“Haklı olmayı bırak, mutlu olmaya bak!”
Böyle diyor kişiler arası iletişim psikoposları.
İyi de, polyannacılık olmasın bu biraz?
Buyur diğer yanağımdan.
Haklıyken hakkını almadan mutlu olmak mümkün mü sahiden?
Hadi iyimserlik onlarda kalsın, biz yine de bunu olaya, insana ve mekâna göre değerlendirelim:
Kişinin kendini kaybettiği yerlerin başında trafik gelmektedir örneğin. Direksiyondayken haklı çıkmaya çalışmayacaksın. Çoğu zaman vakit kaybı, stres kaynağı ve kavga sebebidir bu birader. Eyvallah deyip geçeceksin.
Araç süren herkeste olduğu gibi benim de bir hikâyem var bu konuda. Büyükşehirde iş çıkışı trafiğin vızır vızır aktığı dört şeritli işlek bir yolda seyir halindeyim. En sol şeritteyim. Arkamda son model bir jip. Selektör ediyor durmadan. Önünde olmamı kendine yediremiyor herhalde. Üstüme yürüyor, yol istiyor. Elbette doğal hakkı. Ancak sabırsız, anlayışsız. Tamam yol vereyim de sağım o an dolu. Fırsat bulamıyorum. Bir kazaya mahal vermemek için uygun zaman kolluyorum. Sağa doğru sinyalim açık. İlk fırsatta sağ şeride geçip yol vereceğim ki nihayet öyle de oldu. Fırsat bulur bulmaz sağa geçip yol verdim. Adam iflahımı kesmişti ancak. Sinirim tepemdeydi. Yanımdan akıp uzaklaşırken hayatımda o ana dek yapmadığım bir şey yaptım. “Yaptığın ayıp.” anlamında kornaya bastım.
Vay anam, sen misin basan! Bir de bana, he! Basmaz olaydım. Camdan parmak sallayıp tehdit etmeler, afkurmalar, yol ortasında durmaya çalışmalar falan. Neyse, Allah’tan duramadı. Geçti gitti. Yoksa haklı olmam pahalıya patlayacaktı kim bilir.
Hani bilinen bir hikâyedir: Diyojen bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka bir şeyi olmayan küstah ve kibirli bir adamla karşılaşır.
İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Kibirli zengin, küstah ve aşağılayıcı bir tavırla:
“Ben bir serseriye yol vermem.” der.
Diyojen kenara çekilir ve gayet sakin:
“Ben veririm.” der.
Eşler arasında haklı olmanın bugüne dek bir kıymet-i harbiyesinin olduğu vaki değildir. Tolere edilmesi, olanın olduğu gibi kabul görmesi telkin edilir ya da böyle olması istenmese de bunu en son çare olarak görenler bakımından terk edilir. Sonraki durak televizyonlardır maazallah. Örümcek ağı hazır. Düştün, kurtulamazsın. Müge Anlı, Esra Erol her gün ekranlarda bunların değişik değişik versiyonlarını verir.
Evlat ile ebeveyn arasındaki ilişki ve iletişimde ise, çok istisnai durumlar olmakla birlikte genellikle evlattan yana taviz verir anne babalar. Ne olsun işte, gadasını üstüne alırlar. Yeter ki mutlu olsun evlatlar.
Birkaç yıl önceydi, ABD’de siyahi bir vatandaş tutuklu bulunduğu cezaevinden yirmi yedi yıl sonra serbest bırakılmıştı. Vatandaş bu kadar yıl suçsuz yere yattıktan sonra masum bulunup salıverilmişti. Giden gençliğinden, hayatından gitmişti tabii. Cezaevinden çıktığında siyahinin saçları bembeyazdı. O saatten sonra haklı bulunmak da ne bileyim?
Ezcümle, hak aramayı bırakıp mutlu olmak; en az zararla bir daha görmeyeceğin insanlarla arandaki ilişkilerde geçerlidir desek yeridir.
Değil miydi ki, amcası Hz. Hamza’nın bedenini parçalayıp ciğerlerini söken Hz. Vahşi’yi Allah rızası için affeden yüce gönüllü Peygamber Efendimiz, Vahşi’ye:
“Fakat seni görünce dayanamıyorum. Elimde olmadan üzülüyorum.” demişti.
Yoksa içinde mahkeme kurulur; fıtratın bir gerçeği olarak benlik saygısı ve egonun dürttüğü öz yargı insanı çıldırtır alimallah.
KÖŞE YAZILARI
4 saat önceMAGAZİN
16 saat önceMAGAZİN
16 saat önceEKONOMİ
16 saat önceEKONOMİ
16 saat önceGENEL
16 saat önceGENEL
16 saat önce
Aynen…Maalesef…