Filiz BAHÇIVAN

Filiz BAHÇIVAN

04 Aralık 2025 Perşembe

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    SEN ÇAL KARDEŞİM, SANA HELAL OLSUN

    SEN ÇAL KARDEŞİM, SANA HELAL OLSUN
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Vefa.
    İstanbul’da bir semte adı verildi. “Şeyh Vefa”, Fatih devrinin en büyük âlimlerindendi, şeyhlerindendi.
    Akşemseddin, Molla Gürani gibi devrin önderlerindendi. Bu büyük zatın oyun yaşlarında bir oğlu vardı. Tahtanın üzerine bir çivi çakmış, su taşımaya yarayan o devrin kırbalarını deliyordu. Ahali edebinden şeyhe bir şey diyemedi uzun zaman.
    Ancak olay canlarına tak etti. Usulünce söylediler.

    Şeyh, olanları duyunca çok şaşırdı. Nasıl olur da özenle yetiştirdikleri bir çocuk böyle bir şey yapar? Bile bile haram yedirmediler. Gözlerinden sakındılar.
    Düşündü, taşındı, bulamadı.
    Olayı hanımına anlattı.
    “Senin böyle bir zaafiyetin oldu mu?”
    O da düşündü. Sonra aklına geldi.
    Hamileyken komşuya gitmişti. Sehpanın üzerinde bir kapta portakal vardı. Utandı, isteyemedi. Canı çekti.
    Komşu kadın odadan dışarı çıkınca, iğne ile portakaldan su aldı.

    Şeyh hemen hanımını helallik istemeye gönderdi.
    Kendisi de kırbası delinen esnafın zararlarını ödedi. Kendine yakışanı yaptı ve haramı kendinden uzaklaştırdı.

    Benzer birçok hikâye, kıssa var.
    Peki ya günümüzde?
    Ne yazık ki tam zıttı. Öyle bir düzen kuruldu ki, hırsızlık mübah sayıldı.

    Çocukları aldılar. Evlerde, yurtlarda baktılar.
    Besleyip büyüttüler.
    Kendi bünyelerinde yetiştirdiler.
    Haraç kestiler.
    Şantaj yaptılar.
    İnsanların üzerine kara bulut gibi çöktüler.

    Topladıkları haram paralar ile devşirdiklerini beslediler.
    Sonuç:
    Halkına kurşun sıkan insanlar.

    Bitmedi.
    Dini alet ederek, himmet adı altında para topladılar. Yapılan yardımları ceplerine indirdiler.
    Jet hızıyla mevki, makam sahibi olan bazı gözü doymazlar; jet hızıyla çalıp çırptılar.
    Yetmedi, yedi sülalelerini doyurdular.
    Türlü entrikalarla, dalaverelerle halkın parasını gasp ettiler.

    Evet, tüm bunlar bizim ülkemizde oldu.
    Peki daha neler oluyor?
    İşte onu hiç sormayın.

    İşgüzar bir adam, muhtemelen çocukları için marketten kahvaltılık çalarken yakalandı. Olacak iş değil(!)
    Kahvaltılık çalarak ülke ekonomisini zarara uğratmak ne demek? Düpedüz hainliktir bu(!)
    “Bu babayı esefle kınıyorum.” diyeceğimi sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.

    Yoksulluk ve yoksunluk, babaların marketten yiyecek çalmak zorunda kalmalarıyla dile geliyor.
    Hatırlar mısınız? Geçtiğimiz yıllarda Antalya’da, bir baba bebeği için mama çalarken yakalanmıştı.

    Yoksulun en temel tüketim kalemlerinden biri olan meyve ve sebze, ulaşılamayacak fiyatlara tırmandığı;
    ekmeğin gramajı küçülürken fiyatının arttığı;
    akaryakıtın her an otomatiğe bağlanmışçasına zamlandığı;
    işçinin maaşı cebine girmeden eridiği Türkiye’de,
    emekçiler artık çocuklarını doyurmak için çalmak zorunda kalıyor.

    İnsanın boğazı düğümleniyor, değil mi?
    Kelimeler kifayetsiz kalıyor.
    Ne desek boş.

    İntihar girişiminde kendisini ikna etmeye çalışan polislere
    “Sen manavın önünden geçerken, meyveleri canları çekip istemesin diye montunla yüzlerini kapatıyor musun?”
    diyen babalarla dolu dört bir yanımız…

    Hırsızlık, her ne şekilde olursa olsun hırsızlıktır. Dinimizce haramdır.
    Gösterilecek iyi bir tarafı, hırsızı masum gösterecek bir yüzü yoktur.
    Ancak şöyle dönüp arkamıza baktığımızda, büyük para babalarının çaldıkları vergiler, yaptıkları yolsuzluklar, gasp ettikleri ücretleri anımsayınca…
    Asıl hırsızın o baba değil, onun cebini boşaltanlar olduğunu anlıyoruz.

    Ve evet, ortada ciddi anlamda bir suç olduğu kesin.
    Ama o suç hırsızlık değil, insanlık suçudur.

    Market sahibi hakkını helal etti mi bilemem.
    Ama etmediyse de, ben bir kısım sevaplarımdan feragat ederek diyorum ki:
    “Çal kardeşim, sen çal.”
    Helal-i hoş olsun.