Özlem Çallı Bozkuş

Özlem Çallı Bozkuş

04 Aralık 2025 Perşembe

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    ENGELSİZ ÖZGÜRLER

    ENGELSİZ ÖZGÜRLER
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Adamın biri, ilk defa gittiği küçük bir kasabada şaşkın şaşkın gezindikten sonra, yol kenarında duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa:

    “Buraların yabancısıyım. Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler.” demiş.

    Çocuk, arabanın penceresini iyice açtıktan sonra:

    “Ben de buraya ilk defa geliyorum. Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde.” demiş.

    Adam, çocuğun da yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez. Çocuk: “Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz?” diye gülümsemiş. “Kuş cıvıltıları da oradan geliyor zaten.”

    “İyi ama…” demiş adam, “Bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malum?”

    “Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez.” diye atılmış çocuk. “Üstelik manolyalar da katılıyor onlara. Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu duyacaksınız.”

    Adam, gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan sonra, cebinden bir kâğıt para çıkartıp teşekkür ederken fark etmiş onun kör olduğunu.

    Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden, adamın durumunu fark ettiğini anlamış. Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken:

    “Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, görmeyi o kadar çok özledim ki… Sizinkiler sağlam, öyle değil mi?”

    Adam, çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına yönelirken:

    “Artık emin değilim.” demiş. “Emin olduğum tek şey, benden iyi gördüğündür.”

    Bu tabii ki, belki de empatinin yüksek olduğu bir anekdot. Fakat çoğu zaman toplumdaki “özel insanlara” bakış açısı bundan çok farklı. Özel çocuklu ailelerin okul telaşları, çocuk parkında yaşadıkları, bir mağazaya girdiklerinde yaşadıkları hep farklıdır.

    Bazen sanki bir uzaylı görmüşçesine, etraftaki insanların çocuklarına bakışları farklıdır. “Ay yazık, neyi var?” diye sorarlar. Sanki, anne çocuğunun durumundan bihaber gibi. “Acaba, bir doktora mı götürseniz?” derler, sanki anne-babanın götürmedikleri doktor kalmamış gibi.

    Gün gelir, çocuğun okul zamanı gelir, diğer veliler “o çocuğu” istemez, sırf engelli olduğu için. Okul yönetimi ile savaşlar başlar, diğer velilerin “o çocuğu” uzaklaştırmak için başlattıkları imza kampanyaları da… Olur mu, olur. “Öteki”ye karşı o kadar çok önyargılı insan var ki…

    O anne-baba, çocuğunun başını bir kez dik tutmasına, çatalı eline alıp yemek yemesine tüm dünyayı vermeye hazırken, bir de “sözde sağlıklı” çevre ile uğraşmak zorunda kalırlar. Çevrenin çoğu zaman kimliği fiziksel olarak sağlıklı, tinen perişandır. Öteki olarak görülen hiçbir özne olmamalıdır!

    Halbuki insanların fiziksel veya zihinsel yetersizlikleri olabilir. Hiç kimsenin, iki dakika sonra bir araba tarafından çarpılıp ya da bir felç geçirip bu durumla karşı karşıya kalmayacağının bir garantisi yoktur. Bunun bir an meselesi olduğunu akıllarına getirmezler.

    Hal böyleyken, insanlar kendilerinin bu derece yakın olduğu bir meseleye biraz empatiyle yaklaşmalıdır. Ailelerin yaşadığı şükür, isyan; bazen tek kalmışlık ruh hallerine biraz daha yaklaşmak gerekiyor belki de.

    Bizden olmayana hep oynadığımız “üç maymun” oyunu oynanmamalı. Hatta tam tersi; “Gör! Konuş! Duy!” olmalı bakış açısı. Bunu da onlar gibi bir hayat yaşamaktan korktuğumuz için değil, sadece “insan” olduğumuz için destek olmamız gerektiğini düşünmeliyiz.

    Özel bir insan, özel bir çocuk 24 saat boyunca engelliliğini düşünerek yaşamaz. Ona bu durumda olduğunu hatırlatan tek şey, günlük yaşamında karşılaştığı fiziksel ve sosyal olumsuzlukların yanı sıra insanların sergilediği ayrımcı ve önyargılı davranışlardır.

    Dolayısıyla yaşanan sorunların önemli bir bölümü, insanın kendisinde var olan bir özürden değil, başkaları tarafından yaratılan engellerden kaynaklanmaktadır.

    Bugün, 3 Aralık, kutlanması gereken bir gün değildir!