Dr. Selim GÜNAY

Dr. Selim GÜNAY

23 Kasım 2025 Pazar

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    Pazartesi Notları

    Pazartesi Notları
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Değerli okuyucularım, sizlerle beraber Tercüman Gazetesi’nde 1 yılı geride bıraktık. Yazılarımıza başlarken, doğru bildiğimiz ne varsa onu yazacağımızı, delili ve ispatı olmayan hiçbir şeyi gündeme getirmeyeceğimizi özellikle belirtmiştik. Herhangi bir ideolojinin sesi olmadan, siyasi polemiklerden uzak ve olabildiğince tarafsız bir şekilde olayları ve yaşananları bir sene boyunca her pazartesi bu köşeden sizlere aktardık.

    Bir yandan toplumu derinden sarsan olaylara dair düşüncelerimizi gündeme getirirken, diğer yandan toplum olarak bir arada olmamızı sağlayan ve sevincimizi beraber coşkuyla paylaştığımız güzel anlardan söz ettik.

    Kısacası, geçen bir yıl içerisinde beraber sevindiğimiz ve üzüldüğümüz birçok konuya hep beraber değindik ve dilimizin döndüğünce sizlerle paylaştık. Bundan sonraki süreçte de aynı ilke ve prensipler çerçevesinde sizlerle beraber olmaya devam edeceğiz.

    Bu hafta sizlere muasır medeniyetler seviyesine ulaşmamızda ve geleceğimizi şekillendirmede temel olan eğitim sistemine değinerek Köy Enstitüleri’nin önemine vurgu yapacağız.

    Bir Aydınlanma Projesi: Köy Enstitüleri

    Kurtuluş Savaşı’ndan sonra halkın %80’inin kırsal kesimde yaşadığı ve toplumda okuma yazma oranının sadece %5 olduğu yıllardı. Halkın kırsal kesimde köy ağalarının emrinde ırgatlık yaparak ağaların mutluluğu ve refahı için ömürlerini harcadığı zamanlar.

    Kurtuluş mücadelesinin devam ettiği yıllarda bile eğitime ve toplumsal kalkınmaya önem veren Mustafa Kemal Atatürk, 15 Temmuz 1921 tarihinde Maarif (Eğitim) Kongresi’ni toplamış ve ülkenin kalkınmasında eğitimin önemine vurgu yapmıştı.

    Atatürk’ün talimatı ile 1924 yılında Amerikalı filozof ve eğitim kuramcısı John Dewey ülkeye davet edilir ve kendisinden Türkiye’nin kalkınması için eğitim alanında bir rapor hazırlaması istenir.

    “Okul, hayata hazırlık değil, hayatın kendisidir” diyen John Dewey, bir çocuğun hayata dair tüm öğreneceklerini okulda öğrenmesinin önemine vurgu yaparak, işe yaramayacak bilgilerle müfredatın meşgul edilememesine inanan, bugün bile fikirlerinden istifade edilen ünlü bir eğitim kuramcısıydı.

    Eğitimde uygulamaya ağırlık vererek “yaparak yaşayarak öğrenme” modelini savunan Dewey, tüm Türkiye’yi gezerek ülkesine döner ve Türkiye için bir eğitim raporu hazırlar. Rapor; Program, Maarif Vekilliği Teşkilatı (Milli Eğitim Bakanlığı teşkilat yapısı), Muallimlerin Yetiştirilmesi ve Terfihi (öğretmenlerin yetiştirilmesi ve terfii), Muallimlerin Yetiştirilmesi (öğretmenlerin yetiştirilmesi), Mektep Sistemi (okul sistemi), Sıhhat ve Hıfzıssıhha (sağlığın korunması), Mektep İnzibatı (okul güvenliği), Muhtelif Mevat (sahipsiz araziler) içeren 8 başlıktan oluşmaktaydı.

    Mustafa Kemal Atatürk’ün maalesef 1938 yılında hayatını kaybetmesiyle bu proje sekteye uğrasa da, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Atatürk’ün üzerinde büyük emekleri olan projeyi hayata geçirmek üzere çalışmalara başladı.

    Elverişli tarım arazilerinin olduğu, şehir merkezlerine uzak ama tren ile ulaşımın sağlanabileceği 21 bölge seçilerek, buralarda köy enstitülerinin açılması için çalışmalar tamamlanarak 7 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile öğretmen yetiştirmek üzere Köy Enstitüleri resmen kurulmuş oldu.

    Köy Enstitüleri’nde mezun olan öğretmenler köylerine gidecek, toprak ağalarının emrinde ve hizmetinde çalışan insanlara eğitim verecek ve bir aydınlanma döneminin başlangıcı olacaktı.

    Okulda derslerin sadece %50’lik bölümünü temel eğitimin oluşturduğu, geri kalan kısmının ise uygulamadan oluştuğu bir eğitim sistemi vardı. Öğrencilerin tarım arazilerinde ekip biçmeyi öğrendiği, kendi ürettikleri buğdaydan ekmek yaparak kendi ihtiyaçlarını gideren bir yapı vardı okullarda.

    Âşık Veysel’in müzik derslerinde saz çalmayı öğrettiği, dünya klasiklerinin Türkçe’ye çevrilerek her bir öğrencinin mezun olmak için dünya klasiklerinden 25 eseri okumasının mecburi olduğu, Anadolu’da ilk amfinin yapıldığı ve Mozart’ın eserlerinin sergilendiği bir eğitim sistemi hayata geçmişti.

    Cumartesi günleri serbest kürsü geleneğinin olduğu ve herkesin özgürce düşüncelerini dile getirdiği bir gelenek vardı köy enstitülerinde. Bir rivayete göre, okulu gezmeye gelen dönemin Cumhurbaşkanı’na o günkü menüde olan yemeklerden farklı bir yemek verilmesi, öğrenciler arasında huzursuzluk çıkarmış ve ilk cumartesi günü kürsüye çıkan bir öğrenci, “Hani bu ülkede herkes eşitti, ayrıcalık yoktu, cumhurbaşkanına neden bizden ayrı yemek verdiniz?” diye serzenişte ve eleştiride bulunmuş, bunun üzerine okul müdürü kürsüye gelerek cumhurbaşkanına şeker hastası olduğu için mecburen farklı bir yemek verdiklerini belirtip açıklama yapmak zorunda kalmıştı.

    Köy enstitülerinin açılmasından 5 yıl sonra tekrardan Türkiye’ye gelen ve okulları yerinde inceleyen Dewey, gördükleri karşısında son derece memnun olmuş ve “İşte benim hayalimdeki eğitim sistemi” demiştir. Dünyada verdiği konferanslarda köy enstitüleri ile ilgili övgü dolu sözler söyleyen ve örnek gösteren Dewey’in düşünceleri hâlâ günümüzde etkilerini sürdürmektedir.

    Köy enstitülerinde eğitim gören öğrenciler, kendi okullarını inşa ederek iyi bir inşaat ustası, iyi bir marangoz, iyi bir aşçı olarak kendilerini yetiştirmiş ve toplumun aydınlanmasına katkı sağlamak üzere görev yerlerine dağılmışlardı.

    Köy enstitüsü mezunu öğretmenlerin görevlerine başlayarak bireysel gelişimlerinin yanında halkın da yavaş yavaş aydınlanmaya başlaması, toprak ağalarının hoşuna gitmemiş, ilk defa verilen talimatları sorgulayan bir toplumla karşı karşıya kalmışlardı.

    Açık kaynaklarda geçen bilgilere göre, siyaset üzerinde büyük etkileri olan toprak sahipleri nüfuzlarını kullanmaya başlamış ve köy enstitülerinin kapatılması için siyasi baskı yapmaya başlamışlardı. Aynı anda Rusya’nın bazı doğu illerimiz üzerinde hak iddia etmesi üzerine, dönemin cumhurbaşkanının Amerika Birleşik Devletleri’nden Rusya’ya karşı yardım istemesi üzerine, ABD’nin dönemin yetkililerinden yardım etme karşılığında tek isteğinin Köy Enstitüleri’nin kapatılması olduğu şeklinde açık kaynaklarda geçer. Yazılanlar ve anlatılanlara göre, köy enstitüleri hem iç siyasi çıkarlara hem de küresel güçlerin isteği üzerine 27 Ocak 1954 tarihinde kapatıldı.

    Mustafa Kemal Atatürk’ün tavsiye ettiği “Beyaz Zambaklar Ülkesi” isimli kitap ve bugün gıpta ederek baktığımız Finlandiya eğitim sisteminin kökenlerinin Köy Enstitüleri’ne dayandığını, aynı sistemin uygulandığını hatırlatmak isterim.

    Her bir öğrencinin dünya klasiklerinden 25 kitap okuduğu, mezun olmak için en az 1 enstrüman çalmanın zorunlu olduğu, Mozart’ın eserlerinin sergilendiği ve Âşık Veysel’in müzik dersine girdiği, kendi buğdayını yetiştirip ekmeğini yapan, giyeceği kıyafeti diken ve eğitim alacağı okulları inşa eden öğrenci grubundan,

    Elinden tablet düşmeyen, araştırma yapmaktan ve fikir yürütmekten aciz, cenazede ağlamasını düğünde oynamasını bilmeyen bir öğrenci grubuna evrildik.

    Bugün bir Finlandiya olma şansımız varken, maalesef Finlandiya’ya gıpta ile bakan bir devlet olmayı tercih ettik.

    Hani diyoruz ya, nereden nereye…

    Keyifli okumalar, mutlu haftalar.

    Selim Günay