Tarihi, kültürü ve bölgede yoğun olarak yaşayan Türk nüfusuyla, iklimi ve doğasıyla neredeyse herhangi bir Trakya şehrinden farkı olmayan ve buram buram tarih kokan Osmanlı bakiyesi eski Türk topraklarına, Bulgaristan’ın Filibe kentine, şimdiki adıyla Plovdiv’e düştü yolum…
Plovdiv, Büyük İskender’in babası II. Filip tarafından kurulan, 2019 yılında Avrupa Kültür Başkenti seçilen, Bulgaristan’ın 2. büyük, kültür ve sanat kenti. Antik çağ döneminden itibaren birçok medeniyetin inşa edildiği Plovdiv, Bizanslılar, Bulgarlar ve Haçlılar tarafından birçok kez ele geçirilmesinin ardından, 1361 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedilerek, ağır yenilgiler aldığımız 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın Tuna Cephesi’ndeki son çatışmasına kadar 500 yıl Osmanlı toprağı olarak kalmıştır.
Plovdiv; Nöbettepe, Cambaztepe, Cehennemtepe, Bunarciktepe, Saattepe, Taksimtepe ve Markotepe isimleri ile anılan, İstanbul gibi yedi tepeli bir şehir… Osmanlı döneminde cami, medrese gibi yapılarıyla İslâm merkezlerinden biri olan Filibe, Meriç nehrinin iki yakasında kurulmuştur. Evliya Çelebi’nin 1652 yılındaki ziyaretinde “53 cami, 70 mektep, 9 medrese, 7 darül-kurra, 11 tekke, 8 hamam, 9 han ve sayısız kervansaray var” dediği Filibe’de, 93 Harbi’nden, 1928 depreminden ve akabinde Sovyet Rejimi’nden sonra iki elimizin parmağını geçmeyecek sayıda Osmanlı eseri kalmıştır.
İşte, Filibe’de, ecdadımızdan miras, bugüne kadar ayakta kalabilen o muhteşem eserler:
1- Sultan I. Murat Hüdavendigar Camii
(Halk arasında Cuma Camii olarak da anılıyor)
Cami, adından da anlaşılacağı üzere 1364’te Sultan I. Murat tarafından yaptırılmış, aradan geçen asırlara rağmen bütün haşmeti ve görkemiyle dimdik ayakta. Caminin bulunduğu meydan, “Cumaya Meydanı” olarak anılıyor; civardaki esnafların ve müşterilerinin neredeyse tamamı Türk. Cami avlusundaki kafelerde içtiğimiz çay ve rayihasıyla damağımızda unutulmaz bir tat bırakan şeffaf gül şerbeti ile ikram edilen kahve, restoranlarda yediğimiz yemekler, bölgede yaşayan kalabalık Türk nüfusu ve Cuma Camisi’nin din görevlisi Sami Balkaner hocamız ile yaptığımız hoş sohbet, beni Türkiye’de hissettirdi diyebilirim.
2- İmaret Camii ve Şahabettin Paşa Türbesi
İmaret Camii Meriç nehrinin kıyısındadır. 1444 yılında Sultan II. Murat döneminde Rumeli Beylerbeyi Lala Şahin Paşa’nın oğlu olan Şahabettin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Caminin bahçesindeki türbe de Şahabettin Paşa Türbesi’dir. Türbenin arka bahçesinde yer alan tarihi mezar taşlarını ilk gördüğümde hazire sandım fakat taşların çevre mezarlıklardan toplanarak burada sergilendiklerini öğrendim. Mezarsız mezar taşları burnumun direğini sızlatırken, Filibeli Ahmet Hilmi Bey’in Âmak-ı Hayal kitabında geçen; “Hayatın zevki ölüm sayesindedir. Eğer ölüm olmazsa, hayatın hiçbir kıymeti olmazdı.” sözü geldi aklıma. İşte dünya bu kadar.
3- Taşköprü Camii
1860 yılında inşa edilen Taşköprü Camii, uzun yıllar restoran, depo gibi amaçlarla kullanıldıktan sonra, Filibeli Müslümanların, Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğü’nün ve devletimizin çabalarıyla 2023 yılında tekrar ibadete açıldığı haberi çok mutlu etti beni.
4- Çifte Hamam, Hacı Hasanzade Hamamı, Yıkılan Kurşun Han ve Kapısı
Çifte Hamam, Kazasker Hacı Hasanzâde Mustafa Efendi tarafından 1555 tarihinde Sultan III. Murat döneminde inşa edilmiştir. Günümüzde Sanat merkezi olarak kullanılmaktadır. Ortadaki fotoğrafta meşhur Kurşun Han’ın eski hali, sondaki fotoğrafta ise 1928 yılında yaşanan büyük deprem neticesi hasar gördükten sonra yıkılmasına karar verilen Kurşun Han’dan geriye kalan tek parça giriş kapısıdır ve halen etnografya müzesinin bahçesinde sergilenmektedir.
5- Filibe Mevlevihanesi, Sarı Mektep ve Eski Mahalle Osmanlı Evleri
1553 yılında inşa edilen Filibe Mevlevihanesi tarihi Hisar semtindedir. Bir dönem cami, imaret, medrese olarak kullanılan bu mekanın büyük depremde hasar aldığı ve sonradan restore edilerek depo, restoran vb. gibi farklı amaçlarla da kullanıldığı rivayet edilmektedir…
19. Asırda Rumeli Beylerbeyi tarafından yaptırılan Sultan Abdulaziz Mektebi, renginden dolayı Sarı Mektep olarak anılıyor ve halen sanat okulu olarak faaliyet gösteriyor. Eski Şehir (Old Town) semti, şehrin merkezinde Sovyet Rejiminden kalan kasvetli binaları ve karanlık sokakları gördükten sonra cennetten bir köşe gibi göründü gözüme… Arnavut kaldırımlı dar sokaklara sağlı sollu dizilmiş Osmanlı evleri restore edilmiş durumda. Mevsim itibariyle bahçelerdeki çiçeklerin solmaya başladığı, sararan yaprakların yere süzülürken, hoş geldiniz der gibi el salladığı Old Town, nice yaşanmışlıklarla dolu.. Düğün gören, gelin giren, cenaze çıkan, yüzlerce Ramazan gören, sokakları asırlarca, çocukların, yoğurtçuların ve şerbetçilerin sesleriyle çınlayan bu muhkem konaklarda yaşayan Evlad-ı Fatihan’ın mutlu, hüzünlü ve telaşlı günleri film şeridi gibi geldi geçti gözlerimin önünden.
6- Nöbettepe Edebiyat ve Sanat Dergisi ve Filibeli Ahmet Hilmi Efendi Kütüphanesi
Filibe’de Türk kültürü, tarihi ve edebiyatı denilince, akıllara gelen ilk isim, Nöbettepe Edebiyat, Kültür ve Sanat Dergisi’nin kurucularından olan ve hâlen derginin genel yayın yönetmenliğini yapan Kadriye Cesur Hanımefendi; Plovdiv Paisiy Hilendarski Üniversitesi’nin Okul öncesi Pedagoji ve Şumen Episkop Konstantin Preslavski Üniversitesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümlerinden mezun, 1989-90 yılındaki zorunlu göç sürecinde Türkiye’ye göç ederek, Bursa’ya yerleşmiş, yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölümünde tamamlamış… Kadriye Cesur, Türkiyedeki öğretmenlik sürecinden sonra tekrar memleketi Plovdiv’de yaşamaya başlayan Filibe Türkü bir evlad-ı Fatihan… Zarafeti, misafirperverliği ve köklü bilgi birikimi ile Filibe’ye kültür ve edebiyat penceresinden de bakmamıza vesile olan Kadriye Cesur hocamız, genel yayın yönetmeni olduğu Nöbettepe dergisini ve Cuma Camii ana girişinde yer alan ve 2020’de Filibe Bölge Müftülüğü öncülüğünde açılan, adını ünlü Osmanlı mutasavvıfı Filibeli Ahmet Hilmi Bey’den alan Filibeli Ahmet Hilmi Kütüphanesi ile ilgili çalışmalarını şöyle anlatıyor; “Nöbettepe Edebiyat, Kültür ve Sanat Dergisi, edebiyat ağırlıklı olmakla birlikte, sayfalarında Bulgaristan Türklerinin geçmişten günümüze değin kültür ve sanat birikimlerini kapsamlıca ele almaktadır. Dergi, adını, Osmanlı döneminde askerlerin, şehrin güvenliği için nöbet tuttuğu gözlem noktası olan Nöbettepeden aldı, bu minvalde Nöbettepe Dergisi, şehrin kültür ve edebiyat nöbetini devraldı diyebiliriz… Nöbettepe edebiyat, kültür ve sanat dergisinin ilk sayısı 2018’in sonbaharında görücüye çıktı. Bu işe baş koyma düşüncesinin ilk nüvesi Aziz Taş ile Türkiye Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak katıldığımız Türkçenin 12. Uluslararası Şiir Şöleni günlerinde doğdu. 2017 yılında Türkistan’da (Kazakistan) yapılan bu festivale katılan Türk dünyası temsilcilerinin çoğunun ellerinde birer edebiyat dergisi vardı. O yıllar ben “tam zamanlı” olarak İstanbul’daydım. Aziz Taş ise Boğaziçi Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi ve Sofya’daki işleri arasında mekik dokuyordu. Bulgaristan’da Türkçe bir edebiyat dergisinin olmayışını konuşup durmaktansa kolları sıvasak mı derken karar verdik, oldu. Bugün derginin yayın kurulunda yer alan dostlarımız da kararlılığımızı ve cesaretimizi artırdılar. Muhteşem bir genel koordinatörlük yürüten Şenar Bahar ve dünyanın en sabırlı, en titiz yazı işleri müdürü olan Aziz Nazmi Şakir Taş sayesinde Nöbettepe dergisi Bulgaristan’da hem Türkçe, hem Bulgarca okuyan, ufku geniş bir edebiyat okuru kitlesi tarafından saygı ile, sevgi ile izlenmektedir.. Nöbettepe dergisi Türk- Bulgar Edebiyat Kulübü tarafından yayımlanmakta. Kulüp, kuruluşundan bu yana (2018) çeşitli edebiyat ve kültür-sanat etkinlikleri yürütmekte.
Örneğin her sene 28 Şubat Anadili Günü kutlamalarını Filibe’de kulüp olarak biz başlattık ve her geçen yıl bizle özdeşleştiğini görmekteyiz. Kulübün çatısı altında kitap tanıtımlarının yanı sıra konserler, edebiyat atölyeleri, imza günleri vb çalışmalar da yapılıyor. Bunlardan biri de T.C. Filibe Başkonsolsluğu’nun himayesi altında ve işbirliği ile 30 Kasım 2024 tarihinde Filibeli Ahmet Hilmi’nin Amak-ı Hayal adlı eserinin Bulgarca çevirisinin tanıtımı. Türkçe kitapların çoğunlukta olduğu ve yazarın adını taşıyan kütüphanede eseri Bulgarcaya çeviren şair Aziz Taş, Türk Edebiyatı tarihçisi Doç.Dr. Yordanka Bibina, yazar Elena Divarova, tarihçi Yordan Velçev, Prof.Dr. Evdokiya Borisova, Türk-Bulgar Edebiyat Kulübü başkanı Şenar Bahar ve çevirmen olarak benim moderatörlüğümde bir araya gelerek Filibeli Ahmet Hilmi’nin hayatı, yazarlığı ve günümüz Bulgarca çevirisi üzerine konuşacak, bildiriler sunulacaktır.”
7- Yahya Kemal Beyatlı ve Hotel Molle
Yahya Kemal Beyatlı’nın 1921 yılında gittiği Filibe seyahatinde kaldığı Molle Otel ve o tarihlerde otelin karşısında yer alan Alaca Camii.
Yahya Kemal, Filibe seyahatine dair notlarında şöyle diyor:
“Filibe, yüz sene evveline kadar, Bursa ve Eyüp gibi iliklerine kadar Türklük sinmiş bir şehirdi. Filibe’yi görmeyi özlerdim. 1921’de görmek kısmet oldu. Sofya’dan trene bindim. Tren durdu. Plovdiv! Plovdiv! sesi geliyor. İstasyonda bir çorbacı ve köylü kalabalığı kaynaşıyor. Rengi solmuş setre pantolonla mintan giyen ve kalıpsız fes taşıyan Türkler dolaşıyorlar. Tirenden çıktım: “Otel Mole’ye götür!” dedim. Otel Mole, Filibe’nin Perapalas’ı, altı lokanta üstü otel, odaları şöyle böyle, az çok temiz, koridorları koğuş sisteminde bir oteldi; lakin adı Filibe’ye mezcedilmiş bir addır. Sokak üstünde bir oda tuttum. Karşımda küçük bir cami vardı. İlk Osmanlı devirlerinden kalma, yekpare, metin, ferahlı bir yapı idi; o köşede tek başına Çelebi Sultan Mehmed’i hatırlatıyordu. Filibe’ye seyahat eden vatan Türklerinden son gören galiba ben oldum; çünkü İstanbul’a avdet ettikten biraz sonra, yolu genişletmek için, yıkıldığını gazetede okudum.”
Filibe gezimizde beni en çok etkileyen tarihi mekanlar; Murat Hüdavendigar Camii ve Yahya Kemal’in anısına istinaden Molle oteldir. Vaktiyle, şehrin en konforlu ve en modern binası olan, devrin Pera Palas’ı olarak anılan Molle Otel şu anda virane durumda, işyerleri ve ofislerle dolu bir iş hanı. Molle Otelin girişindeki sırrı dökülmüş aynaya uzun uzun bakarken, merhumun “Kaybolan Şehir” şiirindeki şu dizleri döküldü dilimden:
“Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.”
Kaybettiğimiz toprakların ve yok olan eserlerimizin derin hüznü içinde döndüm yurda…
Vaktiyle Balkanlar’da 500 yıl hüküm süren, yüzlerce cami, medrese, mektep, darüşşifa, han, hamam ve sayısız kervansaray ve ihtişamlı bir medeniyet inşa eden ecdadımızın ruhu şad olsun.
Banu Sancak
GENEL
Az önceGENEL
Az önceSPOR
Az önceGENEL
Az önceGENEL
Az önceGENEL
Az önceGENEL
Az önce