Sevgi YILDIRIM

Sevgi YILDIRIM

18 Aralık 2024 Çarşamba

    MAYA

    MAYA
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Efendim, hikâye şöyle:
    Vaktiyle bir padişah, huzurunda bulunan vezirleriyle hâl ve hareketlerde, tutum ve tavırlarda fıtratın mı yoksa terbiyenin mi etkili olduğu sorusuna cevap arıyormuş.

    Vezirlerden biri, fıtratın, dolayısıyla yaratılıştan gelen özelliklerin etkili olduğunu söylerken; diğeri terbiyenin, yani eğitimin daha etkili olduğunu iddia ediyormuş. Mecliste bu mesele tartışıldığı sırada sarayın tekir kedisi salona girmiş. Eğitimin etki ve önemini savunan vezir, aklına birden gelen parlak fikrin heyecanıyla söz alarak:

    “Padişahım, bana kırk gün müsaade edin; şu kediye misafirlere kahve ikram etmeyi öğreteyim,” demiş.

    Padişah, şaşırmakla birlikte vezirin teklifini kabul etmiş.

    Kırk günün sonunda iki vezir, misafirlerle birlikte padişahın huzurunda yeniden bir araya gelmişler. Herkes oturmuş, salona meraklı bir bekleyişin eşlik ettiği derin bir sessizlik çökmüş. Biraz sonra kapıda, kahve fincanlarının dizili olduğu tepsiyle kedi belirmiş. Mis gibi kahve kokusu salonu sarmış. Hikâye bu ya, kedi, arka ayaklarının üstünde kibar tavırlarla yürürken ön ayaklarıyla da zarifçe tepsiyi taşıyormuş.

    Kedi, misafirlere doğru yaklaşırken diğer vezir, avucunda tutmakta olduğu küçük fareyi ortaya bırakıvermiş. Fareyi gören kedi, bir anda tepsiyi fırlatıp farenin peşine düşmüş.

    Vezir de böylece, fıtratın nasıl baskın bir özellik olduğunu, ne yapılırsa yapılsın kişinin eninde sonunda “aslına rücu edeceğini” kendince ispatlamış.

    Kıssa böyle, hissesine gelirsek:
    Kişinin aslı neyse kendisi de odur, dersek çok mu keskin konuşmuş oluruz?

    Bilim, bugün merhametin, vefanın, insani vasıfların, çözüm üretme becerilerinin hatta travmaların genlerle nesilden nesile aktarıldığını kabul ediyor. İyi özelliklerimiz yanında kötü özelliklerimizin de bize kodlandığını söyleyebiliriz.

    Türkülerimizde güzel bir kızı tanımak isteyen âşıkların “Sordum aslın nereli?” demesi; “Mayası bozuk” deyimi; “Asil azmaz, bal kokmaz.” atasözü hep soy bağının tesirine olan inancımızdan değil mi? “Katranı kaynatsan olur mu şeker? Cinsini sevdiğim cinsine çeker.” atasözümüzü zikretmeden geçmeyelim. Bunun bir de farklı versiyonu var ki -bana sorarsanız halk arasında o daha makbul- onu burada “bip”leyerek geçiyor, aklınıza düşürmekle yetiniyorum.

    Dönelim mevzumuza:
    Aynı toprak, aynı hava, aynı su, karpuzu tatlı; biberi acı, eriği ekşi yapıyor. Demek ki neymiş? Tohum önemliymiş.

    Doğumumuzla beraberimizde getirdiğimiz özelliklerimiz, hayatımız boyunca etkili. Duygularımız, düşüncelerimiz, mücadele azmimiz, olaylara bakış açımız, davranış tarzımız hep fıtratımızda taşıdığımız özelliklerle harmanlanıp ortaya çıkıyor. Öyleyse eşimizi, dostumuzu, arkadaşımızı; birlikte yol alacağımız, hayatımızın kesitlerini belki tamamını birlikte yaşayacağımız insanları seçerken aslına bakmamız lazım.

    Pazardan karpuz seçerken bile titizlenirken, insanları hayatımıza kolayca alıvermemiz affedilir hata mı?

    Peki ya kendi aslımız? Hamurumuz bin bir özellikle yoğurulmuş. İyilerin yanında kötü huylarımız da var. Hiçbirimiz yedi yunmuş bez, sütten çıkmış ak kaşık değiliz. Taşıdığımız kötü huylarla savaşıp, kendi mayamızla hamurumuzu yeniden yoğurabiliyor muyuz? Kendimize yeniden şekil verebiliyor muyuz?

    Yalnız bu işlem sırasında ortamın dingin ve temiz olmasına dikkat! Ayna nöronlar var zira. Hani “Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan…”, “Körle yatan şaşı kalkar.”, “Deli ile çıkma yola, başına getirir bir sürü bela.”, “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.” demiş ya atalarımız, işte hep bu ayna nöronların marifeti bunlar.

    Bol deyimli, atasözlü bir yazı oldu, farkındayım. Bitiriyorum:
    Hamurunu kan ter içinde yeniden yoğurmaya çalışan, nefsiyle cebelleşen, taşıdığı kötü huylardan kurtulmaya çalışan, ne olduğunun veya olmadığının farkına varan, tırtıldan kelebeğe dönme evresinin mücadelesini veren, yeniden doğma sürecinin sancısını çeken, iç huzursuzluğu yaşayan, kim olduğunu sorgulayan ve şu hayatta belki en çok da kendisiyle savaşan herkesi saygıyla selamlıyor; büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öpüyor, sıradaki şarkıyı evvela kendime, sonra yeniden, yeniden, yeniden doğmaya çalışan herkese hediye ediyorum.

    Levent Yüksel’den gelsin: Yeniden Başla!

    Sevgi Yıldırım