Şahin Doğan

Şahin Doğan

27 Kasım 2025 Perşembe

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    DİNDARLIĞIN ATATÜRK İLE İMTİHANI

    DİNDARLIĞIN ATATÜRK İLE İMTİHANI
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Atatürk bir put değildi ama bir deccal da değildi. Bazıları senelerce put muamelesi yaptı, bazıları da deccal muamelesi. Biri ifrat, diğeri tefrit idi. Atatürk, hatasıyla sevabıyla büyük bir devlet adamıydı. Bu noktada anlaşabilirsek sorun çözülür. Ama iki tarafın fanatik vaziyeti dikkate alınınca bu mümkün gibi görünmüyor maalesef! Biri “illa seveceksin” diyor, diğeri “illa nefret edeceksin” diyor. Anıtkabir’de insan seli… Bütün bu insanların hepsi aldanmış ve aldatılmış olabilir miydi? Çoğunluk, hakikatin ölçüsü değil elbette. O dönemle ilgili gerçekleri hiçbir zaman bilemeyeceğiz belki.

    Bir tarafta Dersim, Zilan, İstiklal Mahkemeleri gibi facialar geliyor aklıma. Bunları yapmak zorunda kalmadan bir ulus devlet inşa etmenin imkânı var mıydı? Daha doğrusu o konjonktürde ulus devlet dışında başka rasyonel ve sahici bir seçenek var mıydı? Zulüm yapmadan, zulme bulaşmadan bir devleti kurmak ve idare etmek kabil mi? Dört Halife devri dahil, bunlar olmadan kurulmuş ve yönetilmiş bir devlet var mı tarihte?

    Yaklaşık yirmi dört yıllık İslamcı ve muhafazakâr bir iktidar tecrübesinden sonra insanların çoğunda Atatürk’e doğru bir rücu, bir teveccüh var. Neden acaba?

    Bu topraklarda İslamcılığın ve muhafazakârlığın gelebildiği ve ulaşabildiği son durak: Atatürkçülük. İyi, güzel de bu kadar hengâme ve tantanaya ne lüzum vardı? Hengâme ve tantanadan muradım, yıllardır dinlemeye alışık olduğumuz cafcaflı İslamcı ve muhafazakâr hikâye. Bunun belki bazı mûcip nedenleri var. İslamcılığın muhalefette iken söyledikleri ile iktidar olunca yaptıkları birbirine tamamen ters düştü. Bu, bir kasıttan ziyade bir zorunluluk. Daha doğrusu, iktidar olmanın tabiatı.

    Atatürk’ün din ile ilişkisini, kişisel zaaflarını, siyasal pragmatizmini, iktidar olunca uyguladığı meş’um istibdadı haklı olarak eleştirebiliriz. Ama getirdiği sistemi eleştirebilecek bir akl-ı selim yok sanırım: Cumhuriyet, seçim, siyasal çoğulculuk, parlamenter sistem, güçler ayrılığı, iktisadi kalkınma teşebbüsü, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi, Batı dünyası ile entegrasyon çabaları… Belki de Fazlurrahman, Yaşar Nuri, İslamoğlu, Cündioğlu, Mustafa Öztürk, Taslaman gibilerinin bazı Atatürk methiyelerine bu cihetten bakmak icap eder.

    Şu an devleti mevcut cemaat ve tarikatların ellerine verin, hiçbiri mâkul bir sistemde anlaşamaz. Kaldı ki tekfir ve kaos alıp götürür başını. Kabul edelim ki biz İslamcılar ve muhafazakârlar sınıfta kaldık. Söylemimiz güzeldi ama onu eyleme geçiremedik. Bundan sonra başarabilir miyiz, ümidim kavi değil.

    Cumhuriyet kurulduğundan bu yana biz dindarlar ile inkılaplar arasında bir mesafe, bir sürtüşme, bir itişme, bir uyumsuzluk var sanki. Biz dindarlar ve muhafazakârlar inkılapları bir türlü hazmedemedik, benimsemedik. –Ama nedense her defasında nimetlerinden sonuna kadar faydalanmayı ihmal etmedik– Bu duyguyu besleyen bazı tarihsel nedenler var elbette. Ama bunu çözülmesi imkânsız bir kan davası hâline getirmek ne kadar doğru?

    Bugün Ortadoğu denen bataklık içinde –en azından fiilen– bulunmayışımızın nedeni inkılaplar belki de. İnkılaplar biraz daha şefkatli yapılabilirdi. Ama kanser olmuş bir hastaya aspirin vermenin hiçbir faydası yok. Böyle diyor bir aydınımız.

    Toplum gerçekten de o zamanlar kanser hastası gibi ağır bir durumda mıydı? Yani inkılaplar kemoterapi miydi? Bilmiyorum. Paradigmanın İflası yazarı Fikret Başkaya ve Yanlış Cumhuriyet yazarı Sevan Nişanyan, inkâr edilmesi güç çok daha farklı şeyler söylüyor.

    Kendi adıma duygusal ve kültürel olarak Atatürk’ü hâlâ sevmiyorum. Ama sevmeme nedenlerimi tam olarak açıklayamıyorum. İçki içmesi, dindar olmaması hatta ateist olması belki de… Ama bütün bunlar kişisel bir tercih meselesi. Rasyonel olarak baktığımda Atatürk’ün bir devlet adamı, asker ve lider olarak takdir edilecek, baş tacı edilecek çok özelliği var. Benim ve benim gibi olanların esas sorunu, meseleye rasyonel olarak bakamaması.

    Mesela Atatürk’ü en amansız şekilde eleştiren Said Nursi ve Mustafa Sabri Efendi gibi meşhur bazı ulema o zaman devletin yönetiminde bulunsaydı, o dönemin şartları içerisinde devleti nasıl idare edeceklerdi? Merak ediyorum doğrusu. Muhalefette iken her şeyi söylemek kolay… Asıl olan, iktidar olduktan sonra yaptıklarımız / yapabildiklerimiz.