MECBURİYET

MECBURİYET

ABONE OL
19 Haziran 2024 03:05
MECBURİYET
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Batı Çalışma Grubu, 28 Şubat 1997 tarihli Millî Güvenlik Kurulu kararlarının uygulanıp uygulanmadığını denetlemek amacıyla, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir öncülüğünde kurulmuştu. Öncelikle irtica ile mücadele konseptini belirlemek, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde teşkilatlanmayı ve ülke çapında demokratik kitle örgütleri ile iletişim ve kamuoyunun bilinçlendirilmesi esaslarını saptamakla görevlendirilmişti. Ayrıca, “Siyasi İslam’a geçit vermemek için ülkede meydana gelen irticai faaliyetleri ilgili ve yetkililere uygun ve yasal platformlarda bildirmek” görevi de verilmişti.

Batı Çalışma Grubu’nun dikkatini çekmek, onlara şirin görünmek silahlı kuvvetler içinde yükselmenin, terfi almanın ve kritik görevlere tayin olmanın sihirli bir anahtarıydı. Bu nedenle dönemin generalleri veya kurmay albayları arasında irtica ile mücadele ediyor gibi görünmek için pek çok masum insanın ahını aldılar. Ahı alınanlardan biri de bendim…

Mesleğimin daha ilk yılında, hafta sonunda Orduevinde nöbetçi subay olduğum bir gün, Orduevi müdürünün beni acilen çağırdığı haberi geldi. Yanına gittiğimde, Merkez Komutanlığı nöbetçi heyeti de oradaydı. Orduevi ve lojmanlar bölgesinde başörtülü bir kadının dolaştığını, bu kadının nereden girdiğini tespit edip duruma müdahale etmemizi emretti. Merkez Komutanlığı personeli ve nöbetçi heyetiyle beraber kapı kapı dolaşmamıza rağmen ne öyle bir kadının kışla içinde dolaştığını ne de varlığını tespit edebildik. Tugay Komutanımızın da duruma bizzat müdahil olmasıyla sabaha kadar olmayan bir kadını aradık. Sonuçta bulamadık. Kışla revirinde nöbet tutan tabip subay dâhil olmak üzere garnizonda bulunan tüm nöbetçi heyeti mahkemeye sevk edildi. Herkes görevi ve rütbesine bağlı olarak disiplin cezası aldı. O gün bana 20 gün ceza verdiler. En büyük cezayı garnizon nöbetçi amiri aldı. Daha sonra o nöbetçi amirin ordudan ilişiğinin kesildiğini öğrendik.

İşin tuhaf tarafı, daha yargılamamız başlamadan aynı yerde ikinci bir nöbetimde, oldukça titiz ve dikkatli davranıyorduk haliyle. Orduevinin nizamiyesine başörtülü bir kadının içeri girmek istediği haberi geldi. Derhal nizamiyeye gittim. Görüntüsü, konuşması, kibarlığı ile insanı çok kısa zamanda etkisi altına alabilecek derecede tatlı bir teyze vardı. “Oğlum, problem olacaksa ben oğluma haber vereyim, siz zorluk yaşamayın” diyordu. Kısa zaman sonra Tugay Komutanı arabasından indi ve bana dönüp “Annemi nasıl içeri almazsınız?” diye kızdı. O tugay komutanı daha sonra tümgeneral ve korgeneral rütbelerine terfi etti. Elbette kaç kişiye buna benzer ceza verdirip ordudan ihraç ettirdi, bilmiyorum.

O dönem üniversitelerde ikna odalarının olduğu, başörtülü öğrencilerin üniversitelere alınmadığı bir dönemdi. Türban (siyasi bir simge) ile başörtüsü arasındaki ayrımın sağlıklı yapılamaması nedeniyle pek çok memur zor durumda kaldı.

Velhasıl Erdoğan dönemi başladı.

22 yıl önce Türkiye’de başörtüsü yasaktı ve Sayın Erdoğan’ın dilinden “Başörtülü bacım!” söylemi düşmezdi. 22 yıllık AKP iktidarı sonunda, çok şükür başörtüsü serbest oldu. Oldu ama şimdi de başörtüsüz bacılarımızın sıkıntısı başladı.

Son olarak, Kocaeli-Gebze’deki Alaettin Kurt Anadolu Lisesi’nin bahçesinde düzenlenen mezuniyet töreninde bazı kız öğrenciler, “kıyafet yönetmeliğine uymayan kıyafetler giydikleri” iddia edilerek alana alınmadı.


Temel 22 yıldır çalıştığı Hollanda’dan kesin dönüş yapacağını söyleyince,
“Neden?” diye sormuşlar.
“Eşcinseller yüzünden!” demiş Temel. “Niye?” demişler, “Seni rahatsız mı ediyorlar?”
“Yoo! Bana pir şey ettikleri yok!” demiş Temel. “Yalnız ben, Hollanda’ya geldiğimde eşcinsellik yasaktı. Sonra serbest oldu. Şimdi evlenme izini çıktı. Eşcinsellik mecbur olmadan vatanıma döneyim dedim!”


Elbette bizim kimsenin cinsel yönelimleriyle, kimsenin inancıyla, başörtüsüyle hiçbir problemimiz olamaz.

Ekonomik kriz günlük yaşantımızı o denli abluka altına aldı ki, ekonomiden başka bir şey göremez olduk. Eğitim sistemindeki, hukuk sistemindeki krizleri ve bozulmaları fark edemez olduk. En büyük bozulma ve tahribat Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel direği olan laik devlet anlayışında yaşanıyor. O yüzden laikliğin tanımını çok iyi yapmamız, önemini çok iyi anlamamız gerekir.

Toplumları yönetiminde etkili olan üç kural sistemi vardır. Aslında her üç sistemin de özünde, toplumu iyi ahlaklı bireylerden oluşturma amacı vardır. Bu kurallar sistemleri her ne kadar aynı amacı gütse de uyguladıkları müeyyideler (yaptırımlar) bakımından aralarında büyük fark vardır.

  • Ahlak kuralları; iyi – kötü, doğru – yanlış gibi sorulara cevap verir. Müeyyidesi de kendisi gibi ahlakidir. Ahlakını beğenmediğiniz kişiyle ilişkinizi kesersiniz, olur biter. Ahlaksızlık eğer yasal bakımdan da bir suç oluşturmuyorsa, başınıza gelecek en kötü şey mahalle baskısı olabilir.
  • Din kuralları; haram – helal, sevap – günah gibi sorulara cevap verir. Müeyyidesi de eğer inanıyorsanız, Yaradan tarafından verilecek bir hükümle, cennetle ödüllendirilmek ya da cehennemle cezalandırılmaktır.
  • Hukuk kuralları ise; haklı – haksız, suçlu – suçsuz gibi sorulara cevap verir ve müeyyidesi devlet gücüyle yerine getirilir.

İşte laikliğin önemi burada ortaya çıkar. Laiklik büyük parantezi hukuk parantezi olarak alıp, ahlakı ve dini kendi alanlarında tamamen özgür bırakır.

Yani, kişilerin birbirleriyle, kişilerin devletle ve devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde ahlak ve din kuralları değil, evrensel hukuk kuralları geçerli olmalıdır.

Bugün Türkiye’nin geldiği noktada görülen ve korkulan odur ki büyük parantez din parantezi olacak, hukuk ve ahlak kuralları bu din parantezinin içine sıkıştırılacaktır. Ne yazık ki günlük yaşamımızda bunun örnekleri artarak sürmektedir.

Youtube kanalında felsefe, tarih ve din üzerine içerikler hazırlayan Daemond Tema isimli genç, en son şeriatı isteyen ve savunan bir kişi karşısında laikliği savunmak zorunda kalmıştır. Şeriatı isteyen kişinin sosyal medyada ezan okunurken alkol almasını tartışmaya gerek yok. Ancak laikliği savunan, oldukça bilgili ve saygılı olan kişi hakkında “Peygamberimize hakaret ettiği, insanları kin ve düşmanlığa sevk ettiği” gerekçesiyle soruşturma açılması manidardır. Acaba şeriatı savunan kişinin yaptığı normalleştirilmeye mi çalışılıyor dersiniz?

Şahsen, bedeli ne olursa olsun, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bize armağan ve emanet ettiği demokratik, laik bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin özüne dönmesi için var gücümle mücadele etmeye devam edeceğim.

Bizim, Temel gibi dönebileceğimiz başka bir vatanımız yok.
Ne başörtüsü yasak olsun, ne de mecbur olsun…

Mehmet Uygar KELEŞ

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP