Dr. Tuğtigin Şen

Dr. Tuğtigin Şen

04 Aralık 2025 Perşembe

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    MALAZGİRT SAVAŞINDAN 30 AĞUSTOS ZAFERİNE TÜRK TARİHİNİN DÖNÜM NOKTALARI

    MALAZGİRT SAVAŞINDAN 30 AĞUSTOS ZAFERİNE TÜRK TARİHİNİN DÖNÜM NOKTALARI
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    XIX. yüzyılda diplomatik ve politik bir terim olarak ifade edilmeye başlanan Şark Meselesinin tarihi kökeni oldukça eskidir. Zaman ve zeminin şartlarına bağlı olarak çeşitli görünümde ve yerde ortaya çıkan ve de değişik şekillerde tarif edilen Şark Meselesi’nin temelinde ve özünde Hristiyan-Müslüman yani Haç-Hilal veya Avrupa-Türk münasebetleri ve mücadelesi yatmaktadır. Fransız tarihçisi Albert Sorel, “Türkler Avrupa’ya ayak bastığı günden beri Şark Meselesi zuhûr etti.” diyerek meselenin aslında bir Türk meselesi olduğunu vurgulamaktadır.

    Avrupa için Türkler, tarih boyunca doğudan gelen bir tehdit olarak algılanmışlardır. Avrupa’daki devletler Türkleri, din başta olmak üzere, tamamen farklı bir topluluk olarak görmüştür. Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu asırlar boyunca Türkler, Orta Avrupa’ya kadar girip Osmanlı sınırlarını Avrupa devletleri aleyhine genişleten bir düşman, Müslüman olarak da Hristiyanlığı tehdit eden bir güç, Asya ile kara ticaret yollarını Avrupa’ya tamamen kapayan bir engeldi. Kısaca; Osmanlı Devleti Avrupa devletleri için dinî, ekonomik, askerî, siyasî ve kültürel bir tehdit olarak görülmüştür. XIV. yüzyılda güçlü bir biçimde başlayan bu algılama, son altı yüzyıla damgasını vurmuştur.

    Tarihin her devrinde dünya hâkimiyetine oynayan, dünya siyasetine yön vermeye çalışan büyük güçler olmuştur. Bu çerçeveden bakıldığında XV. yüzyıldan beri büyük millet ve büyük güç olma şansına ve kabiliyetine sahip birkaç devlet veya millet sayılabilir. Bunlar, Anglo-Sakson dünyası içinde Anglikan İngiltere; Latin dünyasında Katolik Fransa; Slav dünyasında Ortodoks Rusya; Germen dünyasında Protestan Almanya; İslam dünyasında ise Osmanlı Devleti yani Türklerdir.

    Bu beş büyük devletin dördü de (İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya), tamamen hem Hristiyan dininin, hem de ayrı ayrı Hristiyanlığın belli başlı ve farklı mezheplerinin temsilcisi durumundadırlar. Sadece Osmanlı Devleti bütünüyle İslam dininin ve İslam âleminin temsilcisi rolündedir. İşte Hristiyan âleminin bu dört temsilcisi İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ile İslam âleminin temsilcisi Türkler yani Osmanlı Devleti arasındaki münasebetlerin tümü “Şark Meselesi” kavramıyla ifade edilebilir.

    Şark Meselesini iki kısımda incelemek mümkündür.
    Birincisi; Malazgirt Savaşı’ndan, Türklerin Viyana önlerinde durdurulmasına kadar olan safhadır (1071–1683). Bu safhada Avrupa savunmada, Türkler ise taarruz halindedir.

    Bu dönemde Hristiyan dünyası için Şark Meselesi’nden anlaşılan şu düşünceleri sıralamak mümkündür:

    1. Türkleri Anadolu’ya sokmamak. Sultan Alparslan, Malazgirt Zaferi’yle bu düşünceyi geçersiz duruma getirmiştir.
    2. Türkleri Anadolu’da durdurmak. Bu düşünce, Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’ın Bizanslılara karşı kazanmış olduğu Miryokefelon (1176) Zaferi’yle engellenmiştir.
    3. Türklerin Rumeli’ye geçişini engellemek. Osmanlı orduları, Sultan II. Murad zamanında Rumeli’yi alarak bu engeli tanımamıştır.
    4. İstanbul’un Türkler tarafından fethini önlemek. Fatih Sultan Mehmed, 1453 yılında bu hayali yıkmıştır.
    5. Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerlemelerini durdurmak. Fakat Türkler, 1683 yılında Viyana kapılarına kadar ilerlemeyi başarmıştır.

    1683 tarihinde Türklerin Viyana’da yenilgiye uğramasıyla Şark Meselesi’nin ilk safhası bitmiş ve ikinci safhası başlamıştır. İkinci safhada Türkler savunmada, Avrupa ise taarruz durumundadır.

    1683 Viyana yenilgisi ve 1699 Karlofça Antlaşması neticesinde, Avrupalı açısından İslam, Osmanlı ve Türk, bir tehdit unsuru olmaktan çıkmıştır. Artık Osmanlı deyince Avrupa için akla gelen; geri kalmış, zayıf, cahil, zalim bir şark toplumu ile bu toplumun hâkimiyeti altında bulunan Ortodoksuyla, Katoliğiyle, Protestanıyla ve Gregoryanıyla Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar, Karadağlılar ve Ermeniler başta olmak üzere diğer Hristiyan kavimler geliyordu. Bakış açısındaki bu değişme sonucunda Avrupa, Osmanlı hâkimiyeti altındaki Hristiyan kavimleri kurtarma ve Türkleri Balkanlardan ve hatta Anadolu’dan atma fikrini gündeme getirmiştir. Avrupa, Hristiyanları kurtarma ve Türkleri geldikleri yere gönderme politikasını 1815’ten itibaren “Şark Meselesi” adı altında formüle etmiştir. Bu hedefini meşrulaştırmak ve kamufle etmek içinse milliyetçilik akımını, Hristiyanlık dayanışmasını, Avrupa ırkçılığını ve oryantalizmi kullanmıştır.

    Bu safha ile ilgili Avrupa’nın bakış açısı şöyle özetlenebilir:

    1. Balkanlardaki Hristiyan milletleri Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmak. Bunun için de Hristiyan toplumları isyana teşvik ederek, önce onların muhtariyetini, sonra bağımsızlıklarını temin etmek.
    2. Birinci maddede belirtilen hususlar gerçekleşmezse, Hristiyanlar için reform istemek ve onların lehine Osmanlı Devleti nezdinde müdahalelerde bulunmak.
    3. Türkleri Balkanlardan tamamen atmak.
    4. İstanbul’u Türklerin elinden geri almak.
    5. Osmanlı Devleti’ne, Asya topraklarında yaşayan Hristiyan cemaatler (azınlıklar) lehine reformlar yaptırmak, onlar için muhtariyet elde etmek veya mümkün olursa bağımsızlıklarına kavuşturmak.
    6. Anadolu’yu paylaşmak ve Türkleri Anadolu’dan çıkarmak.

    Balkan sorunu, Şark Meselesi’nin ilk hedefi ve bu politik düşüncenin bir sonucudur. Avrupa, Balkanlar’da bu stratejisini değişik zamanlarda gerçekleştirmiştir. 1699 Karlofça, 1716 Pasarofça, 1774 Küçük Kaynarca, 1838 Balta Limanı, 1878 Berlin Antlaşmaları ve nihayet Balkan Savaşları ile I. Dünya Savaşı, Türkleri Balkanlar’dan çıkarmanın en önemli aşamaları olmuştur.

    Balkanlardaki Hristiyan azınlıkların Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsızlığa kavuşmaları ise dört aşamadan geçerek gerçekleştirilmiştir. Önce, bu toplumları bir eğitim-öğretim seferberliğinden geçirmişler, sonra uyanan bu kitle arasında siyasî örgütlenmeye gidilmiş ve gizli ihtilal komiteleri kurulmuştur. Arkadan silahlı ayaklanmalar çıkarılmış ve bu ayaklanmalar Osmanlı Devleti tarafından bastırılınca, “Türkler katliam yapıyorlar” diye yaygara koparılmış; son aşamada da yabancı devletlerden biri silahlı müdahalede bulunmuş ve “kendilerince katliama uğrayan (!) Hristiyan halk kurtarılmıştır.”

    Şark Meselesi’nin Balkanlar safhası, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan’ın bağımsızlığa kavuşmalarıyla neticelenince, büyük devletler, Şark Meselesi’ni Anadolu’ya kaydırmakta herhangi bir sakınca görmemişlerdir. Zira kendileri Balkanlar’da istenilen neticeyi almış ve orada menfaat sahalarını oluşturmuşlardır. Sıra, Anadolu’daki Hristiyan unsurların Türk hâkimiyetinden kurtarılmasına ve menfaat sahaları temin etmeye gelmiştir. Bu politikanın menfaatleri doğrultusunda yürütülebilmesi için araç olarak kullanılabilecek topluluklara ihtiyaç duymuşlardır. Bu topluluklara örnek ve bu maksada en uygun olarak da başta Hristiyan Ermeniler olmak üzere Avrupa; Anadolu’nun değişik yerlerinde küçük azınlıklar halinde yaşayan, kullanılabilecek diğer unsurları da kışkırtarak Osmanlı Devleti’ne karşı isyana teşvik etmiştir. Avrupa, menfaatleri için sadece bu azınlıklarla yetinmemiş, diğer iç ve dış ihanet odakları ile de el ele vermiştir.

    Nihayet Avrupa’nın Türklerle 9 asır süren mücadelesinin sonunda; ana yurdumuz, vatanımız, Şark Meselesi’ni kapatmak isteyen İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların ve onların taşeronu Yunanlıların işgaline uğramıştır.

    Ama mazisini tarihleştiren, kültürünü millîleştiren ve coğrafyasını vatanlaştıran Türk milleti; büyük atamız Mustafa Kemal’in liderliğinde, 19 Mayıs 1919’da başlayan ölüm-kalım mücadelesini 30 Ağustos 1922 tarihinde Şark Meselesi’nin takipçilerine karşı kazanmıştır.

    Büyük Atamız Atatürk tarafından bu zaferin anlamı şöyle ifade edilmiştir:

    “Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun parçası olan 30 Ağustos Zaferi, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasıdır.”

    Günümüzde de “Şark Meselesi” eski gücünü yitirmekle birlikte, yeni projeler ile Türkiye’de ve Ortadoğu’da varlığını sürdürmektedir. Yalnız bir farkla ki; İngiltere yerini ve rolünü Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) bırakmıştır. Ortadoğu’da bu dönemde ortaya çıkan önemli diğer bir güç ise İsrail Devleti’dir.

    Sözün sonu:
    Gelecekte Türk tarihinin acı dönüm noktaları olmaması için;
    Türk Milleti tarafından bilinmelidir ki; ABD ve İsrail’in Büyük Ortadoğu Projesi’ni beraber yürüttükleri ve Ortadoğu’daki hedeflerinden birisinin de Türkiye olduğu artık ortaya çıkmıştır.
    Ve Türk Milleti unutmamalıdır ki, Şark Meselesi emperyalist devletler için hâlâ bitmemiştir. Şark Meselesi’nin takipçileri, kendilerine yeni yollar aramaya halen devam etmektedirler.


    Bu yazımızda aşağıdaki kaynaklardan istifade edilmiştir:

    • Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Nizam-ı Cedit ve Tanzimat Devirleri (1789-1856), c. V, Ankara 1961, s. 203-204.
    • Nejat Göyünç, “Lausanne Antlaşması Arefesinde Bir Avusturyalı Diplomatın Düşünceleri”, The Journal of Ottoman Studies, II, İstanbul 1981, s. 226.
    • Selçuk Ünlü, “Avusturyalı Diplomat Anton Von Prokesch-Osten (1795-1876) ve Türkiye”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 33, İstanbul 1984, s. 57.
    • İsmail Soysal, Fransız İhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802), Ankara 1964, s. 36-37.
    • Bayram Kodaman, Ermeni Macerası (Tarihi ve Siyasi Bir Değerlendirme), Isparta 2001, s. 26-31.
    • Albert Sorel, Meseley-i Şarkiyye, çev. Yusuf Ziya, İstanbul 1911, s. 6.
    • Erol Manisalı, Avrupa Çıkmazı, İstanbul 2003, s. 21-23.
    • Bayram Kodaman, Sultan II. Abdülhamit Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara 1987, s. 105-116, 157-159.
    • Anonim, Türk Milli Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, Türk Kültür Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Yayın No: 56, Ankara 1986, s. 157-159.
    • Veli Yılmaz, Siyasi Tarih, İstanbul 1998, s. 154-155.
    • Mim Kemal Öke, Şark Meselesi ve II. Abdülhamit’in Garp Politikaları (1876-1909), İstanbul 1982, s. 253.
    • Bilal N. Şimşir, “Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine”, Tarih Boyunca Türkler’in Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Ankara 1985, s. 93-94.