Halide Halid

Halide Halid

30 Ağustos 2024 Cuma

Maalesef mutlu saatler çabuk bitiyor…

Maalesef mutlu saatler çabuk bitiyor…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Önce Vatan” serisinden


Bazen hayatın tesadüflerden oluştuğunu düşünüyoruz. Ama tesadüflere asla inanmadım.
Yaşadığımız ve yahut karşılaştığımız her bir olayın Yaradan tarafından önceden çizilmiş bir proje olduğunu düşünüyorum.
Kiminle nerede, ne zaman, hangi durumda görüşeceğini, yaşananların seni nasıl etkileyeceğini sen bilemezsin.
Nereden başlayayım sözüme, nereden başlayayım cümleme, bilemiyorum, acizim…
Ne yazarsam, ne söylersem, yine de onun yüceliğini vasf edemez o sözler…
ŞEHİT insanlığın en yüce zirvesidir
ŞEHİT bir dünyadır.
ŞEHİT öyle bir kuvvettir ki, cismani yokluğuyla bile varlığını kanıtlamış…
Düşman ONU yok etmek ister, aksine O daha da yücelir.
O öyle bir zirveye yükselir ki, o zirveye kalkmak herkese nasip olmaz.
ŞEHİT olarak gönüllerde taht kurar, kalb evlerinin sultanı olur…
ŞEHİT milyonların damarlarında akan kandır…
ŞEHİT Azerbaycan’ımın, Türkiye’min gururu,baş tacıdır…
Annesi, babası, ablası, abisi, kardeşleri, hanımı suya hasret çiçek gibi ona hasret kalır.
Yıllarca onun ruhuna sarılırlar…
Onun ruhuyla nefes alır, onun resimleriyle konuşur, onun kiyafetlerinden kokusunu alırlar.
Budur ŞEHİTİN kendinden sonra arkasında bıraktığı manzara.
Her biri farklı yaşlarda Vatan için canlarını feda eder…
Vatan adlı kutsal varlığın değerini içten anlamaya başladıkları andan seçerler yollarını ŞEHİTLER.
Onların hayat hikayeleri kısa olsa bile, sayfalarca romandan daha büyük olur.
Bu gün daha bir kısa ömrün büyük hayat hikayesini sizlerle paylaşacağım.
Şehit annesinin en yakın arkadaşı penceredir. Çünkü o her gün evladının yolunu pencereden bakarak bekler.
Şimdi yine onu bekliyor bir gün geri dönecek diye.
Şehit babasının en yakın dostu sigara ve uzun yollardır.
Evladının acısını saatlerce siqara dumanına sarıp içine çeker.
Ya da evladının geçdiği yolun başında durur, saatlerce gözlerini bu sonu gözükmeyen yollardan çekemez.
Şehit ablasının, kız kardeşinin en yakın arkadaşı kardeşinin kokusunu aldıkları kiyafetler ve resimlerdir.
Çünkü onlar kardeş acısını o kiyafetleri koklarken unutur, o kokuda kardeşlerini yanlarında hisseder, o resimlere sarılıp sabahlara kadar kardeşleriyle sohbet ederler…
Mirağa hakkında yazmaya karar verdiğimde ilk görüştüğüm ablası Meleyke oldu. Mirağa’nın sosyal medyada sayfalarını ablası yönetiyor.
Bir gün yine şehitlerimizle ilgili sayfaları inceliyordum. Mirağa’nın resmi dikkatimi çekti.
Ve karşımda 20 yaşında ŞEHİT düşmüş nur yüzlü bir genç gördüm. Sayfayı kimin kullandığını sordum “Mirağa’nın ablasıdır” cevabını aldım.
O günden başladı benim şehitimizle ilgili araştırmalarım. Onunla ilgili videoları izledikce, onun hakkında konuşulanları dinleyip, yazılanları okudukça diger şehidlerimiz gibi, o da artık benim her gün muhabbet ettığim dostuma dönüştü.
Çok fakir bir ailede doğdu Mirağa. Babası Musa Aliyev 1. Karabağ Savaşının acılarını yaşayan gazidir.
Musa’nın dedesi de 2. Dünya Savaşında şehit düşmüş.
Bu sırayı Mirağa sanki sülalenin kahramanlık destanına yeni bir boy ilave etmek için sahiplendi.
Dedim ya, Mirağa çok fakir bir ailede doğmuş. Babası Musa yaşadıkları köy ehalisinin otunu biçer, eli kolu yettiği işlere koşturur, evlatlarının boğazından haram ekmek geçirmezdi.
Küçük bir ev yapmıştı ailesine. Çamur ve kamıştan yapılmış küçük evde büyümüştü Mirağa.
İki kız ve bir erkek evlatlarını bütün zorluklara, fakirliğe rağmen şerefle büyüttüler Lyuda anne ve Musa baba.
Kimseye baş eğmediler, kimseden yardım beklemediler. Anne babanın tek dileği Vatan için namuslu, imanlı, şerefli evlat büyütmekti.
Her kış küçük odanın ortasında yanan sobanın etrafına toplaşarak Allahın yetirdiği yemekten yiyip, öylece o sobanın etrafında yer yatağında uyurlardı.
Sabah uyandıklarında annelerinin güler yüzüne bakar, kahvaltıya beklerlerdi.
Bütün zorluklara, fakirliğe rağmen anneleri hiç bir zaman onlardan yaşananların acısını çıkarmazdı. Zor olsa bile her sabah evlatlarının uykudan kalkmalarını hasretle bekler, uyandıklarında gülümser “Günaydın canlarım” diyip onlara sarılırdı.
Ne kadar zor durumda olsalar da, o günlerde çok mutlu olduklarını söylüyor ablası.
Diyor ki, keşke yine o küçük evimizde olsaydık, yine zorluklar içinde yaşasaydık ama Mirağa bizimle olsaydı.
Bizim bütün mutlu günlerimiz Mirağa’yla gitti. Gülüşümüz, ağzımızın tadı 2020 yılının 29 Eylül tarihinde donup kaldı.
Meleyke konuşuyor, konuştukça sanki kalbi yerinden fırlar gibi heyecanlanıyor. Her kelimesinde Mirağa’nın ismini tekrarlıyor.
Meleyke’den sonra annesi Lyuda hanımla, sonra da kız kardeşi Besti ile tanıştım. Vatanda yaşamadığım için onlarla sosyal medya üzerinden görüştüm.
Mirağa cocukluktan asker olmak istiyordu. Ablaları çizgi filmi izlemek istediklerinde Mirağa hemen “abla, ben askerlerle ilgili program izleyeceğim” söyler ve onlara çizgi filmi izlemeye izn vermezdi.
Babası Karabağ gazisi olduğu için sık sık ondan savaş zamanı neler yaşadığını ve silahlarla ilgili sorular sorardı.
Çocukluktan asker olmak isteğini hareketlerinde hep hissettirirdi.
Babası konuşur o ise dinlemekten bıkmazdı. Bazen de “Keşke o silah bende olsa, düşmanı mahvetsem” derdi.
Onun harbiye sevgisi sülaleden gelme mi yoksa ermenilerin başımıza açtıkları belalar mıydı, onu kesin bilemem. Bildiğim tek şey Azerbaycan Mirağa gibi yiğitlerin varlığı ile zafer kazandı.
Sizlere sunduğum bu hikaye şehitimizin ailesinin onun hakkında anlattığı sohbetlerden alıntıdır.
Yukarıda söylediğim gibi, her şehitin yarım kalan hayat hikayesi romanlardan daha büyüktür.
Neden biliyor musunuz?
Bu hikayeler sıradan bir insana ait olmuyor. Yüce Yaradan’ın seçtiği yiğitlerin hayat hikayeleridir bu hikayeler.
Her biri farklı özelliklere sahip, şehit olacaklarını önceden hisseden kutsal varlıkların hikayeleridir.
Şehit hakkında yazmak çok zor ama çok gururverici bir an.
Her gün hakkında yazdığın yiğitle muhabbet etmek, bazen rüyalarında görmek, sesini duymak, bunlar bir başka mutluluk.
Gözyaşlarını içine dökerek yazarsın, saklarsın o yaşları ŞEHİT görmesin, rahatsız olmasın diye.
Bu yazıyı Mirağa’nın sevdiği kız için söylediği şarkıyı dinleyerek yazıyorum.
Şarkıda böyle bir satır var:
“Ayrılmayalım, ayrı düşmeyelim.Ayrılık sözünü gel unutalım”
Maalesef onun kimi sevdiğini kimse bilmediği için, o kızla Mirağa’yla ilgili hatıraları bölüşmek bana nasip olmadı.
Nasıl da içten söylüyor şarkıyı, sanki hissediyor ayrılacağını.
Mirağa bütün şehitler gibi annesine çok düşkündü.Ablalarına olan sevgisi de bir başka. “Canımızdan can ayrıldı, nefesimiz sanki kesildi. Hayatımızın tüm anlamı Mirağa ile gitti” diyorlar ablaları.
Anneleri üç cocuğa hiç bir zaman sokakta oynamaya izin vermezdi. O yüzden onlar kendi bahçelerinde oynarlardı.
Saklanbaç oynamayı çok severlerdi. Kızlar saklanır, Mirağa onları arar, bulamadığında annesine koşar hüngür hüngür ağlayarak “Meleykeler ve Bestiler(böyle sorardı) nerede? Onları bulamıyorum” diye sorardı.
Bir de Azerbaycan’da Nevruz bayramında komşulara şapka atar çocuklar. Amaç bayram şekerleri, tatlıları toplamak. Mirağa da çok severdi şapka atmayı. Ama onun erkek kardeşi olmadığı için onunla kimse gitmezmiş şapka atmaya. O da bu durumdan üzülür, ağlayarak eve döner, kimseyle konuşmazdı.
O günler hakkında hasretle konuşurlar ablaları.
Evleri çok küçük ve camur kerpiçten yapıldığı için beş kişinin bu evde nasıl zorluklarla yaşadığını tahmin etmek zor değil.
Büyüdükten sonra Mirağa hep annesine “Anneciğim sen hiç merak etme, ben çalışacağım, çok param olacak ve ben güzel ev yaptıracağım. O evde çok mutlu oluruz.” derdi.
Lyuda anne diyor ki, kaç defa intihar etmeye teşebbüs ettim, olmadı. Ölemedim. Sanki Mirağa geldi ve beni yapacağım günahtan kurtardı.
2013 yılında ablası Meleyke üniversiteyi kazanıyor.Ama maddi durumları zor olduğu için üniversiteye gidemiyor. Eğitimine kolej de devam ediyor.
Kızlarını Bakü’de yalnız bırakmamak için ailesi Baküye taşınıyor. Evdekilere ve ablasının eğitimine destek olmak için Mirağa çatı örtüsü yapan bir şirkette çalışmaya başlıyor.
15 yaşı vardı o dönemde. Askere gidene kadar çalışmaya devam ediyor.
Sonra askere gidiyor. Ailenin maddi dururmu çok kötü olduğundan, kira ödemek zorlaştığı için 2019 yılında aile yeniden kendi iline dönüyor.
Mirağa da askere gidiyor. Bir yıl altı ay Deniz Kuvvetlerinde hizmet ediyor. Ayda bir kere ona eve gelmeye izin veriyorlardı.
Onun geldiği gün evde sanki düğün, bayram varmış gibi sevinirdi ailesi.
Bir kere eve gelmek için geç izin veriliyor. Evdekiler merak ediyorlar. Sabahlara kadar uykuları kaçıyor Mirağa’yı merak etmekten.
Bir gün ablası Meleyke işten eve dönerken Mirağa’yı yolda görüyor ve mutluluktan uçmak için kanat arıyor. Koşarak kardeşine sarılıyor.
Mirağa tatlı çok sever diye her geldiğinde onun için çalıştığı Ekler dükkanından tatlılar alır,onun bavuluna koyardı ki, arkadaşları ile beraber yesin.
Bir ara Mirağa korona yüzünden 6 ay eve gelemiyor. Yine ailenin hasretli günleri başlıyor. Mirağa’yı 6 ay beklemeyin zorluğunu yaşarken bir gün ondan ayrı düşeceklerini, bir ömür ondan ayrı kalacaklarını düşünemezdiler.
Mirağa askerden Nisanda dönüyor. Adına kesecekleri kurbanı hemen kesemiyorlar. Doğum gününde yani 29 Ağustos’ta kesiyorlar.
Ablası Meleyke onun sevdiği tatlıları, annesi de yemekleri yapıyorlar o gün.
Mirağa evde fazla kalmıyor. Yeni ev yapmak isteği onu rahat bırakmadığı için o Bakü’ye dönerek yeniden işe başlıyor.
Lyuda anne diyor ki, Mirağa alkol kullanılmayan restoranda kendine iş bulmuştu garson olarak. Bir gün geldi dedi ki, “anne bana para ver, kendime beyaz gömlek, siyah pantolon almam lazım. İşte giyinmek için.” Para verdim. Ertesi gün eve geldi üzgün görünüyordu.
“Anne ben işten ayrıldım” yüzüme bakamadan söyledi.
Nedenini sordum. “Anne yurttan bir genç geldi, iş arıyordu. Patron “iş yok” dedi. Anne sen o çocuğun gözlerinin nasıl dolduğunu görseydin. Boynu bükük halde kapıdan çıkarken durdurdum. Kendim patrona “ben işten ayrılıyorum, benim işimi o çocuğa verin” dedim. Kiyafetleri de yoktu. Yeni aldığım kıyafetleri de ona verdim” dedi.
“İyi yaptın yavrum, Rabbim güzel kalbine göre versin” dedim.
Lyuda anne Mirağa hayattayken onu rüyalarında hep çocuk gibi görürdü. Bir gün Mirağa ona gülerek diyor ki, anneciğim ben artık büyüdüm ne olursun bir kere de beni büyümüş halimde rüyanda gör.
Bir gün de ilginc bir rüya görür annesi.
Bir çocuğu kötü adamlar kovalıyorlar, kimse yardım edemiyor. Anne yardıma koşmak isterken gökten bir erkek bebek onun kucağına koyulur ve “bu sana emanet, göz bebeğin gibi koru.”deye ses geliyor.
Mirağa’nın şehadetinden sonra annesi o rüyanın Mirağayla ilgili olduğunu anlıyor. Ve onun Allah’ın emaneti olduğuna ve o emaneti Yüce Yaradan’ın geri aldığına emin oluyor.
Tavuz savaşı başlarken Mirağa’ya da seferberlik belgesi geliyor.
Baküden telefon açıyor eve ki, geliyorum.
Annesi, ablası Meleyke (Besti ablası artık o dönemde evlenmişti) onun sevdiği yemekleri, tatlıları yapıyor ve onun gelmesini bekliyorlar.
O ise eve gelmiyor askeriyeye gidiyor.
21 Eylül tarihinde askeri eğitimlere katılıyor. Baş keşfiyyatçı (istihbaratcı) gibi savaşa katılıyor.
“Gittikten sonra bir kere telefonla aradı bizi. Annem, babam ve benimle konuştu. Ona “ Kardeşim, biz iyiyiz, bizi merak etme. Sen kendine dikkat et. Allaha emanet ol”-diyor ablası Meleyke.
Bu onların Mirağa’yla son konuşmaları oluyor.
21-27 Eylül’e kadar eğitimlerde olduğundan ondan hiç bir haber alamıyorlar.
27 Eylül günü Meleyke sabah namazından sonra biraz uyumak istiyor. Bu zaman dışardan gelen atışma sesleri duyarak annesiyle beraber “Mirağa” diye bağırarak dışarı koşuyorlar.
Bu dönemde onunla ilgili kimseden bir haber alamıyorlar.
29 Eylül günü Mirağa şehit düşüyor. Cenazesi Agcabedi’ye getiriliyor. 30 Eylül sabahı ailesine acı haber veriliyor.
Lyuda annenin”Nerede Mirağa’m, nerede? Gelsin” diye hüngürtülü sesi, Meleyke’nin bayılması orada olan kimsenin hafizasından silinmiyor.
O gün Mirağa’nın ailesinin dünyası yıkılıyor.
Bir gün Meleyke çok üzgünmüş. Ağlıyormuş. Mirağa o dönemde askerlikten yeni dönmüş.
Ablasının ağladığını görünce hemen hopörlörü açıyor, onun karşısında dans ederek “ablacığım, canımın içi ben senin ağlamana izin vermem. Hiç bir şey için üzülme.Ben varım. Her şey çok güzel olacak” diyerek ablasının boynuna sarılıyor.
Mirağa ablalarından küçük olsa da, onlara her zaman ağabey gibi davranıyordu.
Meleyke onunla ilgili daha bir olayı anlattı:
“Mirağa askerlikten döndükten sonra bahçemizde oturmuştum.Yaz aylarıydı. Bir anda karga sürüsü bahçemize saldırdı.
Ne kadar kovaladıysam gitmediler. Onların kötü haber getirdiklerini duymuştum. O günden kısa bir süre sonra Mirağa şehit düştü.
Mirağa’nın sosyal medya sayfasında bütün videoları, onun anısına yapılan kısa filmleri ablası Meleyke paylaşıyor.
Kardeşinin her zaman hayatta olduğunu her kese kanıtlamak istiyor. Kendinde bunun için güç bulmaya, ayakta kalmaya çaba gösteriyor.
Ablası Besti’nin iki evladı var. Uğur adlı erkek ve kardeşinin anısına Miray adını verdiyi kiz çocuğu.
Besti de Meleyke gibi Mirağa’yla ilgili anılarını canı yana yana anlatıyor. Çocukken Mirağa’nın tombik ayaklarından nasıl öptüğünü, birlikte oynadıkları oyunları, düğününde Mirağa’nın nasıl sevindiyini anlatıyor. Canı yanıyor ama kardeşinin her an onlarla beraber olduğuna kesinlikle şüphe etmiyor.
Babası onun hakkında hiç bir şey konuşmuyor. Diyor ki “benim Mirağayla ilgili anılarım onunla beraber kalbimin baş köşesinde korunuyor. Onlar benim içimde mezara kadar öyle kalacak”.

ÖZGEÇMİŞ:
Şehit Baş keşfiyatcı (istihbaratcı) Mirağa Aliyev, 29 Ağustos 2000 tarihinde Azerbaycan’ın Ağcabedi ilçesinin Hocavend köyünde doğdu.
M.F.Akhundov adına 3 sayılı liseden mezun oldu. Daha sonra Bakü’de 5 No’lu Meslek Lisesi’nde okudu.
25.10.2018 tarihinde Harbi Deniz Kuvvetlerinde hizmet etmeye başlıyor.
2.Karabağ savaşında Harbi Deniz Kuvvetlerinin kara birliklerinde askerlik görevini üstün başarıyla bitirmesinin üzerinden 4 ay geçmesine rağmen 21 Eylül’den gönüllü olarak eğitimlere katılıyor.
Başkomutan İlham Aliyev’in komutasında, 27 Eylül 2020’de “Demir Yumruk” operasyonuyla başlayan 2. Karabağ savaşı sırasında Fuzuli ve Cebrayil bölgeleri için verilen savaşlarda keşif müfrezesinde baş gözcü olarak savaşıyor.
Düşman cebhesine geçerek önemli bilgiler topluyordu. Füzuli ve Cebrayıl için devam eden savaşlarda her iki bacağından birer kurşun alıyor.
Buna rağmen son nefesine kadar mücadeleye devam ediyor.
Fuzuli ve Cebrayıl’in geçilmez yollarını, Ermenilerin geçilmez mevzilerini kahramanca alıyorlar.
Şehidimiz keskin nişancı kurşunuyla kalbinden vuruluyor ve 29 Eylül 2020 tarihinde şehit düşüyor
Cenazesi 30.09.2020 tarihinde Ağcabedi ilçesi köy mezarlığında toprağa veriliyor.
Evin tek erkek evladıydı.
Mirağa Aliyev, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 15.12.2020 tarihli Kararnamesine istinaden, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün sağlanmasına yönelik askeri operasyonlara katıldığı ve askeri birliğe verilen görevleri yerine getirdiği için ölümünden sonra “Vatan İçin” madalyasıyla ödüllendiriliyor
Mirağa Aliyev, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 25.12.2020 tarihli Kararnamesi’ne istinaden, Azerbaycan’ın Fuzuli bölgesinin kurtarılması için askeri operasyonlara katılarak gösterdiği yiğitlik ve cesaretinden dolayı ölümünden sonra “Fuzuli’nin Kurtuluşu İçin” madalyasıyla, Azerbaycan topraklarının işgalden kurtarılması sırasında gösterdiği cesaret ve kahramanlıktan dolayı ise Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 24.06.2021 tarihli Kararnamesi’ne istinaden ölümünden sonra “Yiğitliğe göre” madalyasıyla ödüllendiriliyor.
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünün restorasyonu için askeri operasyonlara katılan, askeri birliğe verilen görevleri yerine getirirken cesaret gösterip görevini onurlu bir şekilde yerine getirirken şehit edilen Mirağa Aliyev’in ölümünün ardından Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 05.11.2022 tarihli Kararına göre “Vatana hizmet için” nişanı veriliyor.
Mirağa Aliyev’e ölümünden sonra Şehit Aileleri, Engelliler ve Savaş Gazilerini Koruma Kamu Birliği tarafından “Karabağ İçin” madalyası veriliyor.

Halide Halid

Devamını Oku

Bir gün gelen, bir gün gider…

Bir gün gelen, bir gün gider…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“ÖNCE VATAN” Serisinden:


ŞEHİTLİK – iman, vatan, millet uğrunda ölümün gözüne dik bakan insanların fethettikleri yüce zirvedir.
ŞEHİTLİK – halkı zafere götüren yolda savaşa katılan yiğitlerin dileğidir.
ŞEHİTLİK – vatan uğrunda canlarından geçenlerin kahramanlık destanıdır.

“Önce Vatan” serisinde sizinle tanıştıracağım sıradaki kahramanım 19 yaşında.
19 yaşındaki kahramanım, 19 yaşındaki yiğidim, 19 yaşındaki şehidim.
Azerbaycan’ın Guba ilinin Grız köyünde doğan, dağların havasını içine çeken yiğidim, Elçin’im.
Elçin, Guba’da doğsa da orada yaşamamış; ailesi, 2001 yılının sonbaharında Haçmaz ilinin Aşağı Leger köyüne taşınmış. Kahramanım o köyde okula gitmiş, o köyde büyüyüp askerlik çağına gelmiştir.

Ağabeyleri Hasanağa, İbrahim, İman ve Behrem’den sonra onun hayat hikâyesini yazmaya karar verdim.
Allah nasip ederse, Elçin’in ardından diğer ağabeyleri ve kardeşleriyle de sizleri tanıştırırım.
Onların her biri bu dünyanın kısa süreliğine misafirleri olsalar da, sonunda her biri cennete giden yolun yolcusu, ebedi dünyanın ebedi sakinleri oldular.
Onlarla ilgili yazmaya başladığım günden beri sanki büyülenmiş gibi, gözlerim her tarafta onları görüyor; her an onları yanımda hissediyorum.
Onları sanki bir ömür tanımışım gibi hissediyorum kendimi.
Şu satırları kendisiyle konuşmadan yazıyorum. Zaten ben yazdıkça her kelimemi okuyor.

Baban Eldar Bey diyor ki: “Aşırı vatansever, sıcakkanlı, samimi bir gençtin. Kimsenin kalbini kırmaz, sporla ilgilenirdin.”
Öğretmenlerin ise okuldayken fen bilimlerine büyük ilgin olduğunu söylüyorlar. Bu ilgin, savaş döneminde senin keskin atış yapmana çok yardımı dokunmuş.
Keskin nişancı olarak düşmanın üzerine kurşunlar yağdırmışsın.

“Bir gün gelen, bir gün gider…”
Bu dünyadaki not defterine yazdığın son sözlerdir bunlar.
Elçin’im, çok doğru yazmışsın: “Bir gün gelen, bir gün gider…”
Gelirken herkes aynı gelir bu dünyaya, giderken ise farklı yollardan giderler.
Kimi hastalıkla, kimi kaza nedeniyle, kimi de yaşlanarak bu dünyaya veda eder.
Ama şehit kadar mutlu kimse gidemez. Onun gibi cennetin kapısı kimseye sorgu-sualsiz açılmaz. Onun gibi kimseyle ilgili hâlâ hayattaymış gibi konuşulmaz.
Şehit, yüce Yaradan’ın mekânını tayin ettiği insandır. Bence sen de bir gün o güzel yolun yolcusu olacağını hissederek yazmışsın bu sözleri.

Annen Mahire Hanım’a cephe arkadaşlarından biri onun rüyasına geldiğini söylemiş. Ona “Anneme söyleyin bir daha ağlamasın. Benim yerim öyle güzel ki, öyle rahat ki” demişsin.
Şu sözlerinle sanki annenin, babanın, kardeşinin sabrına sabır katmışsın.
Mahire annen nasıl da utangaç bir hanımdır. Seninle ilgili, başını yukarı kaldırmadan, hazin bir sesle konuşuyor.
Bence büyüklerden, aksakallardan utanıyor, evladının hünerinden konuşurken. O yüzden bakışlarını yere odaklayarak konuşuyor.
Biliyorsun, Azerbaycan’da aksakal yanında evlada iltifat etmezler, çekinir, utanırlar. O yüzden annen de böyle konuşuyor.
Duyduğuma göre okuldayken kız kardeşin İrade senden daha iyi okurmuş. Diyor ki: “Kendimi överdim, düşünürdüm ki ben kardeşimden iyi öğrenciyim, puanlarım da onunkinden iyi. Nereden bilecektim ki gün gelir, benim kardeşimi bütün memleket tanıyacak, bir kahraman gibi adı vatanımın tarihine yazılacak.”

Oğlum, sana bir şey söyleyeyim: Sizler bu dünyanın parıltısını değil, ebedi dünyanın nurunu üstün tuttunuz.
Odanızın (mezar taşı) kapısındaki resimlerinizden dahi nur dökülüyor.
Sanki sen de, ağabeylerin de, kardeşlerin de güneş gibi her tarafa şafak saçıyorsunuz.
Maşallah, korku bilmez yiğitsin. Komutanın, PK’yı sokağın ortasına yerleştirip düşmanın başına od yağdırdığını söylüyor. Diyor ki, gözünde hiç korku yokmuş. Düşmanı hedef seçtin mi, bitti; kurşunun boşa gitmezmiş. Savaşa girerken de sanki düğüne, bayrama gidiyormuşsun.
Diyorum ki, keşke şimdi vatanda olsaydım; senin kısa hayat hikâyeni yakınlarının videolarından değil, kendilerinden duyabilseydim.
Seninle ilgili bu birkaç günde kafamda cevapsız kalan sorularıma belki cevap bulabilirdim.
Resimlerinde duruşuna bakıyorum: Onurlu, kartal bakışlı. Bir daha tekrar ediyorum, ağabeylerin ve kardeşlerin gibi dudaklarında utangaç bir tebessüm.
Sen yakınlarınla 19 yıl birlikte yaşadın, ama öyle bir makama yüceldin ki, fiziken veda ettiğin vatanda ebedi yaşıyorsun.
Vatan sana oğul dedi, sen de ona ana dedin.
Ana vatan sevgisi bütün sevgilerinin önüne geçti. Biliyor musun, bu sevgi sana ilahi bir lütuftur.
Demişler ki, “İlahi aşkı büyük olanlar vatanı canlarından, kanlarından çok severler.”
Seni bu aşk vatan sevdalısı yaptı. Bu aşkın yolunda cismani uzaklığın gözüne dik baktın.
Yiğidim, yüce Yaradan kalbimde sizlerin aşkını öyle derinleştirmiş ki, her satırımda yalnız sizlerden yazmak, sohbetlerimde yalnızca sizlerden konuşmak istiyorum.
Kalbim sanki sizleri dünyaya tanıtmak için çarpıyor. İki yıllık bir mesafe oldu aramızda; benden asılı olmayan nedenler yüzünden. İki yıldan sonra sizleri tek tek bulmaya, tanımaya karar verdim.
Sizler benim gücüme güç katıyorsunuz. Her birinizin öyle ilginç ömür yolu var ki…
İyi ki sizleri tanımak için bu yola çıktım. Bu yol kolay yol değil, biliyorsun. Ama sizin çıktığınız yol kadar zor da değil.
Siz vatan uğrunda silaha sarıldınız, ben de sizlerin uğrunda bilgisayara sarıldım.

Özgeçmiş:

Arazov Elçin Eldar oğlu, 8 Ağustos 2001 yılında Azerbaycan’ın Guba ilinde sade, zahmetkeş bir ailede doğdu.
2019 yılının 1 Ekim tarihinde Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin saflarında askeri hizmete çağrıldı.
Azerbaycan Ordusu’nun askeri olan Elçin Arazov, 2020 yılı 27 Eylül tarihinde Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri tarafından Ermenistan’ın işgali altında olan toprakların azat edilmesi ve Azerbaycan’ın arazi bütünlüğünün berpası için başlanan vatan savaşına katılmıştır.
Sugovuşan’ın düşmandan temizlenmesi uğrunda çatışmalara katılmıştır.
Elçin Arazov, 31 Ekim 2020 yılında Sugovuşan dövüşleri sırasında Goranboy ilinin Tap Karakoyunlu köyü istikametinde dövüş emrini yerine getirirken şehit olmuştur.
Azerbaycan’ın arazi bütünlüğünün temin edilmesi uğrunda yürütülen askeri operasyonlara katılan ve harp birliği karşısında konulan talimatların icrası zamanı görev borcunu şerefle yerine getirdiği için, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 15.12.2020 tarihli emriyle Elçin Arazov ölümünden sonra “Vatan Uğrunda” madalyası ile taltif edilmiştir.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 29.12.2020 tarihli emriyle Elçin Arazov ölümünden sonra “Suqovuşanın azat edilmesi” madalyası ile taltif edilmiştir.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 24.06.2021 tarihli emriyle Elçin Arazov ölümünden sonra “İgidliğe göre” madalyası ile taltif edilmiştir.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 24.06.2021 tarihli emriyle Elçin Arazov ölümünden sonra “Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin 95 yıllığı” madalyası ile taltif edilmiştir.

Halide Halid

Devamını Oku

CENNETTE İKİ KARDEŞ

CENNETTE İKİ KARDEŞ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“ÖNCE VATAN” serisinden


Aslında kıskanılacak kişilerdir onlar. Çünkü Yüce Allah herkese bu makamı nasip etmez, ancak sevdiklerine, hem de çok sevdiklerine lütfeder…
Vatan sevgisi şehit kalbinde ezeli ve ebedi bir ateştir. O ateş, onlar gözlerini hayata kapatsalar bile, sönmez. Aksine, ruhlarıyla alevlenir.
Onlar düşmanı yok etmek için hiçbir zorluktan, gafil yağacak ecel kurşunundan korkmazlar.
Onlar anne rahmindeyken Yüce Yaradan’ın cenneti ile müjdelenirler.
Onlar için her adım önce Vatan, önce Vatan ve yine de her şey Vatan uğrunadır.
Onlar en değerli kumaşla – Bayrakla cennete yolcu edilirler.
Doğdukları günden beri dudaklarında ebedi bir tebessüm yuva kurur. Her zorlukta, her acıda, o tebessüm aniden dudakları terk eder ve yeniden kendi yuvasına geri döner.
Bilmiyorum, şehitlerimizin yüzündeki nur dikkatinizi çekti mi? Sanki her birinin siması güneş gibi parlıyor.
Onların vatan sevgisi bir başkadır. Onlar için bu dünyada her şey vatan mefhumuna köklenmiş. Yedikleri yemeklerde, içtikleri suda, aldıkları havada bile yalnız vatan tadı alırlar.
Kendilerinden asılı olmayan sebeplerden veya eğitim almak için vatani belirli süreliğine terk ederler. Nerede yaşarlarsa yaşasınlar, okurlarsa okusunlar, mevzu vatan ise, onlar anında ileri gelir, vatanın ufacık dahi zarar görmesine müsaade etmezler.
Vatan dardayken, onlar geri döner, ellerine silah alıp düşmanla savaşırlar.
Değerli okuyucum, biliyorsun ki, ben hiçbir zaman şehit hakkında geçmiş zaman kipinde konuşmam, çünkü onları hep yanımda hissederim. Onlarla ilgili okuduğum kitaplarda, izlediğim videolarda, yazdığım satırlarda hep onların bakışlarıyla göz göze gelirim.
Hala cevap bulmakta zorlandığım soru dolu bakışlardır şehit bakışları.
Gökteki yıldızlara benzetiyorum o bakışları. Parlak, ışıklı.
Bugün vatanı için aynı saatte, aynı anda şehadet zirvesine yücelen iki kardeşin ruhları gökyüzünde pervaz ediyor.
İmam ve Behrem kardeşler. Aralarında iki yaş farkı olmasına rağmen, herkesin ‘ikiz kardeşler’ olarak tanımladığı ayrılmaz kardeşler.
İmam 14 Eylül 1998 yılında, küçük kardeşi Behrem ise 18 Nisan 2000 yılında Azerbaycan’ın Lerik ilinin Kelvez köyünde sade, zahmetkeş bir ailede doğmuşlar.
Bir süre sonra aile Bakü’ye taşınmış.

Ortaokul ve lise eğitimlerini Bakü’nün Bine kasabasındaki 117 sayılı okulda almışlar.
Lisans eğitimleri için ise Rusya’ya gitmişler.
Çocuk yaşlarından itibaren her ikisinin spora büyük ilgisi vardı.
İmam haltercilik, Behrem ise cüdo sporunu tercih etmişti. Her ikisi de defalarca uluslararası yarışmalarda Azerbaycan bayrağını dalgalandırarak, farklı ülkelerde vatanlarını gururla temsil etmişler.
Üniversite eğitimlerini tamamladıktan sonra Azerbaycan’a dönerek askeri hizmete başlamışlar.
İmam! Yiğit oğlum, babanın dediğine göre, her zaman asker olmak istemişsin. Çok seviyorsun bu mesleği.
Sizin ikizlik hayatınız, yanılmıyorsam, eğitim aldığınız ‘fizik-matematik-bilişim’ temayüllü okuldan başlıyor. Neden yanılmıyorsam diyorum, çünkü sizinle birlikte bu sohbetimde anlatılanlar babanız Elman Bey ve anneniz Hicran Hanım’ın video röportajlarından alınmıştır. Onlardan uzakta olduğum için, canlı canlı sohbet edemedim.
Siz birbirinize bağlısınız, kardeş olmanızdan ilave, hem de çok yakın dost, sırdaşısınız.
İki kardeş arasında böyle bir sevgi herkese nasip olmuyor.
Üniversitede de aynı dalda eğitim aldınız, Astrahan Devlet Üniversitesi’nin gemicilik fakültesine kabul edilmişsiniz.
Duyduğum kadarıyla, bir süre sonra öğretmenlerden bazılarıyla aranızda tartışma yaşanmış.
Babanın sohbetlerinde bir olay daha dikkatimi çekti. Bir gün babanız yanınıza gelmiş. Siz üniversiteye gidince anneniz de yanınıza gelip sizinle yaşıyormuş. Yemeklerinizi yapıyor, temizlik işlerinizi hallediyormuş. Bunları kendinizin yapmasına gönlü razı gelmiyordu.
Sen dersten döndüğünde keyfinin olmadığını görüyor. Sebebini sorduğunda demişsin ki, tarih öğretmeniniz var, Kazak kızı. Seni kaldırıp tarihini anlatmanı istemiş. Sen de 20 Ocak’ta gerçekleşen kanlı olaylardan bahsetmişsin. Hocalı faciasında halkımızın başına getirilen musibetleri anlatmışsın. Ardından öğretmen şöyle bir soru yöneltmiş:

O zaman neden burada eğitim alıyorsun?
Bunun üzerine baban da sana demiş ki, şu an söyleyeceklerimi öğretmenine ilet. De ki, Sovyet Emperyası ilk soykırımını Kazakistan’da başlatmış. Sonra Özbekistan, Gürcistan, daha sonra da Azerbaycan. Öyleyse, siz neden gelip Astrahan’da öğretmen olarak çalışıyorsunuz?
Ertesi gün hocana babanın söylediklerini olduğu gibi iletmişsin. Sinirlenmiş ve notunu kırmış. Üstelik, bir daha sana not vermeyeceğini söylemiş.
Olayın üzerinden bir süre zaman geçmiş. Bölüm müdürünüz Tatyana Alekseyevna arayıp babanızdan Astrahan’a gelmesini rica etmiş.
Görüş zamanı, sizin eğitiminize ya açıktan devam etmeniz, ya da başka fakülteye transfer edilmeniz gerektiğini belirtmiş. İki hoca sizinle anlaşamıyormuş.
Fakat babanız sunulan seçeneklerin hepsini reddediyor. Kendisi vakti zamanında Samara’da eğitim aldığı için, sizin de Samara’da eğitiminize devam etmenizi sağlıyor. Kaydınız oraya aktarılıyor.
Böylece, Samara’da üniversite hayatınız yeniden başlıyor. Her yerde olduğu gibi, orada da herkes sizi ‘ikiz kardeşler’ olarak tanıyor.
Şunu da unutmadan belirteyim ki, orada gemicilik üzerine değil, hukuk fakültesinde eğitiminize devam etmek istemişsiniz. Bir seneyi devirdikten sonra, fikrinizi değiştirip turizm fakültesine aktarılmanız için üniversite yönetimine talebinizi iletmişsiniz. Olumlu yorumlar alarak, eğitiminizi başarıyla bitirip vatana dönüyorsunuz.
Askeri hizmete de aynı günde başladınız. Orada da herkes sizi ‘ikiz kardeşler’ olarak tanıdı.
Gusar ilinde aynı bölükte hizmet ettiniz. Behrem ilk başta keşif bölüğüne alındığı için sen de oraya geçmişsin. Daha sonra senin sıhhatin el vermediği için o bölükten başka bir bölüğe alınmışsın. Behrem de senin için keşif bölüğünden ayrılmış.
Askerlikte de hep beraberdiniz. Birbirinizi hiçbir zaman yalnız bırakmadınız.
Hatta komutanlık tarafından birinizin arka cephede, diğerinizin ön cephede hizmet edebileceği bildirilmiş. Siz bunu kabul etmeyince, her ikinizin arka cephede hizmet edeceği üzerine talimat verilmiş. Bu teklifi de kabul etmemişsiniz.
Anneniz Hicran Hanım da sizinle ilgili ilginç bir olay anlatıyor. Diyor ki, doğum günlerinizde hep babanızdan size tüfek almasını istiyormuşsunuz. Bir gün de sizinle görüşmeye geldiğinde, ‘çocuklar, bakın ne çok silahınız var’ demiş. Siz de ‘anne, bu silahları babam almamış, kendimiz kazanmışız’ demişsiniz.
2020 yılı 27 Eylül tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Ali Baş Komutan İlham Aliyev’in önderliği ile Azerbaycan ordusu vatan savaşı başlarken sizin askeri bölük de çatışmalara katılıyor.
Çatışmalar sırasında da birbirinizden ayrılmamış, ölümün gözüne dik bakarak savaşmışsınız.
Komutanınız size ‘siz iki kardeşsiniz, birbirinizi korumalısınız’ dediğinde ‘burada yüzlerle kardeşimiz var, onların her biri için şehit olmaya hazırım’ demişsin.
Babanız diyor ki, ben onların her ikisinin eve aynı şekilde döneceklerini hissediyordum. Onlar ya sağ salim dönecekler ya da her ikisi şehitlik zirvesine erişeceklerdi.
Siz ikinci yolu seçtiniz.
Eğitiminiz, hizmetiniz, savaş yollarınız bir olduğu gibi şehadetiniz de aynı oldu.
Behrem, yiğidim! Biliyor musun, babanız komutanınızla görüştüğünde komutan ona ne demiş?
Demiş ki, ben savaş sırasında Behrem’le birlikte yaralandım. Behrem kolundan, ben de ayağımdan. O hastaneye gitmeyi reddetti. Ona zorla hastaneye gitmesi gerektiği söylense de, kardeşin İmam’ı bırakıp gitmeyeceğini bildirmişsin.
İmam, seninle ilgili ise şunları söylemiş: ‘İmam çatışmalarda yaralıların ve şehitlerin tahliyesinde yakından iştirak etti. Sporcu geçmişi olduğu için, içindeki korku hissi sanki sökülüp atılmıştı’.
Behrem’im, ‘Anne, şehitlerimizi unutma, onları her daim hatırla. Belki ben olmadım…’ dediğin bu sözler ise annene söylediğin son sözlerdir.

İmam ve Behrem! Unutulmazlarım!
27 Ekim 2020 tarihinde Kırmızı Pazar çevresindeki çatışmalarda en yüce zirveyi – Şehitlik zirvesini birlikte fethettiniz.
Arzunuz şehitlikti, ona ulaştınız.
Hakkınızda çok yazılıyor, çok konuşuluyor.
Palmali Şirketler Grubu yük gemilerinden birine siz kardeşlerin ismini verdi.
30 yıllık işgalin sonu geldi, çağdaş tarihimize yeni, şanlı sayfalar eklendi. Azerbaycan’ın binlerle yiğit evladı topraklarımızın geri alınması uğrunda verilen savaşlarda şehitlik zirvesine yüceldi.
‘Demir yumruk’ operasyonları ile topraklarımız menfur düşmandan temizlendi.
Reşadetiniz ülke lideri tarafından yüksek değerlendirildi. Her ikiniz Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in serencamı üzerine ‘Vatan uğrunda’, ‘Hocalı’nın azad olunmasına göre’, ‘Cebrayıl’ın azad olunmasına göre’ ve ‘Füzuli’nin azad olunmasına göre’ madalyalarıyla taltif edildiniz.
Siz ŞEHİTLER, zaferimizin canlı şahitlerisiniz. Siz ŞEHİTLER, Karabağ’ın Azerbaycan olduğunu bir daha dünyaya haykırdınız.
Mekanınız cennettir, ruhunuzun da topraklarımız açısından tamamen mutlu olacağı gün hiç uzak değil.
Şehit adı kendisi bir eserdir. Hakkınızda daha çok makaleler, çok eserler yazılacak, filmler, programlar yapılacak.
Ben ise bugün – şehadetinizin 2. yılında – sizin kısa süren hayat hikayenizi Mehmet Emin Yurdakul’un mısralarıyla sonlandırmak istiyorum:
Git evladım, yıllarca ben oğulsuz kalayım;
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım!..
Haydi oğlum, haydi git;
Ya gazi ol, ya şehit!..

Halide Halid
Araştırmacı yazar

Devamını Oku

112 GÜNÜN HASRETİ

112 GÜNÜN HASRETİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Önce Vatan” serisinden


Perdeyi araladığınızda, güneşi esirgemiyorsa gökyüzü, o güzel günlerin bedelini ödeyen şehitler vardır.

Her defa resmi ile karşılaştığımda onun sonsuza dikilmiş bakışları, bende bu yiğidin yokluğuna kuşku duyuruyor.

İçimde sanki bir ses bana “o yaşıyor, uzakta değil” diye fısıldıyor.

Annesinin, babasının, öğretmenlerinin, arkadaşlarının onunla ilgili yürek yakan hatıralarını dinlesem de yine de inanamıyordum.

“Şehitler ölmez” demişler ya, bu çok gerçek bir kelam.

Kendileri yanımızda olamasalar bile insan, onların hayatta olmadıklarına inanmıyor.

Değerli okurum, o yüzden bugün Azerbaycan’da İkinci Karabağ savaşında yiğitlikle şehit olan, yani sonsuzluğa kavuşan kahramanlarımızdan biri ile hayalen yaptığım (onların her zaman hayatta olduklarını bir daha insanların hissetmelerinden dolayı) röportajı sana sunuyorum.

Selam sayın teğmenim.
-Selam, selam, hoş gördük.
Hoş bulduk, nasılsınız?
-Alâ, burada insan nasıl olabiliyorsa, alâ…
Alâ hissettiğinize sevindim.
-Oralarda ne var ne yok? Aslında her şeyden haberim var, sadece ben de soru sormak istedim.
Buralar aynı, gördüğünüz gibi. Sizinle olup bitenlerle, hayat yolunuzla ilgili biraz sohbet etmek istiyorum.
-Buyurun, siz sorun, ben de usulünce yanıtlayayım. Orada olduğum zaman sohbet etmek istemiş olsaydınız, vallahi 5 dakikadan fazla benimle konuşamazdınız, zaman açısından. Şimdi zamanım çok. Buyurun, sizi dinliyorum.
Başlayalım hayat yolunuzdan.
-Ben Abdullazade Hesenağa Şakir oğlu, 9 Mart 1993 yılında Azerbaycan’ın Lenkeran şehrinde sade, çalışkan bir ailede doğdum. Dünyaya gelişim bile mucizesiz olmadı.
Nasıl bir mucize?
-Biliyor musunuz, benden önce annem dört evlat dünyaya getirmiş ama hiçbiri hayatta kalamamış. Sapsağlam bebekler nedeni tespit edilmeden dünyadan göçmüşler. Ben doğarken evimizde sanki düğün, bayram kutlaması varmış. Annem diyor ki, doğuşum çok farklıymış. Ne bileyim, üç ay anne sütü içmiş, uyurken de yemek yiyormuşum. Zayıf çocuk olmuşum, sık sık hastalanırmışım (gülümsüyor). Bir süre sonra her şey yoluna giriyor, hastalık da benden uzaklaşıyor ve ben büyümeye başlıyorum. Okula gitme çağına geliyorum. İlk gün derse giderken annem, ders bitinceye kadar koridorda beni beklemiş. Öyle zannetmiş ki, ben sınıfta kalmam, ağlarım, onun peşinden koşarım, çünkü ben onsuz hiçbir yerde durmazmışım. Ben ise ders bitinceye kadar annemin peşinden ağlamadan derste oturmuşum.
Anneniz, öğretmenleriniz, sizi tanıyan herkes sizin farklı bir çocuk olduğunuzu söyler.
-Diyorsunuz ki, şimdi kendime iltifat mı edeyim?
İltifat değil, gerçekleri söyleyeceğinize eminim.
-Farklı derken ben de sizler gibi onlardan duymuşumdur farklı olduğumu (yine gülümsüyor). Zor hayat ortamında büyüse de, cesareti, onuru, mertliği hayat ölçeğine dönüşen Hesenağa büyüdükçe vatan onun onuru, bayrak ise baş tacı oluyor. Anlatılanlara göre, çocuk olmama rağmen, samimiyetim, sıcakkanlılığım, derslerime olan özenimle dikkat çekiyormuşum. 8. sınıftayken anama askeri okulda eğitimime devam etmek istiyorum dedim. Annem önce onaylamadı. Bunun da sebebi evin tek evladı ve dört çocuktan sonra dünyaya gelişimdi. Annem çok ısrar etse de, beni asker olmak düşüncemden alıkoyamadı. 2007 yılında Lenkeran şehir Rövşen Bedelov adına 9 sayılı tam orta okulun 8. sınıfını yüksek notlarla bitirdim. Tek çocuk olmama rağmen, aynı yıl kendi isteğimle Cemşid Nahçivanski adına askeri lisede eğitimime devam etmeye karar verdim.
Askeri alanda kazanacağın başarıların o liseden başlamış olmalı. Asker olmayı neden bu kadar çok istediniz?
-Bu dünyada vatan sevgisinden öte bir duygu var mı? Vatanını sevmeyen insanın annesine, ailesine ve devletine olan sevgisine inanmak zordur. Vatan evin kapısından başlar. Ben de ömrümü evimizin kapısından son nefesime kadar vatana hizmet için adadım. Bu yolda toplam 8 yıllık bir hayat hikayem olsa da, ebedi yolculuğa adım attım. Önce askeri okulu, sonra Ali Harp Okulunda eğitim aldığım dönemlerde verilen tüm görevlerin üstesinden bir asker gibi gelmeye çalışıyordum. Askeri, taktiği, stratejiyi, teknolojiyi derinden öğrenmeye çaba gösteriyor, bu alanda bilgilerimi geliştiriyordum. Vatan kutsaldır ve bu benim için tüm gerçeklerden üstündür. Annem diyor ki, “oğlum vatanı bizden daha çok sevdin”. Öyle olması gerekiyordu. Vatan, anne, bacı namusudur. Vatan topraklarına göz koyan düşman demek ki, anne-bacılarımızın namusuna da göz koymuş oluyor. Ben bunları görmezden gelemezdim. Millet olarak var olmanın yolu vatan sevgisinde saklıdır. Bütün bunların farkında olduğum için asker olmaktan asla vazgeçmedim. Yolumu, hedefimi netleştirip, bu yolda bir an bile yorulmadan başarıyla ilerledim. Bu yolu seçtiğime asla pişman değilim. Bu adımlar vatan topraklarında ebedi iz bırakmış. Biliyorsunuz, 112 gün benim naşımı şerefsiz düşman yakınlarıma vermediler. O yüzden 112 gün ebeveynlerimin, sevdiklerimin gözleri yollara dikildi. Babam Şakir kişi 112 gün gizli saklı benimle konuştu, annem Semile 112 gün onlara geri döneceğime inanmaktan vazgeçmedi, eşim 112 gün birlikte salacağımız gül bahçesinin hayallerini kurarak yolumu bekledi. Her şeyden haberim var. Fakat, ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır’. Şairin bu satırlarıyla sevgimiz donanmış.
Şehitlik sizin için nedir?
-Şehit için ‘mekanı cennet olsun’ derler ya hani, bence şehit için cennet onun vatanıdır. Vatanı için canından geçmesinin sebebi budur. Şehitten geçmiş zaman kipinde bahsedilmemeli, çünkü biz hep hayattayız. Şehit kanıyla yıkanmış topraklarda çiçekler bile geç solur. Bizim kanımız onları kurumaya, solmaya koymaz. Şehidin vurulduğu yerde güneş doğar, annesinin duasından doğan güneş. Annem ağlarsa, cennetime yağmur yağar, her yer ıslanır.
Velileriniz bu ayrılıkla bir türlü barışamadılar. Diyorlar ki, Hesenağa bize verdiği sözü tutmadı. “En kısa zamanda yanınıza geri geleceğim” demişti.
-Teselli vermek, sabırlar dilemek çok kolaydır. Annemin, babamın kalbindekileri kendileri ve Yüce Tanrı dışında kimse bilemez. Sözümü tutmadım diyorlar, fakat evlatlarının ebedi yaşamı seçtiğinin, ölmezliğe ulaştığının da bir taraftan farkındalar. Oğulları hep onlarla, onu sevenlerle bir arada. Ben savaşa giderken, annem yanımdaydı. Ona sarıldım, ondan doymasam da, en azından onunla vedalaştım. Fakat babamla vedalaşamadım. 112 gün sonra ben geri geldiğimde babam çocuk gibi saçlarımı okşadı. Bakın, o zaman kendimi bağışlayamadım. Dedim ki keşke atamla da vedalaşabilseydim. Annem de, babam da çok yanlarında olmadığım için çok eziyet çekiyorlar. Eşim de öyle. Aldıkları nefesi hissettiğimi unutuyorlar.
Teğmenim, özgeçmişinizden kısa söz ettiniz.
-Bu arada sizden bir ricam olacak.
Buyurun tabii ki.
-Siz özgeçmişimi bu yazının sonunda paylaşın. Sohbetimin samimi, candan olan kısmına terimler katılıp, duygusuzlaşmasını istemem.
Baş üstüne, siz nasıl isterseniz öyle olsun.
-Başınız dert görmesin!

ÖZGEÇMİŞ
Hesenağa Abdullazade, 1993 yılı 9 Mart tarihinde Lenkeran şehrinde dünyaya geldi. 1999-2007 yıllarında R.Bedelov adına 9 sayılı Lenkeran şehir tam orta okulunda, 2007-2010 yıllarında ise Cemşid Nahçivanski adına askeri lisede eğitim aldı. Lisans eğitimini 2010-2014 yıllarında Haydar Aliyev adına Azerbaycan Ali Harp Okulunda (AAHM) aldı. Bu okuldan ‘teğmen’ rütbesiyle mezun oldu. 2014-2015 yıllarında Silahlı Kuvvetlerin Telim-Tedris Merkezinde katıldığı subay geliştirme kursunu başarıyla bitirdi.

Hesenağa Abdullazade, 2015 yılında Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin Gedebey ilinde yerleşen ‘N’ sayılı askeriyesinde hizmete başladı. 2017 yılında hizmetini ‘kıdemli teğmen’ rütbesi alarak devam ettirdi. Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin kıdemli teğmeni Hesenağa Abdullazade, 2020 yılı 27 Eylül tarihinde Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri tarafından Ermenistan işgali altında olan arazilerin azad edilmesi için başlanan Vatan muharebesi zamanı Murovdağ’ın azadlığı uğrunda giden çatışmalarda yer almış, daha sonra ise Ağdere ve Kelbecer cephelerinde savaşmış. 1 Ekim tarihinden itibaren Hesenağa Abdullazade ile iletişime geçilememiş. 2 Ekim tarihinde Kelbecer arazisinde, hakim yükseklikler uğrunda giden dövüşlerde pusuya düşerek kahramanca şehit olmuştur. Naşı uzun süre bulunamamıştı. 14 Ocak’ta itkin düştüğü Kelbecer arazisinde şehit olduğu tespit edilmiştir. İkinci Fahri Hiyaban’da toprağa verilmiştir.

Azerbaycan’ın arazi bütünlüğünün temin edilmesi uğrunda operasyonlara katılan ve askeri birimi karşısında konulan görevlerin icrası zaman vazife borcunun üstesinden şerefle geldiği için Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in 24.06.2021 tarihli serencamına istinaden Hesenağa Abdullazade ölümünden sonra ‘Vatan uğrunda’ madalyasıyla, ‘Kelbecer’in azad olunmasına göre’ madalyasıyla, ayrıca 3-cü dereceli ‘Reşadat’ madalyasıyla teltif edilmiştir.

Halide Halid
Araştırmacı yazar

Devamını Oku

ŞEHİTLİK VESİKASI

ŞEHİTLİK VESİKASI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“ÖNCE VATAN” serisinden:


Ayakta ölmek diz üstü yaşamaktan onurludur. Ne mutlu VATAN uğruna can verene!
20 yaş… 20 bahar, 20 yaz, 20 sonbahar, 20 kış…
20 yaşa sığdırılan 20 mevsim…
20 yıl hayatına her mevsim kendi zamanında geldi, her mevsimin zevkini büyüdükçe aldın. Bu yıllar süresince her mevsim senin için bir başka oldu.
Ama çok sevdiğin mevsim ilkbahardır. Bahar, yeşilliğin, güzelliğin, sevginin mücessemidir, biliyorsun.
Yeşil rengi de çok seversin, insanlığa, doğaya, bir sözle Yüce Yaradan’ın bu dünyaya bahşettiği bütün güzellikleri seviyorsun.
Sırf bu yüzden de, öyle bir diyara göçtün ki, orada yalnız bir mevsim oluyor – BAHAR.
Orada çiçekler, ağaçlar, yapraklar hiçbir zaman hazan görmez, hiçbir zaman sararmazlar. Her daim yemyeşil olurlar.
Orada pınarların suyu kurumaz, her zaman serin olur.
Orada kuşlar başka memleketlere göç etmezler, daima yemyeşil ağaçların başına pervane gibi dolanırlar.
Orada gökyüzü masmavi olur, hiçbir zaman onu kara bulutlar almaz. Orada yıldırımlar parlamaz, tufan, yağmur, sel olmaz.
Sen Yüce Yaradan’ın bu diyara bahşettiği güzelliklerle ilgili çok okumuşsun. Sen yeşil rengin manasını da güzel bilirsin.
Göçtüğün diyarın adı CENNET, sakinlerinin fethettikleri zirve ise ŞEHADETTİR.
İbo (herkes seni böyle çağırıyor), SEN de yanındaki ağabeylerin, kardeşlerin gibi YARADAN tarafından seçilmiş birisin. Bundan haberin olmamış değil, çünkü senin şimdi yaşadığın diyara herkes gidemiyor, o diyarın yolları herkes için rahat döşenmiyor.
Her gün onlarla beraber olmana rağmen, Sevda annen, Rasif baban, kardeşin Nihat, seni seven ve senin sevdiğin herkes seni çok özlüyor.
Senin onları ne kadar yakından görüp duyduğunu bilseler.
Baban diyor ki, onunla son kez telefonla konuştuğumda bir daha onlarla konuşamayacağını ve “size öyle bir belge yollayacağım ki, değeri hesaba gelmez, çok değerli bir belge olacak” demişsin.
Annen de onunla konuştuğunda “merak etmeyin, çok yakında görüşürüz” söylediğini diyor.
Kardeşin Nihat’a, “döneceğimi babamlara söyleme, beni sen karşılarsın, onlara sürpriz ederiz” demişsin.
Sürprizleri çok seviyorsun sanırım.
Verdiğin sözünü tutmuşsun. Çok farklı bir sürpriz yapmışsın seni seven herkese. Babana söylediğin o kıymetli belge senin ŞEHİTLİK vesikan oldu.
Bahar öğretmenin de seni yaman çok seviyor. Biliyor musun seninle ilgili bana ne söyledi?
Diyor ki, İbo çok farklı bir çocuktu okulda. Çok utangaç, ahlaklı, mütevazı bir öğrenciydi. Arkadaşlarından seçilirdi. Derslerini her zaman iyi okumasına rağmen ders anlatmaya utanıyordu. Hiç elini kaldırmazdı. Ama verilen dersle ilgili tüm soruları cevaplandırırdı.
Biz tanışmamışız. Ama seninle tanışıklığımın çok garip bir hikayesi var. Zaten senin bundan haberin var. Ama okurlarımızı da merakta tutmayalım diye söylüyorum.
Seninle aynı diyara göç eden kardeşlerin İman ve Behrem’in de hayat hikayesini yazıyorum. Onlarla ilgili videoları araştırırken senin videonla karşılaştım.
Soyadın ve ılık gülüşün ilgimi çekti. Kendi kendime “ben bu kahramanla tanışırım” dedim.
Ailenin irtibat numaralarını aramaya başladım ve buldum.
Değerli okurum, kahraman İbrahim’imizle tanışıklığım böyle başladı.
Kaç gündür senin çocukluk ve yetkinlik yıllarınla ilgili videoları izliyorum. Bana o kadar yakın geliyorsun ki, seni yıllardır tanıyormuşum gibi hissediyorum kendimi.
Videolardan birinde kardeşin Nihat’ın seninle ilgili söylediği “O sanki doğuştan ŞEHİTLİK için doğmuştu” cümlesi senin farklılığını benim için ispatladı.
Belki ben konuştukça diyorsun ki, Halide hanım benim ağabeylerimden, kardeşlerimden farkım ne ki?
Farklısın oğlum, annen, baban, kardeşin, sevenlerin, benim için de farklısın.
Nihat gerçekten çok mutlu bir kardeştir, çünkü senin gibi ağabeyi var. Her kardeşe kahraman kardeş nasip olmuyor.
Tüm videolarında dikkatimi çeken ne oldu biliyor musun? Gülüşün. Dudaklarını sanki incitmekten korkar gibi ılık gülüşle gülüyorsun.
Rahmetli Rükab dedenin ismini soyadın olarak taşıyorsun. Biliyorsun onun ruhu da seninle nasıl onur duyuyor.
Biliyorum şimdi burada olsaydın beni dinledikçe yanakların allanır, yine dudaklarına hassas gülüş konurdu.
Senin için ayrılmış odandaki resimlerine, portrelerine bakıyorum. Farklı farklı kareler olsa da, her yerde aynı gülüyorsun. Bu gülüşü de Tanrı her kese nasip etmiyor.
Oğlum bir kitapta okumuşumdur: “Hayat-Allah’ın ilim, irade, kudret gibi sıfatları ile şu kainattan toplanıp ve süzülüp gelen ve sonunda bir yerde cem olup derlenen muhassal bir sanattır.
Ömür ise oluşmuş hayatın devamlılığını ve müddetini ifade eden bir kelimedir. Yani ömür; hayatın müddeti ve devamı anlamındadır. Daha ziyade zaman ve sürece bakıyor.
Sen de 20 yıllık ömrüne hayatın en güzel, en ilginç anlarını, yıllarını sığdırmışsındır.
Dinimizi asıl güzelliği ile sevmişsindir, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e de vakıfsın.
Bütün bu sahip olduklarınla yeni mekanında da huzur içinde olduğuna eminim.
Bu inanç, bu itikat seni Vatan, Devlet sevdalısı yaptı. Bu sevdadır ki, SEN VATAN yolunda ağabeylerinle, kardeşlerinle birlikte üç renkli bayrağımızla savaşa katıldın, o bayrakla da eve döndün.
Bayrağın da askeri üniforman da odanın baş köşesinde asılmış. Tüm konuştuklarımdan senin haberin var, tekrar etmekte maksadım okurlarıma seninle ilgili bilgi vermek ve seni yakından tanıtmaktır.
Peygamber (s.a.s) hazretleri Vatana sevgiyle ilgili böyle buyurmuştur: “Sınır boyunca vatanı koruyan gözleri cehennem ateşi yakmayacaktır. Allah’ın rızası için vatan sınırlarını koruyanlara ise daim sevap yazılacaktır.”
“VATANI sevmek Allah’a imandandır” bir hadis-i şerifte böyle söyleniyor.
Senin de imanın güçlü olduğundan dolayı kimseye kısmet olmayan ŞEHİTLİK zirvesini fethettin.
İbrahim, değerli evladım. Sen eve döndüğünde seni karşılamak için gelen insanların sayısını biliyor musun? Bilemezsin, çünkü onları saymak imkansızdı. Onların her biri senin karşında baş eğmeye, seni yeni mekanına yolcu etmek için gelmişlerdi.
Şimdi ben konuşuyorum, sen dinliyorsun. Dinledikçe de inanıyorum ki, şunu düşünüyorsun:
“Ben olağanüstü ne yaptım ki? Koynunda doğduğum, büyüdüğüm, suyundan içip havasını içime çektiğim Vatan topraklarından alçak düşmanları yok etmek yolunda ağabeylerimle, kardeşlerimle birlikte savaşa katılmışımdır.
Vatan babalarımızın, dedelerimizin bizlere emanetidir.
Vatan tarihimiz, geleneğimiz, özgürlüğümüzdür.
Vatan öyle bir yer ki, oraya anne koynu gibi sımsıcak, baba sırtı gibi güvenlidir.
Ben şu saydıklarımdan dolayı VATAN sevdalısı oldum, onun koynunda da kendime yuva kurdum.
Anneme, babama, öğretmenlerime teşekkür ediyorum ki, benim Vatan sevdama destek oldular, beni onu sevmeye ruhlandırdılar.
Onların sabrı, gücü, kuvvetleri önünde baş eğiyorum.
VATAN SAĞ OLSUN!”

Özgeçmiş:
İbrahim Rasif oğlu Rükabzade 14 Ekim 2000 tarihinde Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Masallı ilinin Boradigah kasabasında anadan oldu. 2006-2017 yıllarında Boradigah kasabası Nizami Gencevi adına 1 sayılı tam ortaokulda eğitim aldı.
2019 yılının 8 Nisan’ında çağrışçı gibi askeri hizmete yollandı.
Askeri hizmete Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’nin Goranboy ilinde ‘N’ sayılı askeriyesinde başlamış. 2019 yılının Haziran ayında Özel Teyinatlı Kuvvetler’e katıldı. Azerbaycan Ordusunun askeri İbrahim Rasif oğlu Rükabzade 27 Eylül 2020 yılında Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri tarafından Ermeni işgali altında olan arazilerin azad edilmesi için başlatılan Vatan muharebesi zamanı Fuzuli ili, Cebrayıl şehri, Zengilan ve Hocavend’in alınmasında iştirak etti.
İbrahim Rükabzade 21 Ekim Hocavend ilinin azad edilmesi uğrunda giden dövüşlerde şehitlik zirvesine yüceldi.
Şehidin naaşı 23 Ekim 2020 yılında doğduğu Masallı ilinin Boradigah kasaba kabristanlığında toprağa verildi. Bekardı.
Şehadete erdikten sonra Azerbaycan Cumhurbaşkanı serencamıyla ‘Azerbaycan bayrağı’ ordeni, ‘Cesur dövüşçü’, ‘Vatan uğrunda’, ‘Şücaate göre’, ‘Fuzuli’nin azad edilmesi için’, ‘Kelbecer’in alınmasına göre’, ‘Hocavend’in alınmasına göre’ madalyalarıyla taltif edildi.

Halide Halid

Devamını Oku