18 Aralık 2024 Çarşamba
Bir şey hem en yakınımızda, içimizde; hem de en uzağımızda, dışımızda olabilir mi? Acısının bile mutlu ettiği bir başka vaka var mıdır hayatta? Bir küçük kıpırtının bir umman kadar yürekte büyütüldüğü, genetik şifremize işlenmiş o büyük sanatın adıdır AŞK…
Nedir aşk? Eski gönül erbapları yüzlerce yıl peşinden koşmuş bu izah-ı muammanın. Her kim yapmışsa kendince bir izah, emin olun ki o izah yapana dahi yetmemiş. Aşk ki her tarifinin ardına yan yana üç nokta koydurmayı becermiş bir güz sancısı, serin bir bahar yeli olmuş. Kışın terletmiş, yazın üşütmeyi başarmış bir sır dünyası olmaya muvaffak olmuştur. Aşk, hep bir libido gözlüğünün ardından bakmak olmuş hayata. Cinsel iştiyakları barındırmayan aşk kimileri tarafından bu sığ izaha maruz kalmışsa da ehli bilir ki sevginin dinamiği ruhtur ve ruhun da cinsiyeti yoktur. Aşk, aynı özden üflenen iki ruhun birbirine iştiyakıdır. Zira bundan ötürü olsa gerek şair noktasını kitaba, zerresini güneşe benzetmiştir. Bir zerresinde oluş ve mekanın kaybolduğunu savunur aşkın.
Yenilerin mutlu aşk yoktur dedikleri, eskilerin cefadan, ıstıraptan, çaresizlikten, gözyaşından azat olmuş bir aşık timsali göremeyiz diye yazdıkları “bir mavi sızıdır” aşk. Aşığın derdi vuslat değildir. Aşık, aşk derdiyle hemhal olmayı yeğlemiş, ruhunu onunla besleyen, vuslatı başka bir aleme bırakmayı tercih eder. Bundan ötürü olsa gerek Leyla ölünce Fuzuli, Mecnun’a onun kabri başında şu beyitleri söyletir:
“Âlem hoş idi ki var idi yâr
Çün yâr yok olmasın ne kim var
Teklif-i visal eder bana yâr
Bir halvetdeki yoktur ağyâr
Ya Rab bana cism u cân gerekmez
Cânân yoğ ise cihân gerekmez”
Fuzuli
Görüldüğü üzere varlığı bir dert, yokluğu ayrı bir derttir aşkın. Pervane kendini sakınmaz ışıktan, aşık malum sona çoktan rıza göstermiştir. Kendi içinde sevgiliden habersiz bir sevgili yaratmış, onu kendine tastamam eylemiştir. Artık kendisi yoktur, ancak ve ancak kendisinde var ettiği sevgili vardır. Bu sebeple der ki Bizim Yunus:
“Beni bende deme bende degilim
Bir ben vardir bende benden içeri
Beni sorma bana bende degilim
Suretim boş yürür dondan içeri”
Artık aşık, onu onsuz yaşama demindedir. Biraz daha bağlanmak, biraz daha acıtmak için canını sebepler üretme faslındadır. Bir lütuf bekleme, o lütufa gönlünü bağlama, kirpiklerini ok eyleyip sinesini yaralama derdindedir. Bazen gözlerine takar aklını, gözler ki gönle giden kapıdır aşıka. Kimi zaman bir gülümseyişine adar gecelerini. Bir düş görümlüğü gibi gülüş ister kimi zaman. Kimi zaman bir tatlı söz. Gayrı sevgiliyi özlemek bir yaşam biçimi olur aşık için. “Görmemek yeydür, görüp divâne olmaktan seni” serzenişlerinde bulunur.
Aşk deyince mevzunun geceden geçmemesi elbette mümkün değildir. Gecedir aşkı besleyen. Aşık olmayanla beraberdir geceleri. Hayali bir an bile eksilmez yanı başından. Üryan bir ruh hali onun dizelerindedir artık, çünkü karanlık sevgiliyi örtmüştür aşığın gönlü üzerine. Sabit’in dediği gibi:
“Şeb-i yeldayı muvakkitle müneccim ne bilir
Mübtela-yı gama sor kim geceler kaç saat?”
Aşk, şiirin anasıdır. Şiir varsa aşka borçludur o güzel varlığını. İpliğe inci dizmek manasına gelen Nazım, aşkın lisanıdır. Aşık, o güzel hislerini birer inci tanesi gibi yüreğini ip eyleyip usulca dizer. Dizemezse dizenlerin dizdikleri ile seslenir sevdiğine. Aşk ve şiirin iç içe geçmişliği, bu sebepten dolayıdır.
Ez cümle, aşkı izah büyük bir yürek ister; lakin tüm çabalar nafile kalmaya mahkumdur. Söylediğimiz her cümle eksik, yarım, yetersiz kalmaya, içimize sinmemeye kararlı bir duruş sergiler. Bu konuda söylenecek o kadar çok şey varken acziyetin zirvesine gelmeden susup haddimi bilmek bir erdem olacaktır zannımca. Bir şiirimde şairlerden utanarak demiştim ki:
“Ve aşk lâl olmuş bir dilin feryadıdır.
Aşkı aşk ile yaşayan aşk ehline selam olsun…“
Musa GÖÇER