
04 Aralık 2025 Perşembe

Tercüman Gazetesi

EVLİLİKTE YALAN: GERÇEĞİ DEĞİL, İLETİŞİMİ KAYBETMENİN SESSİZ ÇIĞLIĞI

ZÜLFÜ YARE DOKUNMAK: YİTİRDİKLERİMİZ

"Halka Aşkla Hizmetin Adı: Arapgir Modeli" Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu ile Röportaj

KUŞLAR YAĞMURDA DA UÇAR

DURUŞ

İNSANLARA RAĞMEN, İNSANLIK İÇİN

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE (ÇAĞRI)

Neden İznik?…

BİR DAMLA KAN, BİN BİR ENDİŞE

Bilgi ve Adalet

KADINIM HAKLARIM VAR

AYNADAKİ LEKE

KAN BAĞIŞI: BİR YAŞAMIN KIRILMA NOKTASINDAKİ KÜÇÜK BİR MUCİZEDİR

SALEBE’NİN HİKÂYESİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Ne Bu Dünyada Ne De Öteki Dünyada

FATİH'İN VE ATATÜRK'ÜN İZİN VERMEDİĞİ PAPA'YA NEDEN İZİN VERİLİYOR?

VAZO ÖNÜNDE SATILAN ÜRÜNLER SAĞLIKLI MI?

BU DÖNER BAŞKA DÖNER… KİME DÖNER?

ÜÇ SIFIRIN ADALETİ, BİR İNSANIN VİCDANI: Prof. Dr. Ayten Erdoğan Meselesi

YOK DEVE

Milletin Vekili Olmak Cesaret İster

ADIM ADIM İLERLİYOR KÖTÜLÜK

ENGELSİZ ÖZGÜRLER

DİNDARLIK VE AYDINLIK

EĞİTİMDE SOSYAL ADALET

HAK ARAMAK HAKKIMIZ MI?

İNSANLARIN EN İYİ İLACI

GÖNÜLLERİN ANAHTARI; EMPATİ

EVLAD-I FATİHAN ve SELANİKLİ MUSTAFA

Ticareti “Franchise’laştıran AKP

Öncelikle yazının sonunu başta söyleyerek neden bu konuyu yazdım, onu ifade edeyim: “Eğer dini, temel insani değerle bir araya getirerek anlatmazsanız hiçbir anlam ifade etmez. Mesela yalan söylemek kötü bir şeydir. Yalan söylemenin neden haram olduğunu kolaylıkla insanlara anlatabilirsiniz. Yani dinde haram ve günah ifadeleri yalan konusuyla kolaylıkla anlatılabilir. Fakat insanları ikna edebilmek için sadece anlatmak yetmez. Bunu yaşamak da gerekir. Yalan söylememek, yalan söyleyenlere tepkisizlik veya alkışlamak, işine geldiği zaman ‘küçük’ diye tarif ettiği yalanlar söylemek, kurnazlık, aldatma, kandırma gibi şeyler de aslında hepsi yalanın bir çeşididir. Dolayısıyla bunlardan biri veya birkaçı hayatımızda varsa yalan sadece bir kelime olarak hayatımızda yer alır. İnsanın değeri, insan olmanın hikmeti, onuru, haysiyeti ucuzlar. Haram veya günah gibi ifadeler çöpe atılmış olur ve bir değeri kalmaz.
O yüzden Allah; emir ve yasaklarıyla, haram, helal, sevap ve günah kavramlarıyla insanların belli bir kaliteye ulaşmasını istiyor. Yani kâmil insan olmasını istiyor. Bu kavramların anlam bulabilmesi için temel insani değerlerle birlikte yorumlanması gerekir. Yoksa bir şeye günah dediğinizde, “Neden?” diye soranlara karşı cevap veremezsiniz.
Gelelim Salebe’nin hikâyesine…
Salebe’nin Hz. Muhammed (sav) döneminde yaşadığı rivayet edilir. Salebe’nin burada anlatılacak olan hayatı rivayetlere dayanmaktadır. O yüzden bu yazıda, insanlara ders olan bu tür rivayetlerin nasıl okunması gerektiği ile ilgili akademik bir bakış da sunacağız.
Salebe, Hz. Muhammed döneminde yaşayan fakir ve ehli namaz bir insandır. İnsanlar onu o kadar çok mescitte görürlermiş ki, Peygamber Efendimiz ona “Mescidin Güvercini” lakabını vermiştir. O kadar çok namaz kılarmış ki secde etmekten alnı nasır tutmuş.
Bir vakit, namazlardan aceleyle çıkar olmuş. Peygamber Efendimizin bu dikkatini çekmiş ve bir gün, “Ey Salebe! Sana yazıklar olsun, ne oluyor da münafıklar gibi aceleyle mescidi terk ediyorsun?” diye sormuş. Bunun üzerine Salebe:
“Ya Resûlallah! Öyle bir fakirlik içindeyim ki evimizde, şu üzerimde bulunan elbiseden başka bir namaz elbisesi yoktur. Onun için bu elbiseyi hanımımla beraber giyiyoruz. Ben namazımı eda ettiğim gibi bir an önce eve gidiyorum ki hanımıma elbiseyi vereyim de namazını vakti geçmeden eda etsin. Acelem bundandır. Ne olur, bizim için Allah’a dua etseniz de fakirlikten kurtulsak” diye dua istemiş.
Bu isteği uygun bulmayan Peygamberimiz:
“Yâ Salebe, şükrünü edâ ettiğin az mal, şükrünü yerine getiremeyeceğin çok maldan daha iyidir” diye karşılık vermiş.
Ancak Salebe:
“Allah’a yemin ederim ki, bana mal versin diye dua edersen, her hak sahibine hakkını vereceğim” diyerek daha da ileri düzeyde taahhütlerde bulunup, üç defa ısrar ederek zengin olmak isteyince Hz. Peygamber, “Allah’ım! Salebe’ye mal nasib eyle” diye dua etmiş.
Ve bir gün, zengin bir sahabe geldiğinde, Peygamber Efendimiz ona Salebe’ye bir erkek ve bir dişi koyun vermesini istemiş. Sahabe, Peygamber Efendimizin isteğini yerine getirip koyunları Salebe’ye vermiş.
Salebe koyunları almış ve bir süre sonra koyunlar çoğalmaya başlamış. Zamanla koyunlar çoğaldıkça çoğalmış. Medine, Salebe’ye dar gelmeye başlamış. Bir süre sonra Medine yakınlarında bir vadiye yerleşmiş. Koyunlar o kadar çoğalmış ki, yerleştiği vadi bile dar gelmeye başlamış.
İşleri o kadar başından aşmıştı ki, mescitten çıkmayan Salebe; önce vakit namazlarına arada bir gelmemeye başlamış, sonra cuma namazlarına gelmemeye başlamış… Sonra hiçbir namaza gelmemeye başlamış. Salebe daha sonraları artık mescide hiç uğramıyordu. Çok zenginleşmişti ve çok işi vardı.
Peygamber, “Salebe nerede, ona ne oldu?” diye sahabeye sorduğunda, “Salebe koyun sahibi olmuştu. Sonra koyunlar çoğaldı. O kadar çoğaldı ki Medine’ye sığmaz oldu. Şehrin dışında bir vadiye yerleşti. O yüzden mescide gelemez oldu” cevabını alıyordu.
Peygamberse: “Vah Salebe’ye, yazık oldu Salebe’ye” diye sitemde bulunuyordu.
Bu sırada Tevbe Suresi’nin 103. ayeti nazil olarak zekât farz kılındı:
“Onların mallarından belirli bir sadaka al. Böylece onları temizlemiş ve nefislerini arındırmış olursun. Onlar için dua et. Senin duan onları huzura kavuşturur.”
Tahsildarlar, zekât vermesi için Salebe’ye gitti. Zekât ayetinin de içinde olduğu Resûlullah’ın mektubunu Salebe’ye verdiler. Ve ondan malının kırkta bir zekâtını vermesini istediler.
Salebe mektubu okudu. Mektup hoşuna gitmedi. O kadar malın kırkta biri de çok geldi gözüne. Gece gündüz çalışıp o kadar mal edinmişti; şimdi bir çırpıda bunun kırkta birini karşılıksız verecekti. Salebe dünya malı kazanmaya o kadar çok dalmıştı ki, Resûlullah’ın sohbetlerinden uzak kalmıştı ve meselenin ciddiyetini kavrayamamıştı. Ve söylenmemesi gereken ağır sözler söyledi:
“Sizin bu istediğiniz ancak bir haraçtır veya haracın benzeridir. Siz şimdi gidin, diğer işlerinizi bitirene kadar ben bunu iyice bir düşüneyim.” dedi.
Tahsildarlar diğer Müslümanlardan da zekâtlarını alıp işlerini bitirdikten sonra Salebe’nin yanına tekrar geldiler. Ancak Salebe çeşitli bahanelerle zekât vermeyi reddetti. Bunu öğrenen Hz. Peygamber:
“Yazık oldu Salebe’ye” dedi.
Bunun üzerine, Salebe hakkında Tevbe Suresi 75-76-77. ayetleri nazil oldu:
“Onlardan bir kısmı: ‘Eğer Allah bize mal bağışlarsa mutlaka zekât verir ve salihlerden oluruz’ diye söz verdiler. Fakat Allah onlara mal bağışlayınca cimrilik ettiler, arka dönüp sözlerinden caydılar. Allah da, kendisine verdikleri sözden cayarak yalan söyledikleri için O’nun karşısına çıkacakları güne kadar kalplerine nifak ekmek suretiyle onları cezalandırdı.”
İnen ayeti duyunca Salebe’ye koşan bir akrabası:
“Yâ Salebe! Ey annesi ölesi! Allah senin hakkında şöyle bir ayet indirdi!” dedi.
Bunun üzerine Salebe, Hz. Peygamber’e giderek zekâtını vermek istedi. Hz. Peygamber kendisine:
“Allah, bana senden zekât almayı yasakladı” diye cevap verdi.
Hz. Peygamber’in bu cevabı üzerine Salebe başına toprak serperek dövündü. Peygamber’imiz ona:
“İşte senin amelin; verdiğin sözü yerine getirmedin.” dedi.
Hz. Peygamber’in ölümünden sonra Salebe’nin zekâtını diğer halifeler de reddetti. Salebe’nin ölümü de hazin oldu; bakımı ile uğraştığı hayvanların dışkısı içerisinde ölü bulundu.
Hikâyenin akademik ve felsefi değerlendirilmesini birlikte yapacak olursak:
Hikâyeye tümüyle uydurma veya bâtıl diyebilirsiniz. Nitekim bu hikâyenin gerçekliği ile ilgili, “zayıf ve din felsefesine uygun olmadığı” gerekçesiyle bâtıl bir hikâye olduğu yorumları da birçok kaynakta yer almaktadır.
Mesela hikâyenin başında Resûlullah: “Ey Salebe! Sana yazıklar olsun! Ne oluyor da münafıklar gibi aceleyle mescidi terk ediyorsun?” diye Salebe’ye aşağılayıcı bir soru sormuştu. Dünyanın en nazik insanı ve bir peygamber, hiçbir insanı aşağılamaz ve “münafık” gibi en ağır bir durumla benzetme yapmaz. Bunu Resûlullah’ın hayatından çok net görüyoruz.
Mesela zekâtını vermeyenler için indirilen Tevbe Suresi 75-76-77. ayetlerin, hikâyede Salebe yüzünden indirildiği anlatılır. Oysa bu ayetler genel olarak münafıkları anlatır. Birçok kaynakta da böyle geçer.
Ve Salebe’nin durumu anladıktan sonra pişman olduğu, Peygamber’e gidip zekât vermek istediği, fakat Peygamber’in ondan zekâtını almamasının Allah tarafından yasaklandığı, sonrasında dört halifenin de Salebe’den zekât almadığı anlatılır.
Fakat din felsefesi açısından bu kısım son derece sakıncalıdır. Allah kimseyi diri diri toprağa gömmez, dünyadayken cehennemlik olduğunu ilan etmez. Bu, Allah’ın adaletine aykırıdır. Tevbe diye bir şey var. İnsan önceleri zekâtını vermez, sonra pişman olur, vermek ister. Buna kim karşı çıkabilir?
Bir de yetmezmiş gibi adamı hikâyenin sonunda hayvan pisliklerinin içinde öldürmüşler. Bu tür sonlar insanların nefsine çok hoş gelir. Böyle hikâyelere ve böyle rivayetlere dikkat etmek gerekiyor. Çünkü bunları anlatan kişi, bulunduğu topluluk içinde daha etkili olmak gibi bir derdi varsa psikolojik olarak o topluluğun hoşuna gidecek eklemeler yapma veya ifâdeler kullanma eğiliminde olabilir.
Dolayısıyla Salebe’nin hikâyesi, kuvvetle muhtemel Ortadoğu ve Arap kültürünün etkisiyle abartılmış ve ayetlerle ve Peygamber’le ilintilenmiş olabilir. Hatta başka inançlardan, başka kültürlerden bile geçmiş olabilir.
Fakat bu hikâyede kesin gerçek olan tek şey var: Kur’an’daki ayetler.
Tevbe Suresi 103. Ayet, gayet net bir şekilde zekâtın farz olduğunu bildiriyor. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. 75-76-77. ayetlerde ise üç temel insani değer vardır:
Mevzu aslında özünde bu insani değerlerdir. Mevzu namaz kılmamak değil, mevzu zekât vermemek değil. Mevzu; sözünde durmak, doğru konuşmak ve cömertlik gibi temel insani değerleri hiçe sayıp, insanlar içinde Müslümanım diye ahkâm kesmektir.
Yani anlatıldığı gibi İslam’ın şartlarının birincisi namaz kılmak değil; temel insani değerlere sahip olmaktır. Yalan söyleyen birini sürekli namaz kılarken görseniz, sözünde durmayan birini hacdan fotoğraflarını görseniz veya öldükten sonra hiçbir yere götüremeyeceği malları bu dünyada hiçbir kimsenin yarasına merhem olmadan çarçur eden birini sürekli Kur’an okurken görseniz… ya da adaletli olması gerektiği hâlde adaletsizliğiyle nam salmış idarecileri her cuma cami önünde poz verirken görseniz… herhalde günümüzün en moda ifadesiyle birçok kişi, “Bunlar Müslümansa ben değilim” diyecektir.
Yani temel insani değerlere sahip olmadan Müslüman olmak, öyle sanıldığı gibi kolay değildir. İnsanların temel insani değerler noktasında razı olmadığı konulardan Allah da razı olmaz. İstediğiniz kadar poz verin, sadece kendinizi, cahilleri ve sizden çıkarı olanları kandırırsınız. Ve daha kötüsü, birçok insanı dinden, Allah inancından, İslam’dan ve Peygamber’den soğutursunuz, hatta nefret bile ettirebilirsiniz ki bunun öte tarafta çok daha ağır bir hesabı olacaktır.
Öyleyse, Allah’ın emir ve yasaklarını temel insani değerlerle bir araya getirip anlamamız gerekiyor. Zekât; paylaşmanın bir aracıdır, sözünde durmanın bir aracıdır, iyilik yapmanın bir aracıdır, doğru konuşma ve doğru insan olmanın bir aracıdır. Yani zekât, sizi iyi insan yapmanın bir aracıdır. Allah insana, kâmil insan olması için böyle emirler, farzlar, öğütler göndermiştir. Allah’ın kimsenin zekâtına ihtiyacı yoktur. Bilakis insanın zekât vermeye ihtiyacı vardır ki kâmil bir insan olabilsin.
Biz Müslümanım diyerek bunlara uyacağım diye Allah’a söz vermişiz demektir. Müslümanlık budur.
Allah herkese akıl vermiş. Kimini daha akıllı yaratmış. İşte böyle konuları akla, mantığa, bilime, din felsefesine ve temel insani değerlere uygunluğunu analiz ettikten sonra dikkate almak gerekiyor. Aksi durumda olaydaki özü yakalayamaz, detaylara takılır, detaylarda boğulur ve manipülasyona daha kolay maruz kalırız. Yani daha kolay kandırılırız.
O yüzden, kendi aklımızla olayları çözebildiğimiz kadar çözmeli, çözemediğimiz noktada mutlaka akademik bakışı olan insanlardan, yorumculardan destek almalıyız.