RUHLARA ÜFLEYEN ADAM… NEYZEN

RUHLARA ÜFLEYEN ADAM… NEYZEN

ABONE OL
18 Mayıs 2024 10:17
RUHLARA ÜFLEYEN ADAM… NEYZEN
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Derd-i firakın ile düşeli sevdaya mey’e

Müptelayım, deliyim, düşmüşüm esrarı-ney’e

Feleğin kahpe başında paralansın parası

Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye.”

Bir neye bir de meye aşık idi. Hem Bektaşi hem Mevlevi idi. Derin bir ilim, büyük bir tefekkür aynı zamanda bohem bir yaşamın pejmürde bir hali ile yaşam aynasında ki bir görüntüye sahip kaleme sığmaz dile gelmez bir şahsiyet Neyzen Tevfik.. Güzel olan her şeyi seven, hayvanlara ve doğaya olan tutkusu ile bilinip yaradanla sohbete soyunan vahdet ehli bir deli. Alim olmakla deli olmak arasında ki o ince çizgide raks eden muhteşem bir ruh. Soyadı kanunu çıkınca Kolaylı soyadını alsa da biz onu hep Neyzen Tevfik olarak bilip öyle dile aldık. Onu anlamak için öncelikle kahve köşelerinde anlatılan kendisine ait olmayan fıkralardan münezzeh bir düşünce sistemine sahip olmak gerektiği kaçınılmaz bir ehemmiyet arz eder. Yazı başlamadan önce onu incelemeye başladığımda kendime çok kızdım. Senin haddine mi be adam Neyzen’i anlatmak desem de onu derinlemesine incelemek, hakkında gerçek bilgiler edinmek hazzı tarifsiz bir duygu oldu benim için.

Bizim tarihimiz hakkını veremediklerimizle dolu, hazine sandığı üstünde oturup dilencilik yapan bedbaht bir neslin tarihi olmaktan öteye geçemeyen bir tarihtir. Onu mey müptelası bir şahsiyet olarak algılayıp orada kilitli kalmak zannımca Neyzen’e yapılacak en büyük haksızlıktır. Evet, doğrudur mey severdi, lakin yaratılan her şeyi de kimseye nasip olamayacak kadar güzel severdi. Aynı zamanda cesur ve dik bir yapıya sahip ne şah ne sultan takan, gördüğü her haksızlığa karşı haykıran güçlü bir sesti. Neyi ile gündeme gelse de en az neyde olduğu kadar hicivde de usta bir şairdi.

1879’un mart ayında bodrumda merhaba der hayata. Daha dokuz on yaşlarında başlar o muazzam yolculuk. Bir berber dükkanında duyar o muhteşem sesi. Kazım Efendi isimli bir berber üflemektedir. Dikkat kesilir duyduğu sese Neyzen. Daha öncede derviş giyimli birkaç insandan bir parkta duymuşluğu da vardır o sesi. Ve orada başlar ilk ney dersleri. Akabinde İzmir Mevlevi hanesi neyzen başı Cemal Bey’den alınan derslerle Neyzen neyzen olmak yolunda hızla ilerler. Bu süreç zaten disipline edilemeyen ruhunu daha da zapt edilemez bir hale getirecektir.

Küçük yaşta başladı Azab-ı mukaddesi onun. Hep acıyla dolu bir hayatın ilk işaretleriydi belki de bu. İstibdat döneminde aldıkları ceza gereği kafaları kesilerek meydanlarda teşhir edilen insanları gördüğünde bu olay onu çok etkiledi ve sinirsel hastalıklar o yaşlarda başladı. Artık o epilepsi hastası bir bedenin sahibi olmuştu. Daha sonra hicivleri ve o gerçeği haykıran susmayan dilinin kendisini sürüklediği hapishane hayatında uyuşturucuya ve akabinde içkiye bulaşmış ve unsurlar ömrünün sonuna kadar onu hastane ve tımarhane köşelerinde geçecek bir ömre mahkum etmiştir. Disiplinsiz pejmürde bir hayat. Çağın değer verdiği mal mülk makam gibi unsurların yanında hiçbir önemi olmayan hiç makamında bir adam olacaktır Neyzen. Bir şiirinde bu arada kalmışlığı şöyle izah eder;

“Aksedince gönlüme şems-i hakikat pertevi

Meyde Bektaşi göründüm, neyde oldum Mevlevi”

Öylesine değişik bir hayat ki yazarken kalemin isyanı idrakimi donduruyor bazen. Neyi nasıl başlayıp nasıl anlatmanın çaresizliğini yaşıyorum. O her devrin muhalifi her haksızlığın karşısında yükselen çığlığı olmuştur. Bu yüzden hicivleri dolayısıyla birçok kez hapishaneye girmiş çıkmışlığı olmuştur. İlk kez Güneş kıraathanesinde Bahriye Nazırı (Denizcilik bakanı)hakkında doğaçlama okuduğu şiir bir arkadaşı Ziya Şakir tarafından saraya şikayet edilince tutuklandı. Bundan sonrada hem İstibdat yönetimine hem de ittihat ve Terakkicilere yazdığı hicivlerden dolayı sürekli başı ağrımıştır. Ama isyanını dile getirmekten de hiçbir zaman vazgeçmemiştir. Belki de onu Neyzen yapan neyinden ziyade bu dik duruşu dünya malına makamına teveccüh göstermemesi gönlü kaymamasıdır.

Kaynaklar aktarır ki onun devrin sadrazamı Talat Paşa ile güzel bir dostluğu vardır ve dostluktan o çok biline hiç hikayesi çıkmış Neyzen’in lakabı anılır olmuştur adı “hiç” lik makamı ile;

Bir gün kendisini çok sevdiğinden de kaynaklı Talat Paşa der ki

-Seni devlet dairelerinin birinde katip yapalım düzgün bir maaşın yaşam biçimin olsun, der

Usta sorar;

-Katip olacağımda ne olacak?

Teşekkür bekleyen paşa böyle bir cevap ile karşılaşınca şaşırsa da başlar memurluk katlarını alttan üste doğru saymaya.”Önce şu, sonra bu” diye sıra uzayıp gitmiş.

Talat Paşa Neyzen’in ilgisini çekmediğini görünce devam etmiş;

-Daha sonra nazır, vekil kim bilir belki de sadrazam.

Neyzen yine bir soru ile karşılık verir paşaya;

-Ya sonra?

Paşa bu soru karşısında duraksar ve düşünür kendi kendine padişah olamayacağına göre ister istemez ağzından,

-Sonra hiç der

Bu cevap üstüne gülümseyen üstat paşaya o çok bilinen cevabı yapıştırır;

-Ben zaten “HİÇ” im sonu beni aynı noktaya getirecek bir yolculuk için neden zahmete katlanayım.

Neyzen’e dair aktarılan birçok olayın gerçek olmadığı araştırmalarla tespit edilse de bu gerçekliğinden emin olunan anekdotu özellikle hiçlik makamı mevzuunda aktarmayı boynuma borç bildim.

Bu kadar dünyaya uzak bir adamın ne ilginçtir ki birçok ünlü dostu olmuş onlarla yakın temas halinde yaşamıştır. Bu şahsiyetlerin başında onun şirinde de izlerini gördüğümüz en yakın dostu Mehmet Akif vardır. Talat Paşa, Ahmet Rasim, Tamburi Cemiş, Hacı Arif Bey, Nazım Hikmet, Fikret Mualla, Hasan Ali Yücel gibi birçok ünlü insanın Abdülhamit döneminden çok partili döneme kadar ki dostları olmuştur Neyzen.

Bu dostluklar içinde sanırım Akif’e ayrı bir başlık açmak lazım. Neyzen ve Akif’in dostlukları zamandan ve mekandan ve dahi fikirlerin çizdiği sığ dostluklar dünyamıza bir ışık gibi düşüyor. Akif Neyzen’in hayatını değiştiriyor, şiirini kalemini ufkunu etkiliyor. Ve öylesine bir bağ oluşuyor ki aralarında sanırım dost kelimesini en rahat bir biçimde burada kullanabiliriz. Kaldı ki şairler dostluğun aşktan üstün bir duygu olduğunu savunur. Akif ustayı musiki cemiyetlerine hatırı sayılır konaklara ve hatta saraya taşıyan adam olur. Ona Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri verir. Neyzen de Akif’e ney öğretmeye çalışsa da Akif bu işi beceremez. Bu emeğe dair Neyzen bir şiirinde şöyle der;

Hazret-i Âkif ki sâhib-i fazl u üstâd-ı güzîn

Her cihetle hâl-i dervişânemde oldu muîn

Birçok üstâdân-ı ilm-i mûsıkîye intisâb

Eylemiştim sâye-ı lütfunda ki ni’mel meâb

Kendisi bizzat okutmuştur fakire Bostan

Hem Fransızca, Arapça, Fârisî birçok zaman

Bu şiirin tercümesine kalkışmak bile ayrı bir yazıyı gerektirir zannımca. Akif çok sever Neyzen’i özellikle içkiden vazgeçmesi için çok baskı yapar. Lakin bunda başarılı olamaz. Safahat’ta Neyzen’e hitaben yazılmış iki şiir ile bu bağı görebiliyoruz. Kör Neyzen ve Derviş Ahmet şiirleri. Derviş Ahmet’in Neyzen olduğunu bizzat Akif’in şiirin altına düştüğü nottan anlıyoruz. Akif Safahat’ın dört yüz dokuzuncu sayfasında ki Derviş Ahmed şiirinin sonuna dip not olarak birazda muzip bir edayla şu notu düşer;

“Tevfik Neyzen’in üç bin dört yüzüncü tövbesinden istifası münasebetiyle”

Bu şiirlerin okunması bu dostluk hakkında gerekli bilgiyi verecek kadar muazzamdır. Ve yaşam felsefeleri dünya görüşleri farklı olsa da iki insanın nasıl güzel dost olabileceğine dair muazzam bir örnektir.

Neyzen aşk ehlidir. Yaradan’ı da özünde hisseder isyanı da. Gün olur Mecnun’a kafa tutar gün olur Mecnun’un aşkını gözünde büyütenlere. Ve der ki;

Hicran destanını kendinden oku,

Mecnun’dan duyup da rivayet etme.

Aşkın Leyla’sını gördünse söyle.

Söz temsili bulup hikayet etme.

Kaynaklara göre iki kez kısa süreli bir evlilik yaşayan Neyzen’in bu konuda da kabına sığmayan bir gönlü olduğunu işaret eder. Leman adında bir kız çocuğu olduğunu bir kaynaktan okumuştum.

Neyzen bir tez konusu olacak kadar geniş bir çerçevede ele alınması gereken bir konudur. Nazım Hikmet’in yazıp yönettiği bir filmde(Güneşe Doğru)Safiye Ayla Ferdi Tayfur’la rol almış Akif’in şiir yazdığı Atatürk’ün çok sevdiği, Aşık Veysel’in ölümüne ağıt yazdığı Hastahane, Tımarhane, Hapishane, Mevlihane ve Bektaşi dergahlarından süzülüp dünyanın garipliğini önümüze seren incelenesi bir hayattır Neyzen. Mussolini’ye ve Hitler’e hicivler yazmış, gözü kara benliğini kendi ayakları altında ezmiş her anı didik didik edilesi bir yaşamdır Neyzen.

İki kitabı (Hiç-Azab-ı Mukaddes) ve yüze yakın plağı bulunan hem müzisyen hem şair hem oyuncu hem düşünür olan o koca şahsiyetin bir de Atatürk ve kurtuluş mücadelesi aşkı var ki bu da ayrıca takdire şayandır. Atatürk’le ilgili olarak içki yarışı gibi uyduruk hikayelerin anlatıldığını bildiğim ve özellikle araştırdığımda gördüm ki Neyzen Paşa ile bir defa Şair Eşrefin yeğeni Ahmet Süreyya bey’in oğlunun sünnet düğününde bir araya gelmiş ve Atatürk’e ney üflediği gerçeğinin dışındakilerin safsata olduğunu biliyoruz. Bu olayı birçok kaynaktan doğrulamak mümkündür. Neyzen büyük bir Atatürk ve devrimleri aşığıdır. Bunu da şiirlerinden anlamak oldukça kolaydır.

26 Ağustos Taarruzu

Paşam düşman göründü

Cepheler bize döndü

Emir ver yürüyelim

Vatan kara büründü

Başkumandan çok yaşa

Mustafa Kemal Paşa

Destanların yazıldı

Bastığın dağa taşa

Tan yıldızı batıyor

Fecir aydınlanıyor

Düşümde yâri gördüm

Beni şehit sanıyor

Tutmam ölüm yasını

Yar çeksin tasasını

Kocatepe’de kurduk

Tarassut noktasını

Gönlümüz fırsat arar

Ordumuz tuttu karar

Akar çayın üstünden

Dumlupınar’a kadar

Bu şiirden de anlaşılacağı üzere Neyzen büyük bir Atatürk ve Cumhuriyet aşığıdır. Burada birkaç ünlü olup ama neyzene ait olmadığı halde Neyzen’inmiş gibi paylaşılan konuşulan;

Ne ararsın Tanrı ile aramda?

Sen kimsin ki orucumu sorarsın?

Böyle başlayan buna benzer birçok şirin Neyzenin olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.

Çok değişik çok dalgalı bir yaşamı anlatmaya çalışmak zor iştir bilirim. Bu manada eksiğim olduysa önce ustadan ve neyinden sonra da sevenlerinden ve okuyanlarımdan af diliyorum. Onun nasıl güzel yaşadığını 28 Ocak 1953’te vefat ettiğinde cenazesine katılanlardan anlayabiliyoruz. Devletin en üst makamındaki şahsiyetlerin makam sahiplerinin yanı sıra sokakta yaşayan kimsesiz çocuklar dilenciler de onun cenazesine katılıp bu hayattan gelip geçen Neyzen’i uğurlamışlardır. Ne diyordu usta hayat işte her şey geçer Neyzen’de bu hayattan gelip geçer. Onun dizeleri ile uğurlayalım şimdi onun gönül ufkumuzdan geçişini;

Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer,

Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,

Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer,

Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer,

Gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer,

Yazının sonuna gelirken içimin rahat olmadığını daha uzun bir çalışma daha uzun bir emekle ustayı daha çok anlamalı ve araştırmalıyız diye düşünüyorum. Bu manada sizlere Mehmet Ergün’ün Neyzen Tevfik ve Azab-ı Mukaddes ile Hıfzı Topuz’un Çılgın ve Özgür kitaplarını okumanızı tavsiye ederim.

Neyzene dair son cümleyi kurmayı kendime hadsizlik saydığımdan olsa gerek ustaya dair yazımın son söz hakkını aşık Veysel’e bırakmayı haddimi bilmeyi tercih ediyorum. Elinde neyi dilinde şiiri ve dünya da olmayan gözü ile hayatımızdan bir Neyzen geçti. Zannımca çok güzel bir geçti. Rahmet ve minnetle…

Neyzen Tevfik dünyasını değişti

Tel sustu dil sustu neyler nic’oldu

Ebedi yurduna gitti kavuştu

Ağlasın kemanlar yaylar nic’oldu

Değildir bu dünya kimseye baki

Neyzen’e de değdi feleğin oku

Döküldü badeler kahretti saki

Gönüller coşturan meyler nic’oldu

Ne dünyaya tapmış ne mala tapmış

Ne doğruyu koyup eğriye sapmış

Ne bir gecekondu ne saray yapmış

Dünya benim diyen beyler nic’oldu

Nice kahramanlar nice sultanlar

Gelmiş gitmiş bağrı yanık ozanlar

Veysel der haniya nerede onlar

Noldu padişahlar soylar nic’oldu” Aşık Veysel…

Musa GÖÇER

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
Tüm Yorumlar (1)
  • Mehmet Katmer

    Büyük usta hamiyet sahibi irfan ehli Neyzen Tevfik Rahmetliyi biraz da olsa anlatan ve saygı sevgi dolu yanınızdan dolayı tebrik ve teşekkür ediyorum. Kalemine yüreğine sağlık

    Yanıtla
    +0
    -0


HIZLI YORUM YAP