bilirler. Endonezyalılardan, Pakistanlılardan niçin korksunlar? Onlar mı gittiler Viyana önlerine iki defa?”

    Yine Ord. Prof. Dr. Fritz Neumark’a İstanbul Üniversitesi’nde bir öğrencisinin sorduğu “Avrupalı bizi neden sevmez?” sorusuna verdiği cevap her şeyi gözler önüne sermektedir: “Çok samimi olarak itiraf edeyim ki Avrupalı Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hristiyanların hücrelerine sinmiştir.”

    Alman tarihçi Hans-Ulrich Wehler’in aşağıdaki tespiti: “Türkiye, coğrafi konumu, tarihi geçmişi, dini, kültürü ve mentalitesinden dolayı Avrupalı değildir. Müslüman Anadolu insanına neden Avrupa’da serbest dolaşım hakkı tanınsın ve Avrupa fonlarından istifade etmelerine izin verilsin? AB’nin bir Hıristiyan ülkeler topluluğu olduğu ve Müslüman Türkiye’nin burada yeri olmadığını açıkça dile getiriyoruz ama çok kültürlü toplumu destekleyen insanlar bunu radikal Hıristiyanlık olarak nitelendiriyorlar. Türkiye laik olmasına rağmen camileri dolduruyorlar.”

    Tarihçi bilim adamlarının tespitleri aslında konuyu özetlemektedir. Tekrar tarihe baktığımızda, bugünkü 1995 Gümrük Birliği Anlaşması ile 1838 Balta Limanı Gümrük Birliği Anlaşması, bugünkü AB uyum yasaları ile 1839 Tanzimat Fermanı, bugünkü AB Türkiye İlerleme raporları ile 1856 Islahat Fermanı eş değerdir. Bu anlaşmalarla 16. Türk Devleti olan Osmanlı İmparatorluğu parçalanmıştır.

    Avrupa Birliği Bayrağı ve 12 Yıldız’ın Simgeledikleri

    Bayraklar üzerindeki şekil, renk ve semboller; milletlerin inançlarını, düşüncelerini ve hafızalarında derin izler bırakan hatıralarını yansıtır. Avrupa Birliği’nde ortak değer Hristiyanlıktır. AB bayrağında ve paraları Euro üzerinde Hristiyanlığı sembolize eden amblemler bulunmaktadır.

    Avrupa Birliği’nin lacivert zemin üzerine daire şeklinde dizilen sarı 12 yıldızdan oluşan bayrağı, 25 Kasım 1955 tarihinde alınan kararla kullanılmaya başlanmıştır. 26 Mayıs 1986 tarihinde Brüksel’de alınan kararla ise AB resmi bayrağı olarak kabul edilmiştir.

    Bugün Avrupa Birliği’nin bayrağındaki “12 yıldız” sayısının hâlâ değişmemesinde ısrar edenler bu 12 yıldızın “mükemmelliği ve birliği” simgelediğini söylüyorlar. 8 Mayıs 2002 tarihinde Hollandalı sanatçı Rem Koolhaas’a yeni AB bayrağı tasarımı için görev verildi. Ancak AB üyesi bütün ülkelerin bayrak renklerinden oluşan yeni bayrak kabul edilmedi.

    “Avrupa Birliği”nin internet sayfalarından öğrendiğimize göre 12 yıldızlı bayrağın tarihi 1955 yılında başlıyor. O tarihte, bugünkü Avrupa Birliği’nin çekirdeği olan “Avrupa Kömür ve Çelik Birliği”, bir de bundan önce kurulan, üye sayısı biraz daha fazla olan “Kültürel ve İnsan Hakları” ağırlıklı “Avrupa Konseyi” bulunuyor. Konsey bugünkü 12 yıldızlı bayrağı kabul ediyor.

    Değişik söylencelere göre 12 yıldız “bütünlüğü” simgelediği, ayrıca “12” sayısı yılın 12 ayını, saatin kadranındaki 12’yi, daire ise birliği simgelemektedir.

    Gazetelerde aşağı yukarı bunları yazıyorlar. Avrupa Birliği’nin bayrağındaki “12 yıldız” sayısının hâlâ değişmediğini görenler bunu araştırdıklarında ise farklı gerçeklerle karşılaşıyorlar. AB bayrağının tasarımını yapan ve koyu bir Katolik olduğu bilinen Arsene Heitz, dizaynı hazırlarken Meryem Ana figüründen esinlendiğini açıklamıştır.

    “Gökte ulu bir belirti görüldü. Güneşi kuşanmış bir kadın, ayaklarının altında ay, başında 12 yıldızdan bir taç” (Vahiy 12:1). Meryem Ana’nın başındaki taçtan ayrı olarak, geleneksel mavi pelerini de, AB bayrağının zemin rengidir.

    AB bayrağındaki 12 yıldız, Hz. İsa’nın 12 havarisini temsil etmektedir. Havariler, Hz. İsa’nın İncil’i yaymak ve vaaz vermekle görevlendirdiği yardımcılarıdır. Havarilerin isimleri şunlardır: Petrus, Andreas, Yuhanna, Büyük Yakup, Filip, Thomas, Bartholomeus, Matthias, Küçük Yakup, Şimon, Yehuda ve Taddeus.

    Sonuçta bu bayrak bir Hristiyanlık simgesidir. Papa 2. John Paul’un “Avrupa Birliği’nin anayasasına AB’nin dini Hristiyan’dır ifadesi yazılmalıdır.” sözleri, Almanya Başbakanı Helmut Kohl’ün “Hıristiyan dünya görüşü ve Hristiyanlık değerlerinin olmadığı Avrupa benim Avrupam değildir.” sözleri ve Fransa eski Cumhurbaşkanı ve Avrupa Konvansiyonu Başkanlığını yapmış Valery Giscard D’Estaing’in “AB bir Hıristiyan Kulübüdür.” sözleri, biz Türkler ve Türkiye’de yeni bir soru oluşturuyor.

    Acaba Avrupa Birliği bir Hıristiyan Kulübü müdür? Ve bundan dolayı mı Türkiye bugün bu birliğe hâlâ alınmamaktadır?

    Dr. Tuğtigin Şen
    Araştırmacı