İşimiz gereği sıkça seyahat ederim. Yanımda biri varsa geçtiğimiz illerin, beldelerin neleri meşhur olduğunu, hangi özelliklerinin öne çıktığını, tarihi ve turistik yerlerini konuşmayı severim. Bu konuda gereksiz bilgiler depoladığım eleştirisi alsam da çoğu zaman bu konuyu yoldaşım açar.
“Abi, Konya’nın etli ekmeği meşhur değil mi?” diye sorar. Ben de ona, etli ekmekten önce aklıma “mevlana şekeri” geldiğini söylerim. Mevlana konusu açılınca da haliyle konu tarihe ve siyasete kayar. Bende Konya denilince Mevlana ve Selçuklu Devleti’nin son zamanları çağrışım yapar. Anadolu’nun Moğol istilasıyla harap olduğu, ihanetlerin ve kahpeliklerin kol gezdiği bir dönemdir o devir. Mevlana’nın etkisiyle Selçuklu sarayı Moğolların kuklası haline gelmiş, Moğol istilasına direnen Türkmenler devlet eliyle katledilmiştir. Bu dönemde en büyük mücadeleyi verenlerden biri, daha sonra şehit edilen Karamanoğlu Mehmet Bey’dir. Selçuklu sarayının Farsçayı resmi dil yapmasına karşılık, “Bugünden sonra divanda, dergahta ve bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır…” fermanıyla mücadelesini başlatmıştır. Karaman cadde ve sokaklarında hala Yunus Emre ve Mehmet Bey’in sözleri tüm direkleri süsler.
Aynı dönemde yaşayan Hacı Bektaş-ı Veli’nin “Eline, Beline, Diline Sahip Ol” sözü de o zaman söylenmiştir. Buradaki “el”, “il” anlamında, yani yurt ve vatan demektir. Yani Hacı Bektaş, “Vatanına sahip çık” demiştir. “Beline sahip çık” derken de toprak, yani işlenip ürün veren kutsal toprak kastedilmiştir. Hacı Bektaş, toprağına sahip çıkman gerektiğini söylemiştir. “Diline sahip çık” derken de kastettiği, konuştuğumuz dilimiz, güzel Türkçemizdir. Farsçanın resmi dil olması karşısında dilimizi kaybetmeyelim demiştir.
Vatan, iş, dil… Bunlara sahip çıkanlar elbette vardır. En başta da Cumhurbaşkanımız sahip çıkmaktadır. Özellikle diline…
Bazı sert konuşanlar için “Onun sadece dilinde!” derler. Bizim AKP Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan da sertliği dilinde olanlardandır. Dilimize; “Terbiyesiz, şerefsiz, haysiyetsiz, alçak, namussuz, sapık, nebbaş, pislik, tezek, haşhaşi, çöplük, morg bekçisi, zürriyetsiz, çürük, sürtük” gibi birçok kelime kazandırmıştır. Bunlara iki yeni kelime daha eklemiştir: “Cibilliyetsiz” ve “Ev zencisi.” Doğrusu, “Ev zencisi” tabirini ilk defa duydum. Çok yaratıcı bir benzetme olmuş.
Ama dediğim gibi, Sayın Erdoğan’ın sertliği sadece dilinde.
Adalarımızı işgal eden Yunanistan’a; “Bir gece ansızın gelebiliriz!” diye gürledi. Yunanistan ise “Başımızın üstünde yerin var komşu, ne zaman istersen buyur” diyerek adaları sahiplenmeye devam etti. Sayın Erdoğan için o bir gece hiç gelmedi.
İsrail’e gireriz dedi ama İsrail, İran’a girip suikast yaptı. Girmeyi bırakın, ticaret giderek arttı.
“Bu kardeşiniz bu görevde durduğu müddetçe faiz her geçen ay inmeye devam edecek” dedi. Ancak faiz de enflasyon da aldı başını gitti.
Rahip Brunson için; “Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsınız” dedi, rahip ise “Papaz Kaçtı” oynar gibi uçup gitti.
Sayın Erdoğan’ın sertliği sadece dilinde ve kendisi temiz kalpli biridir. Temiz kalpliliğinden dolayı FETÖ tarafından kandırıldığını anladıktan sonra dili sertleşmiştir. Fakat sertleşen yeri sadece dili olup, kalbi yumuşaktır.
Hasta yatağında yatan Temel, ilacını istemek için karısı Fadime’ye seslenmiş: “Nerdesun be kadın?”
O sırada geçmiş olsuna gelen arkadaşı Emine ile konuşmakta olan yaşlı Fadime; “Emune ile konuşuyorum, ne oldu?” diye cevap vermiş.
Cevabı duyan Temel’in tepesi iyice atmış: “Çabuk ilacımı getir yoksa seni de Emine’yi de …!” diye sinkaflı bir küfür etmiş.
Arkadaşına mahcup olan Fadime; “Merak etme Emineciğim!” demiş. “Temel’in sertliği sadece dilindedir!”
Sen yine de çok şanslısın Fadime!” demiş Emine; “Benim Dursun, nasıl başardıysa geçen gün merdivenden düşüp dilini ısırdı. Artık onu da kullanamıyor!”
Dün akşam, yazar bir arkadaşımın köşe yazısını redaksiyon yaptıktan sonra sosyal medyada fonetik olarak kulağa hoş gelen kelimelerden örnekler vermemizi isteyince cevaben bir şeyler yazmıştım. Daha sonra aynı konuyu düşünürken aklıma iki türkü geldi:
“Dam üstünde un eler
Tombul tombul memeler
Memeler baş kaldırmış
Kavuşmuyor düğmeler” diye bir türkümüz var.
Bir de aynı bölgeyi anlatan, sözü ve müziği Necip Mirkelamoğlu’na ait bir şarkımız var:
“Gel güzelim gel bana buldukça imkanını
Gül güzelim göreyim gonca-i handanını
Ben aşık-ı şeydanım bana mahremin olmaz
Aç güzelim göreyim sine-i üryanını.”
Ben, birini dinlerken utanıyor, diğerini dinlerken gurur duyuyorum.
Tıpkı ülkemizi kurtaran, Cumhuriyetimizi kuran büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile Sayın Cumhurbaşkanımızın mukayese edilmesi gibi. Birisi kulağa oldukça ahenkli ve fonetik gelirken, diğeri…
Birisi, muhalefet liderini eleştirirken “Milletin parasını Fransalarda heba ettiler” derken, “İtibardan tasarruf olmaz” sözünü hafızalarımıza işlemiştir. Saraylarda adını bile söyleyemediğimiz menülerle davetler verirken, sadece bir aylık yurt dışı gezisinde eskortluk yapan uçakların maliyetinin 2,5 milyon dolar olduğunu prompterda yazmadığı için söylememiş olabilir. Ancak “Bize kimse ahlak dersi vermesin” demiştir. Biraz evvel bahsini ettiğim “Siz”li cümleleri rahatça kurmuştur. Bu kelimelerdeki “siz” eklerini kullanarak daha zarif, kibar ve nazik olduğunu düşünmüş olabilir mi?
Bunun yanında mukayese edilmek istenen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tüm yaşamıyla zarafeti en güzel şekilde anlatmıştır. Cesaretin kabalık, kahramanlığın küstahlık olmadığını tüm dünyaya göstermiştir. Türk Milletine; zarafetin büyük bir zenginlik olduğunu, ama zarif olmak için zengin olmaya gerek olmadığını yaşam tarzıyla ispat etmiştir. Zarafet, pahalı elbise, ayakkabı değildir. Bir duruş, bir tebessümdür, güvendir, saygıdır, saygınlıktır. İşte aradaki fark, bence bu kadar açık.
Sosyal medyadaki bir gönderi bizi nerelere götürdü diye düşünürken, Instagram’ın kısıtlamasının sona erdiği haberi geldi. Hadi gözünüz aydın. İnternetin özgürlük felsefesiyle doğduğu dikkate alındığında, sosyal ağlar üzerindeki bu kısıtlamalar, demokrasi ve özgürlük açısından bir “S.O.S.” (imdat çağrısı) vermektedir. Zaten Dünya Demokrasi Endeksi’nde 158 ülke arasında Guatemala’dan sonra 102. sırada olan Türkiye için ne olmasını bekliyordunuz?
S.O.S.yal ağların imdat çağrısı, aslında demokrasimizin ve cumhuriyetimizin gönderdiği sinyallerdir. Elbette anlayabilene…
Mehmet Uygar KELEŞ
KÖŞE YAZILARI
7 saat önceKÖŞE YAZILARI
7 saat önceGENEL
7 saat önceGENEL
7 saat önceGENEL
7 saat önceGENEL
7 saat önceGENEL
7 saat önce