

“Siyasette tesadüflere yer yoktur, bir olay olduysa, öyle olması planlanmıştır.” – Franklin D. Roosevelt
Güney Kafkasya’nın kadim topraklarında, 8 Ağustos 2025 tarihi, bölgenin hayati bir arterinin kaderini yeniden yazdı. Ermenistan’ın Syunik bölgesinden kıvrılan yaklaşık 40 kilometrelik Zengezur Koridoru, Amerika Birleşik Devletleri’ne “geliştirme ve işletme hakkı” adı altında, 99 yıllığına devredildi. Bu, basit bir ulaşım projesinin ötesinde, küresel güç mücadelesinin Kafkaslar’da somutlaşmış bir tezahürüdür. “Davut’un Gölgesi” başlıklı yazımda değindiğim gibi, bu koridor Türk dünyasının omurgası olma potansiyeli taşırken, görünmez tehditlerle de kuşatılmıştı. Bugün, o gölgeler Atlantik’in ötesinden uzanarak jeopolitik bir gerçekliğe dönüştü. George Orwell’ın dediği gibi, “Uluslararası politika, güç mücadelesinden başka bir şey değildir. Gücün amacı, daha fazla güç elde etmektir.”
“Kiralama” kavramı, emperyal diplomasinin kadim bir silahıdır. Tarih, bu tür anlaşmaların sıklıkla sömürgeciliğin ve hegemonik kontrolün kılıfına büründüğünün sayısız örneğiyle doludur. 1903’te ABD’nin, Panama Kanalı kontrolü için Kolombiya’dan kopardığı Panama’yı 99 yıllığına kiralaması, bölgeyi onlarca yıl sömürgeleştirdi; ancak 1977’deki Torrijos-Carter Anlaşmaları ile sona erdi. Süveyş Kanalı’nda ise İngiliz-Fransız müdahalesi, Mısır’ın borç tuzağına düşürülmesiyle “kiralama” perdesi altında gerçekleşti; 1869’da açılan bu stratejik geçit, 1956’daki Süveyş Krizi’ne dek yabancı güçlerin denetiminde kaldı. Benzer bir kader, 1878’de Osmanlı İmparatorluğu’nun Kıbrıs’ı İngiltere’ye “kiralaması” ile yaşandı: Bu idari devir, 1914’te doğrudan ilhaka zemin hazırladı ve Akrotiri ile Dikelya’daki İngiliz egemen üs bölgeleri, adanın bölünmüşlüğünün sembolü olarak bugüne kadar sürdü. Hong Kong’un 1898’de Çin’den İngiltere’ye 99 yıllığına kiralanması da Britanya’nın Asya’daki sömürgeci genişlemesinin bir parçasıydı ve 1997’deki iadeye dek bölgede ekonomik ve siyasi hakimiyet sağladı. Zengezur’daki bu model, tarihin basit bir tekrarı değil; sömürgeciliğin modernize edilmiş, altyapıya nüfuz eden bir versiyonudur. Demiryolu hatları, enerji nakil şebekeleri, fiber optik ağlar – koridorun tüm kritik damarları, Amerikan sermayesinin kontrolüne geçiyor. Trump’ın “tarihi zafer” diye lanse ettiği bu anlaşma, özünde Wall Street’in bölgesel kaynaklara erişiminin zaferidir. Lord Palmerston’ın o meşhur sözü burada yankılanıyor: “İngiltere’nin ebedi dostları ve düşmanları yoktur; sadece ebedi çıkarları vardır.” ABD için de bu, ebedi çıkarın yeni bir tezahürüdür.
Tahran’ın bu hamleye karşı gösterdiği şiddetli tepki, salt siyasi bir itirazın ötesinde, derin bir varoluşsal endişeden besleniyor. İran Dini Lideri Danışmanı Ali Ekber Velayeti’nin “Bu koridoru engelleyeceğiz” uyarısı boşuna değil. Koridor, İran’ın Ermenistan’la olan 44 km’lik can alıcı sınırını kopararak Tahran’ı Kafkaslar’dan tecrit ediyor. Daha da vahimi, İran’ın kuzeybatısında yaşayan 30 milyon Azeri Türk’ünün bölünme dinamiklerini tetikleme potansiyeli taşıyor. İran’ın alternatif projesi “Aras Koridoru”nun rafa kaldırılması ve ABD’nin sınırına fiilen üs konuşlandırma ihtimali, Tahran için bir güvenlik kâbusudur. 2020’deki askerî tatbikatların gösterdiği gibi: Zengezur, İran’ın kırmızı çizgisidir. Gamal Abdel Nasser’ın Süveyş için söyledikleri, İran’ın ruh halini yansıtıyor: “Bizim topraklarımız üzerindeki yabancı kontrolüne asla boyun eğmeyeceğiz. Bu, egemenliğimizin ve onurumuzun meselesidir.”
Türk dış politikasının bu anlaşmaya yönelik memnuniyet beyanları ise derin bir paradoksu gözler önüne seriyor. Yıllarca “Türk dünyasının birleşmesi”nin sembolü olarak yüceltilen Zengezur, şimdi ABD’nin jeopolitik bir şantiyesine dönüştü. Dışişleri Bakanlığı’nın kısa vadeli diplomatik kazanım vurgusu, uzun vadeli stratejik tuzağı gözden kaçırıyor gibidir. Zira koridorun kontrolü ABD’de olduğunda:
Anlaşmanın görünmeyen mimarı, Rusya’nın Kafkaslar’daki nüfuzunun erimesidir. Moskova’nın Ukrayna bataklığında debelenmesi, ABD’ye bölgedeki güç boşluğunu doldurma fırsatını sundu. Daha da çarpıcı olan, bu koridorun Çin’in “Kuşak ve Yol İnisiyatifi”nin kalbine saplanan bir hançer olmasıdır. Orta Asya enerjisini doğrudan Avrupa’ya taşıyacak bu hat, Pekin’in Avrasya entegrasyon planlarını baltalarken, İran üzerinden geliştirilmeye çalışılan alternatif güzergâhları da etkisiz kılıyor. Reuters ve Al Jazeera analizlerinin altını çizdiği gibi, bu proje ABD’nin Avrasya enerji haritasını kendi lehine yeniden çizme hamlesidir. Zbigniew Brzezinski’nin “Büyük Satranç Tahtası”nda vurguladığı gibi, “Avrasya, dünya üzerinde hegemonya için mücadelenin merkezî arenasıdır.”
Zengezur artık coğrafi bir geçiş yolu değil, küresel güçlerin hegemonya satrancında ileri sürülen bir piyondur. Trump’ın “Barış ve Refah Rotası” söylemi, bölgenin acı gerçeklerini örtbas etmeye yetmiyor. Ermenistan için toprak bütünlüğü tehdidi, Azerbaycan için kısmi bağımlılık, Türkiye için stratejik belirsizlik, İran içinse varoluşsal tehlike demektir. “Davut’un Gölgesi”nde işaret edildiği üzere, bu koridorlar haritaları yeniden çizer – ancak kalem artık bölge halklarının elinde değildir.
Türkiye’nin alkışları, İran’ın öfkesinden daha kaygı vericidir. Zira zafer diye sunulan, tarihin sömürgecilik labirentinde kayboluşun başlangıcı olabilir. Gerçek barış, ancak bölgesel iradelerin özgürce şekillendirdiği stratejilerle tesis edilir. Zengezur’daki o 99 yıllık imza ise, başkalarının çizdiği haritalarda kendi kaderini kaybetmenin ağır bedelidir. Ünlü Arap düşünür İbn Haldun’un Mukaddime’deki tespiti bu anlaşmanın özünü özetler nitelikte: “Mağlup olan, daima galibin kılıcına ve kültürüne gönüllü köle olur.” Bu kiralama, bir kılıç gölgesinin altına girmekten farksızdır.
POLİTİKA
6 saat önceGENEL
6 saat önceGENEL
6 saat önceEKONOMİ
6 saat önceDÜNYA
6 saat önceDÜNYA
6 saat önceSPOR
6 saat önce