Fatih Mehmet TURHAN

Fatih Mehmet TURHAN

03 Aralık 2025 Çarşamba

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    Millet Partisi Genel Başkanı Cuma Nacar: “Adaletin Öldüğü Gün Devlet de Ölür!”

    Millet Partisi Genel Başkanı Cuma Nacar: “Adaletin Öldüğü Gün Devlet de Ölür!”
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Yargıya güvenin zedelendiği, liyakat tartışmalarının devletin her kademesini sardığı, sosyal medyada ifade özgürlüğü ile denetim arasındaki sınırların tartışıldığı, OHAL ve KHK mağduriyetlerinin hâlâ gündemde olduğu bir dönemde Millet Partisi Genel Başkanı Cuma Nacar sert konuşuyor:

    “Adaletin öldüğü gün devlet de ölür!”

    Dördüncü bölümde; yargı bağımsızlığını garanti altına alacak anayasal değişikliklerden, liyakat esaslı kamu yönetimi modeline; sosyal medyada özgürlük–denetim dengesinden OHAL mağdurlarının haklarının iadesine kadar çarpıcı başlıklar masaya yatırılıyor.


    Türkiye’de adalet sistemine güvenin azaldığı söyleniyor. Yargı bağımsızlığını güçlendirmek için hangi anayasal veya yasal düzenlemeleri öncelikle gündeme alırsınız?

    Cuma NACAR:

    Hazreti Ali’ye atfedilen “Devletin dini adalettir” sözü çok önemli bir gerçeği ortaya koymaktadır. Çünkü devletler ancak adaletle var olur ve varlığını sürdürür. Bu nedenledir ki “Adalet mülkün temelidir” denmiş ve mahkemelerin duvarları da bu sözle bezenmiştir.

    İstanbul’u fethederek Bizans’ı tarihin çöplüğüne atan, bir çağı kapatıp bir çağı açan Fatih Sultan Mehmet Han “Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün devlet de ölür” diyerek adaletin yok oluşu ile devletin de yok olacağına işaret etmiştir.

    Adalet tüm insanların din, dil, etnik köken, mezhep veya herhangi bir kimlik değerinden bağımsız olarak eşit muamele gördüğü bir düzeni ifade eder. Bu düzen, özgürce yaşama hakkını, hukukun üstünlüğünü ve anayasal demokrasi çerçevesinde bireyin temel hak ve hürriyetlerini garanti altına alır.

    Bu nedenle Millet Partisi iktidarında, adalet mülkün gerçekten temeli olacak, adaletin yerini bulması için yargı mensuplarının kanunları uygulamada yeterli donanıma sahip olmaları ve sadece vicdanlarının sesini dinleyerek karar vermeleri sağlanacaktır.

    MP iktidarında bu manada aşağıdaki önlemler alınacaktır.

    1. Yargı bağımsızlığını güvence altına almak için HSK’nın yapısının değişmesi, yetkileri ve özerkliği konusunda anayasal güvencelere sahip   özerk bir otorite (kurul veya yargı konseyi) kurulacaktır.
    2.  Kurul/Yargı konseyi üyeleri, yarısından az olmamak üzere yargının içindeki çoğulculuğa saygı gösterecek şekilde yargının her düzeyinden meslektaşlarınca seçilen yargıçlardan oluşacak.
    3. Adalet Bakanı ve Bakan Yardımcısı kesinlikle kurul üyesi olmayacaktır.
    4.  Üyeler 3 yıl süreyle görev yapacak ve bir üye ikinci kez üye olmayacaktır.
    5. Üyelik için kıdem, liyakat ve başarı esas alınacak, siyasi parti kontenjanından atama olmayacaktır.
    6. Hakim ve Savcıların atama, terfi, yer değiştirme ve disiplin işlemleri özerk yapıdaki bu Kurul/Yargı Konseyi tarafından yapılacaktır. Tayinlerin pratikte gizli            bir disiplin yaptırımı olarak kullanılmasını engellemek amacıyla hakimlerin tayinine ilişkin sistem, yasalar ve usuller de dahil olmak üzere, bağımsız bir şekilde gözden geçirilecektir. Hâkim ve savcıların tayinine ilişkin idari kararlar şeffaf olacak ve süreç etkili, usulü güvencelere tabi olacaktır. Hakimlere coğrafi teminat getirilecektir.
    7. Kurulun disipline, hâkim veya savcıların görevden uzaklaştırılmasına ya da meslekten çıkarılmasına ilişkin tüm kararları yargı denetimine açık olacaktır. Kurul kararlarına karşı Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yolu açık olacaktır.

    Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devletinin insan hak ve hürriyetlerine dayalı tam bir hukuk devleti olması sağlanacaktır.


    Kamu yönetiminde liyakat tartışmaları yoğun. Millet Partisi devlet kadrolarında liyakati garanti altına almak için nasıl bir sistem öneriyor?

    Cuma NACAR:

    Yönetimden maksat; aklın ve bilimin rehberliğinde mal ve hizmet üreterek topluma sunan üretici ile bu hizmet ve ürünü kullananların memnun olduğu süreçten bahsediyoruz demektir. Bu süreçten yöneten ve yönetilenlerin memnun olması için beş temel sütun üzerine kurulacak bir sistemin işliyor olması gerekir.

    Sistemin üzerine kurulacak beş temel ilke: 1- Adalet, 2-Ehliyet, 3-İstişare, 4-Maslahat (Bireysel çıkar yerine kamunun çıkarını önceleme, bir şeyin amaca uygun özellikte olmasını temin, fesadın ortadan kaldırılması, iyi, uygun, yararlı ve iyi olana ulaştıran çaba), 5-Emanet.

    Bu ilkelerin ilki olan adalet, hukukun güvencesi altındadır. Ve adalet üzerine kurulu sistem, bireylerin sahip olduğu temel hak ve hürriyetlerin hukukun güvencesi altında korunduğu bir yapıyı gerektirir.

    Bu ilkelerin altını bu manada doğru dolduran ülkeler, refah toplumu olma yolunda önemli mesafeler kat etmiş ve kat etmektedirler. MP iktidarında bu temel sütunlar esas alınarak yönetim icra edilecek ve refah toplumu olma yolunda kısa sürede önemli kazanımlar sağlanacaktır.

    Bugün ne acıdır ki; ülkemizin yönetimi ehliyetsiz bir insanın araba kullanması gibidir. Kurallar ve kurumların kültürel birikimi rafa kaldırılmıştır adeta. Devlet Planlama Teşkilatı gibi önemli bir kurum kapatılmıştır. Bakanlıkların sigortası konumundaki Müsteşarlık makamları kaldırılmıştır.

    Kadim kültürümüzde; “Emaneti ehline veriniz, yoksa kıyameti bekleyiniz” denmiştir. Kastedilen, gelmesi muhakkak olan o kıyamet değil şüphesiz. Zira insanın bir kıyameti olduğu gibi devletin de milletin de bir kıyameti vardır. İnsanın kıyameti ölümü, devletin kıyameti yıkılması, milletin kıyameti ise yok olmasıdır.

    Ehliyetsiz ve liyakatsiz insanların elinde devlet yönetimi ile ülkemizin geldiği durum ortadadır. Bu durumdan çıkışın ilk şartı emaneti ehline vermektir. Bunun da şartı yönetim konusunda bilgi çağının gerektirdiği bilgi, beceri ve tutum/değer boyutunda donanımlı insan yetiştirmektir. Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” dediği gibi insanı yaşatmak, yani insanı bilginin yanında, ahlak ve erdem sahibi kılmak gerekir.

    Devlet yönetiminde akıl, bilim ve ahlaki kuralları esas almak zorunluluğu vardır. Akıl, bilim ve ahlakın işaret ettiği yönetim adaleti hedefler. Adaletle yönetmiyorsanız zulümle yönetiyorsunuz demektir. Yukarıda da belirtildiği üzere yönetimde adalet, ehliyet, istişare, maslahat ve emanet ilkeleri esas olacaktır. Bunun yolu da karar mekanizmalarına ehil insanların, liyakat sahibi, görevin hakkını verecek donanımlı insanların getirilmesi sağlanacaktır. Bu konuda taviz verilmeyecektir.


    Sosyal medyanın denetimi ve ifade özgürlüğü sık sık tartışılıyor. Özgürlüğü koruyup dezenformasyonla mücadeleyi nasıl dengelemeyi planlıyorsunuz?

    Cuma NACAR:

    Sosyal medya denilen iletişim amaçlı mecraların neredeyse tamamı yabancı kökenli olup, bunlara her yaştan ve her kesimden insanlar serbestçe ve ücretsiz olarak erişip kullanmaktadır. Sosyal medyada herkes bir sesli, yazılı mesaj, resim ve videolar yükleyip paylaşmaktadır.

    İletişim aracı olan bu mecraların, kişisel veya kurumsal tanıtım ya da tatmin amacıyla kullanılması, sosyal ve siyasi mesaj verme gayretleri yanında istenmeyen içerikler de paylaşılmaktadır. Bu bağlamda doğal olarak konunun denetim fonksiyonu gündeme gelmektedir.

    Sosyal medyanın denetimi ile bireyin ifade özgürlüğü arasında denge kurmak önemli bir konu. Zira bir yandan yanlış bilgi ve nefret söylemi gibi tehditlerle mücadele edilmesi gerekirken, öte yandan bireylerin fikirlerini özgürce ifade edebilmesini sağlamak gerekiyor. Bu dengeyi kurabilmek için öncelikle denetim mekanizmalarının siyasi baskılardan uzak olması gerekir. Aynı zamanda sistem şeffaf/açık bir şekilde yürütülmelidir. Bu manada keyfi sansür uygulamalarından kaçınılmalıdır. Açıklık bağlamında birlikte yaşama kültürünü olumlu/olumsuz etkileyecek neyin paylaşılıp, neyin paylaşılmayacağı açık ve net şekilde ortaya konulmalıdır.

    Diğer taraftan: Medya okuryazarlığı eğitimi ile bireylerin bilgiye eleştirel yaklaşması teşvik edilmelidir. Algoritmaların nasıl çalıştığı ve içeriklerin nasıl yayıldığı hakkında topluma bilgi verilmelidir.

    Sosyal medya kuruluşları, dezenformasyonu yayan içeriklere karşı daha aktif ve sorumlu davranmalıdır. Ancak bu müdahaleler kullanıcıların ifade özgürlüğünü keyfi şekilde kısıtlamayacak ve bağımsız denetime açık olacaktır.

    Sosyal medyada içerik denetimi kararları için bağımsız bir itiraz ve denetim mekanizması kurulacaktır. Sosyal medya kullanıcıları, içeriklerinin kaldırılması ya da hesaplarının kapatılması gibi işlemlere karşı başvuru hakkına sahip olacaklardır.

    Düşünce ve ifade özgürlüğü, demokratik toplumların temelidir. Ancak bu özgürlük sınırsız değildir. Dezenformasyon kamu düzenini, toplumsal barışı ve birey haklarını tehdit edebilir. Dolayısıyla özgürlüğü korurken, toplumsal hayatın dirlik ve düzenini koruma sorumluluğu arasında hassas bir denge kurulması gerekir. Bu denge, ancak şeffaflık, hukuk devleti ilkeleri ve katılımcı politika yapımıyla mümkün olabilir.

    MP iktidarında bu konuda gerekli tedbirler, tarafların katılımı ile ve farkındalık oluşturularak bireyin ifade özgürlüğü ile toplumun hak ve hukuku dengelenecektir.


    OHAL ve KHK süreçlerinden sonra birçok vatandaşın hak kayıpları oldu. İlk 100 günde bu kayıpları gidermek için hangi somut adımları atarsınız?

    Cuma NACAR:

    15 Temmuz hain darbe girişimi ile Türk Kamu Yönetimi OHAL ve KHK ile tekrar karşılaşmıştır. OHAL ve KHK uygulama sürecinde çok sayıda vatandaşımızın hak kayıpları yaşadığı gerçektir. Aslında OHAL yönetimde istisnai bir süreçtir. Ancak OHAL ve KHK Türkiye’de olağan yönetim süreci olarak yaşanmış ve yaşanmaktadır.

    Diğer taraftan 15 Temmuz öncesinde 10 yıl süren Ergenekon/Balyoz davalarında onlarca üst rütbeli Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu mağdur olmuştur. Bu davalarda 335’i tutuklu, 408’i tutuksuz olmak üzere toplam 743 subay yargılanmıştır(2). Bunların içinde, biri emekli Genel Kurmay Başkanı olmak üzere 68’i general rütbesinde görev yapan askerlerdir. Yine tutuklanan 125 albaydan 87’sinin ordunun geleceğindeki komuta kademesini oluşturması beklenen kurmaylardan oluştuğu düşünüldüğünde bu süreçte TSK’nın aldığı yaranın boyutu ortaya çıkmaktadır.

    Aralarında suçlandıkları konuları gururlarına yediremeyip intihar edenler, hastalanıp hayatını kaybedenler olmuştur. Bu konuda da büyük dramlar yaşanmıştır. 10 küsur yıl süren Ergenekon/Balyoz davası sonunda “böyle bir örgüt yokmuş” diyerek adalet süreci kapanan ancak açtığı yaraları kapanmayan bir garabet süreçte ne yazık ki kaybeden TSK ve yurdum insanı olmuştur.

    Şurası iyi bilinmektedir ki 15 Temmuz sonrasında OHAL ve KHK uygulamaları ile rövanşist mantıkla harekete geçilmiştir. Bu süreçte de Türk Ordusunun komuta kademesi büyük yara almış ve ardından Türk tipi başkanlık sistemine geçilmiştir. Türk tipi başkanlık sistemi ile yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanmış ve kuvvetler birliği uygulaması hakim kılınmıştır.

    MP iktidarında yargı mekanizmasının bağımsız ve tarafsız işlemesi temel öncelik olacaktır. Hukukun üstünlüğünde yasama, yürütme ve yargıda güçler ayrılığı süreci başlatılacak, denge ve denetim vazgeçilmezimiz olacaktır.

    Yargıda berat kararı alan kişi ve kurumların hak kayıpları kesinlikle telafi edilecektir.


    Röportaj dizimizin beşinci ve son perdesinde Millet Partisi’nin milliyetçilik anlayışını, Muhteşem Türkiye vizyonunu ve dış politikadaki sert çıkışlarını bulacaksınız.

    En dikkat çekici bölümlerden biri de hiç şüphesiz Filistin olacak. Cuma Nacar’ın İsrail’e karşı önerdiği nota, ambargo ve İslam ülkelerine ortak tavır çağrısı çok tartışılacak.

    Final bölümünde “Muhteşem Türkiye” idealini ve dış politikada sert mesajları kaçırmayın!