21 Ocak 2025 Salı
Evet… Sanırım öldüm.
Ailemle birlikte akrabalar, arkadaşlar ve tanıdıklar da avlumuzdaki merasim evinde toplanıp yedi törenimi kutluyorlar. Bu toplantıya katılamadığım için çok üzgünüm. Belki hayatta olsaydım beni asla bu kadar hatırlamayacaklardı. Sevdiklerini öldükten sonra aramak kesinlikle çok geç. Gözyaşlarının benim için önemi yok. Ebeveynlerimin gözyaşlarını bile görmezden geliyorum. Çünkü ben ağırlıksızlık ve renksizlik içinde yaşayan, maddi dünyadan tamamen kopmuş, dünyanın tüm çirkinliklerinden uzak bir ruhum.
Bütün bunlar benim için oldukça uygun. Uygun çünkü artık tamamen özgürüm. Özgürüm çünkü artık ailevi kaygıları ya da işle ilgili sorunları düşünmüyorum. Artık o “önemli bir şey” dışında hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. O geçici dünyadayken her an beni takip eden, bastırılamaz bir tutkuyla içimi yakan, o önemli şeyin adı yazmaktı.
Evet, yazmak, içimi boşaltmak… Elimden geldiğince içimdeki titremeleri, acıları dışarıya püskürtmek. Yazmak ruh hali ile ilgili olduğu için benim bozulmayan tek yeteneğimdi. Yalanlarla dolu bir dünyadan bana kalan tek şey oydu. Geri kalan her şey toprağa karışıyor ve yavaş yavaş çürümeye başlıyor.
Yedi gündür korkunç bir manzaraya tanık oluyorum. Böcekler ve solucanlar etimi yemekle meşgul. Onları da suçlamıyorum. Sonuçta onlar da canlıdır. Ayrıca yaşamak için insan eti de olsa bir şeyler yemeleri gerekiyor. Ancak bir tek ruhumdaki, doğamdaki bu nimet bana eşlik ediyor, sonsuza kadar benimle yaşayacak. Ey en sadık dostum, sen olmasaydın ruhumun anlamı ne olurdu…
Neyse, amacım yasımı ve ölümümü tarif etmek değil, ruhumun ölümden sonraki hâlini anlatmak. Yukarıda yazma tutkumun gücünden bahsetmiştim. Şimdi de ölümümün yedinci gününde ruhumun başına gelenlerden bahsetmek istiyorum.
Ruhum, ilk başta merasim evini dolaşıp, yaşayanların bensizliğini gözlemlemek istedi. Elbette kimse beni görmedi ve bilemedi çünkü ben orada değildim. Ben de orada değildim demek doğru değil ama onlar yüzünden orada değildim demek daha doğru olur.
Meclisteki insanların benim hakkımda söylediklerini dinlemeye başladım. Hakkımda iyi konuşanların yanı sıra kötü konuşanlar da oldu. Komşumuz Ali Amca, diğer tanıdıklarına:
“Rahmetli genç gitti, çok iyi bir insandı. Kimseye zarar vermez, kimsenin dedikodusunu yapmazdı. Kötülüğe iyilikle karşılık verirdi. Çok mütevazı idi, utangaçlığı bir yana.”
Bu sözleri duyan ruhum büyük bir tatmin duydu ve Ali Amca’ya sonsuz şükranlarını sundu. Ama ne yazık ki onları duymuyordu çünkü bu, Yaratıcı’nın sadece kendisinin bildiği bir sırdı ve kimseye, sevgili arkadaşı peygambere bile söylememişti.
Meclis devam ettikçe sohbet konusu yavaş yavaş değişiyordu. Herkes kendi sorunlarından, işleri ve güçlerinden bahsetmeye başlamıştı. Başta oturan molla da konuşuyordu. Çoğu zaman konuşmasını dinlemediler bile. Herkes kendi hâlindeydi.
On dakikadan kısa bir süre içinde tören evinden ayrılıp önceki geçici evime gitmek istedim. Yedi gün önce cesedimi alıp son durağa uğurladıkları evden. Aslında beni değil, bana ait olmayan bedenimi almışlardı; ruhum kendi yerindeydi.
Annem ve babam ağlarken ben bunun günah olduğunu düşünüyordum. Eğer çığlık atabilseydim, “Susun!” derdim. Evimizin kapısının hemen yanına vardığımda çığlıkların sesinden kulağımı demiyorum çünkü bedenim artık orada değildi, ama ruhum titriyordu.
Biricik çocuğunu kaybeden annem gökyüzüne sığmıyordu. Açıkçası en çok anneme üzüldüm. Onun için iki şekilde üzüldüm. Birincisi, ayrılıktan yandığı için. İkincisi ise benim şimdiki dünyamdaki mutluluğumdan habersiz olduğu için. Anneme, “Bu dünyada ne kadar mutluyum,” demek istedim ama çabalarım sonuçsuz kalacaktı. Sonuçta ben sadece bir ruhum. Dili ve ağzı olmayan ama zamansız ve mekânsız bir ruh…
O ruh ki insanı insan yapan gizemli bir varlıktır.
Yavaş yavaş koridordan mutfağa doğru yürürken ruhum bilgisayarımı gördü. Kullanmayı sevdiğim ve değer verdiğim o fiziksel cihazı. Yıllarca onun karşısında oturarak o kadar çok şey yazdım ki… Bilgisayarı açıp düşüncelerimi oraya yazmak istedim.
Sonra bunun imkânsız olacağını düşündüm ama tüm enerjimle imkânsızı mümkün kılabileceğimi de unutmadım. Tam o sırada evdekilerin aşağı ineceğini duydum. Bir fırsatım vardı ve eğer bu fırsatı değerlendiremezsem suçlanacak kişi ben olurdum.
Çok geçmeden ev tamamen boşaldı ve ben ruhumla baş başa kaldım. Bilgisayarı açmak için tüm enerjimi topladım. Birçok denemem başarısızlıkla sonuçlansa da asla geri adım atmadım. Sonunda hayalim gerçek oldu, dileğimi gerçekleştirdim.
Mutluluğumu doyasıya tattım. Sonuçta düşüncelerim ve şu anki dünyamda gözlemlediklerim kaybolmayacak, yayınlanıp okunacaktı. Yani bir yazar olarak “yaşayanlara” yazma yeteneğimi hâlâ kaybetmediğimi kanıtlayacaktım.
“Word” programını açtıktan sonra ilk işim düşüncelerimi toplamak oldu ve kısa sürede bunları yazmayı başardım. Yazdıklarım “Bir Ruhun Yazdıkları” adı altında dünyaya yayılacak. Belki milyonların ilgisini çeker ve bilimde yeni bir çağın başlangıcına vesile olur.
Ben ruhum.
Yedi gün önce ölen genç bir yazarın ruhu… Size göre ölmüşüm, ama bana gelince, ben sonsuza dek dirilmişim. Sizden bana geriye hiçbir şey kalmadı ve benden size geriye kalanlar ise ölümlüdür.
Size göre bensizlik ölüm kadar acıdır ama bana göre ölümün hiçbir acısı yoktur. Nasıl değiştiğimi görüyorsunuz. Ne annem, ne babam, ne de her gün saçlarını kıvırdığım tek sevgilim beni ölüm kadar kimse değiştiremezdi. Ne de bana tüm bunları veren hayat…
Hayattaki tüm sevinçler, üzüntüler, sorunlar, düşünceler… Hiçbir şey… Ben sizin dünyanızdakinden milyon kat daha samimiyim.
Bütün bunları sırf haberiniz olsun diye başlattım. Biliniz ki, sizin dünyanızda hiçbir şey ölüm kadar etkili değildir ve hiçbir şey benim şimdiki dünyam kadar da güzel değildir.
Ruhumun varlığını şimdi daha çok hissedebiliyorum. Şimdi hissedebiliyorum gerçeğin varlığını. Herkes ruhuna bağlı ama benden önceki dünyada hiç kimse bu bağı tam olarak deneyimleyemiyor. Milyonda bir yaşayabilir dersem belki yine de azdır. Er ya da geç hepiniz ruhun ne anlama geldiğini anlayacaksınız.
Ben sadece biraz bilgi vermek adına elimden geleni yazıyorum. Yazamadığım daha çok şey var. Zaman çok kısadır; sizlerin evde olmadığınız zamanı söylüyorum. Sık sık evdesiniz ve ben de her zaman yazamayacağım. Size ne düşündüğümü söyleyemeyeceğim. Bana verilen bu kısa süreyi en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum. Ne yazsam ganimettir.
Ben sizin dünyanızda bir an bile tam anlamıyla mutlu olamadım. Maskeli insanların, kaybolan değerlerin, ölü vicdanların, yapay gülümsemelerin arasında nasıl mutlu olabilirdim ki? İnternette ve televizyonda her gün duyduğum suç ve savaş haberleri beni nasıl mutlu edebilirdi? Ya da mutlu olmaya hakkım var mıydı benim?
Hayır, elbette değil. Mutluluğunu başkalarının mutsuzluğuna dayandıranların mutluluğunun vicdanları kadar olduğunu düşünüyorum.
Beni, beni, beni… Size bu “beni”lerin çoğunu anlatabilirim. Sonuçta bu “beni”ler tek bir noktada yoğunlaşıyor. Mutluluğunu inkâr edenlerin de toplandığı yerdir burası.
Sizler benim için üzülüyorsunuz, onun genç yaşta öldüğünü söylüyorsunuz. Aslında tam tersi, sorun ben değilim, sizsiniz. O sizler ki mutluluğu bulmak için koşuştunuz, koşuşturuyorsunuz ve koşuşturacaksınız. Ama ne kadar ararsanız araştırın, bulamazsınız. Çünkü gerçek mutluluğun yeri, yapay mutluluklarla kendinizi kandırıp etinizi yediğiniz o dünya değildir ve olmayacaktır da.
Sizlerse her an sizden uzaklaşan dünyaya giderek daha fazla bağlanıyorsunuz. Bir oyun gibidir dünya hayatı ama benim dünyamda her şey doğal ve harikadır.
Belki itiraflarıma şüpheyle yaklaşacaksınız. Ama tüm samimiyetimle bir kez daha belirtmek isterim ki, sizin dünyanıza bir daha asla dönmek istemeyeceğim. Çünkü bu saydıklarımı yeniden yaşamak kendime en büyük hakaret olurdu.
Nasıl düşünürsünüz, düşünün. Ben bir ruhum. Ruhlar yalan söylemez ya da ruhlar delirmez. Zaten hiçbir zaman deli olmadım… Ne sizin dünyanızda, ne de bu dünyada…
Nihayet ey o dünyanın geçici insanları… Hepinize sesleniyorum. Yazdıklarımı sonuna kadar okuyun ve benim için endişelenmeyin. Tam tersine, ruhunuzu kaybetmemeniz için ben sizler için oldukça endişeliyim. Eğer ruhunuzun geri kalanını da kaybederseniz tamamen yok olursunuz.
Yazma tutkumun sonsuza kadar benimle olacağını düşünmek beni daha da mutlu ediyor. Çünkü ruhumun varlığı yazmamın da varlığı demektir. Bütün bunları ruhuma borçluyum ve ben bir ruh yazarıyım.
Spiritüel bir yazar olarak da yazmaya devam edeceğim. Evde olmadığınızda ben bilgisayarımı açıp yazacağım, siz de yazılarımı bu isimle okuyup web sitelerinde ve sosyal ağlarda paylaşacaksınız: “Bir Ruhun Yazdıkları.”
Habil Yaşar
Hə… deyəsən mən ölmüşəm axı. Ailəmlə yanaşı qohumlar, dostlar, tanışlar yığışıb həyətimizdəki xeyir-şər evində yeddi mərasimimi keçirirlər. Bu məclisdə iştirak edə bilmədiyim üçün çox təəssüf edirəm. Bəlkə də sağ olsaydım məni heç zaman bu qədər yada salmaz, xatırlamazdılar. Yaxınlarını ölümündən sonra axtarmaq şübhəsiz ki, çox gecdir. Göz yaşlarının mənim üçün heç bir əhəmiyyəti yoxdur. Hətta valideynlərimin göz yaşlarına belə etinasızam. Çünki maddiyyatdan tamamilə ayrılaraq dünyanın bütün eybəcərliklərindən uzaqlaşmış, çəkisizlikdə, rəngsizlikdə yaşayan bir ruham. Bütün bunlar mənim üçün olduqca əlverişlidir. Ona görə əlverişlidir ki, indi mən tamamilə sərbəstəm. Ona görə sərbəstəm ki, daha nə ailə qayğıları, nə iş problemləri düşünürəm. Daha məni o mühüm olan bir şeydən savayı heç nə maraqlandırmır. Mühüm olan o bir şeyin adı hələ o müvəqqəti dünyada olarkən hər an məni izləyən, sönməz bir ehtirasla qəlbimi alovlandıran yazmaqdı. Hə yazmaq, daxilimi boşaltmaq. Bacara bildiyim qədər içimdəki sarsıntıları, acıları çölə püskürtmək. Yazmaq ruh halı ilə bağlı olduğu üçün çürüməyən yeganə nemətimdi. Yalan dolu dünyadan mənə qalan yalnız və yalnız o oldu, digər hər şeyim torpağa qarışıb, yavaş-yavaş çürüməyə başlayır. Artıq yeddi gündür müdhiş bir mənzərəyə şahid olmaqdayam. Ətimi böcəklər, qurdlar yeməklə məşğuldur. Onları da qınamıram. Axı onlar da canlıdır. Onlar da yaşamaq üçün nələri isə yeməlidirlər, insan əti olmağına rəğmən. Ancaq bir tək ruhumdakı, fitrətimdəki bu nemət mənimlə yoldaşlıq edir, o əbədi olaraq mənimlə yaşayacaqdır. Ey mənim ən vəfalı dostum, sənsizlikdə ruhum nə məna kəsb edərdi ki…
Nə isə, məqsədim yasım və ölümümü təsvir etmək yox, ruhumun ölümdən sonrakı halı ilə bağlıdır. Yuxarıda yazmaq ehtirasımın gücündən dedim, indi də ölümümün yeddisi günü ruhumun başına gələnlərindən danışmaq istəyirəm.
İlk olaraq ruhum xeyir-şər məclisini dolaşıb dirilərin mənsizliyini müşahidə etmək istədi. Təbii ki, heç kəs məni görmürdü, görə də bilməzdi axı mən var ola-ola yoxdum, yoxdum deyəndə də düz çıxmır vardım, amma onlara görə yoxdum desəm daha yerinə düşər. Məclisdəkilərin haqqımda nə danışdıqlarını dinləməyə başladım. Haqqımda yaxşı danışanlarla yanaşı pis danışanlar da oldu. Qonşumuz Əli dayı digər tanışlara: “Rəhmətlik cavan getdi, olduqca yaxşı insan idi. Heç kəsə pislik etməz, bir kimsədən də qeybət etməzdi. Pisliyə qarşılıq yaxşılıqla cavab verərdi. Qədərindən artıq sadə idi, hələ utancaqlığını demirəm”. Bu sözləri eşidən ruhum böyük bir məmnunluq hissi duyaraq Əli dayıya sonsuz minnətdarlığını bildirdi, amma təəssüf ki, o bunları eşitməyəcəkdi, çünki bu yaradanın yalnız özünün biləcəyi bir sirr olduğundan kimsəyə bildirməmişdi, hətta öz sevgili dostu peyğəmbərinə də. Məclis davam etdikcə yavaş-yavaş söhbətlərin mövzusu da dəyişirdi. Hərə öz dərdindən, işindən-gücündən danışmağa başlamışdı. Başda əyləşən molla da elə hey danışırdı. Çox zaman danışığını dinləmirdilər də. Hərə öz hayında idi. Heç on dəqidə olmazdı ki, mərasim evindən çıxıb öz əvvəlki müvəqqəti evimə getmək istədim. O evdən ki, yeddi gün öncə cənazəmi götürmüşdülər və məni son mənzilə yola salmışdılar. Əslində məni yox, mənə aid olmayan cismimi götürmüşdülər, ruhum öz yerində idi. Anam-atam ağlayarkən, mənsə bunun günah olduğunu düşünürdüm. Qışqıra bilsəydim susun deyərdim. Evimizə qapının düz yanına çatanda ağlaş səslərindən qulağımı demirəm, axı artıq cismim yox idi, ruhum titrədi. Bir balasını itirən anam yerə-göyə sığmırdı. Düzü ən çox anama acıdım. İki mənada acıdım ona. Birincisi ayrılıqdan yandığı üçün. İkincisi mənim indiki dünyada xoşbəxtliyimdən xəbərsiz olduğu üçün. “Mən indiki dünyada necə də xoşbəxtəm” demək istədim anama, ancaq nə fayda səylərim nəticəsiz qalacaqdı. Axı mən sadəcə ruhdum. Dili, ağızı olmayan, fəqət zamansızlığa, məkansızlığa malik olan bir ruh. O ruh ki, insanı insan edən sirli bir varlıq. Yavaş-yavaş dəhlizdən keçib mətbəxə daxil olarkən ruhum bilgisayarımı gördü. Sevə-sevə işlətdiyim, əzizlədiyim o cismani cihazı. İllərlə onun qarşısında əyləşib o qədər şeylər yazmışdım ki… Bilgisayarı açıb ora öz düşüncələrimi yazmaq istədim. Sonra bunun mümkünsüz olacağını düşündüm, amma bütün enerjimi yığıb mümkünsüzü mümkün edə biləcəyimi də unutmadım. Elə bu dəmdə evdəkilərin aşağı düşəcəklərini eşitdim. Əlimə fürsət düşmüşdü və bu fürsəti dəyərləndirə bilməsəm o zaman günahkar özüm olacaqdım. Az sonra ev dirilərdən tamamilə boşaldı və mən ruhumla tək qaldım. Bilgisayarı açmaq üçün bütün enerjimi topladım. Bir çox cəhdlərim uğursuzluqla nəticələnsə də əsla geri addım atmadım. Nəhayət xəyalım gerçəkləşmiş, istəyimə nail olmuşdum. Xoşbəxtliyimin dadını doya-doya çıxardım. Axı düşüncələrim, həmçinin mənim hal-hazırdakı dünyamda müşahidə etdiklərim itməyərək gün işığına çıxacaq, oxunacaqdı. Demək bir yazar olaraq hələ də yazmaq qabiliyyətimi itirmədiyimi “dirilərə” sübut edəcəkdim. ”Word” proqramını açdıqdan sonra ilk işim düşüncələrimi toparlamaq oldu və az bir zaman ərzində onları yazmağa nail oldum. Yazdıqlarım “Bir ruhun yazdıqları” adı altında dünyaya yayılacaq, bəlkə də milyonların marağına səbəb olacaq, elmdə yeni bir dönəmin başlanğıcına gətirib çıxaracaqdı.
…
Mən ruham. Yeddi gün öncə dünyasını dəyişmiş gənc yazarın ruhu. Sizə görə ölmüşəm, mənə görə isə mən əbədi olaraq dirilmişəm. Sizdən mənə heç nə qalmadı, məndən sizə qalacaqlar da fanidir. Sizə görə mənsizlik ölüm qədər acıdır, mənə görə isə ölümün heç bir acılığı yoxdur. Görürsünüz mən necə də dəyişmişəm. Məni heç kim nə anam, nə atam, nə də hər gün saçlarını tumarladığım biricik sevgilim ölümün bacardığı qədər dəyişə bilməzdi. Nə də bütün bunları mənə bəxş eləyən həyat. Həyatdakı bütün sevinclər, kədərlər, problemlər, düşüncələr. Heç nə. Mən sizin dünyanızda olduğundan milyon dəfə daha səmimiyəm. Bütün bunları belə başladım ki, biləsiniz. Biləsiniz ki, sizin dünyanızda heç nə ölüm qədər təsirli deyil və indiki dünyam qədər də gözəl deyil. Ruhumun varlığını daha çox indi duya bilirəm. İndi hiss edə bilirəm həqiqətin varlığını. Hər kəs ruhuna bağlıdır, amma heç kəs bu bağlılığı mənim öncəki dünyamda tam yaşaya bilmir. Milyonda birini yaşaya bilir desəm bəlkə yenə də azdır. Gec-tez hamınız anlayacaqsınız ruhun nə demək olduğunu. Mən sadəcə azacıq məlumat vermək üçün yazıram yaza bildiklərimi. Yaza bilmədiklərim daha çoxdur. Çünki zaman azdır, sizlərin evdə olmadığı zamanı deyirəm. Siz evdə çox olursunuz və mən də həmişə yaza bilməyəcəm. Düşündüklərimi də sizə çatdıra biıməyəcəm. Mənə verilən bu az zaman icazəsini dəyərləndirə bilmək üçün çalışıram. Hər nə yazacağamsa qənimətdir. Mən sizin dünyanızda bir an belə tamamilə xoşbəxt ola bilmədim. Maskalanmış insanlar, itirilmiş dəyərlər, ölmüş vicdanlar, süni təbəssümlər arasında necə xoşbəxt ola bilərdim axı? Hər gün internetdən, televiziyadan eşitdiyim cinayət və müharibə xəbərləri, necə xoşbəxt edə bilərdi məni və ya xoşbəxt olmağa haqqım vardımı mənim? Yox, əlbəttə ki, yox. Xoşbəxtliyini başqalarının bədbəxtliyi üzərində quranların xoşbəxtliyi də vicdanları qədərdir düşünürəm. Məni, məni, məni çoxlu deyə bilərəm sizə bu mənilərdən. Sonda bu “məni”lər bir nöqtədə cəmlənir. O da xoşbəxtliyini rədd eləyən adamların cəmləşdiyi məkandır. Sizlər mənə acıyırsınız, cavan öldü deyirsiniz. Əslində hər şey əksinədir, acınılası mən deyiləm, sizsiniz. O sizlər ki, xoşbəxtliyi tapmaq üçün çapalayırdınız, çapalayırsınız və çapalayacaqsınız. Ancaq hər nə qədər çapalasanız da tapa bilməyəsəksiniz. Çünki həqiqi xoşbəxtliyin məkanı süni xoşbəxtliklərlə başınızı aldatdığınız, ətinizi yediyiniz o dünya deyil, olmayacaq da. Sizlərsə hər gün sizdən hər an uzaqlaşmaqda olan dünyaya daha da bağlanırsınız. Oyun kimidir dünya həyatı, mənim dünyamda isə hər şey təbii və ecazkardır. Bəlkə də etiraflarıma şübhəylə yanaşacaqsınız. Amma bütün səmimiyyətimlə bir daha nəzərinizə çatdırmaq istəyirəm ki, mən sizin dünyanıza əsla qayıtmaq istəməzdim. Çünki sadaladıqlarımı yenidən yaşamaq özümə qarşı ən böyük təhqir olardı. Necə düşünürsünüz düşünün, mən ruham. Ruhlar yalan söyləməz və ya ruhun dəlisi olmaz. Mən heç zaman dəli olmadım zatən… Nə sizin dünyanızda, nə bu dünyada…
Sonda ey o dünyanın müvəqqəti adamları. Hamınıza səslənirəm. Yazdıqlarımı sona kimi oxuyun və məndən nigaran qalmayın. Əksinə mən sizlərdən ruhunuzu itirməyəsiniz deyə olduqca nigaranam. Əgər olan-qalan ruhunuzu da itirsəniz o zaman tamamilə məhv olacaqsınız. Yazmaq ehtirasımın sonsuza qədər mənimlə var olacağını düşünmək daha da sevindirir məni. Çünki ruhumun varlığı, yazmağımın da varlığı deməkdir. Bütün bunlara görə ruhuma borcluyam və mən ruh bir yazaram. Ruh bir yazar olaraq da yazmağa davam edəcəyəm. Siz evdə olmayan müddətlərdə bilgisayarımı açıb yazacağam və siz də oxuyaraq yazılarımı internet saytları, sosial şəbəkələrdə bu adla paylaşacaqsınız. “Bir ruhun yazdıqları”.
Habil Yaşar