HUZUR HAKKI GERÇEKTEN HAK MI?

HUZUR HAKKI GERÇEKTEN HAK MI?

ABONE OL
20 Mayıs 2024 11:22
HUZUR HAKKI GERÇEKTEN HAK MI?
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Devletin çok önemli işlerini gören kişilere yüksek maaş verilsin. Hatta bu kişilere, işlerini rahatça yürütebilmeleri için hesabı sorulmayacak bir örtülü ödenek de tahsis edilsin. Yeter ki iş ehline verilsin. Devletin bazı işlerinin bedelinin hiçbir maaşla ödenemeyeceğini hepimiz biliyoruz; bu işleri yürütme vazifesini hak edenlerin herhangi bir beklentilerinin olmadığını ve maaş hesabı yapmadıklarını da…

Mesele şu ki, o önemli işlerin başına gerçekten liyakat sahibi kişiler getirilmiyor. Oysa bize, Şah İsmail’e elçi olarak gönderilirken, üstelik bu vazifenin ucunda ölüm olduğu hâlde devletten hiçbir şey istemeyen ve vazifeyi kabul etmek için sadrazama tek bir şart sunan Muhsin Çelebiler lazım. Ne diyordu Muhsin Çelebi:

“Madem ki bu bir fedakârlıktır, ücretle olmaz. Karşılıksız olur. Devlete karşı ücretle yapılacak bir fedakârlık, ne olursa olsun, gerçekte şahsi bir kazançtan başka bir şey değildir. Ben maaş, makam, ücret falan istemem… Karşılık beklemeden bu hizmeti görürüm. Koşulum budur!”

Şimdilerde attığı her imzanın karşılığını fazlasıyla isteyen ve üstüne bir de “huzur hakkı” bekleyenlere bu sözler ne ifade eder, bilmiyorum.

Bir adım daha ileri gidelim: Milletvekillerine ve belediye başkanlarına maaş verilmesin. Milletvekilliği ve belediye başkanlığı meslek mi? Bu kişiler atanmış mı seçilmiş mi? Bu görevlere kendileri aday olmuyorlar mı? Bu görevleri yapmayı kendileri istemiyorlar mı? Amaçlarının halka hizmet etmek olduğunu söylemiyorlar mı? O hâlde devlet, bu makam sahiplerinin sadece masraflarını karşılasın. Ayrıca buralardan emekli de olunmasın.

Sendika başkanlarına, muhtarlara, devletten aldıkları maaşın neredeyse on katını yönetim kurulu üyeliklerinden alanlara da maaş verilmesin.

Neden olmasın?

Huzur hakkı adıyla alınan maaşlar kime huzur getiriyor acaba? Asıl olan, kafaların huzuru mu mabatların rahatı mı?

Ne düşünüyorum biliyor musunuz? İlkokul 4., ortaokul 5. ve 6. sınıflarda Ömer Seyfettin’in hikâyeleri okutulsun çocuklara.

Özellikle “Pembe İncili Kaftan” okutulsun. Devletten “bir pul” bile almadan, bütün masrafını kendi cebinden karşılayarak elçilik görevine giden Muhsin Çelebi’nin, çiftliğini ve mandırasını rehin koyarak temin ettiği parayla aldığı ve Şah İsmail’in sarayında ayakta beklemeye mecbur bırakılınca sırtından çıkarıp yere serdiği o dillere destan pembe incili kaftanı, “bir Türk yere serdiği bir şeyi bir daha arkasına koymaz” diyerek onun şaşkın bakışları altında nasıl ve niçin orada bıraktığı anlatılsın çocuklara.

Vatan nedir, nasıl sevilir öğrensin çocuklar. Durun! Hatta büyüklere de okutulsun bu hikâye. Özellikle maaş almaya doymayanlara…

Sevgi YILDIRIM

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.


HIZLI YORUM YAP