Erol AYDIN

Erol AYDIN

24 Mart 2025 Pazartesi

    YOLLAR YÜRÜMEKLE AŞINMAZ

    YOLLAR YÜRÜMEKLE AŞINMAZ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Başlık, Süleyman Demirel’e aittir. Toplumların demokratik tepkilerini göstermek için sokağa çıkmalarını meşru çerçevede kabul ettiği bir tutuma dikkat çekmektedir. Bu sayede kitlelerin gazını alınarak rahatlamaya sebep olacağı için gereklidir.

    Devrimciler yıllarca, “Ferman padişahın ise dağlar bizimdir!” diyerek dağlarda yok olup gitmişlerdir. Padişah ise hak bildiği yolda hükümranlığını devam ettirmiştir. Zaman, çağ, devran ve konjonktür değişse de beyinleri yıkanmış bazı marjinal kesimler helâk olmaya devam etmişlerdir. Bu kuru inat ve keskinlik hem ülkeye hem ülkenin kaynaklarına hem kendilerine zarar vermiş olsa da kimin umurunda? Yeter ki benim dediğim olsun diyerek bir arpa boyu yol aldıkları vaki değildir.

    İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve tutuklanması ile ortaya çıkan tepkiler de bu kapsamda değerlendirilebilir. Bizde siyaset taraftarlık üzerinden yapıldığı için kimse gerekçeye odaklanmıyor. “Bizdensin ya da değilsin” gibi bir yaklaşım, soğukkanlı ve sağlıklı bir değerlendirme yapmayı maalesef geçersiz kılmaktadır.

    Ortaya saçılan bu kadar uygunsuzluk ve olumsuzluk kimsenin umurunda değil, “İmamoğlu yalnız değildir!” sloganı her derde deva olmaktadır. CHP eskiden beri hizipler partisi olduğu için bu partiyi yönetmek, ülkeyi yönetmekten daha zordur. Muhalefet meseleyi hukuki zeminden siyasî zemine çekse de ortaya çıkan duruma bakınca partinin dışarıdan düşmana ihtiyacı yok, tüm belge, bilgi, şikayet ve itiraflar içeriden gelmektedir.

    İmamoğlu, başına gelecekleri bildiği için bir an önce adaylığını kesinleştirerek bir zırha bürünme istese de planı ters tepmiştir. Belediye başkanı seçildiği ilk günden beri biraz da toplumun gazıyla cumhurbaşkanlığı için ayakları yerden kesilmiştir. Kibri, üstenci tutumu, ihtirası ve hırsı ile partiyi de esir alarak sürekli hatalar yapmıştır. Her konuda olduğu gibi mağduriyet konusunda da Erdoğan’ı taklit ederek bir hikâye yazmaya çalışması Silivri’de son bulmuştur.

    Bundan sonrası için muhtemelen herkes bir şekilde kendini kurtarırken İmamoğlu, unutulma sokağına terk edilerek tarihin tozlu raflarında bir ibret vesikası olarak yerini alacaktır.

    Siyaset, iddia işi olmanın yanında aynı zamanda; öngörü, tecrübe, basiret, sağduyu, empati ve vizyondur. Duygular aklın önüne geçtiğinde artık siz siz olmaktan çıkmışsınız demektir. Kontrol başkasına geçtiğinde siz artık ipleri başkasının elinde olan kukla olmuşsunuzdur. Anadolu’da bir tabir vardır, “Erken öten horozun başını keserler!” diye. Siz seçime üç yıl varken milletin verdiği yetkiyi istismar ederseniz, devletin de buna seyirci kalması söz konusu değildir.

    Sonuç olarak; “kendim ettim, kendim buldum” sürecinde İmamoğlu, kendini tutuklatmak için her şeyi yapmıştır. Meydan okuya okuya sahneden çekilirken buna en çok şu an timsah gözyaşları döken CHP’liler sevinmiştir. Yoldaşlar, yürümeye devam, yollar aşınmayacak kadar sağlamdır.

    Esenlik dileklerimle,

    Devamını Oku

    SAF DİYE DİYE

    SAF DİYE DİYE
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Camilerde imamların rutin olarak, “Safları sık ve düzgün tutalım!” uyarısı, belli bir kültür, medeniyet ve bilincin oluşmasına maalesef katkı sunmuyor. Bunun böyle olması, genetik kodların sosyolojik olarak yeterli düzeyde olmaması ile ilgilidir.

    Camiye ve cemaate çok alışkın olmayan kadınlarda bu durum ise evlere şenlik bir hâldedir. Ramazan dolayısıyla teravih namazı için gelen kadınlar, kopan tesbihin taneleri gibi dağınık durmaları ise kanıksanmıştır.

    Bir kere, yanlarında mutlaka bir seccade getiriyorlar. Bunu da kamusal alanda özel alan oluşturmak için aparat olarak kullanmaktadırlar. Şöyle ki, seccadeyi dik değil de yatay olarak sererek iki kişilik yeri kapatmış olmakla yanlarına kimseyi kabul etmiyorlar. Yer sıkıntısı had safhada olsa da sonuç değişmiyor. Kul hakkıymış, safların boşluğunu şeytanın doldurmasıymış, mağduriyetmiş, hiç kimsenin umurunda bile değil. Allah’ın evine sevap kazanmaya gelmiş Müslümanların bu şekilde aymaz ve bencil olmaları, İslâm’ın tam olarak anlaşılamamış olmasının bir neticesi olmaktadır.

    Kadınların camiden uzak kalmalarının doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan bu durumun düzelmesi de en azından kısa zamanda pek mümkün gözükmüyor. Her mekânın adabı muaşereti çerçevesinde caminin de mutlak kuralları vardır; fakat bunun bilincinde olanların sayısı çok fazla değildir. En basitinden, dünya kelamından buralarda vareste olmak gerekir. Fakat, kadınlar mahfilinden arıların oğul vermesi gibi bir uğultuyu hiçbir uyarı ve ikaz önlemeye yeterli olmamaktadır. Ancak namazın başlaması ile geçici olarak ara vermekte, selamla birlikte tekrar kaldığı yerden devam etmektedir. Bu arada ne konuştukları, hangi meseleyi hallettikleri ve de bu kadar enerjiyi nereden buldukları da yine merak konusu olmaktadır. Kadınları anlama ve çözmeye çalışmayı bir kenara bırakırsak, asıl olması gerekene değinmekte fayda mülahaza ediyorum.

    Camiye ilk gelen, mihrabın tam karşısında ve ilk safa oturması, diğerlerinin de sağlı sollu olarak safı tamamlayarak yine diğer safın aynı şekilde teşkil edilmesi esastır. Uygulamada ise, herkes mutlaka yaslanacak bir yer aradığı için estetikten yoksun ve asimetrik bir görüntü ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da yönleri kıblenin dışında her yöne bakmaktadır.

    Sonuç olarak; hocalar yıllardır “saf saf” diye diye kendilerini paralasa da, teknoloji ile birlikte müzikle namaz kılmak bile vakayı adiyeden olmaktadır. İlk saf için birbiriyle yarışan ve omuzları sürtünmekten dolayı yıpranan sahabeden, tesbihin taneleri gibi dağınık Müslümanlara geriye doğru bayağı bir mesafe kat ettiğimiz doğrudur!

    Esenlik dileklerimle,

    Devamını Oku

    KURU SOĞAN

    KURU SOĞAN
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Halk arasında ve toplumda, “Soğan ekmek yerim, yine de…” diye başlayan söz ile ilgili sosyolojik bir deneme, bu yazının konusu olacaktır.
    Bu atasözünde, soğana yapılan vurgu, nimet olarak çok da önemli ve değerli bir ürün olmadığıdır. Yani ekmek ile birçok katık yanında soğan, en son seçenek olarak itibarsızlaştırılmaktadır. Gerekirse kuru soğana razı olmak, nefis terbiyesi olarak da bir seviye ve çıta olmaktadır.
    Soğan, tek başına bir yemek malzemesi olmasa da hemen hemen her yemeğe dahil olma gibi bir özelliğe sahiptir. Acı soğanı soymak ve doğramak bir dert, onu kavurmak ise başka bir derttir.
    Yine toplumda, “Yiğidi kuru soğana muhtaç etmek!” diye bir özdeyiş vardır ki bu da meselenin başka bir boyutu olmaktadır. Muhtaçlık, zor bir durum olmakla birlikte, kuru soğan vurgusu da yine beterin beteri bir pekiştirme durumudur. Kuru soğana muhtaç olmak, sıfırı tüketmenin en veciz ifadesidir.
    Eskiden kuru soğanın hor ve hakir görülmesine paralel olarak, herkesin kolayca ulaşabileceği bir konumdaydı. En ucuz sebze olarak; herkesin burun kıvırdığı, görmezden geldiği, yan gözle baktığı ve “olsa da olur, olmasa da olur” dediği bir misyona sahipti. Günümüzde ise, marketlerde 40 TL olarak karşımıza çıkarak âdeta tarihi zirvesini yaşamaktadır. Aslında üretici bu fiyatı görünce büyük bir şaşkınlık ile dumura uğrasa da sonuç değişmiyor. Aracılar vasıtasıyla köpürtülen satış fiyatı, tarladan tezgaha gelinceye kadar katbekat artarak haksız kazanca sebep olmaktadır. Bu durum, hem üreticinin moral ve motivasyonunu bozmakta hem de vatandaşın parası âdeta cebinden çalınmaktadır. İnsanların etik olarak hiçbir değeri kalmadığı için ortaya çıkan durum, aslında normalleşerek kanıksanmaktadır.
    Bir şeyin normalleşmesi kadar toplumun dinamiklerini bozan başka bir şey mevcut değildir. Bu kanıksama giderek kontrol edilemez hale geldiğinde, ipin ucu kaçmaktadır. Kontrol ve denetim konusunda ortaya çıkan zaafları kabul etmekle birlikte, insanın bozulması ile “tuz koktuğu” için sözün bittiği yerdeyiz. Kuru soğanla başladık, konu nereye geldi, derken meselenin kök nedeni insan olmaktadır. Klişe olacak ama, insanı düzelttiğinizde dünya düzelecektir!
    Sonuç olarak; bir kuru soğanı bile garip gurabaya hor gören, muhtaç edenlerin hayatı acılar içinde geçsin demek, sadra şifa olmayacaktır fakat yürekleri soğutmak için de elzemdir. Kuru soğan hiçbir dönemde bu kadar acı olmamıştı, bu acı da mutlaka geçecektir, fakat etkisi uzun süre devam edecektir.
    Esenlik dileklerimle,
    Erol Aydın

    Devamını Oku

    BİR GÜN HER ŞEY FOTOĞRAFLARDA KALACAKTIR!

    BİR GÜN HER ŞEY FOTOĞRAFLARDA KALACAKTIR!
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Bu dünyaya geldiysek yaşamak durumundayız. Fakat bunu da çok ciddiye almamak gerekiyor. Çok cezbedici, çok aldatıcı, çok baştan çıkarıcı ve de çok yanıltıcı bir dünyaya karşı uyanık olmak yetmez, aynı zamanda ferasetimizin de üst düzeyde olması esastır.
    Helâlinden kazanmak, fıtrat üzere yaşamak, iyi insan olmak hepsi bundan ibarettir. Fakat insan aynı zamanda nefs taşımakta olup; hırsı, ihtirası, tamahkârlığı ve de aç gözlülüğü ile dünyaya kazık çakma çabasındadır. “Mülk Allah’ındır!” diye manşetler atsa da, iş kendisine dokunduğunda uygulama farklıdır. Mal biriktirme, istifleme ve stok en vazgeçilmez zaafları olmaktadır. En muhafazakâr insan bile infak ve hayırda yarışma konusunda sınıfta kalmaktadır. Çünkü şeytan sürekli fitne-fücur sokup onu yoldan çıkartarak; “Birlikte mi kazandın? Ben çalıştım, ben kazandım, ben ben!” diyerek tuzağa düşürmektedir.
    İslâm, sürekli olarak orta yol ve Sırat-ı Müstakim üzere olmayı tavsiye etmektedir. Bu dünya için ve de ahiretimizi kazanmak için de makul olmak kaçınılmazdır. Mübarek Ramazan ayı içindeyiz; en azından zekât ve fitrelerimizi yerine ulaştırmak için azami çaba harcamak durumundayız. İslâm kardeşliği adına, dünyanın birçok beldesinde bir parça ekmeğe muhtaç insanlara bütçemiz nispetinde yardım etmemiz elzemdir.
    Lafla peynir gemisi yürümediği için, artık ümmet olarak hamaseti bir kenara bırakıp eyleme geçmek durumundayız. “Ama, fakat, lakin” diye söze başlarsak, niyetimizi baştan ortaya koyduğumuz için insanlık için alacağımız mesafe mevcut olmayacaktır. Şeksiz ve şüphesiz bir şekilde yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak ilke olmalıdır.

    Hayat, ömür, yaşam adına her ne derseniz deyin, sanıldığından daha kısadır. Şair, “Yaş otuz beş, yolun yarısı!” demiştir, fakat kendisi sadece 47 yaşında vefat etmiştir. Ömrü uzatamazsınız, ama bereketli kılmak ve kaliteli yaşamak sizin elinizdedir. Eceli değiştirmek elimizde olmadığına göre, onu anlamlı kılmak mümkündür. Boşa geçmiş ömür yaşam olmadığı için; dost kazanmak, anı biriktirmek, faydalı olmak, ahlâklı olmak ve de dosdoğru yaşamak meselenin özeti olmaktadır. Bunu başarmak zor değildir, yeter ki nefs ve irademize hükmetmiş olalım, gerisi kendiliğinden gelecektir.

    Sonuç olarak; bir gün her şey fotoğraflarda kalacağı için hayatı ciddiye almayın, fakat dikkate alın! Yani ölümün hak olduğunu kabul ederek, arkanızda bir iz ve gök kubbede hoş bir sada bırakmak felsefeniz olmalıdır. Elinizle yaptığınız her şey, sonradan sizin için yapılacaklardan daha değerli olacaktır. Unutmayın, Sultan Süleyman’a kalmayan dünya size hiç kalmayacaktır!

    Esenlik dileklerimle,
    Erol Aydın

    Devamını Oku

    ASUDE BİR HAYAT MÜMKÜN MÜDÜR?

    ASUDE BİR HAYAT MÜMKÜN MÜDÜR?
    2

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Şu fani dünyada kim; üzüntü, sıkıntıdan uzak, sessiz, sakin ve dingin bir hayat istemez ki? Peş peşe sıraladığımız bu kavramları sadece tek bir kelime ile ifade etmek isteseydik, bu büyülü kelime “asude” olmaktadır. Aslı Farsça olsa da güzel dilimize yerleşmiş olan bu kelimeye yabancı muamelesi yapmak, akla ziyan bir tutum olacaktır.

    Türkçe’ye; ses, gırtlak, fonetik ve müzik kulağı olarak uyum sağlamış bu kelime artık bizdendir. Telaffuzu bile; bir şiir, sıcak bir nefes, içten bir gülüş, güven tesis eden bir tebessüm ve de içinizi ısıtan bir çay kıvamındadır. Bu yüzden olsa gerek, günümüzde birçok kız çocuğuna bu isim verilmektedir. Eski fakat eskimeyen bu ve benzeri kelimeleri yaşatmak, vatan sevgisi ile eş değerde olacaktır.

    Asude bir hayat hepimizin hayali olsa da, bunun gerçeğe dönüşmesi her dem mümkün olmayabilir. Bunu toplumsal olarak gerçekleştirmek için iyi insanlara ve iyilik hareketlerine ihtiyaç vardır. İyi insan olmanın yolu; iman, itikat, ibadet ve güzel ahlaktan geçmektedir.

    Günümüzde çok büyük bir güven sorunu mevcuttur. Kimse kimseye güvenmiyor ve de en temel insani ilişkilerde bile ek teminatlar talep edilmektedir. Mesela; kontrat, noter, kefil, depozito, peşinat hatta bir referans almadan evini kiraya veren bir ev sahibi kaldı mı? Kötülükte yarışarak insan onurunu ayaklar altına almak kimsenin umurunda olmuyor. Buna benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Oysaki eskiden, “Söz senet” olarak kabul edilirdi. Bütün bunları artık tarihin tozlu raflarına terk etmiş durumdayız, çok acı. Daha kötüsü de her geçen gün daha da kötüye gidiyor olmasıdır.

    Bütün bu yaşananlar çerçevesinde, bir davranış tarzı olarak asude bir hayat mümkün olabilir mi? İlkel toplumlarda bunu gerçekleştirmek mümkün olsa da, kozmopolit çevrelerde bu çok kolay değildir. Ama her şeye rağmen Müslüman ümitvar olmak durumundadır. Yeis her şeyin sonu olacağı için, bu tuzağa düşmemek elzemdir.

    Sonuç olarak; asude bir hayat istemek yetmez, tek başına da kalsak mücadele etmek esastır. Toplumsal ve sosyolojik çürümüşlüğün dibini gördüğümüz için, artık bundan sonrası inşallah çıkış olacaktır. Yoksa tarihte helâk olmuş toplumlar ibret için bizi bekliyor, bu ne kötü bir sondur! Yüce Allah’ın gazabından yine onun rahmet ve merhametine sığınıyorum. Asude bir hayat için, asude düşünceye ihtiyaç vardır. Hepsi bu, çok mu zor?

    Esenlik dileklerimle,
    Erol Aydın

    Devamını Oku