Itır EKİCİ

Itır EKİCİ

01 Nisan 2024 Pazartesi

    BAK ŞİMDİ

    BAK ŞİMDİ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İnsanlık tarihinin pek çok dönüm noktası vardır. İçinde bulunduğumuz baş döndürücü teknolojileri bir yana bırakırsak ve geçmişin derinliklerine gidersek, en önemli keşiflerden birinin kâğıdın icadı olduğunu söyleyebiliriz. En eski kâğıdın M.Ö. 2. yüzyılda Tibet’te icat edildiği düşünülür; ancak bu kâğıdın kimin tarafından bulunduğu belirlenememiştir. Bilinen tarih akışında, M.S. 105 yılında Çinli Cai Lun’un selüloz kâğıdı keşfettiği tüm kaynaklarda aşikârdır. 751 yılında yapılan Talas Savaşı ile bu dehşet verici keşif, Araplara kâğıt üretimini öğretmiştir. Önce Semerkant ve ardından Bağdat’ta ilk kâğıt fabrikaları açıldığında tarih 754’tür. Kâğıdın Çin’de başlayan yolculuğu Avrupa’ya 1000 yıllık bir gecikme ile girmiştir. 1453 yılında Almanya’da Johannes Gutenberg’ın matbaayı icat etmesi ve ilk İncil’i basması ile kâğıt, halka inen yolculuğuna başlamıştır.

    Toplumların akli melekeleri, ulaşabildikleri bilgi ve teknoloji ile doğru orantılıdır. Amerika’nın keşfi sırasında Vespucci’nin kadırgaları sahile çok yakın bir noktaya geldiğinde yerliler sahilde günlük hayatları sürdürmekteydiler. Fakat ne yazık ki algıları, burunlarının ucuna kadar gelen kadırgaları görmelerine imkân tanımıyordu. Ne zaman ki Vespucci’nin denizcileri sahile çıkmak için kadırgalardan kayıklarına bindiler; işte o zaman yerli halk, denizin açıklarından kendilerine yanaşan kanoları gördü. Çünkü bilinçlerinde kanolar vardı. Açık denizde kanoların ne aradığını anlamaları ve kadırgayı beyinlerinin algılaması zaman aldı. Bu, kuantum ile ilgili bir konudur. Değinmek istediğim önemli nokta, bilgiye ulaşabilmek ve bunu algılayabilmek meselesidir.

    Hadi tüm şartlar yerine geldi ve bilgiye ulaştık. Tam da bu noktada düşünme yeteneği işin içine girer. Bu bilgiyi nasıl kullanacağız? Bilgi ve teknolojiyi geniş insan kitlelerinin neredeyse tamamının anlayabileceği düzeye nasıl getireceğiz ve kullanıma sunacağız? Avrupa’ya 1000 yıl gecikme ile giren kâğıt kavramı, 1696 yılında zarf ile buluşmayı başarmıştır. Sir James Ogilvie, kâğıdı zarf ile tanıştıran adamdır. Sonrası çorap söküğü gibi gelmiş; zarf ile kâğıt ayrılmaz bir ikili olmuştur.

    Buraya kadar size daldan dala atlayarak tarihten bahsediyorum ama tarihi severim ben. Her şeyin bir tarihi var. Çokça çalışılarak keşfedilen ve insanı biraz daha rahata sürükleyen türlü türlü icatlar, ateşin bulunuşundan beri hayatımızı kolaylaştırıyor. Kolaylaşan hayatlarımızda bizler biraz daha rehavet içinde, biraz daha umursamaz ve biraz daha cahil kalıyoruz. Özellikle içinde bulunduğumuz çağ bile değil dönemlerde hızla değişiyoruz. Artık düşünmemiz gerekmiyor. 16. yüzyılda Divan şairleri artık yazacak gazel kalmadığından yakınıyorlardı. Çünkü kendilerinden önceki şairler tüketmişti tüm şiirleri. Tıpkı onun gibi bir düşünce içindeyiz ve çok ama çok yazık ki gittikçe cahilleşiyoruz.

    Artık o benim çocukluğumdaki mektup arkadaşlıkları bitti. Şimdilerde kalem ele sadece zorunlu hallerde alınıyor çünkü klavye var; bunu da kullanmak istemiyorsanız telefonunuzun tuşuna dokunup konuşuyorsunuz ve telefondaki akıl da bunu yazıya döküyor. Tüm bu şartlar içinde ben de diyorum ki, hani yaklaşan bir seçimimiz var ve ülkecek gece gündüz her yerde bu seçim bombardımanının etkisi altındayız ya; şimdi biz 1696 yılında icat edilen o zarfa, o oy pusulasını doğru biçimde nasıl yerleştireceğiz? Yok muydu A5 yerine A4 boyutunda bir zarf? İcat edilmiş zaten, kimsenin aklına bir büyük boy zarf gelmiyor mu? Çünkü sanatsal açıdan el becerimiz o kadar da hassas değil ve demokrasinin temelindeki seçim, beceriksizliğimiz yüzünden fazlaya sekteye uğrayacak gibi görünüyor. Bir dünya vaatte bulunan tüm siyaset dünyası, yok muydu içinizde bir cengâver zarfları büyütelim diyecek? Öyle ya, halkız biz; zarf göreni var görmeyeni var!

    Itir EKİCİ