Sessizlik Çökünce

Sessizlik Çökünce

Mehmet Uygar Keleş kaleme aldı....

ABONE OL
26 Mart 2025 01:20
Sessizlik Çökünce
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bir zamanlar demokrasi vardı… Ya da olduğuna inandırılmıştık. Halkın iradesi, hukuk devleti, güçler ayrılığı, şeffaflık… Ne güzeldi o kelimeler, değil mi? Ama işin acı tarafı, tarih bize hep aynı gerçeği hatırlatıyor: Denetlenmeyen güç, yozlaşmaya mahkûmdur. İşte bu yozlaşmanın adı, otokrasinin kaçınılmaz çöküşüdür. Ve her çöküş, daha büyük bir çürümeye yol açar. Otokrasi, zamanla kleptokrasiye evrilir; yani devlet, hırsızların yönettiği bir mekanizmaya dönüşür.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, işte tam da bu çürümenin en açık göstergelerinden biri. Yasalar, artık iktidarın elinde birer oyuncak; mahkemeler, siyasi talimatlarla karar veren birer tiyatro sahnesi; adalet, sadece bir kelime. Üstelik bu hikâye yeni de değil. Otoriterleşen her rejimin, sandıkta kaybedeceğini anladığı anda başvurduğu en bilindik yol: Muhalefeti sustur, rakiplerini kriminalize et, korku iklimini körükle.

Ancak ne kadar üstünü örtmeye çalışsalar da gerçekleri saklayamazlar. Otokrasi, kendini devam ettirebilmek için baskıyı artırmaktan başka çare bulamaz. Bu yüzden basına sansür, gazetecilere gözaltı, sosyal medya paylaşımlarına ceza, protestolara polis müdahalesi artar. Siyasi rakiplerini yargı sopasıyla ekarte etmeye çalışanlar, aslında halkın vicdanında kendi mahkûmiyetlerini ilan etmiş olurlar.

Peki, bugün yaşananların sebebi gerçekten “adalet” mi? Yoksa asıl mesele, yaklaşan seçimler ve sandıkta kaybetme korkusu mu? Çünkü tarihe bakarsak, seçim süreçlerinde bu tür adımların atılması hiç de tesadüf değildir. Sandıkta yenemediğini yargı sopasıyla saf dışı bırakmak, artık sıradan bir yöntem haline geldi.

Bunun en bariz örneklerinden biri, İmamoğlu’nun belediye başkanı olduğu günden beri üzerine kurulan baskı mekanizmalarıdır. Göreve geldiği günden itibaren yüzlerce müfettiş tarafından denetlendi, hakkında sayısız soruşturma açıldı, her icraatı adeta mercek altına alındı. Ancak bunca incelemeye rağmen “suç” bulunamayınca, devreye “gizli tanık” ifadeleri sokuldu. Evet, kim oldukları bile belli olmayan, hatta belki de gerçekte var olup olmadıkları bile tartışmalı olan birkaç gizli tanığın beyanları, bugün İstanbul halkının seçilmiş başkanını cezaevine göndermeye yetti!

Bu, sadece İmamoğlu meselesi değil. Bu, memleket meselesidir. Bu, adaletin nasıl çökertildiğinin, hukuk sisteminin nasıl bir silaha dönüştürüldüğünün, milli iradenin nasıl gasp edildiğinin hikâyesidir. Ve en kötüsü de, her geçen gün sıradanlaşan bu hukuksuzlukların, toplumu duyarsızlaştırmasıdır. Eğer bizler, bu olanlara “alışırsak”, işte o zaman gerçekten kaybetmiş oluruz.

Peki, biz ne yapacağız? Susacak mıyız? “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyenlerden mi olacağız? Çünkü unutmayalım, bugün sustuğumuz haksızlık, yarın bizim kapımızı çaldığında kimse kalmayacak.

Kaybedeceğini anlayan kişiler, hele de sonucunda kazanımlarını kaybetme ve yargılanma riskiyle karşı karşıyaysa, ne halkı düşünür ne de ülkenin geleceğini. Çünkü; “Siyasette korku, tüm kötülüklerin lideridir.”

Bugün Türkiye, bir yol ayrımında: Yaşadığımız süreç, kişi ya da parti meselesinden ziyade memleket meselesidir. Ya demokrasi ya otokrasi… Ya istiklal ya istibdat… Ya liyakat ya biat… Ya adalet ya keyfiyet… Ya refah ya iflas… Ya egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ya da egemenlik Saray’a aittir.

Korkunun filmini çekiyorlar ve bizden figüran olmamızı istiyorlar. Sormayalım, sorgulamayalım, paylaşmayalım istiyorlar. Ama sormaya devam:

❓ Gerçek nedeni bir yolsuzluk, terör operasyonu değil de, birilerinin yargılanmaması için yapılmış bir operasyon mu?
❓ Ümit Özdağ’ın tutuklanması, halkı korkutup protestoyu önlemek için 12 yıl önceki Gezi olaylarının yeniden kovuşturmaya açılması, Ayşe Barım’a tahliye kararı veren hakim hakkında soruşturma başlatılması, İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Özden Kaboğlu ve yönetiminin görevden alınması, DEM Partililerin protestolara katılmaması için yeni bir Kürt açılımının başlaması… Zamanlamanın tesadüf olduğuna mı inanacağız?
❓ İBB’ye beş senede 1000’in üzerinde teftiş yapılmış. Müfettişlere belediyede odalar ayrılmış. Belediye Meclisi’nde AKP’nin 120, MHP’nin 7, BBP’nin 2 üyesi yok muydu? Hiç kimse kanıt bulamayınca, suçlamaların temelde 3 gizli tanık ifadesine dayanması, “Duymuştum, ispatlayabilirim…” şeklindeki soyut beyanlarla suçlamalar kabul edilebilir mi?
❓ Sandıkta yenemediklerini yargı sopasıyla saf dışı bırakma çabası mı?
❓ Türk Milleti’nin demokratik geleceği için, hak, hukuk ve adalete sahip çıkmak için anayasal hakkını kullanan gençlere uygulanan bu muamelenin, tacizcilere, hırsızlara, katillere gösterilenden çok daha sert ve acımasız olması reva mı?
❓ Dağdaki teröristlerle işbirliği yapanların, sokaktaki masum vatandaşa terörist muamelesi yapması?

Gerçekleri de, cevapları da biliyoruz.

Susmak, suça ortak olmaktır… Sormak, hepimizin geleceği için haksızlığa karşı çıkmak ve kişilerin değil, halkın sesi olmak sorumluluğudur. Çünkü “Bir şahsa karşı yapılan haksızlık, herkese karşı yapılmış bir tehdit demektir. Adaletsizliğe şahit olup göz yuman insanlar, haysiyet ve onurlarını kaybetmeye mahkûmdur.” Yaşananların bedelini hukuk sistemi, ekonomi, kamu vicdanı ve toplumsal adalet duygusu, halk ödeyecek.

Hepimiz biliyoruz ki adalet, bir gün herkese lazım olacak. Ama o gün geldiğinde, iş işten geçmiş olmasın.

Dursun, kendisini yüzme takımından kovalayan hocasına sitem etmiş:
“Yahu hocam, ayıp ettiniz! Havuza işeyen sadece ben miyim? Hiç insan havuza işedi diye takımdan atılır mı? Herkes havuza işemiştir!”
Hocası Temel, terslemiş Dursun’u:
“Ulan, edepsiz! Belki herkes bir kere havuza işemiştir ama hiç kimse bunu, senin gibi tramplenin üzerine çıkarak göstere göstere yapmamıştır!”

Onlar da bize göstere göstere yaptılar her şeyi… AKP eski milletvekili Fuat Geçen’in itirafları her şeyi anlatıyor:
“AKP, bu yaptıklarını yolsuzluk olarak görmüyor. İşin sıkıntısı burada başlıyor. Ne olarak görüyor? ‘Biz paraya pula çok sahip olmalıyız çünkü biz çok özeliz, çok baskı altındayız, yıllardır baskı altındaydık. Dolayısıyla paranın gücüyle kendimizi ayakta tutacağız, bir takım çevreleri bununla sindireceğiz. Dolayısıyla burada haram diye bir şey yok.’ Gerektiği kadar ilgi gösterilip tedbir alınmadığı gibi, şöyle bir dışlama psikolojisi işlemeye başladı: ‘Ya bunları niye dile getiriyorsunuz? Bizde bir şey yok, biz temiziz.’ Daha sonra bunları bilgi ve belgelerle paylaşmaya çalıştım ama yine parti içerisinde kalmak kaydıyla. İhalelerdeki usulsüzlükleri ortaya koydum, ihalelerde alan siyasi aktörlerin bizim iktidarımızın, partimizin yöneticileri olduğunu ispata çalıştım, belgeleriyle verdim. Fakat baktım ki, bizim hırsızımız olduğu müddetçe hırsız muamelesi görmeyecek. Başkalarının hırsızı olursa olur, ama bizim kendi kadrolarımızsa bunu ifşa etmek, suç üstü yapmak, siyasi kimliğine zarar verir, partiyi yıpratır, hükümeti yıpratır psikolojisi öne çıktı.”

Bunları biz uydurmadık, kendi itirafları… Yazımın başında neden kleptokrasiden söz ettiğimi şimdi anladınız umarım. Asıl olan; “Herkes biliyor geminin su aldığını. Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini. Ve herkes biliyor zarların hileli olduğunu…” Bazılarının işine gelmiyor. Allah herkese sadece akıl değil, ahlak da ihsan eylesin.


En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.





HIZLI YORUM YAP