Ne Çok, Ne Az

Ne Çok, Ne Az

Mehmet Uygar Keleş kaleme aldı

ABONE OL
28 Ağustos 2025 02:32
Ne Çok, Ne Az
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Dışarı çıkın ve tüm dünyayı gezin, sonra geri dönün ve dilinizi geliştirin”
— Mark Twain

İfrat ve tefrit, klasik düşünce geleneğinde iki uçta duran kavramlardır. “İfrat” haddinden fazla olmak, bir şeyi abartmak; “tefrit” ise yetersiz kalmak, eksik bırakmaktır. Övülen ise bu uçlar arasında ölçülü durmak, yani “itidal”dir. Fakat bu “kutsal” orta yola biraz daha yakından bakmak gerekmez mi? Bazen bu yol, yalnızca ılık bir çorbadır: ne içilir ne dökülür ama orada olması gerektiği için durur.

“Propaganda, birinin kabul etmek istediği, ancak mantıksal olarak savunamadığı bir fikri savunmak için kullanılan araçtır.”
— Noam Chomsky

Toplumun dili bize sık sık temkinli olmayı öğütler: “Abartma!”, “Aşırıya kaçma!”, “O kadar da değil!” Bu ifadeler yalnızca söylem değildir; içimizdeki denetçiyi devreye sokar. İfrat ve tefrit sanki evrensel teraziler gibi sunulurken, gözden kaçan şu olur: Bu terazinin ayarı kimin elinde? Bu “orta”nın ölçüsü kime göre çizilmiştir? Devletin mi, kültürün mü, kurumların mı, yoksa içimizdeki sessiz ama baskın ‘uygunluk’ sesinin mi?

İfrat ve tefrit, bağlam içinde anlam kazanır. Yüksek sesle gülen bir çocuk “abartılı” bulunur, yasını doya doya yaşayan kişi “fazla duygusal” sayılır. İş yerinde çok konuşan soru soran “fazla kasıyor”, hiç ses etmeyen “pasif” görülür. Sokakta hakkını isteyen “aşırıcı”, susan ise “makul vatandaş” olarak sunulur. Bu etiketler çoğunlukla tartışmayı sonlandırmak için kullanılır: “Sınırı aştın.” O kadar.

“İktidara karşı adalet, itaat değil aşırılıkla başlar.”
— Michel Foucault

İtiraz edenin sesi yüksektir. Bu yüzden “aşırılık” diye etiketlenir. Oysa ölçü, bazen yanlışı meşrulaştırmanın başka adıdır. Çürüyen bir sistemin ortasında hâlâ ölçülü olmak erdem değilse, nedir? Bir bebek ateşlenmişken orta düzeyde endişe hiçbir işe yaramaz. Bazı anlarda aşırılık, hayatî ve ahlaki tek seçenek olabilir. Aşırı şefkat, aşırı duyarlılık, aşırı ilgi… Bunlar aşırılığı aşikâr kılan güzelliklerdir.

“Sağlıklı olmak, derinden hasta bir topluma iyi uyum sağlamanın bir ölçüsü değildir.”
— Jiddu Krishnamurti

İtidali ideal diye sunmak, duyguları törpülemektir. Sevinç kısılır, öfke bastırılır, hatta hayal bile sınırlandırılır. Herkes fısıldar, çünkü akustik pahalıdır. Oysa ılımlılık bazen ahlaki bir kaçış haline gelir. Böylelikle herkes uyum içinde görünür, ama belki de kimse gerçekten kendini ifade etmiyordur.

“Doğru kişiye, doğru zamanda, doğru miktarda, doğru amaçla ve doğru şekilde kızmak… herkesin gücünde olan bir şey değildir”
— Aristoteles

Tarih bize “altın orta”yı bir erdem olarak sundu. Aristoteles için erdem, iki uç arasında bir yerdeydi: Cesaret, korkaklık ile delilik arasında; cömertlik, israf ile cimrilik arasında. Ne var ki gerçek hayatta bu iki uç simetrik değildir. Bazı yanlışlar o kadar büyük bedellere sahiptir ki, onları “denge” içinde değerlendirmek gerçeği görünmez kılar. Bir toplumun “normali” ne kadar eğrilmişse, “itidal” da ona göre şekil alır.

“Hiçbir şey ölçüsüz gelişme kadar yıkıcı olamaz.”
— Albert Einstein

Geçmişte birçok fikir “ifrat” sayıldı. Kadınların oy hakkı, köleliğin kaldırılması, çocuk işçiliğine karşı çıkan sesler—hep “aşırı” bulundu. Ama zaman gösterdi ki, o “aşırılıklar” geleceğimizin normlarını belirledi. Aşırılık, düşüncenin sınırlarını zorlayan özgün bir biçimdir. Körce değil; bilinçli ve gerekçeli bir yoğunluktur. Hak talep etmek, daha yüksek sesle konuşmak, net bir hayır demek… Bunlar bazen tek doğru olandır.

“Her azaltmada bir manipülasyon olabilir.”
— Zygmunt Bauman

Tefrit ise farklı bir dille karşımıza çıkar: minimalist etik ve sade yaşam ilkeleri olarak sunulur. “Az çoktur”,”az konuş, az harca, az yaşa…” Bunlar bazen bilinçli tercih olmakla birlikte, bazen de bastırılmışlıkla karıştırılır. Çalışan azıyla yetinsin diye öğüt verilen “ölçülülük,” aslında bir kontrol aracıdır. Bu, tefriti makyajlayarak pazarlamaktadır.

“Adalet, her sesi aynı ölçüde kısmak değil; daha fazla ezilene daha fazla kulak vermektir.”
— Desmond Tutu

Orta yol, adalet adıyla sık sık iki tarafı eşitlemeye çalışır ama bu çoğu zaman yanıltıcıdır. Birinin ölümüyle diğerinin kırılan tırnağını eşit göstermek, aslında adaleti çarpıtmaktır. Burada gerçekle değil, algının idaresiyle karşı karşıyayız. “İtidal” tavsiyesi, mağdura sabır, faille empati önerisi halini alır. İşte benim sorunum, tam da bu tür bir “ortalık” anlayışıdır: eşitliğe benzer ama adaletten uzaktır.

“Görünenin ardındaki hikâyeyi daima sor.”
— Susan Sontag

Günlük hayattan örneklerle bu mesele daha da berraklaşır:
Bir düşmek üzere olan kişiye koştunuz, ayağınız takıldı, iki kişiye çarptınız. “Aşırı davrandı,” dediler. Oysa saniyelik bir ifrat yaşam kurtarır.
Toplantı sessizken bir kişi “anlamadım” der, ardından başkaları cesaret bulur. Bazen bir “aşırılık,” birçok itirafın kapısını açar.
Ağlayan bir çocuğu “abarttı” diye yargılarken, sonra öğrenirsiniz: evde şiddet var. Aşırılık, aslında yardım çağrısıymış.

“Yaşamın anlamı, insanın kendi özünü özgür eylemleriyle yaratmasından ibarettir.”
— Simone de Beauvoir

Duygular sansürlenerek terbiye edilmez. Sevinç çığlık atmak isteyebilir, öfke adalet aramakla yükümlüdür. Dengeyi dış cetvellerle ölçtüğümüzde yalancı bir dinginlik yaratırız. Bu sahte denge, sonunda tutamadığı duygularla taşar. Bu yüzden ‘itidal’ yaklaşımı duyguda değil, eylemde aranmalı. Kalp çalsın davulunu, akıl tutsun ritmini.

“Denge, hareketsizlik değil, uyumlu değişimdir.”
— Martha Graham

Denge sabit değil; hareketlidir. Yaşam, mikroskobik taşmalarla sürer. Tıpkı yürürken sağa sola salınmak gibi. Bazen ifrata dokunuruz, bazen tefritin kenarından geçeriz ama düşmeden devam ederiz. Bir bale sanatçısının dengesinde hayat vardır; bir kuklanınkinde sadece duruş.

“En çok susması istenen ses, en çok duyulması gerekendir.”
— Audre Lorde

Kime “ölçülü ol” deniyor? Genellikle güçsüz olanlara. “Sıranı bekle, sesi kıs, usulca konuş.” Güç sahibine benzer uyarılar yapılmaz. Gerçek itidal, güçlüye uygulandığında anlamlıdır. Yoksa güçsüz olana yüklenen ölçü beklentisi, sadece daha ince bir kontrol biçimidir.

“Sessizlik, çoğu zaman onay değildir; bazen sadece duyulmayan bir çığlıktır.”
— Frida Kahlo

İfrat ve tefrit, düşünceyi açan araçlardır. Sadece otomatik olarak ortada buluşmayı kutsarsak, hayatı renksizleştirmiş oluruz. Bazen bağırmak gerekir, bazen susmak. Ama ne zaman neyin gerekli olduğunu ortalamaya göre değil, bağlama ve vicdana göre seçmeliyiz.

“Sanat, gerçeği fark etmemizi sağlayan bir yalandır”
— Pablo Picasso

Hayat bazen aşırıdır. Deniz dalgasını kısmak zorunda değildir, gök gürlemesi “orta şiddetli” olmak zorunda değildir. İnsan da, haksızlığın karşısında sesini yükseltebilir. Kötü bir ifrat taşkınlıksa, kötü bir tefrit körelmedir. Ve körelme tüm canlılığın kaybıdır.

Son söz?

İnsan bir akıştır. Akışın doğası, bazen çağlamak, bazen sızmak, bazen köpürmektir. Birileri “O kadar da değil…” dediğinde, dönüp bakın ve cesaretle söyleyin:

“Tam da o kadar.”

Çünkü bazen doğru olan, ortada değil; yürekte, kırkta, uçta saklı.

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP