
04 Aralık 2025 Perşembe

Tercüman Gazetesi

EVLİLİKTE YALAN: GERÇEĞİ DEĞİL, İLETİŞİMİ KAYBETMENİN SESSİZ ÇIĞLIĞI

ZÜLFÜ YARE DOKUNMAK: YİTİRDİKLERİMİZ

"Halka Aşkla Hizmetin Adı: Arapgir Modeli" Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu ile Röportaj

KUŞLAR YAĞMURDA DA UÇAR

DURUŞ

İNSANLARA RAĞMEN, İNSANLIK İÇİN

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE (ÇAĞRI)

Neden İznik?…

BİR DAMLA KAN, BİN BİR ENDİŞE

Bilgi ve Adalet

KADINIM HAKLARIM VAR

AYNADAKİ LEKE

KAN BAĞIŞI: BİR YAŞAMIN KIRILMA NOKTASINDAKİ KÜÇÜK BİR MUCİZEDİR

SALEBE’NİN HİKÂYESİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Ne Bu Dünyada Ne De Öteki Dünyada

FATİH'İN VE ATATÜRK'ÜN İZİN VERMEDİĞİ PAPA'YA NEDEN İZİN VERİLİYOR?

VAZO ÖNÜNDE SATILAN ÜRÜNLER SAĞLIKLI MI?

BU DÖNER BAŞKA DÖNER… KİME DÖNER?

ÜÇ SIFIRIN ADALETİ, BİR İNSANIN VİCDANI: Prof. Dr. Ayten Erdoğan Meselesi

YOK DEVE

Milletin Vekili Olmak Cesaret İster

ADIM ADIM İLERLİYOR KÖTÜLÜK

ENGELSİZ ÖZGÜRLER

DİNDARLIK VE AYDINLIK

EĞİTİMDE SOSYAL ADALET

HAK ARAMAK HAKKIMIZ MI?

İNSANLARIN EN İYİ İLACI

GÖNÜLLERİN ANAHTARI; EMPATİ

EVLAD-I FATİHAN ve SELANİKLİ MUSTAFA

Ticareti “Franchise’laştıran AKP

19 Mayıs 1919 tarihi, İtilaf Devletleri’nin işgaline karşı Türk Kurtuluş Savaşı’nın başladığı gündür. 19 Mayıs sadece bir başlangıç değil; aynı zamanda milletimizin kararlılığının, inancının ve umudunun bir simgesidir. Atatürk bu günü bir bayram olarak Türk gençliğine armağan etmiştir.
Milletlerin dayandığı temel ilkelerin başında kültür gelir. Kültür vasıtasıyla iletişim kurar; ailevi, ahlaki yaşantımızı düzenler; tabiatla hatta düşmanlarımızla nasıl mücadele edeceğimizi biliriz. Kültüre bağlılık, kısaca dile, ahlaka, örf ve adetlere, tarihe, geleceğe bağlılıktır.
19 Nisan 2025 tarihinde Ankara Kızılay’da küçük bir gezinti yaptım. Bu gezinti sırasında öğrencilerin yoğun bulunduğu sokaklardaki dershanelerin, kafelerin, lokantaların ve büfelerin isimleri ile buralarda sunulan hizmetlerin büyük çoğunluğunun yabancı bir dilde olduğunu gördüm. Sadece bu yer isimleri değil, gençlerimiz bile yabancı görünümlü kıyafetler içindeydi.
Bu gezinti, geçmişte Kıbrıs’ın Lefkoşa, Girne ve Gazi Mağusa ile Antalya Kaş çevresini kapsayan Likya Yolu’nda yaptığım seyahatler ve de Sakarya Savaşı’nın en yoğun geçtiği Polatlı-Karatepe’de imkân bulduğum tarihi bir inceleme ziyaretiyle yıllardan beri beynimde yer alan bir konuyu yeniden sorgulamama imkân sağladı.
Yavru vatanımız Kıbrıs sanki yabancı bir ülkeydi. Gezdiğim bütün yerlerdeki isimler yabancıydı. Bütün mağaza, dükkân, bakkal, pastane, lokanta, oteller ve yemek isimleri ve okullar dahil her şey yabancı bir dille adlandırılmıştı. Ve herkes, biz Türklerle bile İngilizce konuşuyordu.
Yavru vatanımızdan ana vatanımıza geri döndük. Bir İngiliz kadını olan Kate Clow’un yazdığı kitap vasıtasıyla dünyaya tanıttığı rotalara uyarak Likya Yolu’nda 4 günlük doğa yürüyüşünde bulunduk. Ama yine, ben yavru vatanımız Kıbrıs’taki gibi ana vatanımız Türkiye’de değil idim. Gezdiğim bütün yerlerdeki isimler yabancıydı. Kaldığım pansiyon isimlerinden Kaş çevresinde bulunan bütün mağaza, dükkân, bakkal, pastane, lokanta, oteller ve her şey yine Kıbrıs’ta olduğu gibi yabancı bir dille adlandırılmıştı.
Buradan Ankara’ya döndük. Türkiye Cumhuriyeti’nin başkentine. Bahçelievler eski 7. Cadde’de bir gezinti yaptım. Yine ben, aynı Kıbrıs, Likya Yolu’nda olduğu gibi yabancı bir ülkedeydim. Aynı Kıbrıs ve Kaş çevresinde bulunan bütün mağaza, dükkân, bakkal, pastane, lokanta, oteller gibi, yine her şey yabancı bir dille adlandırılmıştı. Sadece bu yer isimleri değil, insanlarımız bile yabancı görünümlü kıyafetler içindeydi.
Son olarak Kurtuluş Savaşımızın en çetin geçtiği, 1200 mevcutlu tümenden 700 şehit vererek toprağa karışan şehit dedelerimizin bulunduğu bir tepe olan Polatlı-Karatepe’ye tarihi bir inceleme ziyaretinde bulundum.
Ve burada, şehit kanlarıyla sulanmış elime aldığım her kutsal toprak parçasında vatanımın bu sefer maddi olarak değil ama kültürel olarak işgal edildiğini, şehitlerimizin ruhları tarafından söylendiğini içimde hissettim.
Azerbaycan’a 2 ve 6 Ekim 2024 tarihlerinde toplam 4 gece 5 gün süren bir gezi gerçekleştirdik. Bu gezide Azerbaycan’ın Bakü, Gence ve Şeki bölgelerindeki kültürel yerleri ziyaret ettik.
Tüm gezi boyunca 2012 yılında Türkiye’de ilk kez bulunarak, Türkiye’de 6 ay eğitim alarak ayrılan bir Azerbaycanlı öğrencinin kendisine yaptığımız ankette, biz Türkiye’deki Türklere kültürümüz, adet ve geleneklerimiz ile ilgili düşüncelerini samimiyetle yazarak aktarmasını hep düşündüm. Azerbaycanlı öğrenci anket formuna bize şunları yazmıştı:
“Biz Azerbaycan ve siz Türkiye, hepimiz Müslümanız ve Türk’üz. Yaşam, inanç, kültür hemen hemen aynı. Düşünüyorum ki, biz Azerbaycan halkı olarak yıllarca Rusların kontrolünde kaldığımız halde, biz adet ve geleneklerimize siz Türkiye’de yaşayan Türklerden daha bağlıyız. Siz hep Avrupa’ya ve Amerika’ya benzemeye çalışıyorsunuz. Bırakın onlar size benzesin. Sizin geleneğinize saygı duysunlar.”
İşte gezi boyunca Azerbaycan’ı ve kültürünü yakından görünce, Azerbaycanlı öğrencinin büyük oranda haklı olduğunu anladım. Ancak biz, Türkiye’nin ve Türk halkının Avrupa’dan çok, özellikle Amerika’nın kültürel işgaline uğradığını daha iyi fark ettim.
Türkiye’de ve Kıbrıs’ta ortak eğlence mekânlarında ağırlıklı olarak yabancı müzikler çalarken, Azerbaycan’da ortak eğlence yerlerinde ağırlıklı olarak millî şarkılar ve türküler çalınmaktaydı. Unutulmamalıdır ki, dil sadece üzerinde kelimeleri taşımaz; dil, kendisini kullanan milletin kültürünü ve geleneklerini de üzerinde taşır ve aynı dili kullananlara aktarır.
Atatürk’ten sonra Batı ve özellikle Amerikan hayranlığı giderek yaygınlaşmıştır. Eğitim sistemi, medya ve kültür politikaları yeni nesilde millî kültürden uzaklaşmalara sebep olmuştur. Yabancı dille öğretim yapan orta dereceli okullar ve üniversitelerde millî kimliğin en önemli unsuru olan Türkçe, özellikle İngilizce’nin istilasına uğramıştır. Türk dili ve kültürü; basın, radyo, televizyon sayesinde giderek yozlaşmıştır. Kendi geçmişimden bu konuda bir örnek verecek olursam; sırf İngilizce’yi biz öğrencilere daha iyi öğretebilmek için bize ortak mekânlarda dinletilen yabancı şarkılar sebebiyle, kendi halk ve sanat müziğimize bir Türkiye’de yaşayan bir Türk olarak şu anda ne kadar uzak olduğumu görmekten şimdi büyük üzüntü duymaktayım.
Kısaca; Batı ve özellikle Amerika tarafından Türkiye’deki Türk millî kültürü yıpratılmıştır. Azerbaycan, Kıbrıs, Likya Yolu, Ankara ve Karatepe’de yaşadıklarım ve gördüklerim bu sürecin aynen işlediğini bana ispat etti ve yıllardan beri beynimde yer alan kültür emperyalizmini yeniden sorgulamama imkân sağladı.
Emperyalizmin bir yöntemi olan kültür emperyalizmi, en basit tanımıyla bir ülkenin kendi kültürel değerlerini ve ideolojisini başka bir ülkenin halkına benimsetmesidir. Bu, uzun soluklu bir harekettir ve nesiller boyu sürer. Buradaki temel amaç, insanların örgütlenmelerini engellemek; geleceği ve geçmişi olmayan, sadece gününü yaşamayı amaçlayan insan tipi yaratmaktır. Bu insanlar, tepkileri ve zevkleri önceden öngörülebilen, dolayısıyla kontrol altında tutulabilen kitlelerdir. Bir ülkede resmî dilin yerine yabancı ülke dillerinin yaygın olarak kullanılması, kültür emperyalizminin sonucudur.
İngiliz dilbilimci Prof. David Crystal tarafından 2000 yılında basılmış “Dillerin Ölümü (Language Death)” isimli kitapta, bir dilin hayati tehlikeye girdiğini haber veren emarelerden, bir de yok olma yolunda geçirdiği üç aşamadan bahsedilmektedir.
Birinci evre: Yabancı hâkim gücün dilinin konuşulması için ağır baskısı vardır. Baskı tepeden aşağı teşvikler ve devletin kanunları yoluyla; aşağıdan yukarı halkta özenti ve moda yaratılarak olmaktadır.
İkinci evre: Çift dilli dönemdir. Ulusal dilin kullanım alanı azalmaktadır. Eğitim her düzeyde yabancı dilden yapılmaya başlanmış, her kesimden insanlar işi gücü bırakıp yabancı dili öğrenme yokuşuna sürülmüştür. Meslek, bilim yerine, hiç gereği olmayan yerlerde bile herkes yabancı dil sınavına girmekle meşguldür.
Üçüncü evre: Gençler artık yabancı dili ulusal dilden daha iyi bilmektedir. Velilerle çocuklar kendi dillerinde konuşamaz duruma gelmiş, bir nesil sonra çift dillilik de kalmamış ve ulusal dilin yerini yabancının dili almış olacaktır.
Ve şehit kanları dökerek maddi olarak ele geçirdiğimiz vatanımızın şimdi kültür emperyalizmiyle yeniden düşmanlarımız tarafından işgal edilmek istendiğini ve bunda büyük yol aldıklarını gördüm.
Millî geleneklerimizi ve kültürümüzü geleceğin nesillerine, yani gençlerimize etkili bir şekilde öğretebilmek ve bunları onların hayatlarının temel değerleri olarak yerleştirebilmek maksadıyla Türkiye’deki eğitim sistemimiz yeniden sorgulanmalı ve gerekli tüm tedbirler alınmalıdır. Bu konuda çok kapsamlı ve titiz bir çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır.
Sonuçta millet olarak sahip olduğumuz ve tarihten gelen millî dilimiz Türkçe başta olmak üzere geleneklerimiz, sanatımız, inançlarımız, yaşayış tarzımız, millî kültürümüzü oluşturur. Kültür, bir toplumu diğer toplumlardan ayıran ve o topluma ait özel bir yaşam tarzıdır. Kültürel yapının zayıflaması, millî kimliğin yitirilerek millî devletlerin yok olması sonucunu doğurur.