Resul Mirhaşimli

Resul Mirhaşimli

02 Ekim 2025 Perşembe

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    Maddiyat Yarışı ve İnsan Ruhunun Yorgunluğu

    Maddiyat Yarışı ve İnsan Ruhunun Yorgunluğu
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Zaman geçtikçe toplumlar değişiyor, teknoloji gelişiyor, imkânlar artıyor. Ancak bu ilerlemeyle birlikte insan ruhunda derin bir boşluk, huzursuzluk ve yorgunluk da kendini hissettirmeye başlıyor. Beklentiler büyüdükçe, yaşamlar da daha karmaşık ve huzursuz hale geliyor. Geçmiş ile bugün arasındaki farklar yalnızca maddi değil; manevi, psikolojik ve ahlaki boyutlarda da derin izler bırakıyor.

    Bir zamanlar insanlar aynı sofrada toplanır, bir lokma ekmeği paylaşmaktan mutluluk duyar, komşusunun halini sormayı insani ve dini bir görev bilirdi. Azla yetinmek, hayatın sadeliğinde güzellik bulmak en büyük zenginlik sayılırdı. Paylaşmak bir yük değil, gönül işiydi. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır” sözü yalnızca bir atasözü değil; yaşanan bir değerin ifadesiydi.

    İslam dini de bu birlik ve dayanışma ruhunu güçlü bir şekilde teşvik eder. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” Bu ifade sadece maddi yardımı değil; insanın manevi sorumluluğunu da dile getirir. Geçmişte bu düşünceyle insanlar birbirine karşı daha merhametli, daha anlayışlıydı.

    Fakat zamanla her şey değişti. Teknoloji, reklamlar, sosyal medya ve küreselleşen dünya, insanın ihtiyaç anlayışını dönüştürdü. Artık gerçek ihtiyaçlar yerini yapay arzulara ve sosyal baskılara bıraktı. Eskiden bir ev ve bir ekmekle yetinen insan, bugün marka kıyafet, son model telefon, lüks otomobil ve yüksek statü arayışı içinde. Bu da insanlarda sürekli bir eksiklik ve tatminsizlik hissi doğuruyor.

    Psikolojik açıdan bakıldığında, bu bitmek bilmeyen yarış ve kıyaslama hali, insanın iç huzurunu zedeliyor. Kişi kendini sürekli başkalarıyla karşılaştırıyor; eksik, yetersiz ve başarısız hissediyor. Sonuç olarak depresyon, kıskançlık, tatminsizlik ve hayattan bezmişlik gibi sorunlar gün geçtikçe yaygınlaşıyor.

    Oysa din, dünyayı bir amaç değil, bir araç olarak görmemizi ister. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur:

    “(Ey insanlar!) Bilin ki, dünya hayatı oyun, eğlence, süs, aranızda övünme ve mal ile evlat çoğaltma yarışıdır…” (Hadîd Suresi, 20. Ayet)

    Dini değerler bize öğretir ki; hayatın asıl amacı nefsi doyurmak değil, güzel ahlakla, merhametle ve dürüstlükle yaşamaktır. Bu değerler unutuldukça, insan manevi dayanaklarını kaybeder ve yaşamın anlamını yalnızca maddiyatta aramaya başlar.

    Geçmişte insanlar daha az imkânla daha çok mutluydu; çünkü mutluluğun ölçüsü sahip olmak değil, paylaşmaktı. Bugün ise bolluk içinde manevi bir yoksulluk yaşanıyor. Her şeye sahip olan ama hiçbir şeye razı olmayan bir nesil yetişiyor.

    Bu yüzden insanlık olarak yeniden sadeliğe, aza kanaate, karşılıksız paylaşmaya ve gerçek manevi değerlere dönüş yapmamız gerekiyor. Çünkü dünya malı bir gün biter; ama bir insanın kalbinde bıraktığımız güzel bir iz, sonsuza kadar yaşar.

    Geçmişin insanı mutluluğu sade bir yaşamda, aile bağlarında ve dostlukta buluyordu. Bir lokma ekmeği paylaşmak, komşunun kapısını çalmak, hâl hatır sormak onların hayat felsefesiydi. Bugün ise ihtiyaçlar yapay şekilde artırılıyor, mutluluk yalnızca maddiyata bağlanıyor. Sosyal medya ve reklamlar, insanlara sürekli daha fazlasına ihtiyaç duydukları hissini veriyor. Bu da ruhsal dengemizi bozuyor, iç dünyamızı kurutuyor.

    Sonuçta, “mükemmel hayat” hayaliyle koşan ama asla varamayan yorgun toplumlar oluşuyor. Daha fazla stres, yalnızlık ve içsel boşlukla baş etmeye çalışan bireyler her geçen gün çoğalıyor.

    Oysa insan, sade yaşamayı, aza razı olmayı, sevgiyle paylaşmayı yeniden öğrenmeli. Teknolojik gelişmeler hayatımızın bir gerçeği olabilir; ancak bu ilerlemeye manevi değerlerimizi kurban etmeden ayak uydurmayı başarmalıyız.

    Çünkü ne kadar çok mala sahip olsak da, ne kadar yükseklere çıksak da, insan kalbi gerçek sevgi, merhamet ve huzuru bulmadıkça; hakiki mutluluğu hiçbir zaman tadamayacaktır.