Hiç düşündünüz mü, önemli olmanın, değerli olmaya; şöhretli ya da paralı olmanın, saygın olmaya eş tutulduğu yargı kalıplarını? Peki ya popülarite soslu nicelik kavramının, niteliğin estetiğine vurduğu darbeleri?
Değer ve önem kavramı bazı hallerde biraz karmaşıktır. Örneğin; halkın nezdinde makam ve mevki sahiplerinin ve politikacıların daha ziyade görevi başındayken, iş insanlarının varlıklıyken, bilim insanlarının, sanatkârların ve edebiyatçıların ekseriyetle öldükten sonra kıymet görmesi, bizleri tanınmış olmanın ya da değerli olmanın farkını düşünmeye ve sorgulamaya sevk eden en önemli paradigmalardan biridir.
Tanınmış olan insan, onu seven topluluğun nezdinde önemli olabilir. Binaenaleyh, aynı tanınmış kişi, hak ve hakikat dairesinde değerli olmayabilir. Bazı mecralarda şöhret, itibar, değer, rütbe ve paye sahibi olmak, şekilcilikle, mensubiyetle, biat kültürüyle ya da karşılıklı menfaat ve çıkar ilişkisi gözetilmesiyle birlikte, avamın kıymeti harbiyesiyle de mümkündür. Örneğin; birtakım medyatik kişilerin düşük ve bayağı davranışlarının ya da sosyal içeriklerinin, bilim insanlarının ve gerçek sanatkârların buluş ve eserlerinden daha fazla ilgi ve alâka görmesi gibi. Kaldı ki gerçek değer ve nitelikli eser sahipleri, bahse konu kitleden onay beklentisi içinde değildir zaten.
Sanatın ve ilmin menzili “Kesret içre Vahdet”tir. Başarı ve itibar, popülarite, şöhret ve rakamlarla özdeşleştirilemez zira keyfiyet şahsiyetten mülhemdir ve kemmiyetsizdir. İslam’a göre esas olan halkın değil, Hakk’ın rızası ve muhabbetidir. İslam âlimlerine göre şöhret, gösteriş ve ikiyüzlülük anlamına gelen “ayni riya”dır ve afettir. Şöhreti Kazibe, yalancı şöhret ve aldatıcı nam; hubbu cah ise şöhret düşkünlüğü, makam ve mansıp sevgisi, rütbe hırsı gibi manalara gelir ve kıskançlık, haset, menfaat, makam ve para hırsı gibi şeyler rekabetin başlıca sebeplerindendir. Hz. Ali’nin buyurduğu gibi; “Şan, şöhret, makam, mevki, hepsi gelip geçicidir. Kimse kimseden üstün ya da sıradan değildir. Dikkat edin, Hak sizi hür yaratmışken, hırs sizi kül etmesin!”
Şöhretin getireceği esaretin ve yükün farkında olan üstad Necip Fazıl, “Şöhret” isimli şiirinde şöyle seslenir:
“Bir baltada indirdin
Ağacından dalımı
Bana zehir yedirdin
El âleme balımı…
İstemem ne dil, ne mal
Bana ne verdinse al
Sazını kafana çal
Ver bana kavalımı”
“Teveccüh” tevazunun, “tevazu” ise samimiyetin tercümanıdır. Elbette ki insan, yaratılışı gereği beğenilme, takdir edilme ve onaylanma arzusu taşır ve dahi marifet, iltifata tabidir. Ancak halkın takdiri ya da birtakım mecralar ve topluluklar tarafından seçilmiş kişilere atfedilen itibar ne ölçüde değerlidir? Adalet ve liyakat gözetilmeden bahşedilen makamlar, rütbeler ve payeler ne kadar yerinde ve kıymetlidir? Alman filozof Schopenhauer’e göre; “Şöhret kazanılmak zorunda olunan, şeref ise kaybetmemek zorunda olduğumuz bir şeydir!” Bu nedenle insanın kendi kontrolünde olan esas değerleri; şahsiyeti, onuru ve erdemidir.
Ez cümle; değerli olanı önemli olandan, haysiyeti şöhretten, niteliği nicelikten üstün kılmanın yolu, sahtelikten, gösterişten ve şekilden uzak, öze yakın, adil, onurlu ve erdemli insan olmaktan geçiyor.
Banu Sancak
EKONOMİ
2 saat önceEKONOMİ
2 saat önceGENEL
2 saat önceGENEL
2 saat önceGENEL
2 saat önceKÖŞE YAZILARI
2 saat önceGENEL
2 saat önce