Banu BALAT

Banu BALAT

20 Kasım 2025 Perşembe

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    TOPRAĞA DÖNÜŞ

    TOPRAĞA DÖNÜŞ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Uzun yıllar boyunca masa başında çalıştım. Ofislerde, bürolarda, düşünmeye dayalı işler içinde var oldum. Zihinsel olarak yoruldum ama bunu çoğu zaman fark etmedim çünkü fiziksel bir yorgunluk olmayınca, yorgunluk da yok sanılıyordu. Emekli olduğumda ne yapacağımı bilemedim. Alışkanlıklar, programlanmış gibi geçen günler bir anda yerini sessizliğe ve boşluğa bıraktı.

    Sonra küçük bir toprak parçası aldım. İçimdeki o belirsizliği elimle kazmaya başladım. Kendime bir bağ evi yaptım. Önündeki tarlayı sürdüm, içindeki taşları ayıkladım. Ayıkladığım taşlarla kendime bir yol döşedim; sadece toprağın üstünde değil, hayatın içinde de yürüyebileceğim bir yol…

    Şimdi her sabah uyandığımda penceremden ilk gördüğüm şey, güneşin yeşilin üzerine düşen yumuşak ışığı oluyor. Bir ağacın yaprağının sabah serinliğinde usulca kıpırdamasını izliyorum. Kuşlar gün doğarken cıvıldamaya başlıyor, sanki her sabah yeniden uyanmayı kutluyorlar. Önümden usulca akan derenin sesi öyle derin, öyle ritmik ki bazen dakikalarca başka hiçbir şey düşünmeden sadece onu dinliyorum. O su sesiyle birlikte içimdeki karmaşa da akıp gidiyor sanki.

    Akşamlar bir başka güzel… Güneş dağların ardına çekilirken gökyüzü pembeyle turuncunun tonlarında boyanıyor. Doğa usulca susuyor ama bu sessizlik çorak değil. Şehirdeki trafik uğultusunun yokluğu bir kayıp değil, aksine büyük bir kazanım. Çünkü burada sessizlik, doğanın sesiyle dolu: bir kurbağanın seslenişi, yaprakların fısıltısı, uzaktan gelen bir baykuş sesi… Her şey yerli yerinde ve tam da olması gerektiği gibi.

    Her zaman müzik dinlemeyi çok seven biri oldum. Hayatım boyunca kendimi müzikle rahatlattım, müzikle dinlendim. Ama bu bağ evine geldiğimden beri fark ettim ki artık müziği daha az açıyor, doğayı daha çok dinliyorum. Rüzgârın uğultusu, yaprakların hışırtısı, toprağın çıtırtısı, bir serçenin ani kanat sesi… Her biri kendi melodisini sunuyor bana. Sanki doğa, içimdeki boşlukları müzikle değil, bizzat kendi varlığıyla dolduruyor.

    İçimde, yeni bir oyuncak alınmış çocuklarınkine benzer bir sevinç var. Onların yeni oyuncaklarıyla oynamak için duydukları heyecan ve heves misali, ben de bu bağ evine gelmek için, burada zaman geçirmek için, toprağa bir şeyler ekmek ya da sadece bir taşı yerinden oynatmak için bile can atıyorum. O çocukça heyecan, o saf mutluluk her gün biraz daha büyüyor içimde.

    İlk başta korktuğum bu yeni hayat, şimdi beni en az yoran, en çok besleyen yer oldu. Ellerim çamura bulaştıkça zihnim temizleniyor. Bu çelişki gibi görünen denge, bana doğanın gerçek iyileştirici gücünü gösterdi. Fiziksel emeğin içinde bulduğum huzur, yıllarca masa başında, ekranlar arasında arayıp da bulamadığım bir derinlik taşıyor. Toprakla uğraşmak sadece bedeni değil, ruhu da çalıştırıyor.

    İnanılır gibi değil ama tüm kariyerim boyunca zihinsel işlerle meşgul olmuş bir kadın olarak şimdi bir kürekle, bir çapa ile ya da bazen sadece çıplak ellerimle yaptığım işler beni çok daha az yoruyor. Üstelik tarifsiz bir mutluluk veriyor. Çünkü toprağın içinde insan kendi köklerini buluyor.

    Bazen insan, kendine en uzak sandığı yerde en çok kendine yaklaşırmış. Doğa yalnızca ürün vermiyor; huzur da veriyor, denge de… Ve inanın, toprakla kurulan bu derin bağ bütün unvanlardan, kariyerlerden, planlardan daha gerçek, daha kalıcı.

    Ve zamanla anladım ki, insanın gerçek huzuru aradığı yerler ne kadar karmaşık, ne kadar yapay olursa olsun; cevabı hep en yalın olanda saklıdır. Doğayla bir olmak, onunla birlikte akmak… Asıl bütünlük orada başlıyor. Çünkü insan, toprağı unuttukça kendini de unutuyor. Oysa bir gün, hepimiz yeniden toprağa döneceğiz. Doğanın bir parçası olarak geldiğimiz bu dünyadan, yine onun koynuna gömülerek ayrılacağız. Bu kaçınılmaz döngüyü unutmadan yaşamak, toprağa sadece ölümle değil, hayatla da bağlanmak… İşte gerçek huzur, tam da burada başlıyor.