Banu SANCAK

Banu SANCAK

08 Aralık 2025 Pazartesi

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    KÖLELİĞİN KARANLIK GÖLGESİ

    KÖLELİĞİN KARANLIK GÖLGESİ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İnsanın bir başka insana boyun eğmesi, insanlık tarihi boyunca farklı isimler ve farklı uygulamalarla karşımıza çıkmıştır. Bin yıllar öncesinden beri süregelen ve yakın çağa kadar yasal olan kölelik sistemi, zamanla biçim değiştirerek, modern çağda görünmez zincirlerle ve prangalarla devam etti. Bugün kapitalist sistem olarak tanımladığımız insan ve emek sömürüsü, birçok düşünür tarafından “ücretli kölelik” ya da “modern kölelik” olarak tanımlanır. Peki, kapitalizm köleliğin karanlık gölgesi midir?

    Antik Yunan filozofu Aristoteles, Politika adlı eserinde köleliği doğallaştıran bir bakış açısına sahiptir ve bazı insanların “doğal köle” olduğunu savunmuştur. Aristoteles’e göre kölelik; “Doğal bir düzenin ürünüdür ve bu düzende herkesin bir yeri vardır. Bazı insanlar doğuştan yöneten olmaya, bazılarıysa yönetilen olmaya uygundur. Bazı insanlar yönetmek, bazıları yönetilmek için yaratılmıştır.” Bu anlayış, köleliği doğallaştırırken, özgürlük kavramını seçilmiş, sözde elit bir azınlığa bırakır.

    18. yüzyıl başları, dönemin filozofları öncülüğünde, halkın özgürlük, eşitlik ve insan hakları kavramlarının ön plana çıkardığı ve köleliğin meşruiyetini sorgulamaya başladığı yıllardı. Dönemin romantik aydınlardan Jean Jacques Rousseau’ya göre; “İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur.” Karl Marx’a göre de kapitalist toplumda kölelik ortadan kalkmamış, yalnızca biçim değiştirmiştir. Marx’a göre işçi, emeğini satmak zorunda kalan bir ücretli köleye dönüştürülmüş ve bu köle, zincirlerini taşıyamadığından dolayı yaşamını sürdürebilmek için emeğini sürekli satmak zorunda bırakılmıştır.

    İslam ve Kölelik: Adalet ve Özgürlük Menzilinde Tedricî Bir Yol

    İslam hukukunda kölelik kaldırılmamış, ama çözülmesi gereken bir sorun olarak ele alınmıştır. Bu fıkıha göre köleler, hukuken bir “mal” sayılmakla birlikte; onlara iyi davranılması, zulmedilmemesi, eğitim, yiyecek ve giyecekte eşitlik sağlanması buyrulmuştur. Yani kölelik, İslam’da bir sistem olarak teşvik edilmemiş, tam tersine toplumun onunla mücadele etmesi hedeflenmiştir. Fakat bu süreç, dönemin toplumsal düzenine uygun olarak tedricen, aşama aşama ilerletilmiştir.

    İslam felsefesindeki en önemli hususlardan biri, insanın fıtratı bakımından eşit ve akıl sahibi bir varlık olmasıdır. Farabi, İbn-i Sina, Gazali gibi alimlere göre insanın değeri, ahlaki ve akli kapasitesi kadardır. Bu anlamda, köle ya da hür fark etmeksizin, insanın değeri, ahlaki, akli olgunluğu ve imanı ile derecelendirilir. Farabi’ye göre: “İnsan, erdemli bir şekilde, akıl ve hikmetle yönetildiğinde hakikate ulaşır. Köleliğin, erdemli bir toplum yapısında yeri yoktur, çünkü köle, iradesi başka birine bağlı olan bir bireydir; bu da onun gelişimini engeller.”

    İslam hukukuna göre emeğin karşılığı kutsaldır. “İşçiye, alın teri kurumadan önce ücretini verin.” diyen adaletli bir peygamberin ümmeti olarak, günümüz sistemine baktığımızda; emeğin sömürüsü, ihlali, adil ücret verilmemesi ve işçinin, emekçinin, memurun, emeklinin vs… insanca yaşama haklarının ellerinden alınarak insan onurunun zedelenmesi, modern köleliğin, yani kapitalizmin bir yansıması olarak tanımlayabilir ve bu sistemin İslam diniyle ve İslam hukukuyla hiçbir alakası olmadığını söyleyebiliriz.

    Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de kölelikle ilgili ayetlerde iki temel yaklaşım görülür:

    • Kölelik kurumunu sınırlandırmak ve düzenlemek
    • Köleleri azat etmeyi teşvik etmek

    Bu minvalde:

    • “Birbirinize mallarınızı batıl yollarla yemeyin ve ellerinizin sahip olduğu (köleleriniz) hakkında Allah’tan korkun.” (Nisa Suresi, 4/36)
    • “Köleleri azat etmek, bir boynu hürriyetine kavuşturmak, iyilik ve takva yoluna adım atmaktır.” (Beled Suresi, 90/13)

    Ayetleri, İslamiyet’in köleliğe bakış açısını açıkça tanımlar niteliktedir.

    Sosyal adaleti yüksek sesle savunduğundan dolayı İslam sosyalizminin öncüsü olarak kabul edilen Ebu Zer el-Gıfari’nin (r.a.); köleliğe karşı eşitlikçi eylemlerde ve “geceyi aç geçirip de kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim” vb. gibi söylemlerde bulunması ve kölelik ve servet birikimi konularındaki net ve sert tavrı, dönemin sahabeleriyle ters düşmesine ve sürgüne gönderilmesine neden olacak kadar rahatsız edici bulunmuştur. Yine Halife Hz. Osman (r.a.); servet sahibi sahabelere karşı “İnsanlar arasında Allah’ın rızkını dağıtan siz misiniz?” diyerek, sahip olunan fazla malların zekat ve sadaka yoluyla yoksullara ve kölelere verilmesini buyurmuştur.

    Bu Hayat, Gerçekten Benim mi?

    Kölelik kalkmadı! Kapitalist kölelikte insanlar satılmadı ama zamanı, emeği ve ruhu kiraya verildi. Kölelik, bir zamanlar zincirdi, şimdi ise kravat taktı, işçi oldu, emekçi oldu, bordrolaştı ve politikleşti. Zincir artık zihinlerde, banka hesaplarında ve taksitlerde… Kölelik kamçıyla yönetilirdi, kapitalizm ise köleyi efendisine değil, ihtiyaçla, tüketimle, borçla ve faizle sisteme kulluk etmeye zorladı. Efendiler değişti, ama boyun eğme biçimi değişmedi.

    Kapitalizm, kölelik zincirini maaş, terfi, kariyer, prim gibi pazarlıklarla süsleyerek paketledi. Kalabalık ve kirli şehirlerde, trafikte, metrolarda, toplu taşıma araçlarında ve AVM’lerde, robotlaşmış, geleceğe dair umudunu yitirmiş, yaşamak için gerekli fiziki şartlar, maddi, manevi ve sosyal ihtiyaçlar için ömrünü feda etmiş mutsuz yığınlar haline getirdi… Acaba bu keşmekeş içinde, insanın değeri, onuru ve emeği; kaç saat, kaç toplantı, kaç müşteri, kaç yutkunma, kaç yumruk ya da kaç diş sıkma, kaç içe atma, kaç sessizlik, kaç yoksulluk, kaç çaresizlik, kaç hastalık, kaç cinnet, kaç tırlatma ederdi?

    Nietzsche’ye göre, “Hizmetkârlar, her zaman koşulmuş hayvanlar olarak kalırlar, altın koşumlarıyla ışıl ışıl parıldasalar bile.” Nietzsche, modern insanı “son insan” olarak tanımlar: Son insan, konforunu kaybetmemek için derin düşünmekten kaçan, güvenlik ve rahatlık uğruna özgürlüğünden vazgeçen bir figürdür. Modern insan; “Bana bir amaç verin” diye direnir, fakat amaçların çoğu, sistem tarafından çoktan paketlenmiştir bile… Şanslıysan bir iş sahibi olursun, evlenirsin, krediyle bir ömür borçlanarak ev alırsın, araba alırsın, terfi edersin, çocuk yaparsın, senede bir kere tatile çıkarsın, emekli olursun… Ya sonra? Bu noktada asıl trajedi başlar. Belki de hiçbir zaman gerçekten yaşayamadığımızı anlarız. Çünkü yaşamak için önce var olmak, var olmak içinse özgür olmak gerekir. Oysa bizler çoğu zaman yaşıyormuş gibi yaparken, aslında sadece köle gibi çalışıyor ve hayatta kalma mücadelesi veriyoruz.

    Ez’cümle; bu yazı, yalnızca sistem eleştirisi değil, aynı zamanda özgürlük anlayışımızı sorgulama çağrısıdır. Çünkü gerçek özgürlük, sadece zincirlerden kurtulmak değil, zincirleri fark edebilmektir.

    Ve en önemlisi, kendimize şu soruyu sormaktır: Yaşadığım bu hayat, gerçekten benim mi?