
04 Aralık 2025 Perşembe

Tercüman Gazetesi

EVLİLİKTE YALAN: GERÇEĞİ DEĞİL, İLETİŞİMİ KAYBETMENİN SESSİZ ÇIĞLIĞI

ZÜLFÜ YARE DOKUNMAK: YİTİRDİKLERİMİZ

"Halka Aşkla Hizmetin Adı: Arapgir Modeli" Belediye Başkanı Haluk Cömertoğlu ile Röportaj

KUŞLAR YAĞMURDA DA UÇAR

DURUŞ

İNSANLARA RAĞMEN, İNSANLIK İÇİN

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE (ÇAĞRI)

Neden İznik?…

BİR DAMLA KAN, BİN BİR ENDİŞE

Bilgi ve Adalet

KADINIM HAKLARIM VAR

AYNADAKİ LEKE

KAN BAĞIŞI: BİR YAŞAMIN KIRILMA NOKTASINDAKİ KÜÇÜK BİR MUCİZEDİR

SALEBE’NİN HİKÂYESİNİ BİLİYOR MUSUNUZ?

Ne Bu Dünyada Ne De Öteki Dünyada

FATİH'İN VE ATATÜRK'ÜN İZİN VERMEDİĞİ PAPA'YA NEDEN İZİN VERİLİYOR?

VAZO ÖNÜNDE SATILAN ÜRÜNLER SAĞLIKLI MI?

BU DÖNER BAŞKA DÖNER… KİME DÖNER?

ÜÇ SIFIRIN ADALETİ, BİR İNSANIN VİCDANI: Prof. Dr. Ayten Erdoğan Meselesi

YOK DEVE

Milletin Vekili Olmak Cesaret İster

ADIM ADIM İLERLİYOR KÖTÜLÜK

ENGELSİZ ÖZGÜRLER

DİNDARLIK VE AYDINLIK

EĞİTİMDE SOSYAL ADALET

HAK ARAMAK HAKKIMIZ MI?

İNSANLARIN EN İYİ İLACI

GÖNÜLLERİN ANAHTARI; EMPATİ

EVLAD-I FATİHAN ve SELANİKLİ MUSTAFA

Ticareti “Franchise’laştıran AKP

İnsanlık var olduğundan beri savaşlar, kavgalar hiç bitmemiş. İlk Habil ile Kabil kardeşlerle başlamış bu öldürme işleri. Neden? Kıskançlıktan dolayı rivayet edilir. Maide suresi 28. ayette Habil’in Kabil’e “Sen beni öldürmek için elini uzatsan bile, ben seni öldürmek için elimi uzatacak değilim. Çünkü ben, Âlemlerin Rabbi Allah’tan korkarım.” ifadesi vardır. Burada bile inanan insanın inandığı değerler üzerine ölse bile öldürmeye teşebbüs edemeyeceği vurgulanır.
İnsanlar tarih boyunca güç ve zenginlik için birbirlerini yok etmişler. Yönetenler halkları sırf kendi iktidarları için meydan meydan savaşların içine sokmuşlar. Savaşmak kolay değil. İnsanların savaşması için inandırıcı bahaneler lazımdı. Din, yönetenler için iyi bir bahane oldu. Bu yazıda “Din, egemenler tarafından halkları uyutmak, savaştırmak, ezmek için uydurulmuş bir şeydir” düşüncesinde olanlar için aslında öyle olmadığını, din ve inanç felsefesi çerçevesinde anlatmaya çalışacağım. İkna olup olmamaları kendi bilecekleri iş.
Savaş, yok etme, öldürme dürtüleri insanın genlerinde var. Bu dürtüler güçlü olmak ve zengin olmak için aktif hale geçer. Ve tam da bu noktada diğer insanları yok etme, yok sayma, ezip geçme, hükmetme, zorla da olsa saygı görme arzuları devreye girer. Mesela siz bir tıp doktorusunuz. Yaşam amacınız sadece pahalı ameliyatlar ve muayeneler yaparak zenginlik ve güç sahibi olmaksa, siz de aslında diğer insanlara savaş açmışsınız demektir. Yani sizi diğer insanlardan üstün kılan özellik nedir? İmkânlarınız vardı, üniversite sınavına herkesten daha iyi çalıştınız. 6-7 sene tıp okudunuz ve ömrünüzün sonuna kadar kendinizin diğer insanlardan üstün görünmesini istiyorsunuz. Bu mudur sizi diğer insanlardan üstün kılan? Ama siz başka canları riske ederek çalışıyorsunuz. 18. katta inşaat kalıbı çakan, imkânları olmadığı için okuyamayan inşaat işçisi gibi kendi canınızı her gün riske atmıyorsunuz ki? Yani sizce kendi canını riske atarak mı hayatına devam edenler insan olarak daha çok saygıyı hak ediyor, yoksa başkasının canını riske atarak hayatına devam edenler mi?
Mesele burada tabii ki sadece tıp doktorları değil! Herkes! Hepimiz! İnsanların çoğu hak ettiğini düşünerek hak etmediği kadarını hayattan istiyor. Bu da Habil’in karşısında Kabil’leri, peygamberler karşısında firavunları çoğaltıyor. İçeceğimiz bir tas çorba, öldükten sonra yanımızda götüreceğimiz hiçbir şey yok; fakat dünyayı kazansak bir dünya daha kazanır mıyız diye hesap yapıyoruz. Hayvanlar da birbirlerini yok ediyorlar. Fakat karınları doyduktan sonra bunu yapmıyorlar. İşte insan doymuyor. Kaos, savaşlar, ölümler işte bu doymayan insanlar yüzünden çıkıyor. Ve her şeyi, her kutsalı bu savaşlarına kılıf yapıyorlar. Çünkü savaş için inanmış, inandırılmış, ikna edilmiş insan gücü lazım. Firavun, Musa peygamberin arkasından boşuna gitmedi. Potansiyeli gördü. Onu avuçlarının içine alıp kitleleri öyle yönetecekti. Çünkü Musa’nın tanrısı, kendisinin tanrı olmasından daha inandırıcı idi. Musa peygamber de zaten bu yüzden firavundan kaçtı. Olacakları biliyordu. Ama yine oldu. Kavmi bir süre sonra altından buzağı heykeli yapıp tapınmaya, Musa (as) ile alay etmeye başlamıştı. Paranın gücüne tapan bir kavmin inancının din olduğuna inanırsanız, din düşmanı olursunuz.
Tarihin en kanlı savaşları, yüz binlerce, milyonlarca insanın öldüğü, onlarca yıl süren savaşlar, imparatorlukların olduğu dönemlerde Avrupa ve Çin coğrafyasında oldu. Din için yapmadılar bu savaşları. İnsanlar sürekli birbirini öldürüyordu. Toplumlar sürekli kin ve nefretle besleniyordu. Bütün dinler böyle zamanlarda ortaya çıktı. Çünkü insanlık insan olmaktan çıkmıştı. Çünkü insanlık vicdanını en iyi besleyen, kin, nefret ve intikam duygularını en aza indiren, din duygusu ve Allah inancından başka bir şey değildi. Soruyorum size: Sizi kötü olmaktan, başkalarını öldürmekten, intihar etmekten alıkoyan, durduran şey nedir? Vicdan, merhamet, insanlık falan diyeceksiniz. İşte o duyguların temeli aslında Allah inancına dayanır. Yok olup toprak olup gideceğine inanan bir insan, bu dünyada var olmak için her türlü kötülüğü yapar. Hiç kimse kendi kendini kandırmasın. Sadece hayatta kalma mücadelesi verdiğiniz halde eğer hala iyi bir insansanız, bunun karşılığını mutlaka göreceğinize inandığınız için bunu yapıyorsunuz. Çünkü Allah’ın Adil olduğunu biliyorsunuz. Yağmurun herkesin başına yağdığını, güneşin herkesi ısıttığını, vücut fonksiyonlarının herkeste istemsiz bir şekilde çalıştığını görüyorsunuz ve inanmıyorum deseniz bile bu adaleti sağlayan yaratıcıya şükranlarınızı sunmak ve size öldükten sonra da değer vermesi ve var etmesi için iyi insan olmaya devam ediyorsunuz. Çünkü gerçekten inanmayan veya Allah’a isyan eden insanlar bile bile kötülük yaparlar.
Allah’ın dinleri daima insanın uzun, sağlıklı ve huzurlu yaşaması için öğütler vermiştir, yollar göstermiştir. Hz. Nuh’un 950 sene yaşaması aslında bunu anlatır. Yakın tarihte de 200-250 seneye yakın yaşayan insanlar olduğu tarih bilgilerinde vardır. Tıp bilimi, ibadetlerin yapılış şekli ve zamanlamasının insan sağlığı açısından önemini ortaya koymuştur. Haramların ve helallerin insan sağlığına, toplum sağlığına ve toplumsal dengelere tesirleri üzerine sayısız araştırmalar yapılmış ve neden haram, neden helal sorularının cevapları ortaya konulmuştur. Bunların hepsi insanın yaşaması içindir. Konuyu sadece din kuralları olarak algılamayın. Bugün trafik kuralları da aslında din kuralıdır.
Bunun dışında Kuran’daki kavimlerin helakı konularına ve son peygamber Hz. Muhammed’in hayatına baktığınızda tüm peygamberlerin vatanlarından göçtükleri veya kaçtıkları veya çıkarıldıkları anlatılır. Sırf savaş olmasın, insanlar ölmesin, özellikle doğru, iyi insanlar ölmesin, yaşasın diye bunu yapmışlardır. Belki Hz. Yusuf’un Mısır Meliki’ne memur olmasını bile barış ortamının tesisi kurmak için olabileceği yorumunu yapabiliriz. Çünkü 7 yıl bolluk, sonra 7 yıl kıtlık döneminde insanlar arasında belki de başka anlaşmazlıklar veya başka savaşlar çıkacaktı. İntikam, nefret, kin duyguları Allah’ın dinlerinde yoktur. Savaşı zaten en çok bu duygular besler.
Hz. Muhammed Taif şehrine gittiğinde taşlandı. Elinde hiçbir silahı olmayan bir insanı sadece düşüncelerinden dolayı taşladılar. Cehaletin ve vahşetin boyutunu siz düşünün. Orada dağlar meleği gelir ve “İste ya Resulallah, şu dağları onların üzerine geçireyim” der. O da “Hayır, belki onların nesillerinden iyi insanlar çıkar” diye meleğin teklifini reddeder. Şimdi ben böyle bir rivayete inanırım. Çünkü dinin istediği iman budur. Tıpkı Habil’in Kabil’e dediği gibi. Eli yüzü kanlar içinde biri böyle bir ifade söylüyorsa, böyle bir davranış gösteriyorsa, sonradan gelenlerin yaptıklarını ve kendi için yaptı etti söyledi denilen her şeyi ben bu din anlayışı süzgecinden geçiririm, sorgularım.
Hz. Muhammed’in hayatındaki Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarının üçü de Medine yakınlarında olmuştur. Vatanları Mekke’yi terk ettikleri halde müşrikler yine de 300-400 km çölde yürüyerek Medine’ye onları yok etmeye gelmişler. Fakat sırf misafir oldukları Medine halkı savaştan zarar görmesin diye Medine dışında savaşa mecbur kalmışlardır. Zaten Kuran’ın hiçbir suresinde “savaş çıkarın” diye bir ayet veya işaret yok. Size savaş açanlara karşı savaşın ayeti vardır (Bakara 190).
Bu savaşlarda esir düşen insanlar oldu. Her türlü zalimlikleri yaptıkları halde on Müslümana okuma yazma öğretmeleri halinde serbest bırakıldılar. Sonrasında onlara sosyal hayatında namertçe muameleler yapılmadı. Erkekleri ölen kadınlara ve çocuklara sahip çıkıldı, isteyen Müslümanlara eş yapıldı. Çünkü o zamanlarda o coğrafyada tek başına kalan kadın ya köle olacaktı ya da kötü yollara düşecekti. Kadının zaten insan olarak değeri yoktu. Tarihi kayıtlarda bu kadınların zorla Müslüman yapıldığına dair bilgiler yoktur. Zaten zorla Müslümanlık diye de bir şey yoktur. Olanlar bir Müslümana yakışır şekilde yetiştirildiler ve himaye edildiler. Bu konuyu lütfen o zamanın koşullarına, konjonktürüne ve toplum yapısına göre değerlendirin. Bunların hepsi insanı yaşatmak içindi. Sonrasında İslam tarihi boyunca nice devletler, nice imparatorluklar düşmanlarına nice suikastlar, nice işkenceler, nice zindan hayatları yaşatmışlar, hatta bırakın düşmanları, saltanatları için kendi kanlarından, canlarından insanları, akrabaları, bebekleri, çocukları bile öldürtmüşler. Bunların hangi birinin din ile veya İslam ile cevabı verilebilir ki? Tek bir şekilde verilir. Kuran, Musa peygamber doğacak diye çocukları öldüren karakterin firavun olduğunu anlatır. Çünkü oradaki çocuk masumiyeti temsil eder. Siz nasıl olur da suçlu olduğu ortaya çıkmadan bir insanı yok edersiniz? Ve daha büyük günahı ise nasıl olur da bunu Allah’ın dini adına yaparsınız? İşte 1400 yıldır bunları sorgulamayan, kıyaslamayan toplumlar yaratıldı. Hem de İslam halifeleri tarafından. Bugün tüm anayasalarda olan “Herkes suçluluğu ispat edilene kadar masumdur” ilkesi tarihte adeta “Masum olduğu ispat edilene kadar herkes suçludur” anlayışında uygulanmıştır. Neden? Sultanımız öyle istiyor! Sonra Ortadoğu’da savaşlar neden bitmiyor? Allah böyle liderlerden ve toplumlardan aslında intikam alıyor. Çünkü Allah’ın dininde asla olmayan, hatta firavunların ve putperestlerin adetlerinde olan her şeyi Allah’ın dininde varmış gibi uygulamak Allah’a yapılan en büyük iftiradır. Ne bunlara din denir, ne de bunları uygulayanlara dindar denir.
Din de zaten şöyle bir durum vardır: Din hiçbir zaman savaş ortamında anlatılmaz. Din ancak barış ortamında anlatılır. Din, barış ikliminde ancak insanların kalbine girer. Dolayısıyla dinin bir savaş sebebi olması gibi bir düşünce kesinlikle mantık dışıdır. Çünkü din bir siyaset veya saltanat aracı değildir. Fakat dini tarih boyunca siyaset ve saltanat için aracı yapanlar her dinde olmuştur. Bu da günahkâr toplumların hesabı öbür tarafa bırakmadan bu tarafta görme uyanıklığının bir tezahürüdür. Bir partiye oy vermeyi veya bir aileye veya bir tarikata ya da cemaate ya da bir şeyhe tabi olmayı cennetin anahtarı sanıp, Allah’ın ilk emri ve ilk farzı olan okumayı, araştırmayı, incelemeyi, sorgulamayı bir kenara atmalarına Allah razı olur mu? Olmaz tabii ki! Dine bu şekilde inananlardaki potansiyeli gören ve bilen siyasetçiler, güç devşirenler dini bu yüzden araç olarak kullanmışlar ve onlara tabi olan tüm toplumlar bunun acısını en çok da savaşlarla, hastalıklarla, sosyal çürümelerle yaşamışlardır.
Hz. Muhammed, zulmün ve adaletsizliğin en ağır olduğu bir zamanda, köle pazarlarının olduğu, kadınların insan yerine bile konulmadığı, kız çocuklarından utanılan bir dönemde, hiç kimsenin can ve mal güvenliğinin olmadığı bir dönemde kırk yaşında peygamberliğini ilan ettiğinde “oku” emri ile insanların karşısına çıktı. Buradaki psikolojiyi ve sosyolojiyi iyi tahlil etmenizi isterim. Eğer bugün gelseydi inanın hepimiz Hz. Muhammed’i taşlardık. Belki içimizden en nazik olanları “Ben ne çekiyorum sen ne diyorsun dayı, git işine” derdik. Fakat Kabil’in torunları, firavunun torunları okudu. Atomu parçalayıp bomba yaptılar. İnsanları öldürdüler. Oysa bizim daha çok okumamız hem de Rabbin adıyla okumamız lazımdı ki, atomun parçalandığını bulup onu atom bombasından önce onu insanların faydasına dönüşen bir şeye dönüştürmemiz gerekirdi. Yılan zehirinin de, sinek zehirinin de panzehiri yine kendi içindedir, unutmayın. Din o yüzden bu bombaları üretenlerin gözünde bir panzehir olarak duruyor; fakat adamlar o kadar bomba, o kadar silah üretmelerine rağmen barış ödüllerini kendileri alıyor, terörist ise beyinlerini yıkadıkları sözde inançlı insanlar oluyor, yani din oluyor. Hangi ilaç firması hastalıkların bitmesini ister? İstemez değil mi? Bütün ilaç firmalarının insanlığın iyiliği için çalıştığını düşünüyor insanların çoğu. Peki bu kadar hastalıklar neden yayılıyor, hiç düşünen var mı? Bilim, bilim, bilim diye durmadan kafa ütüleyenlere soruyorum: Bu ahlaksızlığı ne önleyebilir? Hangi korku önleyebilir? O kadar savaş neden çıkıyor? Kimler o savaşlar sayesinde en güçlü ve en zengin oluyor? Hiçbir inancı olmayan insanları, hayatı sadece bir kere yaşayacağına inanmış insanları ne durdurabilir? İşte o bilimler Rabbin adıyla okunmazsa bu günler ortaya çıkıyor.
O yüzden dine bakış açınız ve din felsefeniz bu şekilde olmadığı sürece tarihte ve günümüzde dini çıkarları için yaşayan ve yaşatanların yaptıklarını din sanırsınız ve tarihte de din aleyhinde üretilmiş tüm bilgilere ve belgelere, propagandalara, operasyonlara kolay bir şekilde inanırsınız. Hatta bazı mezhepler kendilerini haklı çıkaracak tarihi olaylar, peygamber söylemleri üretmiş. Ve yüzlerce yıl önce dini siyasallaştıran veya itibarsızlaştıran böyle propagandalar, iletişimin sınırlı, cehaletin sınırsız olduğu bir zamanda müthiş derecede etkisini göstermiştir. Hatta bugün bile delirmişçesine savunuculuğu yapılmaktadır. Oysa savundukları şeyin din felsefesine uygun olup olmadıklarını sorgulamıyorlar bile. Allah neden bir zümreye torpil çeksin? Allah neden birine torpil yapsın? Allah “İşi ve emaneti ehline verin” demiştir. Bu kadar! Peygamber neden siyasallaşsın? Peygamber neden kendinin ve dinin siyasallaşmasına sebep olacak nokta atışı konuşmalar yapsın, neden adrese teslim kişilerin ve zümrelerin adını versin? “İnancın siyasallaşması” kavramını bilmezsek inancımızın güç odakları tarafından siyasallaştığını anlayamayız. Ve kalben inanç değil, ritüel inancı yaşarız. Yani putperestlik. Savunduklarımız dinin temelleri değil, siyasallaşmış mezheplerin temelleri olur. Bu da sadece birilerinin, bazı ailelerin, bazı zümrelerin güçlenmesine neden olur. Öyle olmadı mı? Tarih boyunca muktedirler, Allah’ın dinlerinin toplumlar tarafından anlaşılmaması, idrak edilmemesi, kendilerinin Allah’ın buyrukları ile kıyaslanmaması için her türlü toplum mühendisliğini yapmamışlar mı? Bizzat din adınaymış gibi dini sulandıran, itibarsızlaştıran söylemlerin, hurafelerin ve bunları toplumların beynine işleyenlerin önü hep açık kalmamış mı? Hâlbuki yaptıkları iş toplumlar tarafından anlaşılsaydı, yani Kuran’ı insanlar gerçekten anlasaydı, firavunun kâhinlerine benzetirlerdi. Hatta kimi zaman kendilerine tanrı dedirtmişler, kimi zaman tanrının gölgesi, kimi zaman peygamber olmadıkları halde tanrının elçisi gibi kendilerini göstermişlerdir. Ve kendilerine itaatin Tanrıya itaat gibi algılanmasını sağlayıp hem toplumlarını aptallaştırmışlar hem de kendilerine kul etmişler. Nasıl anlıyoruz aptallaşan ve iradeye kul olan toplumları? İradeye, yani muktedirlere sorgusuz ve sualsiz sadakatle bağlanmalarından ve herkesin öyle olmalarını istemelerinden. Oysa din, Hz. Ömer’in yakasına yapışıp hırkasının hesabını soran, Hz. Muhammed’e bile “Bunu sen mi söylüyorsun yoksa Allah’ın ayeti mi?” dedirten iman ister, mümin ister, inanç ister. Bunları iradeye soramayanın, sorulmasına tahammül edemeyenin dini yoktur diyebiliriz.
Kızına hatta kendine bile ahirette ne olacağını bilmeyen bir peygamberin getirdiği din ortadayken, Allah’ın Adil sıfatına aykırı bir şekilde bir siyasi veya dini liderin veya akımın sorgusuz sualsiz peşine takılarak Allah’ı razı edeceklerine, cennete gideceklerine inanmak ancak aptallaşmış toplumların işidir. Sorun burada da bitmiyor. Aptallaşmış toplumlar içinde tüm günahlar kolaylıkla işlenir, kolaylıkla yayılır ve kolaylıkla alışkanlık haline gelir. Çünkü oy verilen partinin veya ipine sarılan şeyhin öbür tarafta şefaatçi olacağına inandırılmışlardır. Yahu, Adil olan Allah hiç kimseye torpil yapar mı, bunu hiç düşünemezler mi? Sonrası tabii ki kaos. Kaos girdabına sokulan tüm toplumları yönetenler elinde tespihle yönetirler. Toplum ya onların yemek masasına meze olur, ya da savaş tiyatrolarına birer figüran olur.
Oysa ne devlet tanrıdır ne de lider tanrıdır. Biri sistemdir, biri de sistemin bir parçasıdır. Sistem koşullara göre geliştirildikçe, iyileştirildikçe sistemin tüm parçaları sağlıklı bir şekilde ömürlerine devam eder. Beyin eğer sistemi sadece ben yöneteceğim derse sistemin diğer organlarının buna itirazı farklı şekillerde olur ve hastalıklar ortaya çıkar. İşte bir siyasi parti veya akım, bir aile veya bir grup tüm topluma “Benim istediğim şekilde olacaksınız” derse orada önce iç savaşlar, iç huzursuzluklar veya iç hastalıklar başlar, sonra bu iç kargaşaları gören kasaplar gibi dış fırsatçılar, veterinerler, ilaç satanlar olaya müdahale eder. Ya keserler ülkenizi paramparça ederler, ya sizi iyileştireceğiz diye doktor ve ilaç manyağı yaparlar. Ne ölürsünüz ne de dirilirsiniz, sürekli sürünürsünüz. Ne satarlarsa onu alırsınız, almak zorunda kalırsınız. Çünkü hastalığınıza iyi geleceğine inandırılmışsınızdır.
Yazıyı sesli dinlemek için: https://www.instagram.com/reel/DQkJkbdkTc3/?utm_source=ig_web_copy_link&igsh=MzRlODBiNWFlZA==