Erol AYDIN

Erol AYDIN

16 Eylül 2024 Pazartesi

Hiçbir İzmirli…

Hiçbir İzmirli…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada bir kullanıcı, “Hiçbir İzmirli saat kulesinin önünde fotoğraf çektirmez!” şeklinde bir görüş dile getirmişti. Basit bir ifade gibi görünse de, bu genel yargıyı sosyolojik açıdan değerlendirmek istiyorum.

Türkiye’nin üçüncü büyük kenti olmasına rağmen İzmir, genellikle muhalif duruşuyla gündeme gelmektedir. Aykırılık, özgürlük, tolerans, dik duruş, farklılık ve özgünlük kavramlarıyla özdeşleşen şehir, bu özellikleriyle adeta kendi içine kapanmış durumdadır. Ancak bu durum, kimseyi rahatsız etmediği gibi, kent sakinleri için bir gurur kaynağına dönüşmüştür. İzmir’in kendine özgü kimliği, zamanla bir züğürt tesellisine dönüşerek övünç kaynağı haline gelmiştir.

Dünyada birçok deniz kıyısına sahip şehir varken, iç denizi ve körfezi olan şehirler bir hayli azdır. Bu eşsiz coğrafi özellik, beraberinde büyük avantajlar sunduğu gibi, dezavantajlar da getirmektedir. Eğer körfezi kanalizasyon ve fabrika atıklarından koruyamazsanız, yeterli arıtma sağlamazsanız, hızla kirlilikle karşı karşıya kalırsınız. İzmir Körfezi de bu kaderi yaşamaktadır. Körfezin büyük kısmında denize en son 70 yıl önce girilmiş, daha açık alanlarda ise bu süre 50 yılı bulmuştur. Oysaki dünyadaki benzer şehirlerde evden çıktıktan kısa süre sonra denize girme lüksüne sahipsinizdir; bu, birçok şehirde inanılmaz bir ayrıcalık olarak kabul edilir.

İzmir Körfezi’nin oksijen seviyesi neredeyse sıfırlanmış durumda, amonyak değeri ise olması gerekenin tam 50 katı. Balık ölümleri, körfezdeki kötü koku ve renk değişimi artık kent sakinleri tarafından kanıksanmış bir gerçek haline gelmiştir. Ancak İzmirliler, bu durumdan şikayetçi olsalar bile, mevcut yerel yönetimi 30 yıldır seçmeye devam etmektedirler. Yerel yönetim ise bayramlar ve özel günlerde 350 metrelik Türk bayrağı ve Atatürk posteri açarak kamuoyunun tepkisini yatıştırmayı sürdürmektedir.

İzmirli seçmen, adeta hipnoz edilerek Atatürk, cumhuriyet, laiklik ve kurucu değerler üzerinden politik bir dil ile, hiçbir somut soruna çözüm üretilmeden yönetilmektedir. Kendisini aydın, entelektüel ve bilinçli olarak tanımlayan İzmirli, muhalif tutumu ile inatlaşmakta, kent her alanda geriye giderken bile “küçük olsun, bizim olsun” anlayışıyla bu durumu kabullenmektedir.

İzmirlilerin övündüğü soyut kavramlar, hem kendilerine hem de kente zarar vermektedir. Ancak bu sarmaldan çıkmaları, en azından kısa vadede pek mümkün görünmüyor. Bu durumu ister “akıl tutulması” deyin, ister “aymazlık”, sonuç değişmiyor. İzmir, büyük bir köy olma yolunda freni boşalmış bir kamyon gibi uçuruma doğru hızla ilerlerken, başta siyasiler olmak üzere herkes bu durumu izlemekle yetiniyor.

Sonuç olarak, saat kulesi önünde fotoğraf çektirmeyi “banal” bulan üstenci tutum ve jakoben anlayış, İzmir’in sosyolojik durumunu çok net özetliyor. Aslında kaybeden sadece İzmir değil, Türkiye de kaybetmektedir.

Esenlik dileklerimle,
Erol Aydın