20 Kasım 2024 Çarşamba
Elbette, sağlıklı bir yaşam için önce kendimizi keşfetmeliyiz. Sağlıklı yaşam derken, tabii ki sadece fiziksel sağlıktan bahsetmiyorum. Bahsettiğim, ruhen sağlıklı olmak ve bu en önemlisidir. Çünkü birçok fiziksel sağlık sorunu, ruhsal duruma bağlıdır.
Evet, bana göre insan, kendini keşfetmek için önce kendisiyle derin bağlar kurmalıdır. Mesela, çevresinde bulunan gereksiz ve kendine bir şey katmayan insanları hayatından çıkarmalı. Bunlar komşu olabilir, akraba olabilir, arkadaş olabilir. Hiç önemli değil. Önce bu kişilerden arınmak gerekiyor ki, kendinde çoğalabilsin. Kendine dönmek ve zaman ayırabilmek için… Kendini iyi tanıyabilmek adına, başkalarına ayırdığı zamanı geri almalı insan. Kendini dinlemeli ki, nelerden hoşlandığını, neleri sevdiğini ya da sevmediğini keşfedebilsin. Örneğin, bir komşunuzla veya arkadaşınızla sohbet ederken, saatlerce onun kendisinden bahsetmesini, övmesini ya da ne bileyim, dedikodu yapmasını dinliyorsanız, bu ortam size hiçbir şey katmayacaktır. O ortamda kaybedeceğiniz zamanı, kendinize ayırarak daha verimli kullanabilirsiniz. Mesela müzik dinlemeyi seviyor olabilirsiniz, ya da resim yapmayı… Belki kitap okumayı seviyorsunuz, belki şiir yazabilecek duygularınız var, belki roman yazabilecek yeteneğiniz var. Belki el sanatlarıyla uğraşmaya yatkınsınız, ya da aklınıza gelmeyen başka yetenekleriniz var, fark etmediğiniz. Kendinize dönüp o yetenekleri fark edip gün yüzüne çıkardığınızda, eminim hem kendinize saygınız artacak, hem de kendinizi daha çok sevecek, daha iyi tanıyacaksınız. Böylece ne kadar değerli olduğunuzu hissedeceksiniz. Kendinizi tanıdıkça, hayata daha mutlu bir pencereden bakıp gülümsemeyi öğreneceksiniz. İnsanlardan, özellikle içi boş sohbetlerle vakit kaybettirenlerden uzaklaştıkça çoğalacaksınız. Hayat, sizin için yeni bir anlam kazanacak.
Bu farkındalık, genelde ilerleyen yaşlarda ortaya çıkıyor. Belki birçok insana bu bencilce gelebilir, fakat tam tersi; toplum için sağlıklı bireyler, verimli olacaktır. Ben de bu yöntemle kendime döndüm ve birçok yeteneğimi keşfettim. Örneğin, hayal gücümün güçlü olduğunu fark ettim, hikâye yazabilecek yetenekteyim. El becerilerimle farklı tasarımlar yapabileceğimi ve daha birçok yeteneğimi keşfettim. Kendimi tanıdıkça, daha çok sevmeye başladım.
Eminim ki, birçoğumuz çevremizdeki boş insanlarla çokça zaman harcıyor ve kendimize hiç zaman ayırmıyoruz. Dolayısıyla kendimizi tanımadığımız için, yeterince sevemiyoruz. Öyleyse, artık kendimize dönme zamanı diyelim bir an önce.
Nurgül Aktürk
Evet, bunu zaman zaman kendinize sormanız gerekiyor. Malumunuz, son dönemlerde fazlasıyla üzücü ve derinden yaralandığımız olaylarla karşı karşıya kalıyoruz. Özetle kadın ve çocuk cinayetleri, taciz, tecavüz, hayvan katliamları, orman yangınları vb. Daha birinin üzüntüsü geçmeden, acısı dinmeden, yeterince üzerinde konuşulup kamuoyu bilgilendirilip gereken yapılmadan hop, bir diğer olayın ortasına düşüyoruz. Gündem o kadar hızlı değişiyor ki, tabiri caizse beynimiz kaynıyor. Gündemi yakalamak ne mümkün?
Burada iki konu üzerinde yoğun düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim. Acaba gündemin bu kadar hızlı değişmesi kimlerin işine geliyor? Bu kadar entrika tesadüf müdür? Yoksa bazı kötü emeller uğruna bilinçli mi yapılıyor? Bunu da düşünmeden geçmemek lazım.
İkinci bir konu ise, artık bir şeylerin değişme zamanı geldiğini düşünmemiz gerektiği. Evet, biz her olaydan sonra içeriğini bilsek de bilmesek de derin üzüntülerimizle yorum yapıyor, düşüncelerimizi yazıyor, ifade ediyor, gücümüz yettiğince tepkimizi gösteriyoruz. İçimiz acıya acıya lanet ediyoruz belki. Sosyal medyadan da veryansın edip yazılar yazıyor, yetkililere sesleniyoruz, duyan olmasa da. Bizler üstümüze düşen görevi yaptığımızı zannediyoruz belki. Sonra yeni bir olay, bir ölüm, bir katliam ortaya çıkıyor ve önceki olay unutuluyor. Yenisiyle oyalanırken bir önceki yaşanmamış gibi hafızamızdan siliniyor. Belki yapmamız gereken en önemli şey bu değil. En önemlisi, haklıyı haksızı, suçluyu suçsuzu konuşmaktan önce; “Biz toplum olarak bu duruma nasıl ve neden geldik?” ve “Bu işin içinden çıkabilmek için neleri değiştirebiliriz?” diye düşünmemiz gerekiyor. Her ne kadar at izi it izine karışmış olsa da, iyiye ve doğruya gitmenin illa bir yolu vardır ve o yolu bulmak zorundayız. Böyle çürümeye devam edilemez.
Nurgül Aktürk
Elbette siyaset, bağrında yalanı, dolanı, dalga dümeni barındırır. Bu, genelde bilinen bir şeydir. Doğru ve dürüst bir insan, doğru yürüdüğü için siyaset arenasında asla ilerleyemez; bunu da genelimiz bilir. Fakat bundan önceki dönemleri düşünüyorum da, tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki siyaset hiç bu kadar kirlenmemişti, çamura bulanmamıştı. Hiç bu kadar kişiselleşip, çıkar menfaat uğruna pay edilmemişti. Hiç bu kadar ahlaksızlık ve hukuksuzluk barındırmamıştı; kasetlerle, şantajlarla, tehditlerle makam koltukları istila edilmemişti. Hele üslup, bu kadar bozulmamış, mahalle ağzı olmamıştı. Bazen haber programlarında öyle konuşmalara şahit oluyoruz ki, düşük seviye cümlelerle o sataşmaları izlerken o an kendi kendime diyorum: “Böyle komşum olsa görüşmem.” Ama gel gör ki, idareci makamındalar. Bir de yandaş şakşakçılar var tabii. Yanlışı bile görüp menfaat uğruna “Padişahım çok yaşa” tezahüratında. İşte bu çıkar kurbanları onlara merdiven oluyorlar.
Burada rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun sözünü söylemeden geçemeyeceğim: “Rahatınız bozulmasın diye hangi doğrudan vazgeçtiyseniz, işte o fiyata satıldınız demektir,” demişti. O kadar doğru bir söz ki, hele de çoğunluğun satılık olduğu şu dönemde. İnsanlık kavgası yok artık; siyaset ve çıkar kavgaları var. Çıkarlar da siyaseti kirleten en büyük sebeptir. İşte bu sebepten, siyasilerin bugün söylediği, dün söylediğini tutmaması. Dün sövdüğünü, bugün övmesi gibi. Yani çıkar rüzgârı hangi yöne eserse, artık o yönde dalgalanır.
Ama unutulan ya da çiğnenen bir şey var ki, o makam ve mevkilerde olanlar toplumun örnek alabileceği bireylerdir; onlar bozulduğunda toplum bozulur. Ki durumlar zaten ortada, çok da bir şey konuşmanın gereği yok. Yine de her zaman söylediğim gibi, en derin yaramız hukuksuzluk. Hukuk olmayan yerde bütün suçlar ve kötülükler virüs gibi yayılır.
Evet, onarılması, düzeltilmesi gereken çok şey var; fakat en başta çamura bulanan siyasetin bir temizlenip, paklanması, aralanması gerekir.
Nurgül Aktürk
Hep güzel şeyler yazmak için elime kalemi alıyorum. Her aldığımda ise maalesef bir kötülüğü yazmak düşüyor payıma. Bu denli bir zalimliği yazmam gerektiğini düşünüyorum. Kendimi yazmakla yükümlü hissediyorum, sorumlu hissediyorum. Bana ne deyip sorunları görmezden gelemiyorum. Nasıl bir döneme denk geldiysek maalesef sorundan başka yazacak bir şey bulamıyorum. Her gün yeni bir katliamla karşı karşıya kalıyoruz. Ya kadın, ya çocuk ya da hayvan.
Şu son zamanlarda hayvanlarla ilgili çıkan yeni yasaya dayalı olarak AKP belediyelerinin yaptığı hayvan katliamları içimizi acıtıyor. Binlerce merhamet sahibi insana unutulmaz travmalar yaşatarak devam ediyor. Ben, hassas ve vicdanlı bir insan olarak bu hayvanlara yapılan şiddet, eziyet ve katliamlar karşısında onlar için elimden bir şey gelmemesi beni o kadar çaresiz hissettiriyor ki bazen gece uykularımı kaçırıyor, onları düşünüyorum. Bazen düşünüyorum da; ben bu yaşıma kadar kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Katledilen canları kurtarmaya, o cani ruhluların elinden almaya gücüm yetmiyor. Ve benim gibi çaresiz hissedip travma yaşayan o kadar çok İNSAN var ki. Bunların bile bir hesabı olmalı bence.
Neden bahsettiğimi anladınız sanırım. Bildiğiniz üzere birkaç gün önce Gebze Belediyesi tarafından rehabilitasyon merkezinde birçok hayvanın öldürülüp poşetlere konularak çöp konteynerlerine atıldığı ortaya çıktı. Daha önce de birkaç kez aynı şekilde hayvanları katlettiği görülmüş fakat delil olmadığı için ispat edilememesinden dolayı, o gördüğümüz katliamı drone ile havadan çekerek hayvansever, yani “İNSAN” olanlara haber verilmiş. Onlar olay yerine gelip birçok hayvanın öldürülerek poşetlere konulup atılan konteynerları boşaltıp poşetleri açtıklarında hepimizin kanı dondu. Belki bunu yapanların adına insanlığımızdan da utandık. Poşetleri açınca daha kasılmaları devam eden hayvanlar vardı. Daha çok küçük bebek kedi yavruları vardı. Kediler vardı. Bebek köpek yavruları vardı. İzlerken boğazımda adeta nefesim düğümlendi. Bu bence bir insanlık suçu, insanlığın yüz karası bir şey. Ve bunu yapanlar bir de İslamiyet’e inanan insanlar. Peki bu durum insanlığa zaten sığmıyor da İslamiyet’e sığıyor mu? Kesinlikle hayır. Hz. Muhammed, kaftanında uyuyan kedi uyanmasın diye kaftanının ucunu keserek kalkmıştı. Köpek yavrusunu emziriyor diye ordunun yolunu değiştirmişti. Kuşu ölmüş bir çocuğa taziyeye gitmişti. Peki sen nasıl oluyor da acımasızca katlediyorsun? Sahi, demezler mi sen hangi dine mensupsun?
Şimdi bunun bir de hukuksuzluk tarafı var tabii. Bundan önce de aynı durum Altındağ Belediyesi’nde yaşanmıştı tabii. Altındağ Belediyesi tarafından da köpekler katledilmişti. Orada da yine hayvanların canlı gömüldüğüne dair deliller vardı, görüntüler vardı, videolar vardı; ona rağmen Etlik Hastanesi’ne incelemeye gönderilen hayvanların eceliyle veya kaza sonucu öldüğü raporu çıkmış ve katiller ceza almamış. Gebze’deki katledilen hayvanlardan alınan örnekler de yine aynı hastaneye gönderilmiş, varın sonucunu siz düşünün. Oysa çekilen videolarda poşetten çıkarılan hayvanların kasıldığını tüm Türkiye izledi. Gebze Belediye Başkanı da konuşmasında söylemiş zaten: “Bize ölmüş olarak geldi.” Çıkacak sonuçları da tahmin etmek zor değil maalesef.
Önce hukuk sisteminin düzelmesi ve bütün hayvanların yaşama hakkının geri verilmesi, kötülüklerin bitmesi, herkesin bir an önce vicdanına geri dönmesi dileğimle.
Nurgül Aktürk
Suçlar çoğalıyor ve bizler maalesef her şey normalmiş gibi yaşıyoruz. Adeta üç maymunu oynar gibi: Görmedim, duymadım, bilmiyorum. Ne yazık ki görüyor, duyuyor ve susuyoruz. Bazen yolda, sokakta, çevremizde, bulunduğumuz herhangi bir ortamda ya da izlediğimiz sosyal medyada. Öylesine duyarsız, öylesine kayıtsız kalıyoruz ki kötülükler normalleşiyor ve çoğalıyor.
Evet, daha önce de yazdığım gibi, suçlar için yeterli caydırıcı cezalar yok. Hukuk sistemi bozuldu, adalet parayla satın alınabiliyor; fakat toplum olarak da inisiyatifimizi, duyarlılığımızı ve yanı sıra vicdan ve merhametimizi kaybettik sanırım.
Geldiğimiz şu noktada ülkemizde neler yaşanıyor da kimsenin bir tepkisi yok? Üstelik kamuoyu da suspus. Bir tarafta vahşice katledilen çocuklar, bir tarafta sapıklar tarafından öldürülen kadınlar, bir tarafta acımasızca katledilen sokak hayvanları, bir tarafta ateşe verilen ormanlar ve hukuksuzluğun toplumda açtığı yaralar… Bütün bu kötülükler karşısında duyarsız kalıp susanlar; evladını kaybeden bir annenin feryadından hepimiz sorumluyuz. Küçücük bir yavrunun kılına gelen zarardan sorumluyuz. Bizim kadar yaşama hakkı olan ama o hakkı elinden alınarak katledilen her candan hepimiz sorumluyuz toplum olarak. Onların hakkını müdafaa etmeliyiz, bir şeyler yapmalı, konuşmalı, bir şeyler yazmalı, mücadele etmeliyiz. Küçücük çocuklarımız, kızlarımız cinsel istismara maruz kalıp öldürülürken, sokak canlarımız katledilirken, vicdan sahibi bir İNSAN nasıl normal hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam edebilir?
Biraz geriye dönüp düşündüm de, 2009’da işlenen Münevver Karabulut cinayetinde insanlar öylesine kamuoyu baskısı oluşturmuştu ki katil ve çevresinin kaçacak yeri kalmamıştı. Şimdi ise sanki her şey normalmiş gibi yaşama devam. Tepki yok, baskı yok.
Bence toplumun bu derece duyarsız kalması da sorgulanmalı; çünkü suç ve suçluların çoğalmasına katkı sağlıyor. Kimse illa kendi başına gelmesini beklemesin yanlışı görebilmek için. Her can kendinde kıymetlidir ve İNSAN olan herkes insanlık görevini yaparak tüm kötülüklere karşı tepkisini göstermelidir. Belki kötülükleri yok etmeye gücümüz yetmez ama en azından karşısında durabiliriz.
Nurgül Aktürk