
04 Aralık 2025 Perşembe

Tercüman Gazetesi

EVLİLİKTE YALAN: GERÇEĞİ DEĞİL, İLETİŞİMİ KAYBETMENİN SESSİZ ÇIĞLIĞI

ZÜLFÜ YARE DOKUNMAK: YİTİRDİKLERİMİZ

"Halka Aşkla Hizmetin Adı: Arapgir Modeli" Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu ile Röportaj

KUŞLAR YAĞMURDA DA UÇAR

DURUŞ

İNSANLARA RAĞMEN, İNSANLIK İÇİN

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE (ÇAĞRI)

Neden İznik?…

BİR DAMLA KAN, BİN BİR ENDİŞE

Bilgi ve Adalet

KADINIM HAKLARIM VAR

AYNADAKİ LEKE

KAN BAĞIŞI: BİR YAŞAMIN KIRILMA NOKTASINDAKİ KÜÇÜK BİR MUCİZEDİR

SALEBE’NİN HİKÂYESİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Ne Bu Dünyada Ne De Öteki Dünyada

FATİH'İN VE ATATÜRK'ÜN İZİN VERMEDİĞİ PAPA'YA NEDEN İZİN VERİLİYOR?

VAZO ÖNÜNDE SATILAN ÜRÜNLER SAĞLIKLI MI?

BU DÖNER BAŞKA DÖNER… KİME DÖNER?

ÜÇ SIFIRIN ADALETİ, BİR İNSANIN VİCDANI: Prof. Dr. Ayten Erdoğan Meselesi

YOK DEVE

Milletin Vekili Olmak Cesaret İster

ADIM ADIM İLERLİYOR KÖTÜLÜK

ENGELSİZ ÖZGÜRLER

DİNDARLIK VE AYDINLIK

EĞİTİMDE SOSYAL ADALET

HAK ARAMAK HAKKIMIZ MI?

İNSANLARIN EN İYİ İLACI

GÖNÜLLERİN ANAHTARI; EMPATİ

EVLAD-I FATİHAN ve SELANİKLİ MUSTAFA

Ticareti “Franchise’laştıran AKP

Toplumları ve sistemleri inançları ve bilimle dizginleyebilir, geliştirebilir ve yön verebilirsiniz. Din ve bilim otoriteden bağımsız olmadığı sürece sürekli zararı görülür ve sonunda ne dinin ne din adamının ne bilimin ne de bilim adamının itibarı kalır.
Din ve bilim toplumların ve yönetimlerin dış değerlendirme kılavuzu olarak değerlendirilmezse her toplum kendi kutsal kitabını kendi yazar, her yönetim bilimi toplum ya da insanlık için değil kendi çıkarları için kullanır.
Din ve bilim otoriteden bağımsız olmalıdır. Ne kadar bağımsızlık o kadar özgürlük demektir. Ne kadar özgürlük o kadar objektif eleştiri demektir. Ne kadar objektif eleştiri o kadar yeni fikir, o kadar az problem demektir.
Gerçekten geleceğini düşünen bir sistem kendinin “bir de dışarıdan nasıl görünüyorum” şeklinde objektif kriterler çerçevesinde dış değerlendirmeler yaptırır. Kalite Yönetim Sistemlerinde (İSO 9001) böyle bir değerlendirme zorunludur. Kendi kendinizi aklamanızla alkışlamalarınızla övünmelerinizle bir yere kadar sisteminizi götürür sonra batarsınız. Kurumlar kuruluşlar sistemlerinin geleceklerini planlarken bunu çoğu dış değerlendirme raporlarına bakarak yaparlar.
Biraz daha netleştirecek olursak, mesela bir şirketiniz var. Şirketinizle hiçbir bağı bulunmayan alanında uzman bir muhasebeci veya mali müşavirle anlaştınız ve dış değerlendirme yapmasını istediniz. Çünkü içerde kendi kendinize yaptığınız değerlendirmeler objektif olmayabilir. İçerde bazı yöneticiler veya çalışanlar artık bulunduğu noktada iyice kurt olmuşlardır ve sizi hissetmeyeceğiniz şekilde tırtıklıyorlar. Dış değerlendirme uzmanı incelemelerini yaptı, bir de baktı ki sizin 10 yıllık Muhasebeciniz birçok kalemden kendine pay çıkarıyormuş. Adam 10 senede 5 daire almış biri yazlık. Lüks arabalar tatiller falan, siz de “bu adam bu maaşla bunları nasıl yapıyor” diye düşünüyordunuz. Sonra Satın Alma müdürünüz de aynı çıkmaz mı! Adam tüm alımlardan elden yüzde iki komisyon alıyormuş meğer. Bunun gibi, kuruluşunuzu bağımsız dış değerlendirmelere tabi tutmazsanız içerde herkes kendi çalar kendi oynar. Kaçağın nerede olduğunu bulamazsınız. O yüzden akıllı bir lider veya yönetim kendinin her zaman dışardan nasıl göründüğünü analiz ettirmelidir hatta rakiplerinin bile nasıl baktığını analiz ettirmelidir. Din ve bilim işte buradaki dış değerlendirme gibidir. Tabi sizden bağımsız ve özgür olursa. Buradaki dış değerlendirme uzmanının kişisel yaşamını, huylarını, geleneklerini, dünya görüşünü sorgular mısınız? Tabi ki hayır. Siz onun ne kadar iyi uzman olduğuna ve sizi en iyi şekilde objektif denetleme kabiliyetine bakarsınız. Hatta ciddiyeti bozacak lakaytça davranışlara, çay kahve muhabbetlerine bile girmezsiniz. Hatta hatta bazı kurumsal firmalar bir değil, bazen iki bazen üç dış değerlendirme bile yaptırabiliyorlar. Çünkü minimum hata maksimum verim politikaları ile uzunca yıllar yapılan yatırımın karşılığını almak istiyorlar.
Başka bir örnek verecek olursak. Mesela bazı kuruluşlar müşteri memnuniyetini, şikâyetlerini ve önerilerini ısrarla almak, öğrenmek veya ulaşmak ister. Çünkü müşteri onun velinimetidir. Gelecekte o müşterilerin onu bırakmaması için müşteri önerilerini, şikâyetlerini, taleplerini ve gelecekteki ihtiyaçlarını belirlemek zorundadır. Bunu yapmazsa bir başka kuruluş bunu yapar ve kuruluş kapıya kilidi vurur.
Peki müşterinin kriterleri nelerdir? Müşteri kaliteli bir kuruluştan iki şey bekler. Birincisi güven, ikincisi kalite. Yani birincisi inanç, ikincisi bilim. Siz bilimle müşterinin kalite ihtiyacını belirler ve onun ihtiyaçlarına göre üretimlerinizi veya işlerinizi yaparsınız. Fakat müşteri insandır. Beş duyu organının algıladığı duygulardan daha fazlasını algılar. Kibar davranmak zorundasınız, saygılı olmak zorundasınız, temiz hijyenik ve hassas davranmalısınız, kesinlikle enayi yerine koymamalı alay etmemeli ve küçümsememelisiniz. İşte bunlar müşterinin size inanmasını sağlar. Demek ki sadece kaliteli iş ve üretim yapmanız yeterli değil, aynı zamanda insanların duygularına da hitap etmeniz gerekiyor. Buraya kadar da kimsenin itiraz etmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü her gün hepimizin yaşadığı konular bunlar.
Toplum yönetimi de işte böyledir. Yönetenler insanların inanma duygularını da dikkate almalı ve onların belli düzeyde kaliteye ulaşmalarını da sağlamalıdırlar. Yönetenler insanlara hayvan muamelesi yapmamalıdır. Yaparlarsa bu sistemlerin problemsiz hiçbir zamanı olmaz. Belki de problemli olması istenen durumlar olabilir. İşin bu kısmı ayrı bir konu, bunu burada tartışmayacağız.
Neden bir müşterinin memnuniyeti yeterli değildir. Çünkü ne kadar çok müşteri değerlendirmesi o kadar objektif değerlendirme demektir. Tek başına inanç veya tek başına bilim de bugünkü anlamıyla objektif değerlendirme için yeterli değildir. O yüzden toplumlara, yönetenlere ve sistemlere geleceğin daha iyi planlanması adına mümkün olduğu kadar bağımsız gözlerle dış değerlendirmeler yapılmalıdır. Çünkü kişi kendi hatasını görmez misali içeriden yaptığınız tüm denetimler, tüm soruşturmalar, tüm değerlendirmeler objektif olmayacaktır.
Peki hedef nedir? Hedef iyi insan olma, iyi toplum olma ve iyi yönetim sistemidir. Zâriyât Suresi 56. ayeti mealinde Allah “Ben cinleri ve insanları ancak beni tanıyıp bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmaktadır. Bu da ancak iyi insan olma, iyi toplum olma ve iyi yönetim ile mümkün olabilir. Dolaysıyla din otoriteden bağımsız olması durumda insan, toplum ve yönetenler üzerinde objektif değerlendirmeler yapabilir. Din insana hırsızlığın, kul hakkının, rüşvetin, torpilin inançlı insanlara ne kadar kötü bir şey olduğunu öğretir. Bilim bunların istatistiğini yapar, insanların neden bu yanlış yollara saptığını araştırır ve bulur ve gerekli mercilere problemleri ve çözüm yollarını sunar. Din toplumca normalleşmiş günahların daha büyük günahların yollarını açacağını anlatabilir. Bilim toplumun sosyolojik olarak toplumsal çürümeye ve beraberinde daha kötü sonuçlara neden olacağını rakamlarla açıklar. Yönetenlerde hakeza aynı şekildedir. Bakın insanları sadece inançları ve bilim sayesinde ikna edebilirsiniz. Belki bu konuları çok hafife alanlar olacak ama akıllı insanlar hep küçümsediği noktalardan toplumdan darbe yerler.
Dinin ve bilimin insanlara, toplumlara ve yönetenlere yön verebilmesi, yol açabilmesi ve hizaya getirebilmesi için hiçbir gücün tesirinde kalmadan hareket etmesinden başka yolu yoktur.
Bir toplumda din ve bilimi otoriteden bağımsız tuttuğunuz sürece faydalı olur. Din ve bilim toplum yönetimleri için dış değerlendirme kılavuzları olarak değerlendirilmelidir. Din ve bilim toplum yönetimlerinde otoritenin, gücün veya iktidarın emri altında hareket ederse sistemin gelişimi için ters etki yapar. Sistem karanlığa ve kaosa doğru sürüklenir. Din ve bilim muktedirlerin emri altında yorumlanırsa sadece kötü amaçlara hizmet eder. Yani siz ahlakı gerçekten öğretemediğiniz sürece canavar bilim adamları yetiştirirsiniz. İnsanların canlarını, bedenlerini, organlarını çalan satan doktorlar görürsünüz. En etkili bombayı ben yaptım diye yarış yapan bilim adamları görürsünüz. Amacı sadece çok para kazanmak olan, çok güçlü olmak olan zenginliğe tapan, güce tapan, koltuğa tapan, makama ve ünvana tapan liderler, yöneticiler ve toplumlar görürsünüz. Rüşvetin, torpilin, hırsızlığın, arsızlığın, yalanın, kumarın binbir türünün yaygın olduğu toplumlar görürsünüz. İşte dün Ortaçağda Avrupa’nın bin yıl yaşadığı karanlığın en büyük iki sebebi din ve bilimin tamamen muktedirlerin emri ile hareket etmelerinden kaynaklandığı örneği ortadadır. Bugünde İslam dünyası pek farklı değildir.
Peki Bilim nasıl dış değerlendirme yapar veya yapmalıdır? Bu sorunun cevabı gayet nettir. Bir ürün ürettiğinizde bunun kurallara uygun olup olmadığı, insan ve diğer canlıların sağlığına ve çevre kirliliğine uygunluğu ile ilgili kriterleri bilim koyar. Bugün çoğunlukla bu yapılıyor. Kullandığımız ve tükettiğimiz birçok ürün üzerinde kalite ve çevre konularıyla ilgili işaretlemeler görürsünüz. Peki bilim otoritenin, gücün veya egemenlerin emri altına girerse ne olur? İstediği ürüne istediği işe istediği kalite mührünü vurur. Bir bakmışsınız marketlerdeki her şey aslında sağlıklıymış. Belediyenin yaptığı her iş doğruymuş, iktidarın her kararı adaletliymiş. Maalesef bilim bugün tüm dünyada egemenlerin kontrolü altında. Durmadan silah üretiyorlar. Durmadan savaşa zorluyorlar, medyaları ile durmadan toplumların kafasının etini yiye yiye her gün savaşa ve düşmana psikolojik olarak ikna ve hazır ediyorlar. Oysa bilimi özgür bıraksalar, bazı bilim adamları uçak kazalarında ölmeseler veya faili meçhul ölümlerle aramızdan ayrılmasalar kötülerin yaptığı tüm bilimlerin anti tezleri ortaya konulur. Ama koydurmuyorlar. Çünkü insanları önce zehirleyerek para kazanıyorlar, sonra panzehir satarak para kazanıyorlar. Zengin olmalarının sebebi bu. Oysa bilim özgür olsa insan zehirlenmez, zehirleri bilir, zehirlere karşı önlemini alır. Böylece panzehire de gerek kalmaz.
Peki kim durduracak bu ahlaktan yoksun, her türlü canavarlığı yapan bilim adamlarını ve yönetenleri ve onlara destek veren toplumları?
Bunları sadece insanların inançları durdurabilir. Bakın din demedim inanç dedim. Din insanların inançlarından biridir. Bu sorunun cevabına din demeyenlerin neredeyse tümü ahlak diyecek. Aslında ahlakta bir inançtır. Mesele burada ahlak mı din mi tartışması değildir. Kim neye inanıyorsa inansın. Fakat insanların inancının kuvvetli ve etkili olabilmesi için ona göre beslenmesi, ona göre yetiştirilmesi gereklidir. Yani şekilcilikten çıkıp gerçekten samimiyetle ve cesaretle kötü olan durumlara karşı hamlelerini duruşlarını ortaya koyabilecek kalitede insanlar olmamız gerekiyor.
Bu bağlamda Allah’a inanan insanların dünya üzerinde ne kadar çok olduğunu da hesaba katarsak o zaman o kadar insanın inancını insanları iyi ve doğruya sevk etmek için bir dış değerlendirme kılavuzu olarak önlerine koymak gereklidir. Ben demiyorum Allah diyor dememiz gerekiyor. Rüşvet, torpil, adam kayırma, kul hakkı, insan ve toplum sağlığına zarar, dünyaya ve çevreye zarar konularını Allah’ın ayetleri ile anlatırsanız insanları ikna edebilirsiniz. Mesela trafik kurallarını kul hakkı ile anlatırsanız inancın etkisini insanlar üzerinde görürsünüz. Bilimle trafik kurallarını oluşturabilir ve uygulayabilirsiniz, fakat cezasını ödemeye razı birisi veya yükseklerden tanıdıkları olan birisini başkalarının hakkını çiğneyerek trafik kurallarını çiğnemekten ne alı koyar bir düşünelim? Din alı koyar dersek o zaman dini bu sosyolojik olay ile birlikte anlatmalısınız. Ahlak alı koyar diyorsanız o zaman güzel ahlakı her alanda sürekli besleyecek, sürekli taze tutacak, sürekli diri tutacaksınız. Yani trafikte başkalarının canını tehlikeye atmayı ahlaksızlık görüp, pazarda çürük domatesi sağlam domateslerin arasına koyarak satmayı uyanıklık sanan hak sanan bir baba, çocuğunu ahlaklı bir çocuk olarak yetiştiremez.
Eğer din muktedirlerin hakimiyeti altında girerse ne olur?
Dinin temsilcileri muktedirin hoşuna gitmeyen konuları konuşamaz.
Dinin temsilcileri sadece halka vaaz verir nasihatlerde bulunur ama yönetenlere ağzını açamaz.
Dinin temsilcileri Muktedirin icraatlarını, hallerini ve tavırlarını Allah’ın emir ve yasakları ve Peygamber hayatı ve uygulamaları ile kıyaslayamaz. Halkın kıyaslaması ve ona göre muktedirlere karşı vaziyet almasını öğütleyemez. Bu konularla ilgili ayetleri ve hadisleri gizlemek zorunda kalırlar ki, sırf bu konuyla alakalı çok şiddetli ayetler vardır. Keşke bilselerdi.
Böyle durumlarda Sultan’dan paye alarak geçimini sağlamak için muktediri din adına putlaştıran, hatta firavunlaştıran ve hatta tanrılaştıran, ağzından Allah peygamber lafızları eksik olmayan şarlatanlar, dalkavuklar peyda olur. Böylece din, din adamı görünümlü ve hatta din yönetiminin lideri tarafından bozulur. Din artık putperestliğe evrilmiştir. Hem de dindar görünümlü, din adamı görünümlü ve hatta halife görünümlü karakterler tarafından. Ateistler tarafından değil yani.
Seküler kesim laikliği bu açıdan anlatırsa daha ikna edici olur. Yani dinler inançlar muktedirlerin eline geçerse hangi tehlikelerin olabileceğini ikna ederek anlatmaları gerekir. Başka türlü dayatma anlaşılır, zorbalık anlaşılır, hatta faşistlik bile anlaşılır, ki bu toplumun bu konuyu anlamayan kesim ile hiçbir zaman bir araya gelinmemesine ortak bir paydada buluşulmamasına neden olur ve aradaki boş tarlaya herkes her türlü düşmanlık tohumlarını rahatlıkla ekebilir. Sizler iki farklı dağda ancak soğuğun ayazın acısını yaşarsınız. Onlar düzde dört mevsimiz yaşar, hatta düze köprü bile kurarlar geçerken paranızı da alırlar. Espri bir yana, ikna etmediğiniz sürece yönetenler tarafından iyi ya da kötü yönde sürekli sömürülen insanlar olursunuz. Savaş için birbirine düşmanlaştırılmış en az iki taraf olması gereklidir. Siz bir taraf olursanız, başkası da bir taraf olur. Kazanan ortadaki silahları satanlar olacaktır.
Sonuç olarak din ve bilimin toplum yönetiminde ve sistem yönetiminde faydalı olabilmesi için mümkün olduğu kadar bağımsız olması gereklidir. Dine inananlar, dini anlatanlar Emir’in değil Allah’ın kulları olmalıdır. Bilim yapanlar bilimi sunanlar Emir’in değil bilimin gerçeklerini kimseden korkmadan cesaretle ortaya koymalıdırlar. Muktedirlerin elinde toplumları ve sistemleri yönetmek için böyle din ve bilim gibi iki büyük değer varken bunları iyi ve doğru istikamette kılavuz olarak kullanmak varken, hırslarına ve arzularına, siyasi ikballerinin endişelerine yenik düşerlerse kendilerini Tanrı yerine koymaktan başka ihtimalleri kalmaz. Yani firavun olmak kaçınılmazdır. Din ve bilim öyle dostlardır ki onları ne kadar özgür bırakırsanız size sizinle alakalı liderliğinizle, sisteminizle, yönetiminizle alakalı o kadar objektif bilgiler verirler ve değerlendirmeler yaparlar. Gelecekle alakalı tehlikeleri başka türlü göremezsiniz.
Yönetenlerin en büyük işi ve görevi ve hatta en büyük başarısı, inançların ve bilimin bir dış değerlendirme kılavuzu olarak hayatın içinde olabilmesini sağlamak için ortamlar ve koşullar hazırlanmasını sağlamaktır. En büyük değer adalettir. Adaletli bir düzen inşa edilmelidir. Yollar, binalar, haritalar, laboratuvarlar oluşturmalıdır. Geçim ve gelecek kaygısının ve stresin olmadığı koşullar ve ortamlar oluşturulmalıdır. Fitnenin, şiddetin, ayrımcılığın, adaletsizliğin ve hurafeciliğin önlenmesi için her türlü adımı atmalıdır. Yönetimlerin veya liderlerin bir sistem içinde en büyük görevleri topluma ve sisteme yön veren değerlerin ortamlarını hazırlamak, yollarını açmak, taşlarını döşemektir. Yani insanların gözünde değerli olan şeyleri değer katan şeyler haline getirmektir. Tıpkı değerli bir maden gibi, işleyip eleyip cevher haline dönüştürmek gibi. Eğer bunları yapmaz veya yapamazlarsa din de bilimde toplum için birer silaha dönüşür. Sonuç mutlaka savaştır.
Yazıyı sesli dinlemek için;
https://www.instagram.com/reel/DQ2XpBQkVPc/?utm_source=ig_web_copy_link