YOK ARTIK

YOK ARTIK

ABONE OL
30 Temmuz 2024 04:17
YOK ARTIK
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Son günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Nasıl Karabağ’a Libya’ya gittiysek oraya da gideriz” açıklamasına cevaben İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz’ın Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik “Sonu Saddam Hüseyin gibi olabilir” paylaşımı, iki ülke arasındaki gerginliğin yeni bir boyut kazandığını gösteriyor. Ancak bu gerginliğin altında yatan gerçekler, her zamanki gibi biraz daha derinlerde yatıyor.

Temel, işten çıkmadan önce karısı Fadime’ye telefon ederek; “Fadumeciğim, patron birkaç arkadaşla İzmir’e balık avlamaya gidecek. Ben de gelmek istiyorum. Bu hafta sonunu orada geçireceğiz. Bu benim terfi ve maaş zammı almam için büyük bir fırsat. Sen, benim olta takımımı, çantamı ve yeteri kadar giysiyi hazırlayıver. İşten direkt çıkacağız, evden çantaları alırım. Bir de yeni ipek pijamama da koymayı unutma” demiş.
Fadime biraz şüphelenmiş olsa da Temel’in isteklerini yerine getirmiş. Birkaç gün sonra, eve yorgun ve mutlu dönen Temel, Fadime’ye; “Nasılsın, çok balık tuttun mu?” diye sormuş. Temel, “Tutmaz olur muyum? Hem de ne balıklar tuttum! Ama sen benim ipek pijamayı niye çantaya koymadın?” demiş. Fadime ise öfkeli bir şekilde; “Koymaz olur muyum? O balıkları tuttuğun oltalarla aynı çantaya koymuşum!” demiş.

Sayın iktidarımızın ve yandaş medyamızın bakmayı asla akıl edemediği o çantanın içinde aslında neler var, bir bakalım.. Öncelikle, Türkiye, Karabağ’da Azerbaycan’a SİHA desteği verirken, İsrail de Azerbaycan’a Heron’larını sağladı. Yani, Karabağ’da Türkiye ve İsrail aslında müttefik konumundaydı. Libya konusunda da durum farklı değil. Erdoğan, NATO müdahalesine karşı çıkarken, daha sonra İzmir’i Libya’ya NATO müdahalesinin hava üssü haline getirdi. Peki, NATO demek ABD demektir ve ABD de her zaman İsrail’in yanındadır.

Asıl mesele, İsrail Dışişleri Bakanı iken Katz’ın 2017 ve 2019 yıllarında yaptığı açıklamalarda gizli.
Erdoğan dost-düşman gibi davranıyor… Bize çok saldırıyor ve biz de karşılık veriyoruz. Ancak bu, Türkiye’nin ihracatının yüzde 25’ini Hayfa limanından Körfez’e yönlendirmesini engellemiyor.”
Katz, Erdoğan’ın İsrail’e yönelik sert eleştirilerine rağmen, iki ülke arasındaki ticaretin arttığını vurguluyor. Hatta, Erdoğan’ın ailesinden bazı kişilerin, İsrail’deki Hayfa Limanı üzerinden Basra Körfezi’ne ticaret yaptığını iddia ediyor. Buradan anlaşılıyor ki, her ne kadar iki ülke arasında “net bir husumet” olsa da, çıkarlar söz konusu olduğunda, işbirliği de mümkün hale geliyor.

Kaldı ki, Türkiye’nin dev şirketleri, bankaları, küresel sermayenin, yani Yahudi sermayesinin eline geçmiş durumda. Bu durum, Türkiye’nin İsrail’e karşı askerî müdahalede bulunmasını da zorlaştırıyor. Çünkü Kürecik’teki füze kalkanı, İsrail’i İran hava saldırısına karşı korumak için oraya yerleştirilmiştir. Yani, Türkiye hem İsrail’i koruyacak, hem de Karabağ’a, Libya’ya girer gibi girecek. Bu, fiilen mümkün değildir.

Dolayısıyla, Erdoğan’ın “İsrail’e gireriz” tehdidi, aslında komik bir durum yaratıyor. Çünkü İsrail, Türkiye’ye çoktan girmiş bile. Geriye kalan, sadece iki ülke arasındaki “win-win” oyunu, yani birbirlerini tehdit ederek, gündemdeki asıl sorunlardan kaçma çabası.

Erdoğan ve Katz arasındaki bu atışmalar, aslında iki ülkenin iç siyasetine yönelik birer strateji olarak değerlendirilebilir. İç politikada sıkışan liderler, dış düşmanlar yaratarak dikkatleri başka yöne çekmeyi severler. Özellikle ekonomik sıkıntılar ve toplumsal huzursuzluklar, liderleri böyle manevralara itebilir. Bu tür açıklamalar, milliyetçi duyguları körükleyerek halkın desteğini artırma amacını güder.

Ancak, bu strateji ne kadar etkili olursa olsun, gerçekler değişmiyor. Türkiye ve İsrail arasındaki ekonomik ilişkiler ve karşılıklı bağımlılıklar, bu tür diplomatik atışmaları anlamsız kılıyor. İki ülke de birbirine ihtiyaç duyuyor ve bu nedenle ilişkilerini tamamen koparma lüksüne sahip değiller.Erdoğan ve Katz arasındaki bu söz düellosu, daha çok kamuoyuna yönelik bir gösteri gibi duruyor. Gerçek dünyada, iki ülkenin çıkarları ve ilişkileri, bu tür açıklamalardan çok daha karmaşık ve derin. Bu yüzden, sosyal medyada yapılan bu tür tehditler ve açıklamalar, sadece kısa vadeli bir dikkat dağıtma aracı olarak kalıyor.

Diplomasinin dijital çağdaki bu yeni versiyonu, bizlere politikacıların sahne arkasında nasıl çalıştığını bir kez daha gösteriyor. Gerçek meseleler, bu tür gösterilerle örtbas edilmeye çalışılsa da, sonuçta çıkarlar ve ekonomik ilişkiler her zaman ön planda kalıyor. Erdoğan ve Katz’ın atışmaları, uluslararası arenada yaşanan bu tür gerilimlerin sadece görünen yüzü. Asıl gerçekler, politikacıların sahne arkasındaki stratejilerinde ve çıkar ilişkilerinde gizli. Bu yüzden, sosyal medyada yapılan bu tür açıklamalara fazla anlam yüklememek, asıl gerçekleri görebilmek adına önemli. Ve unutmayalım, diplomasi sahnesinde, her zaman perde arkasında oynanan başka bir oyun vardır.

Orhan Veli’nin dediği gibi:
“Kimi işinde gücünde,
kimisinin donu yok kıçında.”

Gerçekten de vatandaşlar o hale gelmiş ki, eskiden evlerde haczedilebilecek beyaz eşyalar vardı. Şimdi milletin alabildiği tek beyaz eşya, beyaz don haline geldi. Ve nihayet, o beyaz eşyaya da haciz geldi.

Küçük tavşan ormanda hoplaya zıplaya yürürken karşısına hiç görmediği bir yaratık çıkınca; “Sen kimsin?” diye sormuş. “Ben katırım,” demiş yaratık. “Annem bir eşekti ve bir atla çiftleşince ben oldum.” Tavşancığın pek aklına yatmasa da teşekkür edip yoluna devam etmiş. Derken tanımadığı bir hayvana daha rastlamış. Ona da; “Sen kimsin?” diye sormuş. “Ben kurt köpeğiyim,” demiş hayvan. “Annem bir köpekti ve bir kurtla çiftleşince ben doğmuşum.” “Allah Allah!” demiş tavşancık ve yoluna devam etmiş. O güne kadar gördüğü en garip hayvanla karşılaşmış. Merakla sormuş tavşancık; “Sen kimsin?” “Ben devekuşuyum,” demiş garip yaratık. Tavşancık, daha önce tanıdığı serçe kuşunu ve deveyi düşününce gözleri fal taşı gibi açılmış ve bağırmış; “YOK ARTIK!”

Bu iktidar sayesinde, “YOK ARTIK!” diye şaşıracağımız bir şey kalmadı.

Birkaç şirketin 600 milyar liralık borcunu bir çırpıda silen iktidar, emekli zammına gelince milyonlarca insanı rahatlatacak zam için 80-100 milyar parayı bulamıyor.

Cumhurbaşkanımız, evine peyniri gramla alan millete, manda yoğurdu ve kestane balını karıştırıp yemesini ve üstüne birkaç Medine hurmasını mideye indirmesini tavsiye edebiliyor. Çünkü o, her gece öyle yaparmış.

Sonra da sokak köpekleri yasası için yaptığı konuşmada; “Kimse bize merhamet dersi vermeye kalkmasın!” diye aslan gibi kükreyebiliyor.

“Yok Artık!” diyen var mı? Yok!

Neyse ki Orhan Veli, pireli şiirinde buna da cevap vermiş:
“Bu düzen böyle mi gidecek?
Pireler filleri yutacak!”

Evet, şimdi “Yok Artık!” demeyen biz pirelerin örgütlenip; “Artık Sana Oy Yok!” diye haykıracağı günleri göreceğiz. Beyaz don haczini de gördük ya…

Mehmet Uygar KELEŞ

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP