Ayşe Bağçıvan

Ayşe Bağçıvan

01 Aralık 2025 Pazartesi

    DİĞER YAZARLARIMIZ

    DİL, MÂNÂ ve TEFEKKÜR: KUR’ÂN-I KERÎM’İN TÜRKÇE MEÂL-İ ÂLİSİ ÜZERİNE

    DİL, MÂNÂ ve TEFEKKÜR: KUR’ÂN-I KERÎM’İN TÜRKÇE MEÂL-İ ÂLİSİ ÜZERİNE
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Geçtiğimiz mayıs ayında Kur’an-ı Kerîm’in anlam dünyasına klasik perspektiften yaklaşan önemli bir çalışma ilim ve düşünce dünyasına sunuldu. Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsiri esas alınarak hazırlanan, Ketebe yayınları tarafından yayımlanan “Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlisi” isimli çalışma meâl-tefsir literatürüne özgün bir katkı sağlıyor.

    Alanlarındaki birikimleri ile tanınan, Prof. Dr. Muhammet Altaytaş, Prof. Dr. A. Taha İmamoğlu, Prof. Dr. Mustafa Şentürk ve Dr. M. Fatih Soysal’ın ortak çalışmasıyla hazırlanan bu eser, Kur’an’ın yalnızca zahiri anlamlarını değil, ayetlerin tarihsel bağlamlarını, dilsel inceliklerini ve tefsirî yorumlarını da derinlemesine ele alıyor. Bu yönüyle, salt bir “meal” değil Kur’an’ın anlam katmanlarına açılan çok boyutlu bir okuma rehberi niteliği de taşıyor.

    Kitabın en dikkat çekici yönlerinden biri, klasik kaynaklarla kurduğu dengeli ilişki. Müfessirlerin asırlardır süregelen yorum mirasını göz ardı etmeden, bugünün okuyucusuna hitap eden sade ama yüzeysel olmayan bir dil tercih ediliyor. Böylece Kur’ân’la bağ kurmak isteyen günümüz insanı için hem ilmi bir zemin hem de manevi bir derinlik sunuluyor.

    Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlîsi, özellikle Kur’ân’ı anlamaya çalışan ve onun içsel çağrısına kulak vermek isteyenler için yepyeni pencereler aralıyor. Eserde kullanılan metodoloji, klasik tefsir literatüründen beslenen fakat günümüzün anlam arayışına cevap verecek biçimde şekillenen bir yaklaşıma dayanıyor. Ayetlerin bağlamları, iniş sebepleri (esbâb-ı nüzûl), kelime köken analizleri ve anlam katmanları titizlikle işlenmiş.

    Bu yönüyle eser, akademisyenlerden öğrencilere, dinî düşünceyle ilgilenen geniş bir kesime hitap ederken, anlam odaklı Kur’ân okumalarına da güçlü bir zemin hazırlıyor. Biz de bu vesile ile bu önemli eserin metodolojik yaklaşımlarından klasik kaynaklarla kurduğu ilişkiye ve günümüz insanına yönelik mesajlarına kadar pek çok yönü konuştuk.

    Bereketli okumalar.

    Ayşe  Bağcivan : Hocam yakın zamanda sizlerin de arasında bulunduğu hocalarımızla birlikte bir meal tefsir hazırladınız. Niçin Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsirini seçtiniz?

    Mustafa Şentürk: “Neden Ömer Nasuhi Bilmen meâli?” sorusunu -biraz da espri ile- aynı ifadeyle ama bu sefer soru işaretsiz şekilde cevaplamak mümkün: “Neden, Ömer Nasuhi Bilmen meâli”, yani merhûm Ömer Nasuhi Efendi’nin ahlâk-ı hamîdeye ve salâbet-i dîniyyeye dayanan kişiliği ve bir taraftan İlmiye’ye kazandırdığı Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhiyye Kâmûsu gibi bir şâheseri diğer taraftan “Kur’ân’dan sonra en çok basılan kitap” unvanına sahip Büyük İslâm İlmihâli ile halkımızın dînini doğru ve özet bir şekilde öğrenebileceği sahîh bir kitabı vücuda getirebilen ilmî müktesebâtı. Ayrıca merhûmun Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsiri’nin sahîh kaynaklara dayanan bir eser olup Kur’ân’ın özünü ve kültürünü halkımızın idrâkinde karşılık bulacak bir dil ile yazılması.

    Abdullah Taha İmamoğlu: Günümüz insanının hayatı çok yoğun bir şekilde yaşaması ve eskiye nazaran sosyal medyanın bizi çok daha fazla meşgul ederek günlük okuma miktarımızı azaltması bizi daha özlü bir meal-tefsir hazırlamaya sevk etti. Osmanlı ilim geleneğinin son halkalarından birisi olan ve Cumhuriyet döneminde hocamızın da ifade ettiği gibi bazı eserleri öne çıkan ancak tefsiri hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğümüz Ömer Nasuhi Bilmen’in sekiz ciltlik tefsirini esas alarak kısa bir meal-tefsir hazırlamanın uygun olacağını düşündük. Tabi tefsir okuma alışkanlığı olmayan insanları da bu meal-tefsir vesilesiyle tefsir kitaplarına yönlendirmek de bir diğer amacımız.

    Muhammet Altaytaş: Elbette bu konuda çok şey söylenebilir. Şu kadar var ki Ömer Nasuhi Bilmen, İslâm ilim geleneğine ve şiir yazacak derecede Arapça, Farsça ve Türkçe dillerine hâkim âlim ve edip bir şahsiyettir. Onun diğer eserleri yanında, sade ve zarif bir üslupla kaleme aldığı sekiz ciltlik Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri (1964-1966) isimli eseri, ilim tarihimizden maharetle süzülmüş temel tefsirî bilgileri ihtiva etmesi, dili, üslûbu ve ilmî sıhhati bakımından Cumhuriyet döneminin eşsiz tefsirlerinden biridir. Son dönemde, eserlerindeki mutedil üslup ile halkımızın itikâdi ve amelî istikametinin muhafazasında derin tesirleri olan merhumun meâl ve tefsirinin kanaatimce biraz da kasıtlı şekilde gölgede bırakılması bizi bu çalışmaya sevk etmiştir.

    Ayşe  Bağcivan : Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsirini esas aldınız. Siz tam olarak bu tefsirde ne yaptınız?

    Mustafa Şentürk: Çağımız insanının imkân ve ihtiyaçları doğrultusunda, zorunlu hallerde dilini kısmen sadeleştirip “muhtasar bir tefsir” ya da -günümüzde daha çok kullanıldığı şekliyle ifade edecek olursak- bir “meâl-tefsir” formunda hazırlamaya çalıştık. Eserin meâlin metnine mümkün mertebe müdahale etmemeye çalışmakla birlikte, geniş kitlelerin istifade edebilmesi için bazı -eski (?)- kelime ve terkipler ile bugün anlam değişikliğine uğramış bazı kavram ve ifadeleri yeniden düzenledik. Bunu yaparken merhûmun eserinde aktardığı bilgileri ve İslâm’ın kudsiyetini yansıtan hürmetkâr dilini muhafaza etmeye çalıştık. Klasik ve gerekli tefsir bilgilerini yani, sûrelerin Mekkî-Medenî durumları ile muhtevâları, birbirleriyle münâsebetleri, nüzûl sebepleri, peygamber kıssaları ve mucizeleri, âyetlerden çıkarılan bazı itikadi, amelî ve ahlâkî hüküm, ilke ve mesajları dipnotlarda aktarmaya çalıştık. Yine Ömer Nasuhi Efendi’nin konu bütünlüğüne sahip âyet kümelerinin sonunda genellikle “Bu mübarek âyetlerde” ifadesiyle başlayarak yaptığı özetleri dipnotlara taşımaya çalıştık. Ayrıca Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü çerçevesinde meâlde zikredilen hadîs-i şerîflerin tahrîcini yaptık. Öte yandan kavram değeri bulunan kelime ve ifadelere dâir merhumun verdiği bilgileri dipnotlara aktardık.

    Muhammet Altaytaş: Aslında geleneğimizde günümüzde olduğu gibi sırf metin tercümesinden ibaret olan meâller vasıtasıyla, Kur’ân-ı Kerîm’den istifade etme yöntemi yoktur. Zira isterseniz mükemmel Arapçanız olsun yine de İslâm sırf Kur’an-ı Kerim’in metniyle sahih olarak anlaşılamaz. Bu sebeple merhumun adı geçen eserinin muhtasarı sadedinde olan elinizdeki meal-tefsirde, âyet-i kerîmelerin meâline ilaveten nüzûl sebebi, başta Hz. Peygamber’in (sas) risâlet tarihi olmak üzere peygamber kıssaları ve mucizeleri, âyetlerden çıkarılan bazı itikadi esaslar, fıkhî hükümler ve ibretamiz cihanşümul mesajlar, sûrelere dair genel bilgiler, binlerce Kur’ânî kavramın izahı gibi Kur’ân-ı Kerîm’in anlaşılması için gerekli asgari tefsir bilgisi dipnotlara aktarılmış olması önemlidir.

    Abdullah Taha İmamoğlu: Hocamız efradını cami bir şekilde bu meal tefsirde ne yaptığımızı izah etti. Ancak Türkçe’nin ve Kur’an dilinin muhafazası da bizim için çok önemli. Malumunuz Diyanet İşleri Başkanlığı’nın son dönemde meal çalışmalarına yönelik bir kararı oldu ve çok tartışıldı. Din dilinin tahrifini ve Yüce Kitabımızın keyfe keder meal veren çalışmalarla suistimalini kimse savunamaz diye düşünüyorum.

    Ayşe  Bağcivan : Günümüzde İslâm’ı tanımak için mealler nasıl bir katkı sağlıyor? Bu noktada gördüğünüz problemler var mıdır?

    Mustafa Şentürk: Bir bahs-i diğer olmakla birlikte bir problematik olarak evvelen şu noktaya dikkat çekmek gerekir: Modern dönemde Batı’da Martin Luther ve Protestan düşüncesi ile başlayan “Kutsal Kitabı kendi dilinde okumak” düşüncesi, İslâm Dünyasında “İslâm’ı asrın idrâkine doğrudan Kur’ân’ ile sunma” paradigması olarak yansımış, o da zaman içerisinde âdetâ “İlmihâli bırak Meâli oku!” mottosu ile ifade edilir olmuştur. Neticede bugün 250 civarında Türkçe meâl ile karşı karşıyayız. Tabiri câizse “meâl enflasyonu” yaşanmaktadır. Bu noktada “İslâm’ı asrın idrâkine sunma” uğrunda “bu kadar meâl sadra şifâ oldu mu?” sorusundan daha önce sorulması gereken soru “(Tek başına) meâl sadra şifâ mıdır?” sorusudur. Bu sorunun cevabı ayrıca bir tartışma konusu olup belirttiğimiz gibi bu başka ve uzun bir bahistir.

    Öte yandan günümüzün görsel dünyasında insanın uzun metinler ve o arada tefsirler ile meşgul olmasının zorluğu bir tarafa insanımızın bir uzman olarak değilse de bir Müslüman olarak Kur’ân ile hemhâl olma ihtiyacı göz önüne alındığı takdirde meâl(ler)e bir talebin oluştuğu ve hadd-i zâtında meâl(ler)e -en azından ve kısmen- bir ihtiyacı karşıladığı ve bu meyânda bir işlev gördüğü yadsınamaz. Artık ihtiyaç duyulan âyetlerin tefsirlerine çevrimiçi de ulaşılabileceği düşünülünce, meâl(ler) tercih edilir olmuştur. O bakımdan insanımızın Kur’ân’la buluşmasında da olumlu etkilerinden söz etmek mümkündür. Beri taraftan bu konudaki sakıncaya bir benzetme ile dikkat çekecek olursak, sokaktaki insan nasıl eline anayasayı alınca hâkim ve/ya savcı olmuyorsa, meâl okuyan da Kur’ân ve/ya din uzmanı olmaz. Bu nokta çok önemli. Bu anlamda modern dönemin en önemli problemlerinden biri de “Kur’ân İslam’ı” gibi görünürde iyi niyetli ve câzip söylemlerle, “Kur’an ile İslâm’ı, İslâm ile Kur’ân’ı özdeşleştirmek” ve “Kur’ân’da yok!” söylemiyle pek çok önemli konu ve meseleyi kestirip atmak. Dikkat ederseniz, günümüz Müslüman âlim ve/ya aydınlarının (?) düştükleri en bâriz hatalardan biri, bir konuyu anlatırken, “Bu konu, Kur’ân’da yok (o halde İslâm’da da yok)!” söylemleridir. Halbuki kendilerinden beklenen “Kur’ân’da yokları değil varları” anlatmalarıdır.

    Abdullah Taha İmamoğlu: Bir problem olarak Hocamızın söylediklerine ilaveten Kur’an’ın sünnet ile olan irtibatı da maalesef meallerde çok gözetilmiyor. Hz. Peygamberimize (s.a.v.) yönelik hitaplar daha kuşatıcı olsun diye evrenselleştirilmeye çalışılıyor. Haliyle Yüce Kur’an’ın ilk muhatabı olan Resul-i Ekrem çoğu mealde neredeyse zikredilmiyor bile.

    Ayşe  Bağcivan :  Çalışmanızı günümüzdeki mealler ve tefsirler arasında nereye yerleştiriyorsunuz? Hususiyetlerinden bahseder misiniz?

    Mustafa Şentürk: Bu çalışma, belirttiğimiz gibi “meâl enflasyonu” vasatında, “bu ‘meâl piyasasında’ biz de bir şekilde yerimizi alalım” düşüncesiyle ortaya çıkmadı. Bilakis temel motivasyonumuz, “bu kadar meâl sadra şifâ oldu mu?” ya da “(tek başına) meâl sadra şifâ mı dır?” sorusunun cevabı bağlamında, ‘öyle bir şey yapalım ki, çağımızın sorunlarına vâkıf olup istikametini tarihin onadığı bir âlimin, Kur’ân’ın özünü ve rûhunu anlatan, kaynakları sahih, bilgileri doğru, dili anlaşılır bir çalışmasını insanımıza sunalım’ düşüncesi idi. Konu ve meseleleri; kısa aktarıldığı takdirde anlaşılmama ve/ya yanlış anlaşılma, uzun olduğu takdirde ise usandırıcı ve bıktırıcı daha kötüsü konudan ve/ya mesajdan uzaklaştırma zafiyetinden kurtaracak bir çalışma olsun diye düşündük.

    Abdullah Taha İmamoğlu: Biraz önce de ifade ettiğim gibi çoğu mealde ihmal edilen sünnet ve hadis bilgisinin Ömer Nasuhi Efendi’nin meal-tefsiri açısından zengin bir müktesebat sunduğunu düşünüyorum. Hatta yoğun bir siyer ve İslam tarihi bilgisi ile okuyucuyu da besliyor.

    Muhammet Altaytaş: Günümüzde meal tefsir deyince daha ziyade modernist eğilimli veya yazarın daha ziyade indi görüşlerini yansıttığı bir takım çalışmalar akla geliyor. Bizim hazırladığımız meal tefsir ise ilim geleneğimizin Kur’an anlayışını yansıtan klasik bir meal tefsir olmasıyla öne çıkıyor.

    Ayşe  Bağcivan :  Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsiriyle yeniden çalışırken, klasik tefsir geleneği ile modern okuma biçimleri arasında nasıl bir denge kurdunuz? Metne sadakati korurken çağdaş okurun zihinsel dünyasına nasıl hitap etmeyi hedeflediniz?

    Mustafa Şentürk: Merhûm Ömer Nasuhi Efendi, zaten klasik ekolün / okulun yaşadığı dönemde en önemli temsilcilerinden biridir. Aynı zamanda “çağının âlimi” olup çağın problemlerine vâkıftır. Klasik ilimlerdeki müktesebâtı tartışılmaz ve geleneği iyi bilen, çağı da iyi okuyabilen bir âlim olduğu için zaten çok zorlanmadık. Bize düşen bu çerçevede hazırladığı tefsirini belirttiğiniz gibi metne olabildiğince sâdık kalarak özetlemek ve kısmen sadeleştirmekten ibaret oldu.

    Abdullah Taha İmamoğlu: Bu eserle biz aslında çağdaş okuyucuyu ilahi dilin sıcaklığına yaklaştırmaya çalıştık. Zira modern meselelerin merkeze alındığı bir meal aslında insanı dönüştürme gücünü de kaybeder diye düşünüyorum. Hatta anakronik bir okumaya dahi sebep olabilir.

    Ayşe  Bağcivan :  Bu projede sadece bir metni sadeleştirmekle kalmadınız bir anlam yolculuğuna da rehberlik ettiniz. Peki bu süreçte sizi en çok zorlayan ya da daha açık bir ifade ile sizi duygusal olarak etkileyen bölüm hangisiydi? Bizimle paylaşır mısınız?

    Mustafa Şentürk: Bir anlam yolculuğuna rehberlikten evvel anlamı keşif yolculuğuna çıkmış olduk. Anlama rehberliği de müellifin emânetini okuyucuya kazasız belâsız aktarma çabası diyelim. Spesifik bir bölüm ve/ya örnekten ziyâde genel bir değerlendirme yapmak isterim. Evvelâ Kelâmullah’ı doğru anla(t)ma çabası ya da tersinden ifade etmek gerekirse yanlış anla(t)ma endişesi insanı ürperten bir sorumluluk. Yani önce Rabbimize karşı sorumluyduk ve O’nun emânetini (Ahzâb 33/72) anla/t/ma görevini üstlenmiş olduk. Öte yandan merhûm müellif Ömer Nasuhi Efendi’yi doğru anla/t/ma sorumluluğunu üstelenmiştik. Malûm, çevirinin zorluğunu anlatmak için “tercüme tenasühtür, mütercim de mütenâsihtir” denir. Her iki durumda da “kasd-ı mütekellimi” doğru aktarma sorumluluğu titiz bir çalışmayı gerekli kıldı. O bakımdan bu vesile ile çalışmamızın kusurlarının Rabbimizin affı, müellifin ve okuyucuların toleransı hudûdunu aşmamış olduğunu niyâz ederiz.

    Abdullah Taha İmamoğlu: Ömer Nasuhi Efendi şiir yönüyle ve edebi açıdan da çok kuvvetli bir zat. Ayetlerin tefsirini yaparken çoğu yerde klasik şiir geleneğimizden hatta kendi şiirlerinden de örnekler veriyor. Bu üslubun şahsım adına beni etkilediğini söyleyebilirim. Zira şiirselliği ve edebi yönü en zirvede olan Yüce Kur’an’ı şairlerin penceresinden okumaya da imkân tanıması bence mühim bir husus.

    Ayşe Bağcivan : Günümüzde birçok insan Kur’an’la bireysel olarak temas kurmak ve Kur’an’ın anlam dünyasında gezinmek istiyor ancak Kur’an’ın anlam dünyasına nüfuz etmekte zorlanıyor. Bu çalışmanızda okuyucunun o anlam kapılarını aralayabilmesi için nasıl bir yaklaşım benimsediniz? Hangi bölümlerde durup ‘Buraya dikkat edilmeli?’ dediniz?

    Mustafa Şentürk: Kur’ân bütün insanlar (Bakara 2/185), mü’minler (Neml 27/2) ve müttakîler (Bakara 2/2), için hidâyet rehberidir ve Kur’ân’ın rehberliği en sağlam rehberliktir (İsrâ 17/9). Kur’ân öğüt almak isteyenler için kolaylaştırılmıştır (Kamer 54/17). Bize düşen sadece şeytandan Allah’a sığınarak (Nahl 16/98) ve Rab adına (Alâk 96/1) hâlis bir niyetle Kur’ân’ı okumak, dinlemek (A’râf 7/204), ayrıca tefekkür (Haşr 57/21), tezekkür (Nûr 24/1) ve tedebbür etmektir (Sâd 38/29; Muhammed 44/24). O bakımdan “Kur’ân’a nüfûzdan” önce “Kur’ân’ın nüfûzunu” sağlayacak arı-duru, samîmî ve hâlis bir zihin ve gönül ile hazır bulunmak gerekir.

    Öncelikle ve özellikle belirtmek gerekir ki, “(salt) meâl okuma” ve/ya “meâl ile yetinme” ameliyesine karşın, bu mastar cümlelerin ünlemli hâli yani nehyi ile cevap vermek gerekir:  “(Salt) Meâl okuma!” ve/ya “meâl ile yetinme!”. O bakımdan biz merhûmun meâlini değil “muhtasar bir tefsirini” ya da -illâ “meâl” tabiri gerekliyse- bir “meâl-tefsir” formunu hazırlamaya çalıştık.

    Sorunuzun son kısmına ise şu şekilde cevap vermek isteriz: Kur’ân çağlar üstü bir rehber olarak her çağ(d)a (yeniden) “iner”. Bilindik bir ifade ile söylemek gerekirse, bir kimse “Kur’ân’ın doğru anlamıyla” veya “Kur’ân’ın anlamıyla doğru şekilde” buluştuğu ve Rabbinin murâdını doğru anlayıp tatbîk ettiği zaman Kur’ân ona nâzil olmuştur. Dikkat edilmesi gereken en önemli mesele de burası olmalıdır.

    Abdullah Taha İmamoğlu: Ömer Nasuhi Efendi’nin tefsirini yıllar önce tetkik ederken Kur’an kavramlarını özellikle Türkçe hassasiyetini de gözeterek karşılamaya çalışması çok dikkatimi çekmişti. Biz de aslında bu meal-tefsirde Kur’an kavramlarının dipnotlarda kolaylıkla seçilebilmesi için koyu karakterle belirttik ve okuyucunun Kur’an’ın kendi diline yaklaşmasını arzu ettik. Bu açıdan dipnotlarda yaklaşık bin kadar Kurânî kavramın açıklaması var. Okuyucular bu kavramların izahına dikkat kesilirlerse eserden çokça istifade ederler diyebilirim.

    Ayşe  Bağcivan : Günlük okuma düzeyinde bu fark nasıl hissedilir sizce? Aynı ayeti klasik bir mealden ve sizin çalışmanızdan okuyan bir okuyucu hangi noktalarda ‘Burada başka bir derinlik var.’ diyebilir? Yani tefsir temelli meal ifadesi kulağa teknik gelebiliyor ama siz bu çalışmada bunun altını gerçekten doldurmuşsunuz. Okuyucu bu farkı en çok nerede hisseder sizce? Sadece kelime değil bağlamla da buluştuğunu hissettiren örnekler üzerinden anlatabilir misiniz?

    Mustafa Şentürk: Teknik tabirleriyle söylemek gerekirse âyetler, anlaşılmaları bakımından muhkem, müteşâbih, mübhem, mücmel, mutlak, umûmî… nitelikler arz eder. Zamirler ile âyetler arası münâsebetleri de göz önüne alınca, bunları meâlde takdîrlerde bulunmadan aktarmak hem zordur hem de sakıncalı durumlar doğurabilir. İşte bu noktalarda tefsire ihtiyaç ve müracaat kaçınılmazdır. Müellif merhûm bu husûsları gayet yetkin bir şekilde açıklamıştır. Ancak nadiren de olsa bazen tefsir kısmında açıkladığı ve fakat bunları meâl kısmına yansıtmadığı durumlar olmuştur. İşte bu durumlarda meâli daha anlaşılır kılmak maksadıyla, müellifin kendi açıklamalarından hareketle meâl kısmında takdirlerde bulunduk. -İddialı bir ifade olarak görülmesin lütfen ama- Bize göre okuyucu bu meâli okuduğu zaman, Ömer Nasuhi Bilmen’in Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri isimli 8 ciltlik tefsirini okumuş gibi olacaktır.

    Abdullah Taha İmamoğlu: Ehl-i kitabın özellikle de Yahudilerin hangi noktalardan tenkit edildiği birçok dipnotta genişçe izah ediliyor. Mesela ilk sure olan Bakara’da malumunuz 67 ila 73. ayetler arasında inek kıssasından bahsedilir. Ömer Nasuhi Efendi, bu kıssa vesilesiyle özellikle Yahudilerle ilgili ayetleri kendi ifadesiyle “İsrailoğulları’nın taştan daha katı olan ruhlarını” çok güzel bir şekilde tasvir eder.

    Muhammet Altaytaş: Taha Hocamız önemli bir hususa işaret ettiler. Modern dönemde bilhassa diyalog söylemleri ile birlikte metinci/mealci bir anlayışla manası en çok tahrif edilen ayetler Ehl-i kitapla yani Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili ayetlerdir. Başta Bakara sûresinin 62. âyet-i kerimesi olmak üzere bilhassa Ehl-i kitapla ilgili ayet-i kerimeler hazırladığımız çalışmadan dipnotlarıyla birlikte özellikle yeni mealler veya tefsirlerle karşılaştırmalı olarak okunduğunda bu fark bariz olarak görülecektir.

    Ayşe  Bağcivan : Bu yolculuk boyunca sizin için beklenmedik şekilde anlam derinliği kazanan ya da ilk kez farklı bir yönüyle karşılaştığınız bir ayet oldu mu? Bizi o ayetin çevresinde biraz gezdirir misiniz?

    Mustafa Şentürk: Az evvel belirttiğimiz gibi, Kur’ân her okuyana ve her okuyuşta ayrı bir şekilde “tenezzül” ve tecellî eder. Kur’ân her seferinde sizi derinden sarsar ve sanki ilk defa duyuyormuş gibi olduğunuz âyetler olur. Her seferinde başka başka âyetler zihin ve gönül hânenize misafir olur. Rabbinizin iltifatına mazhar olmuş gibi hissettiğiniz yerler ve ânlar olur. O da varoluşsal bir tatmin olur ya da Kur’ân diliyle söylersek, “Kalpler ancak Allah’ın zikri (Kur’ân) ile mutmain olur” (Ra’d 13/28).

    Abdullah Taha İmamoğlu: Sahabe-i kiramın Kur’an’a ve Resul-i Ekrem’e olan bağlılığını gayet güzel bir şekilde anlatan Lokman Suresi’ndeki 32. ayet-i kerimede Ebu Cehil ve oğlu İkrime (ra) arasındaki fark çok güzel tasvir ediliyor. Mekke’nin fethiyle beraber deniz yoluyla Yemen’e kaçmak isteyen İkrime’nin bindiği geminin fırtınaya yakalanması ve “eğer Allah Teala beni bu fırtınadan kurtarırsa Hz. Muhammed’e geri döner ve onun mübarek ellerine sarılarak İslamiyet’i kabul ederim” diye dua etmesine binaen kurtulmasıyla Müslüman oluşu ve babası Ebu Cehil’in ayette gaddar ve nankör olarak anılması bana manidar geldi.

    Teşekkür ederiz…

    Biz teşekkür ederiz…